22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Çizginin Bitmediği Yer MERİÇ VELİDEDEOĞLU Geçen yıl “3 Mart” günü, “Üç Devrim Yasası”nı anma, değerlendirme toplantısında aramızdaydı Balbay; Ortaköy Kültür Merkezi’ni doldurup dışarlara taşan bizlere sesleniyordu yüreğini de sunarcasına. Bir gün sonra, Silivri’de kazılmış olan “Ergenekon Kuyusu”na atılmak üzere, basılarak evinden alındı. Haberi alan Cumhuriyet okurları soluğu gazetenin Şişli’deki merkezinde almışlardı. Hemen ertesi günü de, Ergenekon’cu damgasıyla tutuklanan aydınlarımızın “Kapılar Açılana Dek” yanı başında olduğumuzu haykırmak için, bir “Simgesel Eylem” başlattık Cumhuriyet’in bahçesinde. Balbay’ın köşesi “GÜNDEM”i, başka bir boyutta olsa da, o yeniden yazana dek -bir bakıma- sürdürmeliyiz diye düşündük. “Eylem”i destekleyen “Kadın Araştırmaları Derneği”nin sahipliğindeki ilanda bu düşüncemizi belirttik. Sürdürecektik; sessiz, ama haykıran pankartlarla. Diyorduk ki: “Susma! Sustukça Sıra Sana Gelecek!” Bu, biz “Simgesel Eylem”cilerin temel sloganı olacaktı. “Gündem”i: “Ergenekon Savcısı Başbakan!”, “Ya Başbakan Ol, Ya Savcı!”, “Başbakan Yargıdan Elini Çek!”, “Siyasallaşan Yargı Sonunda Ülkeyi Çökertir!”, “Artık Söz Bitti, Sıra Eylem’de!”, “Bağımsız Yargı Başbakan İçin de...” diyerek devam ettirmeye çalıştık. Kuşkusuz “Gündem”i, ülke gündeminde öne çıkanları dikkate alarak sürdürmeyi de gözettik: “Sivil darbe Faşizm’dir!”, “Yargıçlar, Savcılar Yürütmenin Güdümünde Olamazlar!”, “Cezaya Dönüşen Tutukluluk, Hukukun Yüz Karası!”, “Silivri’deki Özel Amaçlı Yargılamaya Son!”,“AKP Ülkeyi Uçurumun Kenarına Getirdi!” gibi sloganlarla. En son olarak “Gündem”e oturttuğumuz ise: “Bu Gidiş Doğru Yüce Divana!” seslenişi... Ne var ki, bu “Ergenekon Kuyusu” doymak bilmiyor; yazarları, gazetecileri, sendika, parti ve Atatürkçü sivil toplum kuruluşlarının başkanlarını, üyelerini tutkuyla çekip aldı, ama “bana mısın” demedi; dünyanın saydığı bilim adamlarını, aralarında Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. E. Manisalı da olmak üzere onca üniversite hocasını, rektörünü parçalarcasına içine çekti, doymadı; emekli albayları, generalleri, amiralleri, “korgeneral”e dek, yaşamımızı, tüm varlığımızı teslim ettiğimiz ordunun subayları tıka basa içine dolduruldu ama hâlâ aç... Yerlerine yenilerinin yetişmesi pek kolay olmayan bu insanlarımıza bu süreçte uygun görülen muamelenin 17. yüzyılda “Engizisyon Mahkemesi”nce bile uygulanmadığını görmek için “Galile Davası”na bakmak yeter. Yalnızca şu kadarını anımsayalım: Galile resmen suçlanınca, sabahın kör karanlığında evinden alınarak mahkemenin görüleceği tarihe dek, Roma zindanlarına atılıp orada bekletilmedi. Ağır suçlu olmasına karşın özgür insanlar gibiydi yaşamı. Galile, 21. yüzyılda, Temmuz 2007’de Ergenekon Kuyusu’na atılan yazar Ergün Poyraz’ın durumunu öğrenince pek şaşırırdı sanırım. “26” ayı geçen bir süredir “tutuklu” E. Poyraz. Yayımlanmış 8 kitabı var. Birinin adı “Musa’nın Çocukları Tayyip ve Emine”. İçeriğini bırakalım, bu ad bile yeter artar, özgürlüğünün elinden alınmasına. Geride bıraktığımız pazartesi günü biz “Simgesel Eylemci”ler topluca Silivri’ye gittik. Ergün Poyraz’ı da görebiliriz diyorduk; göremedik. Artık duruşmalarda bulunmuyormuş. Bu haberi duyunca insan “yargıç”lara yöneliyor; diline sonu gelmez sorular dolanıyor: Nasıl dayanıyorlar böyle bir duruma? “Adil” bir durum mu bu? Adalet böyle mi