28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Başbakan’a Kurban Mektubu Sayın Başbakan, Kurban Bayramınız kutlu olsun. Bu kurban ve bayram dolayısıyla, ne yazık ki trafikteki kurbanlarımızdan söz etmek zorundayız. Şeker (pardon Ramazan) ve Kurban bayramları birlikte sayılırsa tam 15 bayramdır başımızdasınız, Başbakansınız. İktidar olmak demek milletin canını malını emanet almak demektir. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan borcun daha fazlasını 7 yılda yaptınız. Mala sahip çıkamadınız. Cana da çıkamadınız, çıkamıyorsunuz! Trafikte ölen ve sakat kalan yurttaşlarımızın sayısı on binlerle ifade edilecek düzeyi çoktan aştı. Türkiye, trafik için de bir açılımı hak etmiyor mu? Trafiğe kurban gidenlerin anaları da ağlamıyor mu? Üstelik bu anaların, “yavrum vatan için şehit oldu”, “Tabutu da bayrağa sarılı!” türünden sarılacak bir tesellileri de yok. Ölenlerin hepsi yok yoluna gidiyorlar. Başımıza geldiğiniz günden beri “Yokluklar, yoksulluklar içinde büyümüş bir idealist olduğunuzu” her fırsatta anlattınız. “Siyaseti hayat kurtarmak!” diye tanımlayıp durdunuz. Hâlâ bu fikirde iseniz… - Tam 13 bayramdır, siyasetin en başında olduğunuz halde, yollarda ölüp giden yurttaşlarımız için serçe parmağınızı bile neden oynatmadınız? Oynatmayacak idiyseniz… Neden o muhterem serçe parmağınızı, 7 yıldan beri, su içerken, mikrofon tutarken millete lanse edip duruyorsunuz? Trafik sorununu “duble yol inşaatlarına” indirgediniz. Oysaki duble yol, duble yolsuzluklara, duble trajedilere sahne olmaya devam ediyor. Genişletilmekte olan yolların çevresinde yeterli aydınlatma, işaretleme ve önlem yok. “Duble yol” iktidar avantacılığını tabana yaymaya ve yerel müteahhitler ile yerel iktidar paydaşlarının ekmeğini yağlamaya yarıyor. İktidarınızın ilk yılında Kastamonu’da şöyle demiştiniz: - Savaşları aratacak sayıda insanımızı trafikte kaybediyoruz. Buna korkmadan, PKK terörünü de, son on yılın depremlerini de eklemelisiniz. TBMM Trafik Güvenliği Araştırma Komisyonu son 15 yılda trafikte ölenlerin sayısını 100 binin üzerinde olduğunu saptamıştı. Ama bizim Mevzuat Hazretleri sayesinde yetkililerimiz ölü sayısını düşük gösteriyorlar. Sadece kaza anındaki ölümleri sayıyorlar. “Yaralılar” hastane yolunda veya hastanede ölünce trafikte ölüm istatistiklerine dahil edilmiyorlar. Oysaki Avrupa ülkelerinde kazayı izleyen 30 gün içindeki tüm ölümler trafikte ölüm sayılmakta! Sayın Başbakan, Size Kastamonu’da “Yılda 3-4 bin kişi trafikte ölüyor!” dedirttiler. (29 Eylül 2003) Bu tarihten 5 ay önce ise “Trafikte yılda 6 bin yurttaşımız ölüyor!” diye açıklama yaptırmışlardı. Bayındırlık Bakanınız ise aynı günlerde trafikteki ölü sayısının 7 bin olduğunu ilan ediyordu! (30 Nisan 2003) Böyle 2-3 binerlik ölü farkı, trafiğin değil, iktidarınızın insana verdiği önemin trajik tablosunu yansıtmıyor mu? “Siyaset hayat kurtarmak” ise… Bu sözün gereğini yerine getirin. - 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’na göre her yıl en az iki kere toplamakla görevli ve yükümlü olduğunuzu artık öğrenin ve Karayolu Güvenliği Yüksek Kurulu’nu çalıştırın! Bir açılım da trafik için yapın! Trafik kurbanlarının ve gözyaşı döken analarının yüzü suyu hürmetine… MERİÇ VELİDEDEOĞLU Tünel’deki Galata Mevlevihanesi’nin küçük mezarlığında, 2. Mahmut döneminde “nişancı” (genel yazman) olan Halet Efendi de yatmaktadır. Bu görevi on yıl boyunca sürdürmüştür. Sözü geçen ve “korkulan” bir yöneticiymiş. Özellikle “adli” konularda söz sahibi olduğu bilinir. Ne ki, bu konuda verdiği kararlar, 2. Mahmut’un başlattığı “yenilik”lere ters düşer durumdadır hep. Ama o, “Halet Efendi Adaleti”ni hiçbir engel tanımadan uygulamayı sürdürmüştür. Kabaca söylersek, suç işleyenle birlikte ailesinin, akrabalarının, dahası kabilesinin de cezalandırıldığı anlayışa yakın bir “adalet” algılayışı vardı. Halet Efendi’nin bu anlayışının örnekleri arasında en ünlüsü -daha önce de dile getirdiğim gibi- tarihçi-yazar Ahmet Rasim’in “Osmanlı’da Batışın Üç Evresi” adlı yapıtında anlattığıdır. Buna göre, hükümeti açıkça “eleştiren”lerin çoğalması karşısında yapılması gerekenler “Meclis-i Vükelâ”da (Bakanlar Kurulu) konuşulurken, Halet Efendi yeterli bir önlem olarak şunun uygulanmasını ister: “Şimdi Okçular Başı’ndaki berberin başı kesilsin, başkalarına da korku gelir; böylece bunların arkası alınır” der. Ama aynı anda vükelâdan biri: “Aman ha! O benim berberim!” deyince, Halet Efendi: “İlle o olsun demek değil, öte yandaki berberin boynu vurulsun, maksat hasıl olur” demiş. A. Rasim, Halet Efendi’den verdiği bu örnek üzerine kimi sorular sormaktan kendini alamaz. Acaba, der; bu berber gece yarısı evi basılarak, yaka paça mı zaptiyeye getirilmiştir? Ayrıca “Okçular Başı” mahallesinin bu “bekçi”leri, “kolluk” kuvvetleri berberin evini de altını üstüne getirerek topladıkları “delil”leri, “doğru”dan “müdde-i umumi”ye (savcı), ya da “mustantik”e (sorgu yargıcı) götüreceklerine, kendileri mi incelemeye kalkmışlar? A. Rasim hızını alamaz, sürdürür; Okçular Başı’ndaki öteki esnafın buluştukları “tömbeki” toplantılarında yapılan eleştirileri de, “seçilen” bu suçlu üzerine mi atıyorlardı? “Müdde-i umumi” de, duruşmada konuyla ilgili tarih için “Hicri 1234” diyordu, oysa önünde bulunan kâğıttaki kayıtta 1236 mı yazıyordu? Yaptığı bu “hata”dan dolayı “yüz”ü kızarıp “af” mı beyan etmişti? Duruşmada, “müdde-i umumi” zaptiyede alınan ifadenin dışına çıkıp “kaçak” sorular mı soruyordu? A. Rasim bir noktaya daha parmak basarak çok daha yoğun ve ağır eleştirileri yapanlar, -mesela Fikret Bila efendiler- bunları “cüz”ler (kitapçık) halinde “tab” ettirip (bastırıp) ortalarda serbestçe dolaştırırken “seçilen” suçlu neden bu kadar ağır itham ediliyor? diye de soruyor ve yine sürdürüyor. Bu durum, 2. Mahmut’un başlattığı yeni “adalet” anlayışına, yani “eşitlik” ilkesine “ters” düşmüyor muydu? “Seçilmiş” suçlu, bu muamele karşısında, “Aman Sultanım!” diye medet ararken aşkın, “Taşkın” müdde-i umumi; “Aslı Hanım Sultan’a da mı laf atıyorsun?” diyerek, “Pekgüzel” olan müdde-i umumi arkadaşıyla birlikte ona karşı “çapraz” hücuma geçtiklerini, bunu da “tömbeki” çeker gibi neden bu kadar “zevk”le yaptıklarına şaştığını söylemekten de çekinmez Ahmet Rasim. 1810’ların “Halet Efendi Hukuku”nu anlatan bu kitabını yazarken (1924) A. Rasim’in Halet Efendi’nin mezarını ziyaret ettiği söylenir. Anlatılanlara göre Halet Efendi çok kızgındır. A. Rasim’e: Ben adaletimi tahakkuk ettirirken (uygularken), “ortaoyunu”na benzetilen, döndürülen “istintak”a (sorgulama), hiç lüzum görmedim. Sen de sualler yoluyla yaptığın bu “ortaoyunu”nu kitabına koyma. Çünkü daha erken. Senden tam 85 yıl sonra 2009’da, benim “hukuk” anlayışım böyle değme bir “ortaoyunu” olarak “Ergenekon Davası” adıyla, yoğurdu pek meşhur olan Silivri’de halkın karşısına çıkacak, döktükçe döktürecektir, seyirciler, inzibatlar olmasa gülmekten çatlayacak hale geleceklerdir. Ayrıca bu “ortaoyunu”nun mahalli (salon) suya gömülerek, tavanı çöktürülerek, Zilhicce’nin 6. günü (23 Kasım) “halvet”e (sauna) döndürülerek, hararete dayanamayan mustantiklerden birinin de soyunmasıyla rengârenk olacaktır, der. Bir de Halet Efendi, A. Rasim’e: Sen şimdi bana 2009’daki “suçluyu” “kim seçecek”, diye soracaksın; üstadım, “Halet Efendi”lerin soyu köksalmıştır; “Taşkın”, “Pekgüzel” ve “Öz” bir soydur, bitmez tükenmez; Osmanlı’da da vardı, 2009 Türkiyesi’nde de olacaktır, bunlar bir yolunu bulup nice “ortaoyun”ları sergileyeceklerdir memlekette. Hele sadrazamlar (başbakan), ben bu davanın “müdde-i umumi”siyim (savcı) derse, 2009’dakilere Allah acısın artık. Böyle; belki berberi sorarsınız, boynu vurulmaz; ama onca insanın canını okuyan Halet Efendi’ninki vurulur. Düşünür Kirkegaard ne der: “Hayatı ileriye dönüp yaşar, geriye dönüp anlarız!” ‘Halet Efendi Hukuku’ mu? m.velidedeoglu@hotmail.com 27 KASIM 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Memurlar uyarı grevi yaptı. Recep’in “bedel dili”ni kimse takmadı! Apostrof Gökhan Akman: “Mümtaz Apostrof Er Türköne, Dersim İsyanı’nı başlatan eşkıya Seyit Rıza’ya ‘adamcağız’ demiş. Başimamı da çocuk katiline ‘sayın’ demişti!” Hukuk İlker Çamkır: “Herkesin hukuka uyulmasını istediği memlekette herkesin hukuka uymasını kim sağlayacak!” Roman Avni Kurtuldu: “Kürt açılımı hikâye çıkınca Recep çareyi yeni açılımda arıyor: İlle de Roman olsun, ister çamurdan olsun!” YağmurDeniz Yaşasın Libya da vizeyi kaldırdı! MÜJDELER olsun; Suriye’den sonra Libya da vizeyi kaldırdı. Bundan böyle Türkiye Libya’dan bol miktarda dinci militan ithal edebilecek! Dışarıdan atamayla Dışişleri Bakanı yapılan Ahmet Davutoğlu’na yakın çevrelerden edinilen bilgiye göre yıl sonuna kadar Türkiye’ye vizeyi kaldırmak için bazı ülkeler sıraya girdi. Bu ülkeler arasında Sudan, Malezya, Yemen, Uganda, Kenya, Brunei, Myanmar, Bangladeş bulunuyor. Bu arada Libya’nın vizeyi kaldırması tüm yurtta törenlerle kutlandı. İllerde valiler, ilçelerde kaymakamlar iç fıstıklı irmik helvası kavurtarak halka üçer kaşık helva dağıttı. Manisa’daki törenlere katılan sultanın serbülendi Bülent Arınç’ın sevinçten gözyaşlarını tutamaması nedeniyle kentte sel alarmı verildi! Öte yandan Libya diktatörü Muammer El Kaddafi tarafından cesur yürek civan padişahı Fatih Sultan Recep’in İslam âleminin lideri olarak ilan edilmesi üzerine Ankara’da hareketli saatler yaşandı. Sultan hazretlerini İslam dünyasının en güçlü kişileri arasında beşinci sırada gösteren şirketin temsilcisi Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak kendisine gerekli fırça çekildi. Sudan diktatörü Ömer El Beşir’in sultanın birinciliğine kurban edilmek üzere gönderdiği 300 bin deve Çankaya Köşkü’nün bahçesine yerleştirildi! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” TÜRKİYE Pakistan olur mu, diye soruyor Bülent Esinoğlu ve yanıtını arıyor: “Halktan yana olmayan işbirlikçilerin, iktidarlarını sürdürmek için her yola başvurduklarını görürüz. Pakistan’dan yola çıkarak, bir siyasi iktidar ihaneti nereye kadar götürebiliyor, anlamaya çalışalım: Amerika Çin’i arkadan kuşatmak, Rusya ile Çin’in arasına kama sokmak ve enerji ikmal yollarını teminat altına almak için sekiz yıldır Afganistan’da işgali sürdürüyor. Fakat Afganistan işgali yeterli olmadı Pakistan’a da girmesi gerekti. Şimdilerde Pakistan’ın kuzeybatısında iç savaş en şiddetli hali ile devam ediyor; çeşitli şekillerde de tüm Pakistan’a yayılıyor. Pakistan’daki siyasi iktidar, Amerika ile birleşerek kendi halkı ile savaşmaktadır. Bu iç savaşta, Irak’tan tanıdığımız cinayet makinesi Blackwater Savaş Şirketi en önemli görevleri yapmakta, Türkiye’de gladyonun yaptığının çok daha büyük ölçeklisini gerçekleştirmektedir. Amerika ve Pakistan’ın halktan yana olmayan yöneticileri Pakistan halkı ile savaşmaktadırlar. Bu savaşın adı, Pakistan Talibanına karşı savaştır. Aslında halk ile Amerika arasındaki savaştır. Batıdan bakınca, Afganistan ve Pakistan’da sürdürülen katliamlar, Batı’nın Doğu’ya medeniyet götürme çabası olarak takdim edilir. Muhtemeldir ki, Batı tarihçileri de böyle yazacaktır. Eğer emperyalist güçler, Türkiye’de bir iç savaş çıkarmayı başarırlarsa (ki oldukça mesafe kat etmişlerdir) bu savaşın da adı Türk-Kürt savaşı olacaktır. Amerika Afganistan ve Pakistan işgalinde Türk ordusunu kullanmayı düşünmüş, ancak iktidarın teşne olmasına rağmen, ordunun buna yanaşmadığını görünce, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı çeşitli tertipler gerçekleştirmiştir. Yürütülen tüm tertipler demokrasi adına yapılmıştır. Türkiye’de iç savaş çıkarmanın en önemli engeli ordudur. Onun için Amerikan işbirlikçisi irtica Türk ordusunun peşine düşmüştür. Türkiye’de irtica ve bölücüleri halka karşı kullanan Amerika, Pakistan’da laikleri halka karşı kullanmaktadır. Türkiye’de yaşadığımız mücadelenin, Türk halkı ile Amerika arasında olduğunu görmez isek, tüm kazanımlarımızı kaybedebiliriz. Dersim katliamı tartışması çıkaran Amerikancıların, dönüp ağabeylerinin Pakistan’da, Irak’ta, Afganistan’da neler yaptığına şöyle bir bakmaları lazım!” Pakistan gibi SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Mantõkta, bir kavramõn iki alt- sõnõfa ayrõlmasõ. 2/ İri yarõ, güçlü kuv- vetli ve erkeksi ka- dõn... Baryum ele- mentinin simgesi. 3/ Yağõ çok az olan yemek için kullanõlan söz- cük... Bulgur, bi- ber, domates, so- ğan ve maydanozla ha- zõrlanarak asma yaprağõ- na sarõlõp çiğ olarak ye- nen bir yiyecek. 4/ Şarkõ, türkü... Kirli ya da donuk sarõ renk. 5/ Avcõnõn sak- lanõp av hayvanõ bekle- diği yer... Tokat’õn bir il- çesi. 6/ Zerdüşt dininde ateş tanrõsõ... Dar ve ka- lõnca tahta. 7/ Teori. 8/ Sahip... Karagöz ve ortaoyununda Rum tiplemesine ve- rilen ad. 9/ Osmanlõ devletinin Kuzey Afrika’daki son topraklarõnõ da yitirdiği antlaşmanõn adõ... Alkolsüz içe- cek; meşrubat. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir yerde çalõşan işçilerin başõ. 2/ Yoksullara yiye- cek dağõtan hayõr kurumu... “Ne zaman seni düşün- sem/Bir ceylan --- içmeye iner” (İlhan Berk). 3/ Şarap mahzeni... Kayõsõ, elma, armut gibi meyvelerin kuru- tulmuşu. 4/ Halk şairi... Mora dönük canlõ kõrmõzõ renk. 5/ Bir mekânõ örten kemerli yapõ... Eski Mõsõr’da gü- neş tanrõsõ. 6/ Bir sayõ... Arap abecesiyle yazõlan bir ya- zõ türü. 7/ Koyu un çorbasõ. 8/ Tanrõ buyruklarõnõ ye- rine getirme... Bir nota. 9/ Gelecek... Aşõk oyununda kullanõlan, içi oyulup kurşun akõtõlarak ağõrlaştõrõlmõş boyalõ kemik. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İ K İ T E L L İ K E P E Z A L P İ P F O R S İ T E F G O T İ K E Z O G E L İ N L R O L K İ P L A S T İ K K A İ L İ N İ K A S P İ K P A S A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear