25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 17 KASIM 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL AB Türkiye Raporu ve Kıbrıs Sorunu AB, Türkiye’ye verilen güvenceyi dikkate almayarak, tüm raporlarında, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye ise çok haklı olarak, önce KKTC’ye uygulanan ambargoya AB’nin son vermesini istemektedir. AB Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoya son vermedikçe, Türkiye limanlarını Kıbrıs Rum tarafına açmamalıdır! ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Doğru Sözler İKİ ayrı politikacının birden aynı anda ve aynı kısalıkta doğru söz etmesine hiç rastlanmamıştı. Bayram öncesinin Türkiye’sinde oldu böylesi... Üstelik, ikisi de önemli kişi. Biri devlet başkanı, öbürü de muhalefetin başı. Sayın Gül, “Bıktım türban lafından” demişti. Sayın Kılıçdaroğlu da “O halde bırakalım o konuyu” dedi. Daha doğru bir söz olabilir mi? Tam bayram hediyesi gibi geldi herkese. aşının içi bir yığın sorunla dolu olması gereken bir toplumun neredeyse çeyrek yüzyıldır başörtüsüyle meşgul olması abes değil mi? Başka bir deyişle, o bir yığın sorunun özü “devrimkarşıdevrim” ikilemine dayandığı halde, o ikilemin asıl önemli sonuçlarını tartışmak varken tartışmayı hanımların başlarını örtüp örtmemeye indirgemek düşünceyi kısırlaştırmak değildir de nedir? Kısırlığı yenmek için, örnek olsun birkaç soruyu ardı ardına sorup yanıtlarını açık kalplilikle vermek gerekiyor galiba. Cumhuriyet devrimlerinin genel muhasebesi yapılırsa, toplum kadınların hakları ve toplum içindeki yerleri bakımından daha iyi durumda değil mi? Bu noktaya gelişte kadınerkek eşitliğini getiren Medenî Kanun’un, bütün yaş evrelerinde cinsiyet ayrımı gözetmeyen ve saç örtüp örtmemekle meşgul olmayan, kızlı erkekli, kasketle kasketsiz bir öğretimin payı yok mu? İlköğretimden üniversiteye kadar uzanan öğrenim basamaklarına katılan kız öğrenci oranının derece derece düşük olmasındaki temel neden, saç açıklığı mıdır, yoksa bin kat daha önemli olan ekonomik, sosyal, kültürel gerilikler, ulusal ve bölgesel azgelişmişlikler, kısacası cumhuriyet devrimlerinin tamamlanmamış olması mıdır? Bırakın üniversiteyi, liselerde, hatta ilkokullarda bile baş örtmeyi çok önemli bir insan hakkı sorunu sayıp serbest bırakmaya hazırlananların suratına bu gerçeği olanca gücümüzle haykırmak gerekmez mi? Şapka devriminin özündeki anlamı sezemeden Kemalizme gardırop devrimciliği diyenleri asıl şimdi “türban İslamcılığı”yla suçlamanın ve kendi inançlarının yüceliğine haksızlık ettiklerini söylemenin zamanı gelmemiş midir? evrimlerin özgürleştirici sınırlamalarına karşı yobazca direnişlerin en zararlı etkisi, ılımlı düşünce sahiplerini bile çileden çıkarıp onları da katılığa itmek olmuştur her zaman. Şimdi de, yapılacak bir yığın iş varken “ille de türban özgürlüğü” diye tutturanları duydukça kaskatı kurallar koyup “asla olmaz, kafalar kırılır” demek geçer insanların aklından ve ortalık karışır. Acaba, istenen tam da bu mudur? Gerilikten çok çekmiş ve hâlâ geri kalmış bir toplumun saçma sapan uğraşlarla birbirine düşüp bölünmesi ve yeni devrimlerle ilerlemeyi büsbütün unutması mı istenmektedir? Yok, olmaz, usulca ve kafa göz yarmadan söyleyelim ki, olmaz, Cumhuriyet çarpar