sağlanmalı? Ya, davalı yargılama sonunda suçsuz bulunursa. Böyle bir sonuç olamaz mı? Yoksa böyle bir sonuca varmamak yargıçların elinde midir? “Hayır! Olamaz bu!” demek istiyorum... Peki, kendilerini hiç onların yerine koydukları oluyor mudur? Böyle bir durumla karşılaşsalar ne yaparlar? Örneğin, bunca hukuksuzluğun cirit attığı, hukuksal delilleri olmayan, dahası yer yer çocukların bile güleceği suçlamalarla dolu iddianameye karşın, yıllarca tutuklu olmayı olağan karşılarlar mıydı? Bu sıraladığım sorulardan hiç olmazsa birini, özellikle Yargıç Haşıloğlu’na ve Yargıç Özese’ye gözlerine bakarak sormak isterdim. Her ne kadar ne göreceğimi bilsem de... Ama yine de bir “pırıltı” görebileceğimin, yakalayabileceğimin bir umudu var hâlâ içimde... m.velidedeoglu@hotmail.com 12 MART 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Depremde ölenleri sayamadılar. Halkın canlısına saygıları yok ki, ölüsünü saysınlar! Tipik Necati Cebe: “AKP tipi demokrasi: Sindirilmiş muhalefet, susturulmuş basın, güdümlü yargı ve girecek delik arayan yenik ordu!” Harami Ertan Somunkıran: “Mahkeme önüne çıkarılmış haraminin en büyük hayali, kendi yargıcını kendisinin seçebilmesidir!” Cephane Soner Önal: “Hazır, askeri birliğe cephane sevki yapılırken araya serbülentim için suikast senaryosu da sıkıştırsalardı!” YağmurDeniz Asker hükümeti devirir, hükümet devleti TÜRKİYE’DE darbe yapabilecek iki güçten söz ediyor Hilmi Kayıhan ve “Asker ya da hükümet; millet yaparsa darbe değil devrim yapar. Askerin elindeki güç silah, hükümetin silahı ise yasalar. Asker hükümeti devirmek için darbe yapar, hükümet ise rejimi yıkmak için. Hükümet ortalığı kasıp kavurduğuna göre, yapılan darbe hükümete değil Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne” diyor: “Hükümetin darbe yaptığını şundan anlıyoruz: Askerin sokakları tutan tanklarını görmedik; ama askerleri tutuklatan gizli tanıkları gördük. Sabaha karşı askerlerin radyo evini ele geçirdiğini duymadık; ama sabaha karşı geçen bir yasayla kışlaların kuşatıldığını duyduk. Darbeci generallerin bilmem kaç numaralı bildirisiyle arananların listelerini görmedik; ama yandaş gazetelerde tutuklanacak askerlerin listelerini gördük. Gözaltına alınan politikacıların yüzlerce asker arasında başları eğilerek hızla götürüldüğünü televizyonlarda izlemedik; ama özel yetkilerle donatılmış mahkemelerin kuvvet komutanları dahil olmak üzere ordu komutanlarını, alay komutanlarını ve başçavuşa kadar adi bir suçlu gibi toplatıldığını naklen izledik. Toplama kampının adresi de önemli: Mamak değil Silivri. Hükümetin beyni olan Meclis basılmadı, askerin beyni kozmik oda basıldı. Darbe devlete karşı yapılıyor ve darbeyi hükümet yapıyor.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” NURLU ufuklara eriştik. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan sabıkalı iktidar partisi, “Milli Siyaset Belgesi”ni yenilemiş ve irtica tehdidini Türkiye Cumhuriyeti için birincil tehdit unsuru olmaktan çıkarmış! Okur dostlardan Sıtkı Ergüney bu durumu değerlendirirken “Zira irtica artık alenen ortada ve icraatta. O kadar ki dokunulmazlığı bile oluştu. Bırakın irticaya dokunmayı, neredeyse yan bakmak bile tehlikeli” diyor. Haksız da değil. İşte, irticayı soruşturmak isteyen Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in başına gelenler; cumhuriyetin laiklik ilkesine sahip çıkan cumhuriyetin başsavcısını tutuklayıp cezaevine gönderdiler! Ergüney, “Bu vesile ile laiklik kavramının, bu konudaki duyarlılığın toplumun zihninden silindiğini, -birileri için-tehdit ve rahatsızlık unsuru olmaktan çıkmak üzere olduğunu da belirtelim” diyor ve sormak istiyor: “Emperyalizm ve irticaya karşı verilen büyük mücadeleler sonucu kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti’nde baştan beri tehdit unsuru olarak algılanan irtica ne ya da nasıl oldu da tehdit olmaktan çıktı? Bundan böyle Türkiye’de hiçbir siyasi parti laiklik ilkesini savunarak oylarını arttıramaz. Sadece bu ilke etrafında kemikleşmiş oylarla yetinmek zorunda kalır. Bu da cumhuriyeti, kuruluş felsefesi ile uyumlu olarak yaşatmak, geliştirmek için yeterli olmaz. Cumhuriyetle birlikte kendisine sunulan çağdaşlık projesinin olumlu sonuçlarını almaya başlamışken, karşı devrim girişimcilerine öncülük eden siyasi kadrolara 60 yıldır giderek artan oranlarda sağladığı oy desteği ile ‘saygın ulus’, ‘saygın devlet’, ‘onurlu yurttaş’, sadaka için değil, emeğinin gerçek karşılığını almak için kadını ve erkeği ile örgütlenerek mücadele eden, sınıf bilincine erişmiş bireyler olmaktan uzaklaşan insanlarımızın bu davranışı nasıl açıklanabilir?” Tabii ki açıklanamaz! Aynen bir süre sonra ayrılıkçı terörün de tehdit unsuru olmaktan çıkartılması gibi Türkiye artık tepetaklak gidiyor! Teröristler “barış elçisi” sayılırken terörle mücadele eden generaller, albaylar, yüzbaşılar, astsubaylar tutuklanıyor. Belgesi, bilgisi, izni, mührü olduğu halde askerin bir yerden bir başka yere kamyonla cephane nakletmesi polis baskınına uğruyor. Görevli Türk askeri gözaltına alınıp “düşman askeri” muamelesi görüyor. Ordusu yenik bir ülke böyle yıkılıyor! Yıkım SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Karadeniz Böl- gesi’nin orta ve ba- tõ bölümlerinin dağ- lõk kesimlerinde gö- rülen dağõnõk kõr- sal yerleşme tipi... Kesintilerden sonra kalan miktar. 2/ Şõr- nak’õn bir ilçesi... Manda yavrusu. 3/ Bir muayene için hekime ödenen üc- ret... 100 metrekare tutarõnda yüzey öl- çüsü birimi. 4/ Erzu- rum’un Pasinler ilçesinde bir kaplõca. 5/ Yuvarlak bulgur köftesi. / Doğu Ka- radeniz yöresinde dokunan ve daha çok peştamal ola- rak kullanõlan bir tür do- kuma. 7/ Numaranõn kõsa yazõlõşõ... Bir renk... Sõcak bölgelerde yetişen çok sert bir ağaç. 8/ Derebeylik Japonyasõ’nda en aşağõ sõnõfõ oluşturan halk... Geminin, zin- ciri toplayõp demirini kaldõrmaya hazõr bulunmasõ. 9/ Ka- buğu yelpaze biçiminde bir deniz yumuşakçasõ... Giysi ya- põlan bir tür pamuklu kumaş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Halk edebiyatõnda aruz ölçüsüyle yazõlan şiir türlerin- den biri... Açõk seçik olan, anlaşõlmaz yanõ bulunmayan. 2/ Kõr ya da köy yaşamõnõ anlatan kõsa şiir... İthal edile- cek mallarõn çeşitlerini ve miktarlarõnõ gösteren liste. 3/ He- kimin hastanedeki hastalarõ dolaşõp yoklamasõ... Utanç duy- ma. 4/ Kuşbaşõ doğranmõş koyun eti ve yufkayla yapõlan bir tür kebap. 5/ Keçeden yapõlan çoban başlõğõ. 6/ Edir- ne’nin bir ilçesi. 7/ Japon lirik dramõ... Aldatma işi, hile... Herhangi bir kas kümesinin istenç dõşõ devinmesi. 8/ Yu- nan abecesinde bir harf... “Derli toplu, çok şõk” anlamõn- da argo sözcük. 9/ Toprağõn taşõnõ ayõklamakta kullanõlan araç... İki noktanõn yüzeyleri arasõndaki düzey farkõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B U L İ M İ A E A L A D O R L A K R A N R A İ Y E T S İ S Z A N E F E S K E S E R A T A R O K S K E Ç A F A K İ K B İ Y E K A R A B A T A K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ‘Öz’ Eğer ‘Gür’ Olursa, İnsan ‘Özgür’ Olur! Mustafa Balbay / Silivri Cumhuriyet’in, Türkiye Cumhuriyet’i ile yaşıt evladı Turhan Selçuk’un kalbi daha fazlasını çekemezdi... Ar damarı çatlayan iktidarın, artık çizilecek yanı kalmadığını hissetmiş olmalı ki… Önceki gece onun da yürek damarı çatladı. Sonsuz uykusuna geçmek üzere dünyaya gözlerini yumdu. Yalnız sözün değil, çizginin de bittiği yer vardı... Bu iktidar şimdi orayı zorluyordu… Recep Bey’in dünkü öfkesine bakar mısınız? Don Kişot’luğun böylesini modern tarih yazmamıştır. Ulaşım zammını iptal eden Danıştay’ı yel değirmeni yapmış, saldırıyor: “Gelin Ankara Belediyesi’ni siz idare edin!” Belli ki gözü, aklı belediye başkanlığında kalmış. Türkiye Belediye Başkanı gibi davranması, konuşması bundan. Geçen hafta da, “Madem Yargıtay üyelerini Yargıtay yargılıyor, TBMM üyelerini de TBMM yargılasın!” demişti. Böyle bir kafaya ne söz yetişir ne de çizgi... Turhan Selçuk artık yok. Gözlüklü - Gözlüksüz tüm Sami Bey’ler… Oğluna gemi ya da gemi azıya almış cümle Recep Bey’ler, artık rahatça at oynatmaya devam edebilirler… Kişiler fani.. Ama, Recep Bey’ler de herhalde kendilerini ölümsüz sanıyorlar. Gözünü iktidar bürümek denen şey bu olmalı. Dün ağzından kaçırdı. “Zaten 65 yaşına kadar oradasınız!..” Demek ki bunların raconunda, üstesinden gelemeyince hasmın vadesi için gün saymak da var. Aynı kurtuluş hesabını Yargıtay üyelerinin yaşları için de yapıyorlar, Anayasa Mahkemesi üyeleri için de.. Onlar yaşlanacak ve gidecekler… “Yerlerini bizimkilerle dolduracağız…” Bu kafaya ne söz yeter, ne de çizgi. Bu kafanın sandığa çarpması gerekiyor. Köşeleri Turhan Selçuk’un çizgilerinden, çivilerden de sivri sipsivri sandığa.. Âşık İhsani, kırk yıl önce sazını yumruk yapıp Turhan Selçuk için şöyle haykırmıştı: Çiz be Turhan, kara günün bağrını / Kanata kanata çiz, bıçak bıçak.. / Çiz yiğidim, çizeceğin her çizgi / Sosyalizmin açık yolu olacak Ey benim çağımın dövüşken eri / Çiz, kazı kökünü, yıkılsın geri / Çiz daha çiz, tarihimin boş yeri / Senin çelik kaleminle dolacak... Daha güçlü daha güçlü çizgi at, / Her çizginin bas ucuna kurşun kat / Picasso ve Nâzım gibi şu sanat / Dünyasında bil ki senin adın kalacak... Çizginin-sözün bittiği yer lafın gelişi... Ne çizgiler bitecek, ne de sözler... Başımızda böyle bir başbakan oldukça… Geçen hafta açıkladığı 3 küsur milyon TL’lik serveti ile çene yormaya gerek yok. “Van Minit” diyerek sözü Turhan Selçuk’un çizgileri üzerinden Clinton-Monica olayına getirmek şart oldu. Başkan Clinton, asistanı Monica’yla makamında ilişki yaşadığı için yargı önüne çıkarılmamıştı.. Kamuoyuna, “Bu kadınla seks yapmadım” diyerek yalan söylediği için hesap vermişti. Recep Bey 5 yıl önce, Alman Başbakanı’na kamuoyu önünde “Geçinemiyorum!” demişti. Recep Bey’in serveti anasının ve partisinin ak sütü gibi helaldir elbette. Ama o zamanki para ile 3 küsur trilyon lirası olduğu halde, doğru söylememesi ve “Geçinemiyorum!” demesinin söze ve çizgiye gelir yanı yok. Sözün ve çizginin bittiği yer burasıdır. Ama ne söz biter, ne de çizgi.. Hele dümdüz, dosdoğru, sipsivri çizgiler hiç bitmeyecek, sonsuzluğa uzayıp gidecek… Ruhan Selçuk, İlhan Selçuk ve Ülfet Hanım’a sabırlar, büyük Cumhuriyet ailesine başsağlığı dileyerek...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear