24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 27 KASIM 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17 K A M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R Ç İ Z İ K ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yanlış Sistemden Doğru Sonuç Beklemek… Yanlış sistemlerden doğru sonuçlar beklemek; arada ortaya çıkan doğru sonuçlara, sistemin yanlışlığını unutacak ya da görmezden gelecek kadar sevinmek; buna karşılık yanlış sistemlerden –doğaları gereği– yine yanlış sonuçlar doğduğunda, bu kez de sistem yerine ondan kaynaklanan sonuçları tartışma ve eleştiri konusu yapmak. Bu sayılanlar, düşünce temelinden uzak, çoğu kez de bütünüyle yoksun bir seyir izleyen toplumsal yaşam uygulamamızın olaylar karşısındaki başat tutumudur. Bu tutumun en yeni örneği, Anadolu Üniversitesi’ndeki rektör seçiminin sonucuyla birlikte karşımıza çıktı. Seçime katılan öğretim üyelerinden üç yüz kırkın üzerinde oy alarak, yani ezici bir çoğunlukla yeniden bu göreve getirilen eski Rektör Prof. Dr. Fevzi Sürmeli’nin yerine YÖK, aday listesini Çankaya’ya ilk sıraya sadece doksan civarında oy alan bir profesörü yerleştirerek gönderdi. Cumhurbaşkanı da bu adayı rektör olarak atadı. Bu sonuca karşı, basından öğrendiğimiz kadarıyla, gerek akademik çevrelerden gerekse başkaca kesimlerden haklı tepkiler geldi. Hemen belirtmeliyim ki, bu tepkiler hiç kuşkusuz haklıdır, ama yine hiç kuşkusuz aynı ölçüde anlamsız ve boşunadır. Çünkü bundan neredeyse otuz yıla yakın bir süre önce, 12 Eylül darbesinin ardından hazırlanan anayasada yer alan YÖK, böyle sonuçları önlemek için değil, fakat tam tersine, demokrasi, üniversite özerkliği ve bilim adına böyle sonuçlar da alınabilsin diye oluşturulmuş bir kurumdu. Ağızlarından Atatürkçüğü düşürmeyen 12 Eylül darbecileri, tek mirasının bilim ve akılcılık olduğunu söylemiş bir liderin kurmuş olduğu Cumhuriyetin üniversitelerini nasıl emir ve komuta zincirine dahil edebileceklerini düşündüklerinde, sorularının en ideal yanıtını Prof.Dr. İhsan Doğramacı’nın sunduğu çözümde bulmuşlardı. Adı YÖK olan bu çözümle, ülkemizde üniversitelerin rektörlerini, fakültelerin de dekanlarını doğrudan seçebilme hakları ellerinden alınmış, üniversitelerde rektörlük için yapılan oylamalara “seçim”, dekanlıklar için de fakültelerde yapılan oylamalara “eğilim belirleme” adları takılmış, ama bütün bu göstermelik oylamaların sonuçlarının YÖK ve –rektörlük bakımından– Cumhurbaşkanlığı tarafından hiçe sayılabilmesi olanağı da yasayla tanınmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu, yaklaşık otuz yıldır devam edegelen bir uygulama ve sistemdir. Böylesine yanlış, üniversiteler için de böylesine onur kırıcı bir sistemden ancak yanlış sonuçlar doğabileceği ve beklenebileceği, açıktır. Durum düşünsel ve mantıksal açıdan bu kadar açık iken, ortaya çıkan her yanlış sonucun ardından yalnızca sonucu tartışma ve eleştiri konusu yapıp, yanlışlığın temelinde yatan sistemi bu olup bitenlerden neredeyse soyutlamak ise, gafletin ta kendisidir! Oysa böyle sonuçların ardından sorulması gereken sorular, şunlardır: Üniversitelerimiz, yaklaşık otuz yıllık bir süre boyunca, yöneticilerini doğrudan seçme hakkını tekrar elde edebilmek için ne ölçüde çaba harcamışlardır? Bu haktan yoksun bir üniversitenin özerk bir bilim kuruluşu sayılamayacağı konusunda üniversiteler arasında ortak bir consensus oluşturulabilmiş midir? Böyle bir consensus’un arkasında yeterince kararlı durulabilmiş midir? Yoksa, evet yoksa, bütün bunlar yapılacak yerde, türlü art niyetlerle –örneğin, tıpkı rektörlerin yetkilerinin aşırılığı konusunda olduğu gibi, ‘gün gelir, bu düzenlemeler benim de işime yarayabilir’ gibisinden düşüncelerle!– her yanlış sonuç karşısında yalnızca yarım ağız protestolarla mı yetinilmiştir? Şunu unutmayalım: Bir sistemi eleştirmek bağlamında onyıllar boyunca sergilenmiş bir samimiyetsizlik, o sistemin doğal sonuçlarına yönelik eleştirilerle örtbas edilemez! acem20@hotmail.com kultur@cumhuriyet.com.tr K ral çõrõlçõplak, görkemli geçit töre- ninde ilerlerken… “Çok özel do- kunmuş kumaştan bu giysileri an- cak akıllılar görebilir, aptallar göremez” pa- lavrasõ her bir yana saçõlmõşken… Bütün mil- let, “aman kimse beni aptal ve yeteneksiz san- masın” diye krala ve giysilerine övgüler dü- zerken… Sadece bir çocuğun “Ama kral çıp- lak! Kral don gömlek!” haykõrõşõnõ unutmuş olamazsõnõz! Gerçeği ancak çocuklarõn görebildiğine, ger- çeğin ancak onlarõn saflõğõ, yalõnlõğõ ve masu- miyetiyle dile getirilebileceğine inanõyordu Hans Christian Andersen… 150 dile çevril- miş, 180 kadar masalõn yaratõcõsõydõ. Bir televizyon programõ için Hans Christian Andersen’in ayak izlerini Kopenhag’da izler- ken koltuğumun altõnda Türkçesi Tahsin Yü- cel’e ait Yapõ Kredi Yayõnlarõ’nõn “Andersen Masalları”nõ yanõmda taşõyordum. (Dün bõ- raktõğõm yerden izleri sürüyorum.) GÜNÜMÜZDE SÜREN TARTIŞMA Andersen’in çocuk masallarõyla ilgili olarak gü- nümüzde de süren bir tartõşma var. Meraklõlar anõmsayacak, bu masallarõn büyük bir çoğunlu- ğu çok acõklõ. Hep felaketlerle sürüp gidiyor. Yiğit kurşun asker, başõna gelmedik dert kal- madõktan sonra, ateşte yanõp eriyor… Zavallõ kü- çük denizkõzõ, âşõk olduğu prens uğruna, önce gü- zelim kuyruğundan, sonra güzelim sesinden olu- yor, bõrakõn aşkõna karşõlõk bulmayõ acõdan acõ- ya sürüklene sürüklene sonunda ölüp köpük oluyor… Ah hele o kibritçi kõz! Kõşõn ayazõnda, karlar arasõnda aç bitap, kimsesiz, tüm kibritle- ri yanmõş, ölüme terk ediliyor. Tek teselli, ölür- ken rüyasõnda annesini görmesi! Bunca acõ, bunca üzüntü çocuklara ne denli ya- rarlõ ne denli zararlõ, bu acõlar çocuklarõ şiddete yöneltir mi