yapanı. B D mumtazsoysal@gmail.com Prof. Dr. Hakkı KESKİN 20052009 Almanya Parlamentosu Milletvekili ve Avrupa Birliği Komisyonu Üyesi ir yanlış anlaşılmayı önlemek için ettirilmiştir. Üstelik, “görüşmeler ‘ucu açık’ öncelikle şunu belirteyim: Şahsen olarak yürütülecektir” kaydı konmuştur. Anben, Türkiye’nin, AB üyesi diğer lamı şudur: Türkiye üyelik için Kopenhag kriülkelerle eşit koşullar altında, eşit terlerini ve tüm diğer koşulları yerine getirhaklarla, herhangi bir alanda olumsuz anlamda se bile, AB, “Ben Türkiye gibi büyük bir ülfarklı bir uygulamaya maruz bırakılmadan, kenin üyeliğini ekonomik veya siyasi neAvrupa Birliği’ne üye olmasını savunuyorum. denlerden dolayı kaldıramam” diyerek, Türkiye’nin tam üyeliğini savunuyorum, Türkiye’nin üye olmasını reddedebilecektir. çünkü AB’ye üyelik süreci, ülkemizde gerçek Kuşkusuz bu hak Türkiye için de geçerlidir. anlamda demokratikleşmeye, tam bir hukuk Öte yandan Fransa Parlamentosu’nda 2008’de devleti olmaya, temel insan haklarına, sendikal onaylanan yeni bir yasayla, “AB’ye üye olhaklara ve sosyal devlete geçiş sürecine ivme mak isteyen bir ülkenin nüfusu AB nüfükazandıracaktır. Ancak, şu bir gerçektir ki, sunun yüzde 5’ini geçiyorsa, bu ülkenin tam Türkiye’nin kendi iç siyasi dinamikleri ne ya üyeliği hakkında Fransa’da halk oylamazık ki bu yönde engelleyici olmaktadır. sı yapılacaktır” şeklinde, yeni bir engel daAB’nin Türkiye’ye baştan beri eşit dav ha oluşturulmuştur. Kararda ima edilen ülke ranmadığını biliyoruz. Türkiye o zamanki elbette Türkiye’dir. Türkiye’nin üyeliğine adıyla “Avrupa Ekonomik Topluluğu”na şu andaki 27 ülkeden birisinin bile hayır de(AET) üye olmak için 1959’da başvurmuştur. mesi, üyeliğin reddi anlamına gelecektir. 1963 yılında Ankara’da, Türkiye, AET yetkilileriyle tam üyeliği hedefleyen bir işbirli AB’nin Türkiye’den istediği ödün ği anlaşması imzalamıştır. Zamanın AET kararlılıkla reddedilmelidir! Komisyonu Başkanı Wallter Hallstein Türkiye AB üyelik müzakereleri sürecinde (CDU) bu imza töreninde şöyle diyordu: görünürdeki esas sorun, Kıbrıs konusunda Tür“Bugün biz çok büyük önemi olan bir ola kiye’den istenen tamamen haksız ödünleryın tanıklarıyız: Türkiye Avrupa’ya aittir.” den kaynaklanıyor. AB, son raporunda da, Günümüzde Almanya Hıristiyan Birlik Par Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Rum kesimitileri ve Sarkozy’nin öncülüğünü yaptığı ne açmasını istemektedir. Türkiye’nin adaybazı politikacılar, ısrarla “Türkiye’nin Av lık statüsüne karar verilen Helsinki zirvesinrupa’ya ait olmadığını” söylüyorlar. de, Kopenhag kriterlerinin yanı sıra Kıbrıs koAralık 1999’da Helsinki zirvesinde, AB ül nusu da bir ek koşul olarak gündeme getirilkelerinin devlet ve hükümet başkanları, Tür mek istenmişti. Ancak bunu şiddetle reddekiye’nin AB’ye aday ülke olma statüsüne ka den zamanın başbakanı Bülent Ecevit ve Dışrar verdiler. Ekim 2005’ten bu yana da Tür işleri Bakanı İsmail Cem, zirve toplantısını kiye ile AB arasında üyelik sürecine ilişkin derhal terk ederek Ankara’ya döndüler. Ayuyum yasaları müzakereleri sürmektedir. 35 nı akşam AB’nin o zamanki genişlemeden sobaşlıktan 7’sinin müzakeresi, Kıbrıs Rum ke rumlu komiseri Günther Verheugen ile AB simi ve Fransa tarafından engellenmiş bu Dışişleri’nden sorumlu Xavier Solana, acilunmaktadır. Müzakeresi sonuçlanan tek len Ankara’ya uçarak, Ecevit’e AB Dönem bölüm “Bilim ve Araştırma”dır. Başkanı ve Finlandiya Cumhurbaşkanı PaaHatırlatmak isterim ki, 1999’dan günü vo Lipponen’in bir mektubunu getirdiler. Bu müze, son olarak Bulgaristan ve Romanya’nın mektupta, Kıbrıs konusunun AB ile yürütüda üyelikleriyle, toplam olarak, eski Doğu Blo lecek üyelik görüşmelerinde bir koşul oluşku mensubu 12 ülke AB’ye tam üye olmuş turmayacağı, yalnızca bir “siyasi diyalog” yülardır. Türkiye ile AB arasında imzalanan üye rütülmesi istendiği yazılıydı. lik anlaşmasında, diğer hiçbir üye ülkeye uyBilindiği gibi Kıbrıs Türk Toplumu, zagulanmayan farklı koşullar Türkiye’ye kabul manın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri An B nan tarafından hazırlanan Annan Planı’nı üçte ikilik bir çoğunlukla kabul etmişti. Bu oylama sonrası AB tarafından Türkiye’ye: “Kuzey Kıbrıs’la doğrudan ekonomik ve ticari ilişkilere geçileceği, böylece Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoya son verileceği ve gerekli ekonomik yardımların yapılacağı” güvencesi verilmiştir. Ancak AB verdiği bu sözü, Kıbrıs Rum tarafının vetosu nedeniyle (hatta büyük bir olasılıkla söz konusu vetoyu bahane ederek) yerine getirmemiştir. AB, Türkiye’ye verilen güvenceyi dikkate almayarak, tüm raporlarında, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum kesimine açmasını istemektedir. Türkiye ise çok haklı olarak, önce KKTC’ye uygulanan ambargoya AB’nin son vermesini istemektedir. Oysa AB, Kıbrıs konusunda önemli bir yanlış yapmıştır. AB’ye üye olacak ülkelerden istenen en önemli koşul, kendi iç sorunlarını çözmüş olmasıdır. Yani Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki sorunlar çözülmeden AB’nin Kıbrıs Rum kesimini üyeliği kabul etmesi, kendi ilkeleriyle tamamen çelişmektedir. Türkiye, AB’nin bu çifte standartlı politikasına, ısrarla ve özgüvenle karşı çıkmalı ve bu tutumu şiddetle kınanmalıdır. Özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye’den istenenlerin tamamen haksız olduğunun altı çizilmeli ve Kıbrıs Türk toplumuna uygulanan ekonomik ve ticari ambargo son bulmadıkça, Türkiye limanlarını Rum kesimine açmamalıdır. Biliyoruz ki Almanya’da Hıristiyan Birlik partileri, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken, Türkiye’ye “özel statü” önermektedirler. Amaç Türkiye’yi AB nin her türlü karar mekanizmalarının dışında tutmak istemekle birlikte, kendi çıkarlarının gerektirdiği nüfuz alanında bulundurmanın yollarını aramaktır. Son dönemde AB’nin Türkiye ile özel ilişkiler kurma girişiminin, AB aldatmacasının yeni bir boyutu olduğu bilinmeli ve tam üyelik dışındaki tüm seçenekler kararlılıkla reddedilmelidir. O halde bizler bu durumda Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı mı olmalıyız? Kanımca, bizim asıl amacımız özellikle Batı Avrupa ülkelerinde yaşayarak tanık olduğumuz ve çağdaş diyebileceğimiz, hukuk devleti, insan hakları, demokratik standartlar, sosyal devlet ve sendikal hakların, Türkiye’de, kâğıt üzerinde kalmaksızın yaşama geçirilmesini sağlamak olmalıdır. Özellikle vurgulamak istiyorum ki, yukardaki değerlere ulaşabilmek için AB bir amaç olmaktan çok, bu hedeflere varmanın bir aracı olarak görülmelidir. Tıklaya Tıklaya... İzliyorsunuzdur; Time dergisi yılın liderini seçiyor. Seçim, internet üzerinden yapılıyor, herkesin tıklayarak puan verme hakkı var. Başbakanımız 16. sıradaydı birkaç gün önce. O gün bizim internet sitelerinden “Hücum…” anonsları yapılınca Türkler hücuma geçtiler… Üç saat içinde Tayyip Erdoğan fırladı, en son Amerikalı şarkıcı Lady Gaga’yı da geçti… Birinci oldu… Birkaç sene önce de Atatürk listedeydi… Üç ayrı isim altında: Mustafa Kemal, Kemal Atatürk, Atatürk… Türkler tıklama hücumuna kalktılar; bir anda Atatürk, Mustafa Kemal’i geçti mi?.. Peşinden de Kemal Atatürk’ü geçince, Atatürk ikinciliğe oturdu Mustafa Kemal’in arkasından… Bir hücum daha, Mustafa Kemal Atatürk, Kemal Atatürk’ü geçerken, Atatürk hepsini sollayıp birinci oldu… Dil bilenbilmeyen bizimkiler öyle bir yüklendiler ki bu arada Atatürk “21 yüzyılın şarkıcısı” da seçilmiş oldu… İyi mi?.. Sonunda Time, baktı ki bu Türkler baş edilir gibi değil, Atatürk’ü listeden çıkarttılar… Şimdi de “dünya lideri” olarak Tayyip Erdoğan’ı tıklıyor arkadaşlarımız… Üç saatte 16’ncı sıradan 1’inci sıraya çıktı… Türkiye 175 ülke arasında; kişi başına milli gelirde 59’uncu… Gelir adaletinde 93’üncü… BM’nin insani gelişme endeksinde 76’ncı… Adalet ve insan haklarında AB’de sonuncu… The New Economics Foundation’un “mutlu ülkeler” sıralamasında 83’üncü… Ama böyle memleketin lideri 1’inci… Böylece dünyada her bakımdan önde olmanın yolu da bulunmuş oldu… Haydi o zaman; bilgisayarı tıklayın… İleriye zıplayın… bcoskun@cumhuriyet.com.tr AKP Türkiye’yi Nasıl Değiştiriyor... AKP’nin içki aleyhtarı politikası Türkiye’nin sosyal dönüşümünün hükümet eliyle yürütüldüğünü gösteren bir örnek çalışmasıdır. Parti, Türkiye’yi, kanunları değiştirerek değil, idari tedbirler ile kendi seçici kültürel değerlerini dayatarak değiştiriyor. Bu değişim, bireylerin seçme hakkını engelleyerek, toplumu zorunlu bir muhafazakârlığa sürüklüyor. Peki bu duruş ne kadar Batılı, ne kadar liberal, ne kadar Avrupalı? Belçika’da bu oran 10.9 litre, Yunanistan’da ise 9.0 litreydi. Katar’da bile alkol tüketimi kişi başına yıllık 4.4 litre olarak verilmekte. Türkiye’nin içki tüketiminin diğer ülkelere kıyasla düşük olmasına rağmen, 2002’de iktidara geldiğinde AKP, alkollü içecekler için Özel Tüketim Vergisi’ni (ÖTV) uygulamaya koydu. AKP iktidarından önce, alkollü içeceklere sadece yüzde 18 katma değer vergisi ödeniyordu. Yeni uygulanan ÖTV ile bu oran önce yüzde 48’e çıktı, ardından da 2009 yılında birdenbire yüzde 63’e fırladı. AKP bu konuda eleştirilince, 2010 yılında şarap ve bazı içecekleri listeden çıkararak geri adım atsa da, aynı zamanda şarap üzerindeki maktu vergisini arttırarak ÖTV’nin kaldırılışını telafi etti. Bir şişe şarabın maktu vergisi 1.30 TL’den 2.44 TL’ye yükseldi. Son olarak, 28 Ekim’de ise halk içkisi olan rakının litresi yine artan ÖTV ile 39.6 TL’den 51.5 TL’ye yükseldi. Türkiye’de asgari ücretin aylık yaklaşık 760 TL olduğu göz önünde bulundurulduğunda içkinin AKP yönetimi altında pek çok ortalama Türk vatandaşı için erişilmez hale geldiği aşikâr. Bu içki karşıtlığının sonuçlarından biri, 21 Eylül’de İstanbul’da bir sanat galerisine içki içildiği gerekçesiyle yapılan saldırıdır. Olaydan sonra tutuklanan saldırganlar saatler sonra serbest bırakıldı. AKP’nin içki aleyhtarı politikası Türkiye’nin sosyal dönüşümünün hükümet eliyle yürütüldüğünü gösteren bir örnek çalışmasıdır. Parti, Türkiye’yi, kanunları değiştirerek değil, idari tedbirler ile kendi seçici kültürel değerlerini dayatarak değiştiriyor. Bu değişim, bireylerin seçme hakkını engelleyerek, toplumu zorunlu bir muhafazakârlığa sürüklüyor. Peki bu duruş ne kadar Batılı, ne kadar liberal, ne kadar Avrupalı? Soner ÇAĞAPTAY dalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002 yılında, yeni toplumsal, siyasal ve dış politika akımlarını gündeme getirerek iktidar oldu. AKP’nin önderliğinde Türkiye muhafazakârlaşıyor. Bir ülkede muhafazakârlık, kişilerin kendi tercihleri doğrultusunda gelişiyorsa, bu sorun teşkil etmez, fakat Türkiye’de, devlet tarafından halka dayatılan bir muhafazakârlık hâkim. İşte bu durum, liberal demokrasi anlayışına tamamen ters düşüyor. Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın “Türkiye’de Farklı Olmak” başlıklı çalışması Türk halkı genelinde muhafazakârlığın yaygınlaşmasında AKP’nin etkisini ortaya koydu. Bu çalışmanın sonuçlarından biri, “toplumda mevcut olan farklı kimlikte olanlara karşı uygulanan baskı ve ayrımcılığın, Anadolu kentlerinde AKP tarafından atanmış kadroların icraatları ve cemaatlerin faaliyetleriyle birleşip Türkiye’nin geleceği hakkında kaygı veren bir ortam yarattığı” şeklinde. Senelerdir muhafazakâr Türklerin “öteki” olarak ayrımcılığa maruz kaldığı düşünülürken, bu çalışmayla Türkiye’de “diğer öteki”lerin de olduğu kanıtlandı. Türkiye’de büyük şehirlerde yaşayan orta sınıf liberal ve laik Türkler, iktidar bürokratları ve çalışanları tarafından genellikle ayrımcılığa uğramakta. Aynı araştırma gösteriyor ki, hükümet tarafından atanmış bürokratlar, türban takmak ve A içki içmemek gibi kendi belirledikleri muhafazakâr sosyal normları kullanarak atama ve terfi yapmakta ve ihale dağıtmaktalar. Geçen yıl İstanbul’da, Rum Ortodoks kökenli bir kadın, AKP’nin kontrolünde olan bir İstanbul ilçe belediyesine iş başvurusunda bulundu. İş mülakatında kendisine, eğer türban takarsa işe alınacağı söylendi. Kadının Ortodoks kökenli olduğunu belirtmesi üzerine aldığı cevap, “Din değiştirmeni istemiyoruz, sadece başını örtmen yeterli” şeklindeydi. Türkiye’nin hükümet eliyle muhafazakârlaşmasının bir başka yolu da yükselen alkol vergi oranlarıdır. AKP, alkollü içeceklere aşırı zam yaparak alkol kullanımını engellemeye çalışıyor. Söz konusu sorun, ne iktidar partisinin halkı içki içmeye teşvik edip etmemesi, ne de “sarhoş olma hakkını” savunmasıyla ilgili. Asıl mesele, eğer Türkiye çoğunluğu Müslüman olan ve içki konusunda farklı bakış açılarını barındıran bir demokrasiyse, bu liberal demokraside yaşayan vatandaşların kendileri için karar verme özgürlüğüne sahip olabilmeleridir. AKP’nin alkollü içeceklere vergi arttırımı stratejisi Türkiye’de var olan bir alkolizm problemiyle ilgili görünmüyor. Gerçekte Türkiye, alkol tüketim oranı düşük seviyelerde olan bir ülke. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, 2003 yılında Türkiye’de kişi başına alkol tüketimi yıllık 1.4 litre. Aynı yıl C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear