Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 14 EKİM 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
PENCERE
Bugünküler Yakup
Cemil’e Benzemiyorlar...
Kim ne derse desin, Süleyman Bey renkli
bir kişilik sahibidir, mizah yeteneği vardır, lafı
gediğine oturttu mu basından ses getirir...
Yine ortalığı birbirine kattı...
Ne söyledi:
“- Türk basınında bazı köşe yazarları Yakup
Cemil’e dönüştüler...”
Yakup Cemil kimdi?..
20’nci yüzyılın başında Balkanlar komitacı
kaynıyor; Yakup Cemil bu ortamda gözüpek,
attığını vuran, kıyıcı bir savaşçı olarak
ünleniyor; İkinci Meşrutiyet’te İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin vurucu üyesi kimliğini kazanıyor;
Trablus Harbi’ne katılıyor; “Babıâli Baskını”nda
Harbiye Nazırı Nâzım Paşa ’yı vuruyor;
“Teşkilâtı Mahsusa”ya giriyor; Kafkas
Cephesi’nde vuruşuyor; ama, Yakup Cemil
gözünü budaktan esirgemez kimliğine karşın
laf anlamayan başıbozukluğu yüzünden
Bağdat’a sürülüyor...
Sonunda su testisi su yolunda kırılıyor; Enver
Paşa’ya suikast hazırlamakla suçlanan Yakup
Cemil 1917’de tutuklanıp idam ediliyor.
Tarihten bugüne kalan ünü ilginç:
“İttihat ve Terakki’nin tetikçisi!..”
Süleyman Bey diyor ki:
- Gazete köşelerinde Yakup Cemil’ler var!..
Hürriyet gazetesi Demirel’in sözü üzerine
“var mı, yok mu” diye bir soruşturma yaptı...
Sonuç ne çıktı?..
- Var!..
Herkesin bildiği, söylediği, yinelediği gerçek
ortaya döküldü...
Peki, tetikçi ne demek?..
Tetikçi, birisinin emriyle eyleme geçen
kişidir, adama derler ki:
- Şu kişiyi vur!..
Emir uygulanır!..
Tetikçinin arkasında kim vardır?..
Yakup Cemil’in arkasında kim vardı?..
İttihat ve Terakki!..
Yakup Cemil, İttihat ve Terakki’yi boşlayıp
da kendi başına buyruk tetikçilik yapmaya
kalktığı zaman idam fermanını kendi elleriyle
yazdı...
Yalnız Yakup Cemil mi?..
Kim ki hesabına tetikçilik yaptığı “Baba”ya
kafa tutmaya kalkışır, harcanır...
İlginç soru bu durumda kendiliğinden ortaya
çıkıyor, gündeme giriyor; yineleyelim:
- Tetikçi köşe yazarları var mı?..
- Var!..
- Öyleyse kimin hesabına tetikçilik
yapıyorlar, arkalarında kimler var?..
Üstelik bugünkü tetikçiler Yakup Cemil
olamazlar, Süleyman Bey’in benzetmesi tam
yerine oturmuyor; çünkü Yakup Cemil iş
dünyasında, para piyasasında, politika
borsasında çıkar uğruna tetikçilik yapmazdı.
Gözümüz yok, ama, maşallah tetikçi köşe
yazarlarımız tetikçilikten çok para
kazanıyorlar...
(30 Mart 2002 tarihli yazısı)
T
ürkiye’nin, di-
ğer aday ülke-
lerden farklõ
hiçbir önkoşul
getirmeden,
resmen AB’ye aday ülke
olarak kabul edildiği Hel-
sinki’deki Avrupa Kon-
seyi Zirvesi’nin (Aralõk
1999) üzerinden 10 yõl
geçti. Diğer aday ülke-
lerden farklõ olmayan bir
adaylõk süreci için Türki-
ye ile 3 Ekim 2005’te
müzakerelere başlama ka-
rarõnõn alõndõğõ 17 Aralõk
2004 tarihinin üstünden
de 5 yõl geçti. Bugün,
AB’nin hazõrladõğõ 13.
Türkiye İlerleme Rapo-
ru açõklanõrken ülkemiz
açõsõndan da AB için ben-
zer bir değerlendirme
yapmak yerinde olacaktõr.
Türkiye, bilim ve tek-
noloji alanõndan (7. Çer-
çeve Programõ) askeri ala-
na (NATO) kadar, eko-
nomi ve ticaret alanõn-
dan (Gümrük Birliği)
uzay araştõrmalarõ alanõna
kadar (European Space
Agency), siyasi alandan
(Avrupa Konseyi) eğitim
alanõna (Erasmus) kadar
akla gelebilecek her ko-
nuda Avrupa kurumlarõna
katõlmõş bir Avrupa ülke-
sidir. Dolayõsõyla, her ne
kadar AKP hükümeti
kendisi için destek ara-
yõşlarõ sonucu ülkemizi
AB karşõsõnda ödev bek-
leyen çocuk durumuna
düşürdüyse de Türki-
ye’nin adaylõk süreci Tür-
kiye ile AB arasõnda kar-
şõlõklõ beklentiler, karşõ-
lõklõ sorumluluklar ve yü-
kümlülükler içeren bir
süreçtir. Fakat, bu süreç
2002’den bu yana sadece
AKP, hatta RTE (*) ile
AB arasõndaki bir alışve-
riş sürecine dönüşmüş-
tür. AB yetkilileri birta-
kõm ödünler almak kar-
şõlõğõnda RTE’ye istediği
desteği veren bir ilişki an-
layõşõna girmiştir. Ciddi
ve anlamlõ bir müzakere
sürecinin yürütülebilme-
si için AB’nin diğer aday
ülkelerle yaptõğõnõ yap-
masõ, RTE ve yandaşlarõ-
nõn çemberinden çõkõp
Türkiye ile yüzleşmesi
ve basit bir alõşveriş an-
layõşõndan kendisini kur-
tarmasõ gerekmektedir.
AB, parti ile değil
Türkiye ile görüşmeli
1. AB’nin 3 Ekim
2005’te Türkiye ile mü-
zakerelere başlayacağõnõ
açõkladõğõ 17 Aralõk 2004
günü Ankara’da gündüz
vakti atõlan havai fişekler
altõnda davul zurna eşli-
ğinde sokaklarda göbek
atanlar Türk halkõnõ tem-
sil etmiyordu. Bu göste-
riler AKP tarafõndan dü-
zenlenmişti. Dolayõsõyla,
AB yetkilileri muhteme-
len TV’den izledikleri bu
küçük düşürücü davra-
nõşlarõn sahibi Türk hal-
kõymõş gibi bir anlayõş
ve yaklaşõm içerisinde ol-
mamalõdõr.
2. Şimdi AB üyesi olan
birçok ülke, AB adaylõğõ
sürecinden geçerken par-
lamentolarõndaki AB ko-
misyon başkanõnõ ana mu-
halefet partisinden seç-
mişlerdir. Böylece, o ül-
keler AB üyeliğini bir
ulusal proje olarak ele al-
mõştõr. RTE bu anlayõştan
çok uzaktõr. Ayrõca, ken-
di yetersizliğini ve başa-
rõsõzlõğõnõ muhalefete at-
ma eğilimi nedeniyle, AB
üyelik sürecini CHP ile
beraber bir ulusal proje
gibi ele almak istemez.
Buna rağmen, başkanõ
kendi partisinden olduğu
halde ve “milli irade”
lafõ ağzõndan eksik olma-
dõğõ halde, TBMM’deki
AB Uyum Komisyonu
RTE tarafõndan tamamen
işlevsiz bir tali komisyon
konumuna düşürülmüş-
tür. Dolayõsõyla, AB yet-
kilileri bu süreçte, sadece
RTE veya RTE yandaşõ
kişi ve kuruluşlar ile iliş-
ki içerisine hapsolmuş-
lardõr. Haber kaynaklarõ
da müthiş ekonomik bir
güç ile desteklenen yan-
daş medya ve yandaş
okur-yazar kitlenin sun-
duklarõ ile sõnõrlõ kalmõş-
tõr. Çok mütevazõ kay-
naklara ve AKP iktida-
rõnca sõnõrlanmõş olanak-
lara rağmen, AB yetkili-
lerinin etrafõndaki bu
çemberi kõrma çabasõnõ
CHP olarak göstermemiz
yeterli olamaz. RTE an-
layõşõ akademik (Ankara
Üniversitesi Avrupa Top-
luluklarõ Araştõrma ve
Uygulama Merkezi veya
ODTÜ AB Ofisi gibi) ve
sivil toplum kuruluşlarõna
(İktisadi Kalkõnma Vak-
fõ gibi) danõşmayõ redde-
der. Dolayõsõyla, AB yet-
kililerinin bu çemberi kõ-
rarak sadece RTE ile de-
ğil, Türkiye ile müzakere
durumunda olabilmesi
için şimdi olduğundan
çok daha geniş çevreler-
le, çok daha çeşitli kurum
ve kuruluşlarla ilişkiler
içerisinde olmalarõ gere-
kir.
3. Türkiye-AB Karma
Parlamento Komisyo-
nu’nun bu dönem görevi
bitmiş eşbaşkanõ, ofisi-
nin duvarõnda kocaman
bir RTE posteri asõlõ ola-
rak yaptõğõ bu görevi bo-
yunca RTE’nin destekçi-
si olmayõ kendine misyon
edinmiştir (şimdi de ül-
kemizdeki bir gazetenin
köşe yazarõ olarak bu mis-
yonuna devam etmekte-
dir). Her ne kadar yeni
atanacak eşbaşkan da
“biz çoğunluktayız, do-
layısıyla Türkiye sadece
bizden sorulur; ülke-
mizde herkes ama her-
kes bize boyun eğmeli-
dir (biat etmelidir)” an-
layõşõnõ yetkili ağõzlardan
resmen açõklamõş bir RTE
ile karşõlaşacaksa da ken-
disinin selefi gibi olma-
masõ, AB’deki demokra-
si anlayõşõna ters düşen bu
yaklaşõma ödün vermeden
görev yapmasõ ve muha-
tabõnõn sadece çoğunluk-
taki parti değil Türkiye ol-
duğunu anlamasõ sağlan-
malõdõr.
Hukukun üstünlüğü
esas olmalı
1. Yukarõdaki temel de-
ğerler sürekli ifade edilse
de, AB yetkililerinin yak-
laşõmõnda ve öncelikle-
rinde çelişkiler, tutarsõz-
lõklar ve çifte standartlar
dikkat çekicidir. Örne-
ğin, AB yetkililerinin üze-
rinde en çok ve en õsrarlõ
durduğu konulardan biri-
si, “Türklüğü aşağıla-
mak” ile ilgili TCK’nin
301. maddesiydi. Bu
maddeye itirazlarõ ger-
çekten düşünce ve ifade
özgürlüğü nedeniyle ol-
muş olsaydõ, gerçekten
bazõ ünlü yazarlarõmõzõn
bu madde nedeniyle yar-
gõlanmasõndan dolayõ ol-
muş olsaydõ, o zaman bir
diğer uluslararasõ ünlü
yazarõmõz Nedim Gür-
sel’in Allah’ın Kızları
isimli romanõ nedeniyle
“dini aşağılamak” ile il-
gili TCK’nin 216. mad-
desinden yargõlanmasõ
karşõsõnda da benzer bir
itiraz olurdu; fakat, bu
konuda AB yetkilileri hiç
ses çõkarmamõştõr. Bunun
benzeri ve sõk görülen
çifte standartlar ve tutar-
sõzlõklar sona ermelidir.
2. AB üyesi ülkelerde,
korkunç sonuçlarõ anõlar-
da hâlâ taze olan Nazizm
ve anti-semitizm son de-
recede sert tepkiler alõr-
ken uzun savaşlar sonu-
cunda da olsa yüzyõllar
önce çözümlenmiş dinci
konularõ, köktendinci
akõmlarõ şimdilerde fazla
önemsememeleri anlaşõ-
labilir. Nazizm ve anti-
semitizm gibi sõkõntõlar
yaşamamõş olan ülke-
mizde ise köktendinci
akõmlarla ilgili anõlarõn
çok taze olduğu, hatta ha-
len yaşandõğõ unutulma-
malõdõr.
AB üyesi ülkelerin õrk-
çõ akõmlara haklõ olarak
tanõmadõğõ özgürlük ve
hoşgörünün, Türkiye’de
köktendinci akõmlara ta-
nõnmasõ beklenmemeli-
dir. Avrupa’nõn hiçbir ül-
kesinde geçmişte laiklik
referandum ile sağlan-
mamõşken şimdi õrkçõlõk
konusunda referandum
düşünülmezken Türki-
ye’de laikliğin referan-
duma tabi tutulmasõ bek-
lenmemelidir. Eğer AKP
hükümetinin bir önceki
başmüzakerecisinin daha
geçen sene Brüksel’de
basõna yaptõğõ “Türki-
ye’de dindarlar baskı
altındadır” yakõnmasõ-
na inanmakla yetinmek
yerine, AB yetkilileri da-
ha geniş kaynaklara baş-
vuracak olursa bu lafõn ta-
mamen gerçek dõşõ oldu-
ğunu anlamakta hiç zor-
lanmaz. Yeter ki, AB yet-
kilileri gerçeklerle ilgi-
leniyor olsunlar. Laikli-
ğin, dindar veya değil
tüm insanõmõzõn haklarõ,
düşünce ve ifade özgür-
lüğü, demokrasi ve hu-
kukun üstünlüğü için ye-
terli olmasa da gerekli
şart olduğu gerçeği unu-
tulmamalõdõr.
3. RTE’nin “Ben ço-
ğunluktayım, dolayısıy-
la ben ne dersem o olur”
anlayõşõnõn sonucu, ana
muhalefet lideri Sayõn
Baykal’õn yapõcõ destek,
öneri ve uyarõlarõnõ din-
lemeden imzaladõğõ ek
protokol nedeniyle bu yõl
Güney Kõbrõs Rum dev-
letine limanlarõmõzõ ve
havaalanlarõmõzõ açmak
koşulu ile karşõ karşõya-
yõz. (Bu ayrõ bir tartõşma
konusu ve burada ele alõn-
mayacak.) Dört ay kadar
önce Ollie Rehn’in bu
konuda yaptõğõ bir açõk-
lama, AB yetkililerinin
öncelikleri konusunda
ciddi sorunlarõ da ortaya
koyuyor. Rehn açõklama-
sõnda (mealen) “Eğer
Türkiye göz kamaştırı-
cı bir reform yaparsa,
Kıbrıs konusunda bu
yıl esnek davranabili-
riz” demiş ve bu göz ka-
maştõrõcõ reformun ne ola-
cağõnõ da açõklamõş: Ruh-
ban okulunun açõlmasõ ve
Ortodoks patriğinin ekü-
menliğinin tanõnmasõ. Oy-
sa, hem Türkiye hem de
AB açõsõndan yargõnõn
bağõmsõzlõğõ, sendikal
haklar, yolsuzluklarla mü-
cadele ve basõn özgürlü-
ğü çok daha öncelikli ve
çok daha “göz kamaştı-
rıcı” reformlardõr. AB
yetkilileri bu reformlarõ
Türkiye ilerleme raporla-
rõna yazmakla yetinme-
meli, yukarõda listelen-
miş temel değerler için
öncelikli olduklarõnõ unut-
mamalõ.
İlerleme
gerilemeye döndü
AB içinde bir sivil top-
lum girişi olan
CAP2020’den aynen alõn-
mõş bir saptama: “AB
bütçesinden Ortak Ta-
rım Politikası destekle-
rine ayrılan pay (yüzde
43) yanında, Avru-
pa’nın rekabet gücünü
arttırmak için Lizbon
Stratejisi’nde önerilmiş
olan Ar-Ge, ekonomik
büyüme ve istihdam
projelerine ayrılan kay-
nak (yüzde 8.6) cüce
kalmaktadır.” Bir yan-
dan böyle bir gerçek var-
ken diğer yandan Türki-
ye’ye “tarım destekle-
rinden vazgeçin, tarım
ve hayvancılığı rekabe-
te açın” türü baskõlar,
RTE’nin buna yatkõn ol-
masõna rağmen, ne Tür-
kiye ne de AB üyeleri
için olumludur.
Türkiye’nin AB üyelik
sürecinde, AB yetkilile-
rinin yaklaşõmõna, bu ya-
zõnõn yer sõnõrlarõ içeri-
sinde vurgulanabilecek-
lere bakõnca, ortada bir
“ilerleme” görülmemek-
tedir. Tam tersine,
1999’da tam üyelik olarak
başlayan yolculuk şu an-
da “imtiyazlı ortak” gi-
bi kavramlara gerilemiş-
tir. Yani bir “İlerlememe
(hatta gerileme) Rapo-
ru” söz konusudur. Bu-
nun nedeni Avrupa ka-
muoyunun hissiyatõna in-
dirgenemez. Ana neden,
AB yetkililerinin Türkiye
ile değil, RTE ile kurdu-
ğu ilişkiler sonucu doğal
olarak Avrupa’nõn temel
değerlerini unutarak, bu
süreci RTE gibi sadece ve
sadece bir “(ödün) alış -
(destek) veriş” olarak
görmesinden kaynaklanõ-
yor. Burada alan memnun
veren memnun olabilir.
Fakat, Türkiye bundan
memnun değil. Ayrõca,
vizyoner ve dünya gücü
olma iddiasõnda bir
AB’ye, RTE’nin bu basit
“tüccar diplomasi” an-
layõşõna kapõlmak yakõş-
mõyor. CHP’nin savun-
duğu kazan-kazan yakla-
şõmõ, hem üyelik sürecini
daha anlamlõ ve taraflar
için güçlendirici kõlacak-
tõr, hem de Türkiye’nin
onurlu bir tam üye oldu-
ğu AB’yi bir dünya gücü
yapacaktõr.
(*) AKP yerine RTE kõ-
saltmasõnõ kullanmamõ açõk-
lamam gerekir. RTE sadece
bir ismin baş harfleri değil-
dir. Ülke yönetimindeki tüm
kararlar olduğu gibi AB iliş-
kilerinde de tek söz sahibi
olan başbakan ve yakõn çev-
resinden oluşan “kurum”un
kõsaltmasõdõr RTE. Yoksa,
AKP içinde bile AB üyeliği-
ni samimi olarak isteyen ve
bunun için çaba gösterenler
vardõr fakat, RTE’ye biat
ederken sadece vitrin süsü
olabilmektedirler.
AB İlerlememe Raporu
Osman COŞKUNOĞLU CHP Uşak Milletvekili AB Uyum
Komisyonu Üyesi, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyesi
Türkiye’nin AB üyelik sürecinde, AB yetkililerinin yaklaşõmõna, bu
yazõnõn yer sõnõrlarõ içerisinde vurgulanabileceklere bakõnca, ortada bir
“ilerleme” görülmemektedir. Tam tersine, 1999’da tam üyelik olarak
başlayan yolculuk şu anda “imtiyazlõ ortak” gibi kavramlara gerilemiştir.
Yani bir “İlerlememe (hatta gerileme) Raporu” söz konusudur.
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Pasifliğin Salaklığı
ŞİMDİ bir de “pasif laiklik” diye bir şey çıktı.
Bugüne kadar hiç duyulmamıştı. Son haftalarda
soran sorana: “Ne demek bu?”
Müslüman bir topluma laik düzen getirmeyi ve
bu düzeni ayakta tutmayı hedeflemiş Türkiye
Cumhuriyeti gibi bir devlette laikliğin pasif, yani
edilgin olabileceğini düşünmek kadar büyük
aptallık olamaz.
Ne yani? Yalnız ahreti değil, günlük yaşamın her
yanını düzenlemeye yönelik bir dinin gücünü
kullananlar her şeye el atıp din kurallarının her
yerde uygulanmasını istemeye kalkacaklar ve biz
pasif kalıp seyredeceğiz, öyle mi? Tam tersine,
cumhuriyet hep uyanık olmak, sürekli etrafa taşıp
her yana yayılma eğilimi taşıyan şeriatçılığa karşı
kendi ilkelerinin bekçiliğini yapmak zorundadır.
Geçen gün bu gazetede Ürdünlü Doçent Münir
Hamarna’nın radikal İslamdaki yayılma
potansiyeline dikkat çekişi ilginçti. Çok kişi gibi o
da bu akımın büyümesinden ABD’yi sorumlu
tutuyor ve sorunu vaktiyle Sovyetler Birliği’ne karşı
uygulanan Yeşil Kuşak tasarımına bağlıyor.
Sorunu bu denli basitleştirip güncelleştirmek
asıl tehlikeye göz yummak anlamına gelmiyor mu?
Yeşil Kuşak’a dayalı bir açıklama, İslamın
özündeki yayılmacı eğilimi ikinci plana itmek
oluyor. ABD’nin yeryüzündeki hegemonya tutkusu
geçip gitse, laikliğin gerçekleştirilmesi ve
korunması için uyanık kalma zorunluluğu ortadan
kalkmış olmayacak herhalde.
Kabul edelim ki, son derece zor ve bitmek
bilmeyen bir çaba gerektirici bir zorunluluk bu.
Özellikle, laikliğin genellikle büyük halk kitlelerince
ve muhafazakârlarca pek beğenilen bir yanını, yani
inanç ve ibadet özgürlüğünü ayakta tutmak ve
korumak da gerekiyorsa.
Laiklik, elbet, o çevrelerin zaman zaman iddia
ettikleri gibi, sadece bu özgürlüğe ya da
serbestliğe indirgenebilecek bir kavram değil.
Bunu kat kat aşan, akılcılığı her alanda egemen
kılmayı amaçlayan bir yönü var laikliğin. Son
zamanlarda “pozitivizm” diye küçümsenen, hatta
akıl almaz bir küstahlıkla alaya alınan bu yön,
devrimci çağdaşlaşmanın özünü oluşturuyor
aslında. Pasif laiklik yandaşlarının asıl ortadan
kaldırmak istedikleri de bu zaten.
Öte yandan “aktif” denebilecek doğru laikliğin
de devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve
hukuksal düzenini dine dayandırmayı, din
duygularını kötüye kullanmayı yasaklamaktan
ibaret olduğunu sanmanın eksikliğini de görmek
gerekir. Sosyal eşitlik, planlı ve dengeli kalkınma,
halk yığınları için parasız ve çağdaş eğitim gibi
kavramlar ile laiklik arasındaki mutlak bağlantı bir
yana itildiği, hatta ihmal edildiği zaman tehlikeye
girecek ilkelerden birinin de laiklik olacağı
unutulmamalı.
“Olacağı” ne demek? “Olduğu” için laik
cumhuriyet bugünkü hazin durumlara düşmüş
değil midir?
mumtazsoysal@gmail.com