yöneltmez mi tartõşmasõ süredursun, Danimarka’da Andersen endüstrisi dolu dizgin de- vam ediyor. Yaşadõğõ yerler, heykelleri, adõnõ ta- şõyan caddeler, uğradõğõ mekânlar, geçtiği yollar, adõna açõlmõş kitapçõlar, kafeler, lokantalar, bar- lar, müzeler… O acõklõ masallarõn daha çok Andersen’in (1805-1875) kendi yaşantõsõndan kaynaklandõğõnõ öğreniyorum. Çok büyük bir yoksulluk içinde ge- çen çocukluk. Minik bir kasabanõn, Odense’nin “gecekondu” mahallesinde kundura tamircisi ba- ba, çamaşõra gündeliğe giden anne… Babanõn ona okuduğu kitaplar, annenin anlattõğõ masallarla düş gücünü sõnamalar… 11’inde babasõ ölür. 14’ün- de Kopenhag batakhanelerine düşer. Başarõsõz oyunculuk, şarkõcõlõk, şiir ve oyun yazma dene- yimleri… Çok uzun boyu, incecik sesi, kadõnsõ tavõrlarõ nedeniyle dõşlanmasõ… Karşõlõksõz aşk- lar (her iki cinse de) ve kendini hep çok, çooook yalnõz hissetmesi… “Kötü kader”i Kopenhag’da ilişki kurduğu in- sanlar aracõlõğõyla değişecek, hem eğitimini ta- mamlayacak hem de şiirleri, oyunlarõyla değilse de gezi yazõlarõ ve masallarõyla dikkatleri çeke- cekti. KAÇIŞTAN YAŞAMAYA Yaşamõ boyunca Andersen kendini hep “öte- ki” gibi hissediyor! Bu “öteki”lik durumu en çok “Çirkin Ördek Yavrusu” öyküsünde ortaya çõkar. Anõmsayõn: Tüm yavrulardan çok farklõ, boy- nu fazlasõyla uzun, tüyleri renksiz, kanatlarõ çok büyük bu yavruyla herkes alay eder, tüm hay- vanlar onu aşağõlar, annesinden başka seveni, kol kanat gereni yoktur, acõlardan acõlara sürüklenir, yuvadan uzaklaştõrõlõr, başõna gelmedik dert kal- maz. Ama zamanla büyüdükçe, tam da “Ah öl- sem de kurtulsam!” derken (bu lafõ Andersen de sõk sõk söylemiş) birden anlar ki o bir ördek de- ğil meğer kuğuymuş! Dünyalar güzeli bir kuğu! Herkes ona hayran olur, sevgiyle onu kucaklar! Neredeyse otobiyografik bir öykü! Masallarõyla ünlenmeye başlamadan önce de sonra da, bol bol yolculuk eden Andersen, gün- delik dili, folkloru, yolculuk gözlemlerini, yaşam deneyimlerini masallarõnõn temeline dönüştürdü. Önceleri bir “kaçış” olan yolculuklarõnõ son- ra “yolculuk etmek yaşamaktır”a dönüştürdü. Bu yolculuklarõndan birinde İstanbul’a bile gel- di. Ve burada da bir “peri masalı” bir “aşk” ya- şadõ. Hiç evlenmedi, zengin olarak öldü. Yeryüzündeki tüm iyiliğin ve tüm kötülüğün, insanlarõn içinde, kalbinde olduğunu sonuna dek savundu. İYİ BAYRAMLAR DİLİYORUM Sevgili Okurlar, bugün bayramõn birinci gü- nü. Önce hepinize iyi bayramlar diliyorum. Şiddeti dõşlayan; insan onuruna, insan yaşamõ- na, emeğe saygõ duyan; haksõzlõğõn hayatõmõza egemen olmayacağõ bayram gibi bir bayram diliyorum. Bir de hatõrlatma yapmak istiyo- rum. Sevgili Türkan Saylan’õn “yüz bin kõ- zõmõza aydõnlõk bir gelecek sunma” isteğini unutmadõk değil mi! Bence şimdi tam sõrasõ- dõr. Bu hedefe odaklanalõm. Gülriz Sururi’nin çağrõsõnõ tekrarlõyorum: “Kurban parasõyla bir kõz çocuğunu okutabilirsiniz!” Kendinize bundan müthiş, bundan güzel bir bayram he- diyesi yapmanõz mümkün mü! Zeynep@zeyneporal.com Yaşamõ boyunca Andersen kendini hep ‘öteki’ gibi hissediyor! AndersenMasallarõ’nda‘öteki’ Kültür Servisi – İstanbul Teknik Üniver- sitesi Maçka Kampusu binasõnõn (eski Si- lahhane) önündeki “Yeni Tophane Çeşme- si”nin çeşme taşõnõn bir hafta kadar önce kõ- rõldõğõ öğrenildi. Osmanlõ mimarisinin bir bö- lümüne ve 20. yüzyõl başõ İstanbul’una dam- gasõnõ vurmuş İtalyan mimar Raimondo Tommaso D’Aronco’nun (1857-1932) yap- tõğõ “Yeni Tophane Çeşmesi”nin çeşme ta- şõnõn kõrõlan parçalarõ bulunamadõ. Çeşmenin mimarõ D’Aronco üzerine ça- lõşmalarõyla tanõnan Prof. Dr. Mimar Afife Ba- tur, çeşme taşõnõn kõrõlmõş parçalarõnõ çeş- menin çevresinde görenler olduğunu belir- terek, bu tahribatõn nedenini anlayamadõğõnõ söyledi. Mimarlar Odasõ’na başvurarak çeş- me için restorasyon kampanyasõ başlatacağõnõ söyleyen Batur, “Bu bir vandallık örneği. Bu örnekten şunu anlayabiliriz: Demek ki biz böyle değerlere layık değiliz. Bu ken- di tarihimize saygısızlıktır. Bu tahribat içi- mi acıttı. Acaba kırılan parçaları kim al- dı, şimdi bunun peşindeyim” dedi. Ayrõca bu çeşmenin İstanbul’daki birçok önemli eserin onarõmõnda görev alan D’Aron- co’nun Osmanlõ mimarlõğõnõ Batõlõ gözüyle yorumladõğõ çalõşmalarõnõn en tipik örnekle- rinden biri olduğunu vurgulayan Batur, çeş- menin ilk inşa edildiği yere götürülmesi ge- rektiğini söyledi. Çeşme ilk olarak Topha- ne’de Nusretiye Camisi önünde inşa edilmiş, 1958 yõlõndaki yol genişletme çalõşmalarõ sõ- rasõnda şimdiki yerine taşõnõrken de zarar görmüştü. D’Aronco’nunçeşmesiparçalandı ‘ C U M A ’ D A N İ K İ Y E N İ P R O J E Söylenmek ve farklõlaştõrmak için Kültür Servisi - Güncel sanat alanõnda etkinlik ve projelere imza atan ‘Cuma’ İstanbul Güncel Sanat Ütopyalarõ Derneği, iki yeni etkinlik gerçekleştirmeye hazõrlanõyor. Bunlarõn ilki, sanatçõlar Tellervo Kal- leinen ve Oliver Kochta-Kalleinen’in İstanbul sa- kinlerini istedikleri her şey hakkõnda ‘söylenmek’ ve şikâyetlerini şarkõ söyleyerek ‘haykırmak’ üzere ka- tõlmaya davet ettikleri ‘İstanbul Şikâyet Korosu’. Şi- kâyet şarkõsõ tüm koroya katõlanlar ve ABD’li beste- ci Michael Ellison ile beraber aralõk ayõnda- ki beş provada yaratõlacak ve koro ilk kez 26 Ara- lõk’ta İstanbul Teknik Üniversitesi Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştõrmalarõ Merkezi’nde performans sergileyecek. Diğer etkinlik ise, ilk kez ABD’de yapõlan ve kamusal alanda pro- fesyonel sanatçõlar tarafõndan hazõrlanan ‘FlashRue’. Bu performanslar, belirli bir bölgedeki mahalle sa- kinlerine ulaşarak toplumun süregelen alõşkanlõklarõnõ bölme ve alõşõlagelmiş bir zaman dilimini tuhaf bir gö- rüntü ya da kamusal alan görüntüsüyle geçici ola- rak farklõlaştõrmayõ amaçlõyor. Helsinki’deki Şikâyet Korosu etkinliği 2006’da gerçekleştirilmişti. (Heidi Piiroi- nen’in çektiği fotoğraftan detay) ABD’DE 5300 KİŞİLİK ARAŞTIRMA 17. GUADALAJARA KİTAP FUARI Kriz sanatçõyõ da vurdu Kültür Servisi - ABD’de Uluslar- arasõ Princeton Araştõrma Merkezi tarafõndan yapõlan bir araştõrma- ya göre, 2009 yõlõnda ABD’li sa- natçõlarõn yarõsõndan fazlasõnõn geliri bir önceki yõla göre ciddi bir düşüş yaşadõ. Resim, müzik ve si- nema alanõnda faaliyet gösteren yaklaşõk 5 bin 300 kişinin katõldõğõ araştõrma, ülke sanatçõsõnõn eko- nomik durumuna ilişkin ipuçlarõ veriyor. Buna göre, sanatçõlarõn ta- mamõna yakõnõ, kendi çalõşma alanõ dõşõnda bir ek iş yapmak du- rumunda ve gelirleri 40.000 do- larõn altõnda; yarõsõna yakõnõnõn ise düzenli sağlõk sigortasõ bulun- muyor. Müzisyen ve mimarlar ise genele vurulduğunda ressam ve yazarlardan daha iyi durumda. Araştõrmanõn en önemli bulgusu- na gelince; sanatçõlarõn yüzde 80’inin geliri 2008 yõlõna göre ya- rõ yarõya azalmõş. Ayrõca, yõllõk ge- liri altõ haneli sayõlara ulaşan sa- natçõlarõn oranõ ise yüzde 5’i geç- miyor. İSTANBUL’UN ORTASINDA BİR VANDALLIK ÖRNEĞİ “Yeni Tophane Çeşmesi”nin çeşme taşı kırıldı (sağda).Fuarõn açõlõşõ Orhan Pamuk’la Kültür Servisi - Meksika’da her yõl Guadalajara Üniversitesi öncülüğünde düzenlenen Ulus- lararasõ Guadalajara Kitap Fua- rõ’nõn 17’ncisi yarõn açõlõyor. Açõlõşõnõ, Nobel Edebiyat Ödül- lü yazarõmõz Orhan Pamuk, 20. yüzyõlõn yarattõğõ en önem- li aydõn-yazar-diplomatlardan biri olan Carlos Fuentes, Mek- sika’nõn en önemli edebiyat ödülünü bu yõl kazanan Rafa- el Cadenas, Kolombiyalõ yazar ve şair Adolfo Castañón’un birlikte yapacağõ fuar, İspan- yolca yayõn yapanlar için en bü- yük buluşma noktasõ olarak kabul ediliyor. Bu yõl Los An- geles’õn onur konuğu olduğu fuara toplam 1900 yayõncõ ve 600 bin okurun katõlmasõ bek- leniyor. 6 Aralõk’ta sona erecek Uluslararasõ Guadalajara Ki- tap Fuarõ’na ayrõca, bir ay ön- ce ilki başarõyla gerçekleştirilen İTEF İstanbul Tanpõnar Edebi- yat Festivali’nin organizatörü Kalem Ajans’tan Nermin Mol- laoğlu da davet edildi. ‘Ateşin Oyunu’na yoğun ilgi Kültür Servisi - Türkiye’nin ilk özel müzesi unvanõna sahip Vehbi Koç Vakfõ Sadberk Hanõm Müzesi’nde yer alan ‘Ateşin Oyunu’ adlõ İznik Çini ve Seramikleri Sergisi, yoğun ilgi üzerine 28 Şubat’a kadar uzatõldõ. Sadberk Hanõm Müzesi ve Ömer M. Koç koleksiyonlarõn’dan bir araya getirilerek oluşturulan ve ilk defa birlikte sergilenen yaklaşõk 330 adet yapõt, erken Osmanlõ dönemi İznik çini ve seramik örneleriyle başlayõp 17. yüzyõl eserleriyle sonlanarak bu sanatõn gelişiminin izlenmesini sağlõyor. Kopenhag’da H.C. Andersen heykeli... Çocuklar, kucağına çıkıp fotoğraf çektirdiğinden bronz heykelin bacakları pırıl pırıl!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear