23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2010 CUMA 20 KÜLTÜR ODAK NOKTASI AHMET CEMAL ‘Mavi ve Kara’ Deyince… kultur@cumhuriyet.com.tr Kitaplar vardır, bir zamanlar yaşadığımız ülkenin belli sorunlarını enine boyuna ele almışlardır; insan, bu kitapların artık eskimiş, bir zamanlar ele alınan sorunların çoktan çözümlenmiş olmasını ister. Ama ülkemizde durum ne yazık ki çoğu zaman bu isteğin tersine gelişiyor. Bir bakıyorsunuz, bundan neredeyse kırk, elli yıl önce kaleme alınmış kitaplardaki sorunlar bugün de üstelik çoğu kez çok daha vahim bir düzeyde gündemde. Böyle bir durumda bu coğrafyada çok değerli zamanların boşa geçirilmiş olduğu duygusundan kurtulabilmek kolay olmuyor. Yazar, düşünür ve çevirmen, bu kimliklerinin yanı sıra da Cumhuriyet Aydınlanması’nın başkişilerinden ve önderlerinden Sabahattin Eyuboğlu, ilk kez 1967 yılında yayımlanan “Mavi ve Kara” adlı deneme kitabında -belki bu kitaba sadece bir deneme kitabı demek az gelir, bilgelikler kitabı nitelendirmesi daha doğru düşer- pek çok kavramı o berrak zihninin süzgecinden geçirerek yeni Türk toplumu için anlaşılır ve uygulanır kılmaya çalışmıştı. Aynı kavramların, sanki bir zamanlar böyle bir emeğin süzgecinden geçmemişçesine, bugün yine bir bulanıklık denizinde yüzmeye koyulduğunu görünce, Eyuboğlu’dan bazı alıntılar yapmaktan kendimi alamadım. Anadolu, Eyuboğlu ve Cumhuriyet Aydınlanması’nın önderliğini yapan öteki arkadaşları için her zaman temel bir kavram olmuş, bu kavramın yeterince irdelenmesi adeta bir vatandaşlık görevi sayılmıştır. “Mavi ve Kara” adlı kitapta yer alan “Bizim Anadolu” başlıklı denemesinin bir yerinde şöyle diyor Eyuboğlu: “Bu memleket niçin bizim? Dört yüz atlıyla Orta Asya’dan gelip fethettiğimiz için mi? Böyle diyenler gerçekten benimsemiyor, anayurt saymıyorlar bu memleketi. Gurbette biliyorlar kendilerini yaşadıkları yerde. Hititler, Frigyalılar, Yunanlılar, Farslar, Romalılar, Bizanslılar, Moğollar da fethetmişler Anadolu’yu. Ne olmuş sonunda? Anadolu onların değil, onlar Anadolu’nun malı olmuş. Bu memleket bizim olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil. Aramızda dışarıdan gelmeler çoğunluk olsa bile -ki değil elbette- kaynaşmış, halleşmiş hepsi. Fetheden de biziz artık, fethedilen de... Eriten biziz, eriyen de... Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim. Halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir…” Keşke hep böyle aydınlık düşünebilseydik! Keşke hep böylesine sindirilmiş bilgilerin ışığında tarihimize bakabilseydik! O zaman da bir “Hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız!” sözünden ötürü kafamız böyle karışır mıydı dersiniz? Ne var ki, zaman içersinde çok büyük bir yanlışlık yaptık. Bu ülkede Batı anlamında sağlam ve tutarlı bir bilim geleneğinin bir türlü kurulamamasının, akademisyenliğin çoğunlukla biçimci yörüngeler içersinde sıkışıp kalmasının da etkisiyle, kendi kültür tarihimize bakışımız ağırlıklı olarak sentezci değil, fakat dışlayıcı ya da ayrımcı bir çizgiyi izledi. Bu çizgi, Anadolu’nun o ender rastlanır kozmopolit (çok kaynaklı) kültürel yapısının zamanla cılız ve verimsiz bir karışıma dönüşmesinden başka bir sonuç vermedi. Onca zengin kültürümüzün geçmişine bakarken kendimizi sanki hep, “Neler bizdendir?” sorusu yerine, “Neler bizden değildir?” gibi aslında her kozmopolit kültürün köküne kibrit suyu dökmekten başka bir işe yaramayan bir soru sorma doğrultusunda koşullandırdık. Şimdi, kendi kültürümüzün zenginliğinin hakkını vermeyi beceremediğimiz onca yılın ardından, “Bizden geriye ne kaldı acaba?” sorusunu gittikçe daha sık sormak zorunda kalışımızın tek sorumlusu, yine biz değil miyiz? acem20@hotmail.com Çizgiye adanmõş tüm bir yaşam... Yalnõz çizgiye değil... İnsanõ insan yapan değerlere adanmõş bir yaşam... O çizgilerde, insan haklarõ, insan onuru... O çizgilerde, sömürüye, eşitsizliğe, ya- lana, talana ve baskõya direniş…. O çizgilerde şiddete, kaba kuvvete, hoy- ratlõğa karşõ duruş… O çizgilerde sonsuz bir derinlik, düşün- ceyi, emeği yüceltme, özen ve titizlik… (Ah be Turhan Ağbi! Ah! Seninle pay- laştõklarõmõ neresinden tutsam, anlatsam; gözyaşlarõma nasõl hâkim olsam; lise öğ- renciliğime mi dönsem, aynõ çatõ altõnda ça- lõşmanõn ya da aynõ gazeteden aynõ gün bir- likte kovuluşumuzun onuruna mõ?.. Yapa- mõyorum. Bu yazõyõ yazmak çok zor… En iyisi yine çizgilerine dönmek…) “Karikatür” sözcüğü, onun sanatõnõ yeterince kapsamaz. “Karikatür”den çok daha geniş alanlara ve anlamlara uzanan bir çizgi sanatõ onunki. O çizgi sanatõ komik de- ğil, dramatiktir. Doğu’nun mistik çizgileriyle, Batõ’nõn dü- şünce biçimlerini harmanlayan bir biçem ... Gözlem ve düşünceye dayanan, ayrõntõla- rõn, çeşitliliğin zenginliğini, en ekonomik biçimde, en yalõn, en açõk seçik iletme tut- kusu... Gözlemleri tartõşmaya, tartõşmayõ eleştiriye, eleştiriyi dirence, direnci baş- kaldõrõya dönüştüren bir tutum... İnsana iliş- kin her konuda sõnõrsõz bir özgürlük... İşte belki de Turhan Selçuk’un sanatõ- nõn büyüsü bu sõnõrsõzlõktan kaynaklanõyor. (Ah Turhan Ağabey içim acõyor! Bak çiz- gilerden söz ederken kendimi nasõl da de- netliyorum... Ama çooook uzun yõllar bo- yu Sanat dergisinde “Turhan Ağabey ye- tiş!” haykõrõşlarõmõzda koşup gelen; genç- lerle tüm bilgisini, deneyimlerini paylaşan; gençleri önerileriyle zenginleştiren seni, o ustayõ nasõl anlatmalõ? Hele o anlamakta hep zorlandõğõm aşõrõ alçakgönüllülüğünü? Uluslararasõ ödüllere boğulurken dünya ba- sõnõnda hakkõnda onca övgü dolu yazõlar çõ- karken övgüleri geçiştirip, sözü değiştirip, mahcup önüne bakan, utangaç seni nasõl anlatmalõ?) Hiç unutmuyorum: Strasbourg’daki Av- rupa Konseyi toplantõsõna, Dõşişleri Ba- kanlõğõ Turhan Selçuk’un bir sergisini gö- türmüştü (1992). Onun çizgileri, değil Av- rupa Birliği’ne, Dünya Birliğine çoktan gir- mişti. Dünyanõn belli başlõ uzmanlarõ onun sanatõnõ değerlendirirken sanat dünyasõna armağan ettiği dili överken Türkiye’nin adõ yüceliyordu. İnsan haklarõ ihlallerine cephe alan ka- rikatürlerden oluşan bir sergiydi bu... Ye- relde derinleşerek evrenseli yakaladõğõ ser- gilerden biriydi. O zaman yazdõğõm bir ya- zõda Turhan Selçuk’un benim üzerimdeki etkisini şöyle dile getirmiştim: “Çocuktum, gazetelerde, dergilerde onun karikatürlerini görüyordum. Okul yıllarımda onun karikatürlerini elden ele dolaştırıyorduk. Onun karikatürlerini iz- ledikçe, genç beyinlerimizde her tür haksızlığa, en yakınımızdaki ve en uzak- taki tüm haksızlıklara karşı çıkmamız ge- rektiğini öğreniyorduk. Ve insan onu- runu, ne pahasına olursa olsun koru- mamız gerektiğini... Aklı beş karış havada, ders çalışmak- la okulu kırmak arasında gidip gelen genç kızlardık ama o karikatürler kar- şısında toparlanma gereğini duyuyorduk, kendimize çekidüzen, düşüncelerimize çekidüzen verme gereğini duyuyorduk... Yetişmemizde, kişiliğimizi bulmada Tur- han Selçuk’un büyük bir payı olduğu- na inanıyorum. Okul sıralarında, orta ya da lise dö- nemlerinde, çizgilerinin özgünlüğünden, ustası olduğu ekonomik anlatımdan, ya- rattığı kendine özgü dilden, karikatür sanatına kattığı boyutlardan haberdar mıydım, doğrusu bilmiyorum. Belki de yalnızca konusu, verdiği mesaj ilgi- lendiriyordu beni. Bu saydıklarımı son- radan keşfedecektim. Gazeteciliğe baş- ladıktan sonra ise, onunla aynı çatı al- tında çalışmam bana yalnızca kıvanç verdi.” Benim sevgili Turhan Ağbim… Artõk çizgilerinle seni birbirinizden ayõrarak bi- le yazamõyorum. Yanõlmõyorsam Ferruh Doğan söyle- mişti. Bizim evde bir karikatür jürisi top- lantõsõndaydõk: “Orhan Veli’nin şiirde yaptığını Turhan karikatürde yaptı” demişti… O an başõnõ öne eğip yine utangaç mah- cup gülümsemiştin. İşte şu anda gözümün önüne o gülümseyişin gelip yerleştiğinden, artõk yazamõyorum… Ülkemin şu son 70 yõllõk gün be gün ya- şadõklarõ, senin 70 yõllõk sanat uğraşõnla ör- tüşüyor. Senin için o uğraş, dünyayõ de- ğiştirmek, daha güzel, daha doğru, daha eşit, daha demokratik, savaşsõz, sömürüsüz bir dünya yaratma çabasõndan başka bir şey de- ğildi. Canõm Turhan Ağabey tek tesellim şu: İnanõyorum ki, en özgür kuşlardan daha öz- gür çizgilerin, sonsuza dek var olacak, hep kanat çõrpacak… Tüm yakõnlarõna sabõrlar diliyorum. zeynep@zeyneporal.com faks:0212.257 16 50 Turhan Selçuk’tan öğrendiklerim: İnsana ve emeğe saygõ, haksõzlõğa, sömürüye, baskõya direnme Duyguda, düşüncede, çizgide sonsuzluk… SEVGİ DOLU BİR DÜNYA İÇİN TOPRAK OLMA UMUT OL 11 MART DÜNYA BÖREK GÜNÜ 0 212 557 70 70 / PBX
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear