22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Şu Günlerde Bir Savaş Şu günlerde ya bir savaş çıkarsa!.. Diyelim, Ermenistan ordusu sınırımızı geçmeye kalkışsa; Yunanistan Ege’deki sınırını aşmaya, denizdeki petrolleri tekeline almaya kalksa; birtakım adacıkları kendine maletmeye yeltense; Bulgaristan, Rusya şu bu nedenlerle Boğazlar’ı kontrol altına almayı düşünüp uygulamaya kalksa... Yüzlerce komutanı hapislerde yatan, yüzlercesi de tutuklanmak üzere bekleyen Türk ordusu o zaman ne yapacak? Elleri havaya kaldırıp teslim mi olacak? Yoksa müttefikimiz ABD’nin ordusunu mu yardıma çağıracak? Bin yıllık Türk ordusu ne durumda? Cumhuriyeti, Kemalist devrimi korumak, kollamak bu ordunun başlıca görevi değil miydi? O ünlü 35. madde miydi yalnız tek güvence. Hayır ne zaman bu ülkede gericilik, şeriatçılık, bölücülük eylemleri olsa kim bastıracak bütün bunları; yoldan çıkmış, bambaşka bir anlam ve içerik kazandırılmak istenen Atatürk Cumhuriyetini kim kurtaracak. Adam, zamanında, yani otuz yıl önce, Evren Paşa’nın yönetimindeki bir ülkede, ne demiş: “Biz bir iktidara gelelim Fatih Sultan Mehmet’in yasalarını uygulayacağız. İdamsa idam.” Bu anlayışla yetişen bir insan, sonunda amacına ulaşmışsa, elbet dediğini yapar, yapmaya kalkışır. Şu “Evet-Hayır” başlığı canımı sıkmaya başladı, Dağlarca zaten beğenmemişti. “Evet Hayır bir kolaylığa götürür” demişti. Ben de yanıt olarak “Gerçek demokrasi doğru olana evet demektir, kötü olana hayır” yanıtını vermiştim. Şimdi yazımın başındaki “Evet Hayır”dan “evet”i silmek istiyorum. Başlık artık “Hayır-Hayır” olsa daha iyi olmaz mı? Hiç değilse “evet” diyebileceğimiz bir güzel döneme kadar!.. Yaşlı bir yazar saçmalamış diyecek olanlar varsın gülüp geçsinler. Hele o yandaş, genç yazıcılar... Onların gençlikleri yalnız nüfus cüzdanlarında. Kafaları, yaşlının yaşlısı... PENCERE ‘Doğu Anadolu’nun Düzeni’ Eskiden üniversite öğretim üyesi deyince aklımıza burnundan kıl aldırmayan oturaklı bir adam gelirdi. Bu adamın hemen iki adım gerisinde iki asistanı bulunur, biri çantasını, öteki şemsiyesini taşırdı. Sayın hoca, çoğu zaman Fransa’da veya İsviçre’de öğrenim görmüş bulunur, kitaplığına öğrencilik zamanından yerleştirdiği cilt cilt eserlerden parlak aktarmalar yapardı. Öğrencilerin bitmez tükenmez alkışları arasında derse başlar: — Aristo’ya göre... diye konuya girip bir hamlede ortaçağı geçtikten sonra Durkheim’da işi bitirirdi. Bu nakilcilik, parlak bir nutkun dalgaları gibi kafalara çarpar; hoca, hitabetin parlak şimşeklerini çaktırırdı dershanede... Tartışma götürmez bir otoriteyle perçinlenmiş ve yaman bir diktayla kireçleşmiş kürsülerde, profesörler birbirlerini kollayarak, al gülüm - ver gülüm idare eder giderler. Batılı bilim adamlarının çoktan bayatlamış teorilerini çoğu zaman hazır elbise gibi giyinerek yüksek öğretim adına kurulan tiyatro sahnesine bilim adamı pozunda çıkarlardı. Şimdi bu tablo çatlamakta, yeni bir bilim adamı tipi yetişmektedir Türkiye’de... Bilim adamlığının aktarmacılıktan öte bir araştırma ve zahmet işi olduğu, her günün on iki saatinde bu yola koşulup terlemeyen kişinin, değil bilim adamlığı, adamlığın yanından geçemeyeceği anlaşılmaktadır. Artık birtakım genç adamlar, uygarlığın ortak malı olan bilim yöntemlerini benimseyerek gözlerini Anadolu insanına ve Anadolu’ya çevirmişlerdir. Bunlar, bildiğimiz alıştığımız soydan “hoca” değil, el değmemiş Türkiye’nin gerçeklerini keşfetmeye çalışan birer mütevazı insandırlar. İçinde yaşadığı toplumdan habersiz kişilerin otorite sayıldığı ülkemizde, gerçek peşinde zahmete koşulan ne kadar bilim adamı varsa saygıyla karşılamak gerekir. Bunlardan biri de İsmail Beşikçi’dir. 1939 yılında doğmuş bu genç sosyoloğun yeni kitabı birkaç gündür elimde... Bu kitabın adı: “Doğu Anadolu’nun Düzeni”dir. Doğu Anadolu son yıllarda bir aktüel konu olarak Batı Anadolu’yu meşgul ediyor. Bozuk düzenin yoğunlaştığı, elle tutulur niteliğe eriştiği bölgelerden biri ve belki birincisi Doğu Anadolu’dur. Ülkemizin doğusunda hangi düzen yürürlüktedir? Bütün ayrıntılarıyla biliyor muyuz? İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’daki düzeni, bütün önyargılardan sıyrılmaya çalışarak ve tüm politik kaygılardan uzaklaşmaya gayret ederek incelemiş. Zahmetinin sonucu üç yüz büyük sayfalık bir kitaptır. Bu eserde rakam rakam, belge belge ispatlandığı gibi Atatürk cumhuriyetinin Doğu Anadolusu’nda bugün hâlâ feodal ilişkiler egemendir. Özendiğimiz Avrupa’da Yeni Çağ ile birlikte silinmiş düzenlere benzer bir düzen, kendine özgü renkleriyle karşımıza çıkıyor Doğu Anadolu’da... Yıl 1969!.. Ve bizler bu ortaçağ manzarası üstüne bir kürsü koyarak demokrasi nutukları atıyoruz çeyrek yüzyıldan beri... Doğu’dan parlamentoya giren şeyh, derebeyi, aşiret beyleriyle burjuva demokrasisine özeniyoruz. Kölelik toplumundan bir adım ileri feodal düzen -ki bir soy toprak köleliğine dayanır- Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının içinde hâlâ yürüyen düzendir... Ve ne yazık: — Bu düzen yıkılsın.. diyenlerin başına bela açacak bir gerici siyasi iktidar başımızdadır. İsmail Beşikçi’nin kitabı üniversite içinde ve dışında tüm aydınların okuması gereken bir kitaptır. Yazara göre, Doğu Anadolu’nun üretim ilişkileri feodaldir; bu feodal düzenin siyasi yüzü bazı yerlerde aşiret beyliğine dönüşür; feodal düzenin zorbalığa dayanarak yürüdüğü yerlerde derebeylik söz konusudur ve bu düzenin dinsel yüzünü de şeyhlik kurumu ta- mamlar. Etnik mesele asla ihmal edilemez. Sınıfsal açıdan değerlendirilecek bir etnik sorun bize çok şeyler öğretecektir. Doğu ve Batı arasındaki iktisadi uçurum ise korkunçtur. Okuma yazma bilme oranı Türkiye’de yüzde 49, Doğu’da yüzde 28... Traktör sayısı Türkiye’de 50.844, Doğu’da 1.680... İş Kanunu’na bağlı işyeri sayısı Türkiye’de 43.263, Doğu’da 2.427... Biçerdöver sayısı Türkiye’de 5.992, Doğu’da 270... Kara taşıt vasıtası Tür- kiye’de 80.695, Doğu’da 5.253... Doğu Anadolu düzenini her vatandaş öğrenmelidir... Ancak bu düzeni öğrendikten sonradır ki: — Düzeni değiştirmek gerek, Türkiye’de kalkınma ve çağdaşlaşma bir düzen değişikliği demektir diyenlere tartışmasız hak verilecektir. (8 Eylül 1969 tarihli yazısı) B alyoz soruşturmasõ sonucunda hazõrlanan iddianamenin kabul kararõndan sonra, yargõlamayõ yapacak Özel Yetkili 10. Ağõr Ceza Mahkemesi, duruşma ha- zõrlõk tutanağõyla (tensip tutanağõ), aralarõn- da halen görevde bulunan generaller dahil, 102 asker sanõk hakkõnda, “yakalama emri” çõ- kararak tutuklanmalarõna karar verdi. Mahkemece çõkarõlan yakalama kararõnõn gerekçesi tensip tutanağõnda; “delil durumu, suçun vasfı, kuvvetli suç şüphesi bulunması, suçun katolog suçlardan olması nedeniyle adli kontrol hükümlerinin yetersiz kala- cağı” olarak belirtildi. Böylece, her şüpheli ve sanõk için rahatlõkla kullanõlacak bu standart sözcüklerle, 102 “insan”, üç kişinin, “Türk ulusu” adõna kul- landõğõ yetkiyle, özgürlüğünden ve kişisel bir- çok hakkõndan yoksun bõrakõlmõş oldu. Her şey bu kadar basit!.. Somut özgürlükleri sõnõrlamak için, soyut suçlama ve gerekçelerin kolayca kullanõldõ- ğõ Ergenekon soruşturmasõyla başlayan bu sü- reçte, savcõ ve yargõçlarõn sorumluluğunu tar- tõşmak gerekiyor. Bir yargõ kararõnõn adil olabilmesi için en çok ihtiyacõ olan şey meşruluktur. Meşruluk, toplumda genel kabul gören bir duygudaşlõ- ğõ yansõtõr. Özellikle, tarafsõz gözlemcilerin, hakkaniyete uygunluğu konusunda tereddüt etmeyeceği yargõ kararlarõ meşru olarak ka- bul görür. Dolayõsõyla, tarafsõzlõk ve adalete uygun davranma özellikleri bir yargõç için temel ni- telikler arasõnda olup yaşamsal önem taşõr. Bu özelliklere uygun ortamõ ise yargõca tanõnan bağõmsõzlõk ortamõ sağlar. Bu yönüyle ba- ğõmsõzlõk objektif, tarafsõzlõk ise subjektif bir karaktere sahiptir. Demokratik görüntülü devletlerde dillerden düşürülmeyen hukukun üstünlüğü kavramõ ne- deniyle artõk kaba hak ihlalleri yaşanma- maktadõr. Bunun yerine hukukun araç olarak kullanõlmasõ yeğlenmektedir. Nedeni ise ba- sittir: Meşruluk gereksinimi. Çünkü hukuk ara- cõlõğõyla yapõlan hak ihlallerinin topluma ka- bul ettirilmesi daha kolay olmakta, üstelik ça- ğõmõzõn vebasõ haline gelen terör bahanesi kul- lanõldõğõ zaman da akan sular durmaktadõr. Terörle mücadele, ceza yargõlamasõnõn her aşamasõnda olağanüstü yöntemlerin kulla- nõlmasõna olanak tanõyan bir meşruluk zemi- ni hazõrlar. Bu amaçla, istisnalar kural haline getirilir. Bu çerçevede kişi hak ve özgürlük- lerini çiğnemek için başka argümanlar da kul- lanõlõr. Bunlarõn başõnda “eşitlik” kavramõ ge- lir. Denilir ki, bakõn yasalar karşõsõnda herkes eşittir. İster görevde olsun, ister emekli. İster savcõ olsun isterse bir orgeneral. Kimsenin hu- kuk karşõsõnda ayrõcalõğõ yoktur. Oysa asõl söy- lenmek istenen şudur: Ey sõradan yurttaş, gör- düğün gibi ben emekli bir orgenerali de, hat- ta görevinin başõndaki bir korgenerali de, bir savcõyõ da istediğim an gözaltõna alabiliyor, tutuklayabiliyorum. Bunu gör, bunu bil, ona göre davran. Ancak, topluma korku salan bu tehdit dal- gasõ, toplumsal vicdanlarda yer etmiş adalet duygusuna çarptõğõ, meşruluk süzgecine düş- tüğü zaman ters tepebilir. Türkan Saylan gözaltõna alõndõğõnda böy- le oldu. Yaz-boz oyununa dönen Balyoz so- ruşturmasõnda da aynõ duygunun yaşandõ- ğõndan emin olabilirsiniz. Askerlik yaptõğõ dö- nemde edindiği “onbaşı” ve “çavuş” rütbe- sini bütün yaşantõsõ boyunca onurla taşõyan Mehmet Çavuş’un, Ahmet Onbaşõ’nõn ya da halen görevde olan sõnõrdaki erin, yanõ başõnda yaşayan komutanõ hakkõnda verilen böyle bir kararõ kabullenmesi, meşruluk açõsõndan her halde zor olsa gerek. Bu nedenle yargõlama- da, adil, eşit ve tarafsõz davranma kuralõnõ, adil yargõlanma ilkelerini ihlal eden ve hukuk- suzluğu kronikleştiren soruşturma ve kovuş- turmalar toplumsal vicdana gelip çatmõştõr. So- runu yasa maddelerinde aramak boşuna bir gayrettir. Anlaşõlõyor ki, bu tür soruşturma ve ko- vuşturmalarõn savcõ ve yargõçlarõ, kendileri- ne sağlanan dokunulmazlõk kalkanõnõ (meş- ruluklarõnõ), kamu vicdanõ karşõsõnda sonsu- za dek taşõyamayacaklardõr. Gözaltõna alma- larda ve aramalarda dayanõlan soyut iddialar, tutuklamalar için gösterilen ve yinelenen basmakalõp sözler artõk meşruluğun bir ölçüsü olan haklõ gerekçe olarak kabul görmüyor. Meşruluk zemini ayaklarõn altõndan kayõp gi- diyor. Anayasa, hatta uluslararasõ hukuk metin- leriyle başlayan hukuksal normlar hiyerarşi- si bozulur ve özgürlüklerin içleri boşaltõlõrsa, yaratõlan korku imparatorluğuna toplumsal meşruiyet bulunamaz, var olanõ da yok eder. Kanadalõ iletişim uzmanõ Marshall Mc Lu- han, ortam mesajdõr, diyor. İktidarõn her gün gündem yaratarak verdi- ği mesaj, hukukun bir korku salma aracõ ol- duğu yönündeki kanõyõ güçlendirirse, de- mokrasinin en önemli meşruluk aracõ olan hu- kuk zemini kaybolur ve sadece yargõ değil, yü- rütme de meşrutiyetini öncelikle yitirebilir. Yargõnõn adaletin gerçekleştirilmesi yerine araçsallaştõrõlarak yeni bir siyasal yapõnõn ku- rulmasõna hizmet etmesi, egemenlik ilişkisi- nin gereği olarak değil, hegemonik bir ilişki olarak görülür. Yargõçlarõn, yeni hegemonik ilişkide, meşruluklarõnõ aldõklarõ anayasal düzenden yana mõ, yoksa yeni siyasal düze- ne mi hizmet ettikleri ise ancak tarihin konusu olabilir. Bu nedenle, gecikmeksizin yargõ kurumla- rõ harekete geçirilmeli, siyasal iktidar HSYK’nin toplanmasõna engel olmamalõ, üzerlerine taşõyamayacağõ sorumluluklar yük- lenen savcõ ve yargõçlar bu sorumluluklardan bir an önce kurtarõlmalõdõr. Yargõ ve Meşruluk Av. Başar YALTI İstanbul Barosu İktidar her gün gündem yaratarak verdiği mesaj, hukukun bir korku salma aracõ olduğu yönündeki kanõyõ güçlendirirse, demokrasinin en önemli meşruluk aracõ olan hukuk zemini kaybolur ve sadece yargõ değil, yürütme de meşrutiyetini öncelikle yitirebilir. SAYFA CUMHURİYET 29 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Neden Okumalõyõz? Ataner YILDIRIM Eğitimci-Yazar G üneş dünyayõ, ki- tap insanlõğõ ay- dõnlatõr. Okumak, yazmak, düşünmek; bir- birlerini tamamlayan, bir- birlerine dönüşen, birlik- te oluşan kocaman hele- zonla insan zekâsõnõ hem kucaklayan, hem de onun başarõlõ olmasõnõ sağla- yan üç insani eylemden birisidir. Okumak, bir amaç de- ğil, araçtõr. Günümüze õşõk tutmuyorsa tarih oku- manõn, davranõşlarõmõzõ düzeltmeyecekse psiko- loji okumanõn, bakõş açõ- mõzõ değiştirmeyecekse felsefe okumanõn bir an- lamõ yoktur. Okuduğu- muz kitap, başõmõza inen bir yumruk darbesiyle bi- zi uyandõrmõyorsa o kita- bõ okumanõn bir değeri yoktur. Neden okumalõ- yõz? Kendimizi ve içinde bulunduğumuz dünyayõ tanõmak ve değiştirmek için okumalõyõz. Bilgi edinmenin en etkin yolu okumaktõr. Dilimizi ve zihnimizi geliştirmek için okumalõyõz. Kaliteli ileti- şim kurmanõn yolu oku- maktan geçer. Geçmişi öğrenmek, geleceği kav- ramak içindir okumak. Başka zaman ve mekân- da yolculuk yapmak için okumaya gereksinim var- dõr. Temel ilke ve değer- lerimizi ancak okuma sa- yesinde kavrarõz. Pozitif düşünmek, yeni bakõş açõ- sõ geliştirmek için oku- malõyõz. Ruh sağlõğõmõzõ geliştirmek ve yeni far- kõndalõklar kazanmak için yeni kitaplarla tanõşmalõ- yõz. Zira kitap insanlõğõn rehberidir. Kitapsõz ya- şamak kör, sağõr, dilsiz yaşamaktõr. Günümüz küresel de- ğerleri ne yazõk ki, in- sanlarõmõzõ okumayan, araştõrmayan ve sorgula- mayan bir toplum haline getirmiştir. Değer yargõ- larõ, üretim değerlerin- den, tüketim değerlerine taşõnmõştõr. Atatürk’ü Atatürk ya- pan okuduğu kitaplar ve okuma eylemidir. Unutmayalım, kitap- lı mutsuzluk, kitapsız mutluluktan daha iyi- dir…
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear