29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 14 CUMHUR YET 17 KASIM 2010 ÇARŞAMBA ek tanrılı dinlerin en eskisi olan Yahudilik tarihinde Hz. İbrahim’in İÖ 1800’lü yıllarda yaşamışlığı iddia edilir. Ve gerek Hz. İsa’nın doğumunu 0 yılı kabul eden Hıristiyanlık, gerekse İsa’dan 570 yıl sonra doğan Hz. Muhammed’in yönderliğindeki İslamiyet de Hz. İbrahim’i Hz. Musa’dan önce Allah kelamını yayan ilk peygamber diye tanır. Oysa bölgede 19. yüzyıldan beri süregelen arkeolojik araştırmalar, Hz. İbrahim’in kendisine atfedilen mitolojiyle birlikte daha eski tarihlerde ve birden çok uygarlıkta, örneğin Sümer kültüründe bile var olduğunu ortaya çıkardı. Neyse, konumuz bu değil. Hz. İsa ile başlayan Hıristiyanlık, zaten Yahudiliğin devamı olduğunu kabul eder ve aynı kutsal kitabelere, öykülere Hz. İsa’nın mucizelerini ekleyerek yorumlar. İslamiyet ise peygamberlerini tanıyıp özgün öğretisiyle yorumladığı bu iki dinden en çok Yahudiliğin öykü ve ritüellerine sahip çıkmıştır. Bu öykülerden en önemlisi, Hz. İbrahim’e dayandırılan “oğul yerine koç kurban” olgusudur. Ne var ki İslamiyetten en az 2300 yıl daha eski bir din olan Yahudilik, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmek üzereyken yerine koç gönderildiğini söylerken, İslamiyet aynı öyküyü, aynı peygamberin oğlu İsmail’i kurban etmek üzere olduğuna dayandırır. Bu yorum farkının temelinde, Hz. İbrahim’in Sami soyunun ortak babası diye bilinmesi vardır. İslamiyet, Yahudileri oğul İshak, Arapları da oğul İsmail’den türemiş T RÖVEŞATA MİNE G. KIRIKKANAT Tanrılar, İnsanlar ve Kurbanlar Fotoğraf: Ali Arif ERSEN akıtılmayan tüm hayvanları murdar sayıyor. Mısırlı çocukların canını almak için gelen Azrail, Yahudilerin yeni doğan çocuklarının canını bağışlasın diye kendi ev kapılarını kuzu kanıyla işaretlemeyi de “on gönül yarasından biri” günah sayıp, geçmişte bıraktı. Ama Hz. Musa’nın Kızıl Denizi aşmadan önce verdiği “her aile bir kuzu yaksın” emrini, Paskalya yortusunda kuzu kızartıp yiyerek yerine getiriyor. İslamiyet, tıpkı Yahudilik gibi domuzu ve kanı akıtılmadan öldürülen hayvanı murdar sayıyor, davar türünden canlıları helal kesimle kurban etmeye devam ediyor. Oysa her şey “insan eti” ve “insan kanı”yla başladı. Tanrılara önce insan canı kurban eder, insan kanı sunardı, insanlar. En çok da genç kızları, genç erkekleri, çocuklarını... Zaten Hz. İbrahim’in İshak ya da İsmail, oğlunu kurban etmeye kalkışması da bu mitolojinin anısı. “Kurbanlık”, insanlığın ortak belleğine kızgın demirle dağlanmış, genetiğine işlemiş bir kan çağrısı, bir içgüdü kalıntısı. Elbette en geri kalmış toplumlar, en derin izi taşıyor. Çoğu gönüllü insan kurbanlığından, zorla kurban hayvanlara yönelen, ama hiç bitmeyen bu kalıt; günümüzde “Ben sana kurban olurum!” diye sevenlerin belleğinde ve... Bir tanrı ya da dava uğruna ölen ve öldüren “intihar komandoları”nın genetiğinde yaşıyor. kirikkanat@mgkmedya.com www.minekirikkanat.com “Hepimiz birbirimizden nefrete yetecek kadar dindar olduk, ama birbirimizi sevecek kada r inançlı olamadık.” Jonathan SW FT (16671745) PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Demokrasi, Demokratlık “Liberaller, Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyonun biraz üzerinde olan nüfusumuzun yüzde 10’unun okuma yazma bilmediği, toplumun neredeyse tamamına yakın büyük çoğunluğunun kendisini ‘ulus’ ile değil, Osmanlı Müslümanlığı ile özdeşleştirdiğini, böylesi bir zeminde çağdaş bir devlet kurmanın zorluğunu düşünmek istemiyorlar, hâlâ ‘Cumhuriyet eksik kuruldu, çünkü demokrasi yoktu’ türünden ahkâm kesiyorlardı.” Okurlarım mutlaka bu tümcede geçen “bilmediği” sözcüğünün yanlışlığının farkına varmışlar, bu yanlışı “bildiği” olarak düzeltmişlerdir. Fakat bu doğal ki özür borcumu ortadan kaldırmıyor. 1923 yılında okuma yazma bilen yaklaşık 1.300.000 kişinin büyük çoğunluğunun öğrenimi din eğitiminin ağır bastığı üç yıllık mahalle mektebi ile sınırlıdır. Ortaokul (rüştiye), lise (idadi) eğitimi görmüşlerin sayısı oldukça, üniversite (darülfünun) bitirmişlerin sayısı ise yok denecek kadar azdır. Eğitimin her kademede eski Türkçe yapıldığı, okuma yazma bilenlerin Arap harfleriyle yazılmış metinleri okudukları, Arap harfleriyle yazdıkları unutulmamalıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan 47 yıl sonra (1970) bile 35.605.176 olan toplam nüfusta okuma yazma bilen 16.455.525 kişiden yüzde 36.6’sının hiçbir okul bitirmediği, yüzde 50.7’sinin ilkokul, yüzde 6.4’ünün ortaokul, yüzde 4.6’sının lise, yüzde 1.7’sinin de üniversite mezunu olduğu bilinecek olursa Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki elverişsiz koşulların vahameti daha kolay anlaşılabilir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda subaylar nüfusun en eğitimli kesimi içinde yer almaktadır. Gerek ülkenin kurtuluşuna gerekse Cumhuriyetin kuruluşuna öncülük etmeleri bir rastlantı değildir. Günümüz liberallerinin mevzilendikleri köşelerinden Cumhuriyete saldırırlarken ileri sürdükleri “Ama demokrasi yoktu!” itirazının 1923 koşullarında hayatta karşılığı mevcut değildi. Demokrasi, bir nimetlendirme sorunu olmayıp bir içselleştirme sorunudur. O yıllarda ne kuruluş sancıları çeken devletin, ne de yeni devletin ortaya çıkışını yabancılaşmış gözlerle izleyen nüfus içindeki payı yüzde 75 olan, “mütegallibe egemenliğindeki” köylü toplumunun evrensel demokrasiyi içselleştirebilme şansı vardı. Olsaydı kuşkusuz ki iyi olurdu, fakat tarihsel süreçlerde ne yazık ki belirleyici olan bireylerin sübjektif/öznel istemleri değil, toplumun objektif/nesnel sosyokültürel koşullarıdır. İşin ilginç yanı bugün “has demokrat” geçinen liberallerin büyük kesiminin ağzından “demokrasi” sözcüğü düşmemesine karşın bir türlü evrensel düzeyde demokrat olamamalarıdır. Bunlar, demokrasi kavramının parçalanamazlığından, “benim demokrasim”, “senin demokrasin” anlayışının gerçek demokrasiyle bağdaşmazlığından habersizdirler. Bugün, özgürlükleri iki yargıcın dudakları arasına sıkışmış Silivri tutukluları Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a, Mehmet Haberal’a, Doğu Perinçek’e, Hikmet Çiçek’e, Fatih Hilmioğlu’na uygulanan zulme karşı tavır demokratlığın turnusol kâğıdıdır. “Demokratım” diyeceksin, yandaşının burnu kanadı mı şahin kesileceksin, karşıtının gördüğü zulüm karşısında sus pus olacaksın. Bunun adı demokratlık değil, sahtekârlıktır. Tüm Müslüman okurlarımın Kurban Bayramı’nı kutluyor, mutlu, sağlıklı, başarılı günler diliyorum. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Antik Yunan, Girit, Hint, Şang hanedanına kadar Çin, Maya, Aztek, Dogon (bugünkü Burkina Faso ile Mali) vb. istisnasız yerleşik toplumların tamamında insan kurban edilirdi. Kanı büyülü işaretler çizmek için kullanılır, bazen de güç versin diye içilirdi. Eti de yenilirdi bazen. Doymak için değil, ruhunu başka vücutta yaşatmak için. Eski çağlarda insan kurbanlar, tanrılara adanırdı. Günümüzde hayvan kurbanlar Tanrı’ya; gizli olduğunca sınırlı süren insan kurban etme ritüeli ise şeytana adanıyor... Horoza sormuşlar: “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” Horoz, “Beni ilgilendirmez” demiş. “Ben döllerim!” sayarak, aslında her ikisi de Sami olan soydaşları birbirinden ayıran soyut sınırı çizer. Yahudiler ile Müslümanların paylaştığı kurban mucizesinde armağan aynı koç, oğullar başkadır, ama bayram ritüelinde de küçük bir fark vardır: Yahudiler, Hz. İbrahim’e gönderilen kurbanlık koçla başlayan Roşhaşana ritüelini “Şeker Bayramı” olarak kutlar ve eylül ya da ekime denk gelen bu bayramla başlayan yeni yılı ağız tadıyla geçirmek için tatlı yerler. Müslümanlar ise aynı bayram ritüelini, İslamiyetin yükselişine orantılı artan sayıda ve büyükbaş hayvan kurban ederek sürdürmekteler... Yahudilikle Hıristiyanlığın paylaştığı ortak bir “et” bayramı da var: Her iki dinde de artık bir ritüel izlenerek kurban kesilmiyor ama, Paskalya yortusunda ailecek kuzu eti yemek geleneği sürüyor. Aslında kurban kesmek ve yenecek etine bir kutsallık yüklemek, insanlık tarihi kadar eskilere dayanıyor. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere, kayda değmez farklılıklarla aktarılan bir ritüel: Hıristiyanlık “Hz. İsa kendisini insanlara kurban ettiği” ve etini ekmek, kanını şarap diye sunduğu için “kan akıtmak” amacıyla kurban kesmiyor. Ama pagan dinlerin kanını akıtmadan öldürdüğü domuz bayramı ritüeli, Avrupa’da yarım yüzyıl öncesine kadar yaygındı. Yahudilik, domuzu ve kanı ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ ‘Kurban’ın Olam... Bir “kurban” bayramını daha “hayvansever”lerin çığlıklarıyla yaşıyoruz… Sadece hayvanseverlerin değil, bir “can”ın boğazlanmasına yürekleri elvermeyen; badem gözlü koçların, danaların bıçaklanmasıyla “bayram”ı bağdaştıramayanların ağlamaklı yüzleriyle kutluyoruz. Buna, artık alışkınız ama kurbana isyan edenlere “haksızsınız” diyemeyen; dahası insani serzenişlerine “onay” bile verenlerin arasında, kurban geleneğini yine de sürdürenlerimize ne demeli? da en duygusallarından biri: “Gurban adına, bir sal yâdına Senin oduna a gülüm, yandım, bilmedin” ...ve bir Karadeniz türküsü “Hamsi kurban o göze Baş dalarsın denize Atarlar barabati Alurlar seni yüze..” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr ‘Anlamı’ üzerine Peki... Onca türkü ve şarkıda en güçlü sevginin karşılığında söylenen ‘kurban’ sözü, acaba ne anlama geliyor? Bazı dil bilimciler, sözcüğün asıl karşılığının “yak(ın)laşmak”, “yakın olmak” olduğunu belirtirler. Nitekim dinsel inançlarda da “kurban kesmek” ile “Tanrı’ya yak(ın)laşıldığı” kabul edilir; hatta tıpkı türkülerdeki gibi, Tanrı’ya “aşk”la bağlılığın kanıtlanması ya da “duyumsanma”sı sayılır. Bu bağlılık özellikle tek tanrılı dinlerle yaygınlaşmış, İslamiyetle birlikte “yoksulların da etle beslenmeleri”ni sağlama niyetiyle bütünleşmiştir. Daha eski zamanlardaki, çoktanrılı dinlerin yaşandığı, örneğin Aztek’lerde görülen “insan”ın kurban edilmesi ise tarihçilere göre “köle”lik düzeninin ürünüdür... Örneğin türkülerimiz Ben bu ikili tavrı normal buluyor, hem “kurbanlık”lara acıyıp hem de “gelenek”lerine uyarak kesenleri asla eleştirmiyorum… Çünkü bu gelenek öylesine köklü kültürel dayanaklara sahip ki düşünebiliyor musunuz en içten ve sevgi yüklü yakarışlarımızda bile “kurbanın olam” demez miyiz? Nicelerimiz sevdiklerine o samimi “aşk”larını “kurban”lı türkülerle anlatırken, nice aşklar da aynı türkülerin sözleriyle destanlaşmadılar mı? İşte birkaç örnek: Şanlıurfa’dan, Mehmet Özbek’in ünlendirdiği bir türkü: “Kurban olam gözlerinin mestine Galh gedeh çayır çemen üstüne...” DiyarbakırÇermik’ten İzzet Altınmeşe’nin sevilen türküsü: “Kurban olam ben o kaşı karaya İnce uzun yollar düştü araya” Balıkesir’in Türkali köyünden Nida Tüfekçi’nin tüm Anadolu sevdalısı “devrimciler”le birlikte söylediği ünlü türkümüz: “Kurban olan kalem tutan ellere Kâtip arzuhalim yaz yâre doğru...” Kerkük’ten Yaşar İzzetin Nimet’in okuduğu deyiş: “Gurbanam han gözüne Mene bahan gözüne” Azeri şarkılarımız arasın BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com En kutsal görev Hayvanseverlerin “yaşlı gözler”ine dönersek; aşk türkülerimizi de yaratan kurban sevginin şiirlerinde yerini alsa bile, kınalı koçlarımızı boncuklarla bezeyerek bıçaklamanın; danaların, hatta develerin ulu orta boğazlanmasının bu çağda kolay dayanılır olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu nedenle bir yandan yine “kurbanlı türküler”le sevdalanıp bir yandan da herkesin et yiyebileceği, “akla” dayalı “adil” bir düzen için çaba göstermek, en “kutsal” insanlık görevi olsa gerek... Kurban Bayramınızı “kurban olam kalem tutan ellere” türküsüyle kutluyor, o ellerin bizi en aydınlık geleceğe ulaştırmasını diliyorum... ekinci@cumhuriyet.com.tr HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 1/ Afrika kö 1 kenli olup daha sonra Gü 2 ney Ameri 3 ka’da yaygın 4 laşan, ksilofo5 na benzer vurmalı çalgı. 2/ 6 Toprak, kum 7 ve saman ele 8 meye yarar iri delikli kal 9 bur... Çölden esen 1 2 3 4 5 6 7 8 9 rüzgâr. 3/ Osmanlı 1 Ş AMB A L İ Ö donanmasında ami 2 İ D E Ş A T O K rale eş bir rütbe... 3 Ş A R B A Y B E Bir nota. 4/ “Başlar 4P S UME L A doğarken saltaAMA K natı sultaniyegâhın” 5 E K E 6R O R O UMR E (Attilâ İlhan)... İyimİ L ser. 5/ Sipersiz şap 7 E P İ N E T A L E ka... İşlenmemiş, 8 K O Z A N ekilmemiş toprak. 6/ 9 Y E T E R L İ K Omurgayı oluşturan kemiklerden her biri... Genişlik. 7/ Japon mutfağına özgü, çiğ balık dilimleriyle yapılan yemek... Uzun saplı yayvan kap. 8/ Sonuna geldiği sözcüğe “uğramış, tutulmuş” anlamı katan ek... Liste başı olmuş hafif müzik şarkısı. 9/ 1905’te Çarlık rejimine karşı ayaklanan ünlü Rus zırhlısı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İçine küçük çakıl taşları gibi taneler konmuş olan ve vurmalı çalgı olarak kullanılan, boş ve kuru kabak. 2/ Şık, lüks ve gösterişli giyim tarzı... Yunan rakısı. 3/ Demiryolu... Küçük torba. 4/ Asya’da bir ülke... Sindirim organı. 5/ Kahve, hindistancevizi, süt ve alkolden oluşan bir içki... İlaç. 6/ Bir çalgıyı doğru ses vermesi için ayarlama. 7/ Bir spor takımının gözde oyuncusu... Brezilya’nın plaka imi... Fütüvvet şeyhi. 8/ Hatay ilinde bir ırmak... Bir şeyin içindeki öz. 9/ Anıtkabir’in tasarımını da gerçekleştiren ünlü mimarımız. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear