14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 ŞUBAT 2005 CUMA CUMHURİYET SAYFA DIZI Medyadaki tekelleşme satışlan düşürürken doğru, tarafsız haber ve yorumlann verilmemesine neden oluyor 'Reldama iliştirikniş gazetecilik' ve safdeğiştiren4. Kuvvet G eç gelen adalet, hıç gelmese daha iyi, RTÜK'ün, neredeyse biryıl bekleyip, malın insan hayatından önemli oldu- ğunun allını çizen saçma sapan bir rck- lam filmini yasaklaması, reklam verene 'ilişti- rilmiş' bırilerini fena halde öfkelendırmiş. Fılm- ler, kitaplar, partiler sansüriin kıyımına uğrar- ken gıkları çıkmayanlar RTÜK'ü 'espri'den na- sipsiz olmak bir yana, bunu 'reklamverenin' haklarına saldırı olarak niteliyorlar. Söz konu- su reklam filmi, sanırım, henüz bellcklerdcn si- linmemiştir. Bir temizlik işçisi tamirat ya da bir başka nedenle ttrmandığı bir evın ıkınci katın- da, merdivenın devrilmesıyle asılı kalıyor. Bi- tişiktekı evuıin balkonunda olayı gören, genç ve alınılı bir kadın 'Dur, geliyorum' diye çığlıklar atarak aşağı iniyor vc beklcnenin aksinc, düşen merdiveni uzatıp ölüm tehlikesiyle karşı karşı- ya kalan adamı kurtarmak yenne, adamın ha- yatından daha değerli saydığı, kutsayıp önünde secde ettiği cici otomobilinin üzerine düşüp ona zarar vermesini önleınck amacıyla aracını öne alrp tehlikeden uzaklaştırıyor. BEJMJM CÜZEL AR_ABAM Güzel ve alımlı genç kadın, ucunun nerclcre gidebileceğinc zerre kadaraldırmadan akıllan- na esen her şeyi yapabileceklerine inanan 'esp- ri fukarahırT yüzünden bir anda bencillik ve çir- kinliğin zırvesine ulaşırken çok sayıda aklı ba- şında izleyicinin ise tanrının her günü hangi ka- nala 'zıplasa' defalarca önüne çıkatı bu bencil- lik, bu inanılmaz mala tapınma ritücli karşısın- da 'kusma hakkını' kullanmaktan başka çaresi kalmıyor. Bu arada, reklamvereni ne denlı tat- min etmiş olsa da, pek derdım değıl ama, sanı- nm, markanın imajına bir hayli zarar verıyor. İn- san hayatından bile değerli bir arabamn sahibi olmak istemem. Aksi halde, sanp sarmalayıp koy- numa alamayacağıma göre, onu nereden gele- ceği belirsiz, örneğın paraşütü açılmayan biri- nın sankı düşecek başka bir yer yokmuş gibi tu- tup canınıdaıı çok sevdiğim arabamın üstüııe ça- kılıp onu fena halde incitmesi gibi bir beladan uzak tutmak için gece gündüz balkonda nöbet tutmam gerekır ki, bu da doğrusu, işime gelmez. Hangısi hangısinden aşırdı, bilemem. Aynı 'geri zekiiir bir başka TV fılmınde, bir market pusetinin otomobüine doğru geldığıni görünce bir koşu pusetin üzerine balıklama atlayıp, ara- basına çarparak orasmı burasını çizmesine izin vermeyen adamın öyküsü anlatıhyor. Ne var ki, filminyapımcılan,hiçdeğilse,'bukadandafaz- la, insan ambasımn çizilınesini önlemekiçin ba- şını gözünü yarar mT diye düşünüp, filmin so- nuna, adamın 'Bana bir şey olmadı' sözünü ya- pıştırmayı akıl ederek, filmi, bir nebze de olsa 'insancd' hale getirmeyi akıl etmişlerdi. BlR BARDAK SUDA FIRTINA Aslında, bir yıldan bu yana, birilerinin yere göğe koyamadığı, yasaklamanın günümüzde küresel boyutlara ulaşan 'liberalizm'e, onun ay- rıhnaz parçası 'tüketim' illetine karşı bir saldı- rı olarak gördüğü bu tür reklam filmlerinin den- sizliği konusunda uyarılar yeni deği1. Adam ara- ba satacak. Arabasının çok değerli olduğunu söyleyecek. Tamarn. Ama bunun için 'suç işle- mek' zorunda mı? Ürettıği otomobüın çok de- ğerli olduğunu, bu yüzden tüm kötülüklerden korunması gerektiği mesajını vermek başka, onun insan hayatından bile değerli olduğunu ileri sürmek başkadır. Tüm yasa ve kurallar or- tadayken RTÜK, sınema filmlennin neredeyse süresı kadar araya 'reklam' sokuşturarak, görün- tünün altına üstüne, yaııına ortasına reklam bant- ları yapıştırarak, jeneriği başından sonuııdan ttrpanlayıp yapıta saygısızlığı huy haline geti- rerek, görüntünün de, filmin de canına okuyan, böylece de izleyıcılenn haklanna saldıran TV'ler- le başa çıkabiliyor mu? Ne gezer. O zaman kırk yılın başı, zelırini çoktan akıtmış olan bir rek- lam filmine, iş işten gcçtikten sonra yasak ko- yan RTÜK'e öfke yağdırmak, bulunmaz. Hint kumaşıymış gibi 'Liberalizm elden gidiyor, tü- ketimedarbe vuruluyor' diye bağınp çağırmak ne oluyor? Ve hele bunu yaparken de, fırsatı ga- nimet sayıp, sayfaboyu yazılar döşeııerek dün- yada her 'reklamverene ilisl iı ilmis' yazarın yap- tığı gibi iş, Sultanhamam esnafının bile tenez- zül etmedığı basmakalıp felsefe kınntılanyla allanıp pullanarak 'reklamın da reklamını' yap- maya kadar vardırılırsa bu, o ülkede artık 'çü- rüyecek pek fazla bir şeyin kalmadığını' göster- mekten öte anlam taşımaz. Üstelik sözü edilen reklam filmi, yasalara da aykındır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de 'tehİikearun- da insana yardımdan kaçınmak' suçtur. Tıpkı, kutsadığı otomobilinin döşemeleri kirlenmesin diye yaralı bir insanı arabasına alıp hastaneye yetiştirmekten kaçmmanın da suç olduğu, da- hası ınsanhk suçu olduğu gibi. Japon otomobıl şırketının 'ttadeözgüıiüpnü' -yani çıkarını- kısıtlayıp böylece de, ne demek- se, 'reklamın doğasını' ortadan kaldıran RTIJK, aynı zamanda 'maddeciliğT -tarihsel maddeci- ünya medya devlerinin ülkemizde yatırım yapmalarını engelleyecek davranışlar karşısında, 'Aman dikkat sonra gelmezler' korkusuna kapılanlar, aslında, ülke ve dünya genelinde yazılı ve görsel medyanın geldiği, dahası gelmek istediği yerin ayırdında olsalar, onların gelmemelerinden değil gelmelerinden korkmaları gerekirdi. liği olmasın!- de körüklemiş oluyormuş. Ayrı- ca RTÜK üyelcri, bu davranışlarıyla ülkenin 'li- beral ekonomi içinde tüketim toplumu olmasın- dan' darahatsızmış! Bu iş böyle giderse, Digi- turk'ü, Speronline'ı, Star'ı satın almaya çalışan kanallara bu durum nasıl anlatılacakmış. Tür- kıye'ye yatırım yapmaya hazırlanan TF1, Ca- ııal Plus, Murdoch gibi dünya medya devlerine ne denilecekmiş? KÖLESİ OLMAK Yoksullukla birlikte ülkede suç işleyenlerin sa- yıları giderek artıyor. Silahlı soygunlara, ipe sa- pa gelmez, dakika başı gizemli hikmetleryumurt- layan tıcaret, toprak ve gönül işlerinin silahla çö- zümünü sergıleyen ılkel maganda dızılenn et- geçmek bihnez! Ama yine de bu gözboyacıla- rına bazı gerçekleri anımsatmak gerekiyor. İMFTSUIMAMİLERİ Le Monde Diplamatique'ın yazarlarından MartineBulard, üşenmemiş, 'MF'nin on üç yıl- da 'liberal' programlannı dayattığı ülkelerde or- taya çıkan onlarca büyük çapta finansal krizi sı- ralamış(*): 'EMF'nin dayattığı programlar, her defasında knzi, derinleştirmediği durumlarda, tetiklemış: Meksıka 1994, Tayland 1997, Gü- neydoğu Asya bölgesı ekonomilerinin tümün- de 1997-1998, Rusya 1998, Brezilya 1999, Tür- kiye'de (Özellikle de Arjantin'de) IMF uzmanı, politikalannın yıkımını saptadıktan hemen son- ra kayıplara karışmış (2001-2002). Zamanın dan daha çabuk toparlandı.' ARJANTİNDE SON TANGO Şok öylesine şiddetliydi ki, Dünya Bankası Başkanı James D. VVolfensohn, 6 Ekim 1998 'de, Washıngton'da yönetım konseyı önünde yaptı- ğı konuşmada şunu ıtıraf etmek zorunda kah- yordu: 'Bütçedengelerinikararkenşunubilme- miz gcrckir ki, çocuklann okula gitmesini sağ- layan programlar bclki de ortadan kalkar, yok- Kiıllara yönelik sağlık programlan yuk olabilir. Rakamlann insanlardan daha ağırlıkta olmama- larmıtaraşmabyız.' Ne yazık ki, üç yıl sonra Dün- ya Bankası bu ıyı nıyetlı yaklaşımını unutarak, Arjantin'e, ülkede iç patlamaya yol açan, ne var ki, alacaklı ülkelere olan borçların ödenmesine kisini kim yok sayabilir? Hele hıper lüks tüke- tim aynı sonunu gctiremeyen, işsizi, yoksulu, ça- resizi giderek artan insanların ülkesinde TV'le- nn vitnnlennde sergilenen zenginliğin, marka- ya tapan bir avuç ınsanın tüketim tutkusunun, yabancı sermaye ile ortaklaşa çalışan para ba- balarının cebini biıaz dalıa doldurmaktan öte ne anlamı var? Yoksul insanlaıa yararı ne? Alt ta- rafı bir reklam filminin, o da işini gördükten son- ra yasaklanması neden binlennı bunca rahatsız edıyor? 'Liberal ekonomi elden gidiyor,tüketim toplumuna saldırı var, medya devlerinin ülkemi- zeyatınmyapmalanengelleniyor' feryatları ııi- ye? RTÜK, istemeycrek de olsa, kimlerin kuyru- ğuna basmış? Çoktan ıpliği pazara çıkan, ülke- lerı borç kölesi yapan, dayattığı programlarla, ekonomilerini altüst edıp ıçinden çıkılmaz ha- le getiren, kürenin efcndilerinin bile artık bir yo- lunu bulup suratlarına 'insan' maskesi geçirme ıhtiyacı duyduklan, kısaca kaçınılmaz sonun gelip dayandığı birdönemde (Davos, Porto Al- egre) kendilerini hâlâ arpa ambarında gören, nıodanın geçtiğinden bütünüyle habersiz 'libe- ral korumalar', bu konuda üsllerini başlarını paralamaktan vazgeçmelidir. Ama, malum, ül- kemıze moda hep geç gelır, bir kez gelınce de IMF Başkanı Michel Camdessus, 19 Hazıran 2001 'de, Paris'te, Fransız dış tıcaret sıgorta şır- keti genel kurulunda (Coface) yaptığı konuşma- da, şöyle yakınıyor: 'Bu ülke ekonomilerinin ıniıııarı olacağımı düşlemiştim. Ama sadece it- faiyecisi oldıını.' Ve Martine Bulard ekliyor: 'Evet itfaiyecisi oldu, Piroman itfaiyecisü' Aynı konuda Nobel ekonomi ödüllü Joseph Stiglitz ise şöyle yazıyor: 'Daha davahim olanIMF'nin sadece krizle sonuçianan önlemleri dayatması değil; büyümeyi saglayacağı hakkında ortada hiçbir kaıunn bulunmamasına karşuık, ülkeyi de- vasa krizlere sokacağınm çok sayıda kanıb orta- dayken yine de söz konusu önlemleri dayatma- sıdır.' Peki başka çare? Martine Bulard, anım- satıyor: 'Aynıdöncmde(1997-1998) spckülaüf ha- reketlerle başı belada olan Malezya, Bay Cam- dessus ve uzman tayfası taranndan hazuianan ııyunı programını reddetti. Hükümet bankala- ı a ılormlar dayatn, göreli olarak faizlerin alt dü- zeyde tutulmasına olanak veren kambiyo dene- tiıııini sürdürdü. (1999 soııııııda yüzde 6.4). IMF'nin patronu, kambiyoyu denetimi alünda ı utmakla uluslararası bir krizden kendisini ko- ruyacağı lıayaliııe kapılan bu ülkeyi aşağılama- ya kalkıştı. Ama Malezya sıkıniılı dönemi kom- şulanna oranla daha az zararla atlatiı ve onlar- olanak tanıyan bir kemer sıkma politikası da- yatacaktı. Bu, kötü oldu. Ama gereklıydi! IMF uzmanları buna ısım bulmakta gecıkmedüer: 'EtikRaslantı'. Bankalar, çokuluslu şirketler ve yolsuzluğa bulaşmış yönetimler her krizden, kamu fonları ve IMF'nin sağladığı ödünç para- larla 'kârla' çıktılar 'Camdessus gitti. Ama de- ğişen bir şey olmadı.' Başkanlık bırıncı yardım- cısı Bayan Anne O. Krueger bugün, 'Bir eko- nomi ne kadar çabuk açık hale gelirse o kadar iyidir' diyor. Ve ekliyor: 'Bir ekonomi ne kadar açık olursa bundan geri dönmek, reformlan or- tadan kaldırmak o kadar güçtür. Halkın oy kul- lanma lıakkı vardır. Ama politika değiştirme hakkı mevcut değildir.' BASIN BASANINDIR Dünya medya devlerinin ülkemizde yatırım yapmalarını engelleyecek davranışlar karşısın- da (şu reklam filminin yasaklanması), 'Aman dikkat sonra gelmezler' korkusuna kapılanlar, as- lında, ülke ve dünya genelinde yazılı ve görsel medyanın geldiği, dahası gelmek istediği yerın ayırdında olsalar, onlann gelmemelerinden de- ğil, gelmelerinden korkmalan gerekirdi. Yine Le Monde Diplamaticjue'in Ocak 2005 tarihli sa- yısındakı başyazısında IgnacioRamonetdünya medyasında artık iyice su üstüne çıkan tehlike- li eğilimleri inceliyor. Ramonet, sözü edilen kapsamlı incelemesinde, yazılı ve görsel med- yanın neredeyse tümünün Bouygues, Dassault, Lagardere, Pinault, Arnault, Bollore, Bertels- mangibı büyük endiistn patronlannuı elıne geç- tığını ve bunların aralarında ittıfaklar yaparak medyanın çoğulcu niteliğini tehdit ettiği ııyarı- sını yapıyor. Fransa'da son kurban, yüzde 37'si Edouard de Rothchild'in eline geçen bir za- man ların Maocu gazetesi Libcration. Son zamanlarda bazı güçlüklerle karşılaşan cıddı Le Monde gazetesi ise, en azından şımdı- lık 'yniıcılann' elınden kurtulmuş görünüyor. Avrupa ve ABD başta olmak üzere dünyanın he- men tümünde aynı eğilimi gözlemek olası. Ya- zılı basın dahil medyanın tümünde görülen te- kelleşme eğılımı, ıkı büyük açmazı da berabe- rınde geturmış görünüyor. Bırıncısı hemen her ülkede, az sayıda istısna bir yana bırakılırsa, 'sanşlar' düşüyor. Ama daha da önemlisi tekel- leşme sağlıklı, doğru, tarafsız haber ve yorum- lann giderek hatın sayılır ölçüde azalıp, nere- deyse kaybolup gitmesine yol açıyor. Ramonet, yazlı basında görülen satış gerılemesımn oku- yııcu kıtlelerınde basına giderek artan güvensız- liğın yanı sıra bedava dağıtılan gazetelerin de rolü olduğu kanısında. (Örneğin Fransa'da 'Yir- mi Dakika' adındaki bedava gazete 2 milyon da- ğıtılıyor. Le Parisien 1 milyon 700 bin, Metro ise her gün 1 milyon 600 bin okuyucuya ulaşı- yor.) HABERİN ZOR YOLLARINDA Bedava dağıtıldığına göre, gazete, masrafını ve tabıi 'kânnı' reklamdan sağlıyor. Doğal ola- rak da 'ilan ya da reklamverene iliştirümiş' ga- zete kategorisinde yer alıyor. Okuyucu gazete- yi bedava olmasına tamah ederek alıyor. Ama ona güven duyduğu, kuşkusuz, söylenemez. Buna karşılık parayla satılan gazetelerde güve- mlu"lık çok daha önemli. Ne var kı ne denlı gız- lenmeye çalışılırsa çalışılsın, örneğin bir silalı endüstri devinin sahibi olduğu bir gazete, önce kendi patronunun şirketine dolaylı da olsa za- rar vermektcn kaçınmak zorunda, dahası, pat- ronunun rakıbi şirketler hariç, diğer büyük 'rek- lamveren'leri de, en azından kollamak duru- mundadır. Ayrıca, üUce içinde ve küresel ölçek- te büyük sermayenın politikalarına sıkıca 'iliş- tirilmiş' olmak, patronun diğer alanlardaki şir- ketlerinin dağıtılan ekonomik ulufeden yeterli pay alması için dönemin iktidarının, tirajı faz- la tehlıkeye atmadan, sırtını sıvazlamak, ihmal edümesı tehlıkelı bir başka önemli zorunluluk- tur. Ramonet mcelemesınde, yukarıda sözü edi- len patron/gazete ilişkisini bizzat patronun ağ- zından şöyle doğruluyor: 'Silalı endüstrisinin (uçak)patronu Serge Das- sault, Pigaro gazetesinin denetiminiele alıralmaz redaktörlere şöyle sesleniyor: Gazetenin, olabil- diği kadar kuruluşlarımızı öne çıkarmasını iste- rim. Bazı haberlerc çok dikkatli yaklaşmak ge- rekir. Bu, örneğin henüz iş bağlanüsı görüşme- lerinin sürdüğü durumlarda geçeıiidir. Bazı ha- berler, iyilikten çok kötülük yapabiUr. Ülkemi- zin ticari ve suıai çıkarlanna zarar verebilir.' Bay Dassault'nun 'ülkemiz' dediği, kolaylık- la anlaşılacağı üzere, kendi firması, 'Dassault Uçak'cndüstrisidir. Tayvan'a hileli uçak satı- şıyla ilgili bir söylcşiyi de yine firmasını koru- mak için sansüre tabi tutmuştur. Tıpkı, Cezayir'e 'Rafale' uçaklannın satışıyla ilgili Başkan Chi- rac'la, Abdülaziz Buteflika arasmdakı konuşma haberinin sansüre uğratılması gibi. Uluslararası borsalarda kote olan bazı ba- sın/medya kuruluşlannın gazeteleri aracıhğıy- la şırketlerinın hısselerine birkaç puan değer kazandıracak haberler yayımlanması yöııünde baskı yapan hissedaılardan şikâyetçi oldukları bizzat söz konusu gazetelerin düriist yönetici- leri tarafından ifade edilmiş, dahası basın kuru- luşlannın borsada yer almaması konusunda uya- rılar yapılmıştır. Ramonet'ye göre 'borsa'ya ko- te olan New York Times grubu içinde yer alan International Herald Tribune gazetesinin direk- törü Walter Wells bunlar arasındadır. Aynca, medya kuruluşlannın borsalarda boy göstermesinin şu ya da bu bıçımde önlenmesi- nnı fazlaca 'krymeti harbiyesi' de yoktur. Med- ya patronlannuı işleri geıııştır. Hmrindekı med- yada dilediği zaman holdingi içindeki şirketle- rinin borsadaki hisseleri konusunda her türlü oyunu kolaylıkla sahneye koyabilirler. Borç batağındaki rakıplennın üzerine gidip, mezata çıkarılan mallarını ucuza kapatmak ıçuı ellerindeıı geleni artlarına bırakmamalarma kar- şılık, iş göbekten bağlı olduklan iktidarların sis- tematik bir biçimde rafa kaldırılan yüzlerce yol- suzluk dosyasına geldiğinde zerrece ses çıkar- mamak, mületın gözünün önünde bunlan yok saymak da keza, bu türün marifetleri arasında sayılabilir. S Ü R E C E K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear