24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 EKİM 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Bugünküler Yakup Cemil’e Benzemiyorlar... Kim ne derse desin, Süleyman Bey renkli bir kişilik sahibidir, mizah yeteneği vardır, lafı gediğine oturttu mu basından ses getirir... Yine ortalığı birbirine kattı... Ne söyledi: “- Türk basınında bazı köşe yazarları Yakup Cemil’e dönüştüler...” Yakup Cemil kimdi?.. 20’nci yüzyılın başında Balkanlar komitacı kaynıyor; Yakup Cemil bu ortamda gözüpek, attığını vuran, kıyıcı bir savaşçı olarak ünleniyor; İkinci Meşrutiyet’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vurucu üyesi kimliğini kazanıyor; Trablus Harbi’ne katılıyor; “Babıâli Baskını”nda Harbiye Nazırı Nâzım Paşa ’yı vuruyor; “Teşkilâtı Mahsusa”ya giriyor; Kafkas Cephesi’nde vuruşuyor; ama, Yakup Cemil gözünü budaktan esirgemez kimliğine karşın laf anlamayan başıbozukluğu yüzünden Bağdat’a sürülüyor... Sonunda su testisi su yolunda kırılıyor; Enver Paşa’ya suikast hazırlamakla suçlanan Yakup Cemil 1917’de tutuklanıp idam ediliyor. Tarihten bugüne kalan ünü ilginç: “İttihat ve Terakki’nin tetikçisi!..” Süleyman Bey diyor ki: - Gazete köşelerinde Yakup Cemil’ler var!.. Hürriyet gazetesi Demirel’in sözü üzerine “var mı, yok mu” diye bir soruşturma yaptı... Sonuç ne çıktı?.. - Var!.. Herkesin bildiği, söylediği, yinelediği gerçek ortaya döküldü... Peki, tetikçi ne demek?.. Tetikçi, birisinin emriyle eyleme geçen kişidir, adama derler ki: - Şu kişiyi vur!.. Emir uygulanır!.. Tetikçinin arkasında kim vardır?.. Yakup Cemil’in arkasında kim vardı?.. İttihat ve Terakki!.. Yakup Cemil, İttihat ve Terakki’yi boşlayıp da kendi başına buyruk tetikçilik yapmaya kalktığı zaman idam fermanını kendi elleriyle yazdı... Yalnız Yakup Cemil mi?.. Kim ki hesabına tetikçilik yaptığı “Baba”ya kafa tutmaya kalkışır, harcanır... İlginç soru bu durumda kendiliğinden ortaya çıkıyor, gündeme giriyor; yineleyelim: - Tetikçi köşe yazarları var mı?.. - Var!.. - Öyleyse kimin hesabına tetikçilik yapıyorlar, arkalarında kimler var?.. Üstelik bugünkü tetikçiler Yakup Cemil olamazlar, Süleyman Bey’in benzetmesi tam yerine oturmuyor; çünkü Yakup Cemil iş dünyasında, para piyasasında, politika borsasında çıkar uğruna tetikçilik yapmazdı. Gözümüz yok, ama, maşallah tetikçi köşe yazarlarımız tetikçilikten çok para kazanıyorlar... (30 Mart 2002 tarihli yazısı) T ürkiye’nin, di- ğer aday ülke- lerden farklõ hiçbir önkoşul getirmeden, resmen AB’ye aday ülke olarak kabul edildiği Hel- sinki’deki Avrupa Kon- seyi Zirvesi’nin (Aralõk 1999) üzerinden 10 yõl geçti. Diğer aday ülke- lerden farklõ olmayan bir adaylõk süreci için Türki- ye ile 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlama ka- rarõnõn alõndõğõ 17 Aralõk 2004 tarihinin üstünden de 5 yõl geçti. Bugün, AB’nin hazõrladõğõ 13. Türkiye İlerleme Rapo- ru açõklanõrken ülkemiz açõsõndan da AB için ben- zer bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktõr. Türkiye, bilim ve tek- noloji alanõndan (7. Çer- çeve Programõ) askeri ala- na (NATO) kadar, eko- nomi ve ticaret alanõn- dan (Gümrük Birliği) uzay araştõrmalarõ alanõna kadar (European Space Agency), siyasi alandan (Avrupa Konseyi) eğitim alanõna (Erasmus) kadar akla gelebilecek her ko- nuda Avrupa kurumlarõna katõlmõş bir Avrupa ülke- sidir. Dolayõsõyla, her ne kadar AKP hükümeti kendisi için destek ara- yõşlarõ sonucu ülkemizi AB karşõsõnda ödev bek- leyen çocuk durumuna düşürdüyse de Türki- ye’nin adaylõk süreci Tür- kiye ile AB arasõnda kar- şõlõklõ beklentiler, karşõ- lõklõ sorumluluklar ve yü- kümlülükler içeren bir süreçtir. Fakat, bu süreç 2002’den bu yana sadece AKP, hatta RTE (*) ile AB arasõndaki bir alışve- riş sürecine dönüşmüş- tür. AB yetkilileri birta- kõm ödünler almak kar- şõlõğõnda RTE’ye istediği desteği veren bir ilişki an- layõşõna girmiştir. Ciddi ve anlamlõ bir müzakere sürecinin yürütülebilme- si için AB’nin diğer aday ülkelerle yaptõğõnõ yap- masõ, RTE ve yandaşlarõ- nõn çemberinden çõkõp Türkiye ile yüzleşmesi ve basit bir alõşveriş an- layõşõndan kendisini kur- tarmasõ gerekmektedir. AB, parti ile değil Türkiye ile görüşmeli 1. AB’nin 3 Ekim 2005’te Türkiye ile mü- zakerelere başlayacağõnõ açõkladõğõ 17 Aralõk 2004 günü Ankara’da gündüz vakti atõlan havai fişekler altõnda davul zurna eşli- ğinde sokaklarda göbek atanlar Türk halkõnõ tem- sil etmiyordu. Bu göste- riler AKP tarafõndan dü- zenlenmişti. Dolayõsõyla, AB yetkilileri muhteme- len TV’den izledikleri bu küçük düşürücü davra- nõşlarõn sahibi Türk hal- kõymõş gibi bir anlayõş ve yaklaşõm içerisinde ol- mamalõdõr. 2. Şimdi AB üyesi olan birçok ülke, AB adaylõğõ sürecinden geçerken par- lamentolarõndaki AB ko- misyon başkanõnõ ana mu- halefet partisinden seç- mişlerdir. Böylece, o ül- keler AB üyeliğini bir ulusal proje olarak ele al- mõştõr. RTE bu anlayõştan çok uzaktõr. Ayrõca, ken- di yetersizliğini ve başa- rõsõzlõğõnõ muhalefete at- ma eğilimi nedeniyle, AB üyelik sürecini CHP ile beraber bir ulusal proje gibi ele almak istemez. Buna rağmen, başkanõ kendi partisinden olduğu halde ve “milli irade” lafõ ağzõndan eksik olma- dõğõ halde, TBMM’deki AB Uyum Komisyonu RTE tarafõndan tamamen işlevsiz bir tali komisyon konumuna düşürülmüş- tür. Dolayõsõyla, AB yet- kilileri bu süreçte, sadece RTE veya RTE yandaşõ kişi ve kuruluşlar ile iliş- ki içerisine hapsolmuş- lardõr. Haber kaynaklarõ da müthiş ekonomik bir güç ile desteklenen yan- daş medya ve yandaş okur-yazar kitlenin sun- duklarõ ile sõnõrlõ kalmõş- tõr. Çok mütevazõ kay- naklara ve AKP iktida- rõnca sõnõrlanmõş olanak- lara rağmen, AB yetkili- lerinin etrafõndaki bu çemberi kõrma çabasõnõ CHP olarak göstermemiz yeterli olamaz. RTE an- layõşõ akademik (Ankara Üniversitesi Avrupa Top- luluklarõ Araştõrma ve Uygulama Merkezi veya ODTÜ AB Ofisi gibi) ve sivil toplum kuruluşlarõna (İktisadi Kalkõnma Vak- fõ gibi) danõşmayõ redde- der. Dolayõsõyla, AB yet- kililerinin bu çemberi kõ- rarak sadece RTE ile de- ğil, Türkiye ile müzakere durumunda olabilmesi için şimdi olduğundan çok daha geniş çevreler- le, çok daha çeşitli kurum ve kuruluşlarla ilişkiler içerisinde olmalarõ gere- kir. 3. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyo- nu’nun bu dönem görevi bitmiş eşbaşkanõ, ofisi- nin duvarõnda kocaman bir RTE posteri asõlõ ola- rak yaptõğõ bu görevi bo- yunca RTE’nin destekçi- si olmayõ kendine misyon edinmiştir (şimdi de ül- kemizdeki bir gazetenin köşe yazarõ olarak bu mis- yonuna devam etmekte- dir). Her ne kadar yeni atanacak eşbaşkan da “biz çoğunluktayız, do- layısıyla Türkiye sadece bizden sorulur; ülke- mizde herkes ama her- kes bize boyun eğmeli- dir (biat etmelidir)” an- layõşõnõ yetkili ağõzlardan resmen açõklamõş bir RTE ile karşõlaşacaksa da ken- disinin selefi gibi olma- masõ, AB’deki demokra- si anlayõşõna ters düşen bu yaklaşõma ödün vermeden görev yapmasõ ve muha- tabõnõn sadece çoğunluk- taki parti değil Türkiye ol- duğunu anlamasõ sağlan- malõdõr. Hukukun üstünlüğü esas olmalı 1. Yukarõdaki temel de- ğerler sürekli ifade edilse de, AB yetkililerinin yak- laşõmõnda ve öncelikle- rinde çelişkiler, tutarsõz- lõklar ve çifte standartlar dikkat çekicidir. Örne- ğin, AB yetkililerinin üze- rinde en çok ve en õsrarlõ durduğu konulardan biri- si, “Türklüğü aşağıla- mak” ile ilgili TCK’nin 301. maddesiydi. Bu maddeye itirazlarõ ger- çekten düşünce ve ifade özgürlüğü nedeniyle ol- muş olsaydõ, gerçekten bazõ ünlü yazarlarõmõzõn bu madde nedeniyle yar- gõlanmasõndan dolayõ ol- muş olsaydõ, o zaman bir diğer uluslararasõ ünlü yazarõmõz Nedim Gür- sel’in Allah’ın Kızları isimli romanõ nedeniyle “dini aşağılamak” ile il- gili TCK’nin 216. mad- desinden yargõlanmasõ karşõsõnda da benzer bir itiraz olurdu; fakat, bu konuda AB yetkilileri hiç ses çõkarmamõştõr. Bunun benzeri ve sõk görülen çifte standartlar ve tutar- sõzlõklar sona ermelidir. 2. AB üyesi ülkelerde, korkunç sonuçlarõ anõlar- da hâlâ taze olan Nazizm ve anti-semitizm son de- recede sert tepkiler alõr- ken uzun savaşlar sonu- cunda da olsa yüzyõllar önce çözümlenmiş dinci konularõ, köktendinci akõmlarõ şimdilerde fazla önemsememeleri anlaşõ- labilir. Nazizm ve anti- semitizm gibi sõkõntõlar yaşamamõş olan ülke- mizde ise köktendinci akõmlarla ilgili anõlarõn çok taze olduğu, hatta ha- len yaşandõğõ unutulma- malõdõr. AB üyesi ülkelerin õrk- çõ akõmlara haklõ olarak tanõmadõğõ özgürlük ve hoşgörünün, Türkiye’de köktendinci akõmlara ta- nõnmasõ beklenmemeli- dir. Avrupa’nõn hiçbir ül- kesinde geçmişte laiklik referandum ile sağlan- mamõşken şimdi õrkçõlõk konusunda referandum düşünülmezken Türki- ye’de laikliğin referan- duma tabi tutulmasõ bek- lenmemelidir. Eğer AKP hükümetinin bir önceki başmüzakerecisinin daha geçen sene Brüksel’de basõna yaptõğõ “Türki- ye’de dindarlar baskı altındadır” yakõnmasõ- na inanmakla yetinmek yerine, AB yetkilileri da- ha geniş kaynaklara baş- vuracak olursa bu lafõn ta- mamen gerçek dõşõ oldu- ğunu anlamakta hiç zor- lanmaz. Yeter ki, AB yet- kilileri gerçeklerle ilgi- leniyor olsunlar. Laikli- ğin, dindar veya değil tüm insanõmõzõn haklarõ, düşünce ve ifade özgür- lüğü, demokrasi ve hu- kukun üstünlüğü için ye- terli olmasa da gerekli şart olduğu gerçeği unu- tulmamalõdõr. 3. RTE’nin “Ben ço- ğunluktayım, dolayısıy- la ben ne dersem o olur” anlayõşõnõn sonucu, ana muhalefet lideri Sayõn Baykal’õn yapõcõ destek, öneri ve uyarõlarõnõ din- lemeden imzaladõğõ ek protokol nedeniyle bu yõl Güney Kõbrõs Rum dev- letine limanlarõmõzõ ve havaalanlarõmõzõ açmak koşulu ile karşõ karşõya- yõz. (Bu ayrõ bir tartõşma konusu ve burada ele alõn- mayacak.) Dört ay kadar önce Ollie Rehn’in bu konuda yaptõğõ bir açõk- lama, AB yetkililerinin öncelikleri konusunda ciddi sorunlarõ da ortaya koyuyor. Rehn açõklama- sõnda (mealen) “Eğer Türkiye göz kamaştırı- cı bir reform yaparsa, Kıbrıs konusunda bu yıl esnek davranabili- riz” demiş ve bu göz ka- maştõrõcõ reformun ne ola- cağõnõ da açõklamõş: Ruh- ban okulunun açõlmasõ ve Ortodoks patriğinin ekü- menliğinin tanõnmasõ. Oy- sa, hem Türkiye hem de AB açõsõndan yargõnõn bağõmsõzlõğõ, sendikal haklar, yolsuzluklarla mü- cadele ve basõn özgürlü- ğü çok daha öncelikli ve çok daha “göz kamaştı- rıcı” reformlardõr. AB yetkilileri bu reformlarõ Türkiye ilerleme raporla- rõna yazmakla yetinme- meli, yukarõda listelen- miş temel değerler için öncelikli olduklarõnõ unut- mamalõ. İlerleme gerilemeye döndü AB içinde bir sivil top- lum girişi olan CAP2020’den aynen alõn- mõş bir saptama: “AB bütçesinden Ortak Ta- rım Politikası destekle- rine ayrılan pay (yüzde 43) yanında, Avru- pa’nın rekabet gücünü arttırmak için Lizbon Stratejisi’nde önerilmiş olan Ar-Ge, ekonomik büyüme ve istihdam projelerine ayrılan kay- nak (yüzde 8.6) cüce kalmaktadır.” Bir yan- dan böyle bir gerçek var- ken diğer yandan Türki- ye’ye “tarım destekle- rinden vazgeçin, tarım ve hayvancılığı rekabe- te açın” türü baskõlar, RTE’nin buna yatkõn ol- masõna rağmen, ne Tür- kiye ne de AB üyeleri için olumludur. Türkiye’nin AB üyelik sürecinde, AB yetkilile- rinin yaklaşõmõna, bu ya- zõnõn yer sõnõrlarõ içeri- sinde vurgulanabilecek- lere bakõnca, ortada bir “ilerleme” görülmemek- tedir. Tam tersine, 1999’da tam üyelik olarak başlayan yolculuk şu an- da “imtiyazlı ortak” gi- bi kavramlara gerilemiş- tir. Yani bir “İlerlememe (hatta gerileme) Rapo- ru” söz konusudur. Bu- nun nedeni Avrupa ka- muoyunun hissiyatõna in- dirgenemez. Ana neden, AB yetkililerinin Türkiye ile değil, RTE ile kurdu- ğu ilişkiler sonucu doğal olarak Avrupa’nõn temel değerlerini unutarak, bu süreci RTE gibi sadece ve sadece bir “(ödün) alış - (destek) veriş” olarak görmesinden kaynaklanõ- yor. Burada alan memnun veren memnun olabilir. Fakat, Türkiye bundan memnun değil. Ayrõca, vizyoner ve dünya gücü olma iddiasõnda bir AB’ye, RTE’nin bu basit “tüccar diplomasi” an- layõşõna kapõlmak yakõş- mõyor. CHP’nin savun- duğu kazan-kazan yakla- şõmõ, hem üyelik sürecini daha anlamlõ ve taraflar için güçlendirici kõlacak- tõr, hem de Türkiye’nin onurlu bir tam üye oldu- ğu AB’yi bir dünya gücü yapacaktõr. (*) AKP yerine RTE kõ- saltmasõnõ kullanmamõ açõk- lamam gerekir. RTE sadece bir ismin baş harfleri değil- dir. Ülke yönetimindeki tüm kararlar olduğu gibi AB iliş- kilerinde de tek söz sahibi olan başbakan ve yakõn çev- resinden oluşan “kurum”un kõsaltmasõdõr RTE. Yoksa, AKP içinde bile AB üyeliği- ni samimi olarak isteyen ve bunun için çaba gösterenler vardõr fakat, RTE’ye biat ederken sadece vitrin süsü olabilmektedirler. AB İlerlememe Raporu Osman COŞKUNOĞLU CHP Uşak Milletvekili AB Uyum Komisyonu Üyesi, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyesi Türkiye’nin AB üyelik sürecinde, AB yetkililerinin yaklaşõmõna, bu yazõnõn yer sõnõrlarõ içerisinde vurgulanabileceklere bakõnca, ortada bir “ilerleme” görülmemektedir. Tam tersine, 1999’da tam üyelik olarak başlayan yolculuk şu anda “imtiyazlõ ortak” gibi kavramlara gerilemiştir. Yani bir “İlerlememe (hatta gerileme) Raporu” söz konusudur. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Pasifliğin Salaklığı ŞİMDİ bir de “pasif laiklik” diye bir şey çıktı. Bugüne kadar hiç duyulmamıştı. Son haftalarda soran sorana: “Ne demek bu?” Müslüman bir topluma laik düzen getirmeyi ve bu düzeni ayakta tutmayı hedeflemiş Türkiye Cumhuriyeti gibi bir devlette laikliğin pasif, yani edilgin olabileceğini düşünmek kadar büyük aptallık olamaz. Ne yani? Yalnız ahreti değil, günlük yaşamın her yanını düzenlemeye yönelik bir dinin gücünü kullananlar her şeye el atıp din kurallarının her yerde uygulanmasını istemeye kalkacaklar ve biz pasif kalıp seyredeceğiz, öyle mi? Tam tersine, cumhuriyet hep uyanık olmak, sürekli etrafa taşıp her yana yayılma eğilimi taşıyan şeriatçılığa karşı kendi ilkelerinin bekçiliğini yapmak zorundadır. Geçen gün bu gazetede Ürdünlü Doçent Münir Hamarna’nın radikal İslamdaki yayılma potansiyeline dikkat çekişi ilginçti. Çok kişi gibi o da bu akımın büyümesinden ABD’yi sorumlu tutuyor ve sorunu vaktiyle Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan Yeşil Kuşak tasarımına bağlıyor. Sorunu bu denli basitleştirip güncelleştirmek asıl tehlikeye göz yummak anlamına gelmiyor mu? Yeşil Kuşak’a dayalı bir açıklama, İslamın özündeki yayılmacı eğilimi ikinci plana itmek oluyor. ABD’nin yeryüzündeki hegemonya tutkusu geçip gitse, laikliğin gerçekleştirilmesi ve korunması için uyanık kalma zorunluluğu ortadan kalkmış olmayacak herhalde. Kabul edelim ki, son derece zor ve bitmek bilmeyen bir çaba gerektirici bir zorunluluk bu. Özellikle, laikliğin genellikle büyük halk kitlelerince ve muhafazakârlarca pek beğenilen bir yanını, yani inanç ve ibadet özgürlüğünü ayakta tutmak ve korumak da gerekiyorsa. Laiklik, elbet, o çevrelerin zaman zaman iddia ettikleri gibi, sadece bu özgürlüğe ya da serbestliğe indirgenebilecek bir kavram değil. Bunu kat kat aşan, akılcılığı her alanda egemen kılmayı amaçlayan bir yönü var laikliğin. Son zamanlarda “pozitivizm” diye küçümsenen, hatta akıl almaz bir küstahlıkla alaya alınan bu yön, devrimci çağdaşlaşmanın özünü oluşturuyor aslında. Pasif laiklik yandaşlarının asıl ortadan kaldırmak istedikleri de bu zaten. Öte yandan “aktif” denebilecek doğru laikliğin de devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzenini dine dayandırmayı, din duygularını kötüye kullanmayı yasaklamaktan ibaret olduğunu sanmanın eksikliğini de görmek gerekir. Sosyal eşitlik, planlı ve dengeli kalkınma, halk yığınları için parasız ve çağdaş eğitim gibi kavramlar ile laiklik arasındaki mutlak bağlantı bir yana itildiği, hatta ihmal edildiği zaman tehlikeye girecek ilkelerden birinin de laiklik olacağı unutulmamalı. “Olacağı” ne demek? “Olduğu” için laik cumhuriyet bugünkü hazin durumlara düşmüş değil midir? mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear