25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 6 AĞUSTOS 2000 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Irkçılıkla savaşım AJmanya'daki Türkiye Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen'in Federal Almanya Hazine Bakanı Hans Eichel'e bir mektup yazarak yeni teknoloji cep telefonları lisans ihalesinden elde edilecek gelirin yüzde 1'inin ırkçılıkla savaşım için kullanılmasını önerdiğinden söz etmiştik... Şen'in önerisi yankı bulmuş... Federal Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder, lisans ihalesi gelirinin bir kısmını ırkçılık ve Nazizm'e karşı kullanmayı planladıklannı açıklamış... Gûzel bir gelişme... Türkiye Araştırmaları Merkezi'nin saptamasına göre Almanya'da militan dûzeyde yaklaşık 80 bin ırkçı bufunuyor... Avusturya ve Fransa'ya göre AJmanya'daki ırkçılann oranı düşük görülse de var olan ve geleceğe dönük tehlikeleri büyük sayılıyor. Şen, Avrupa'daki ırfcçılıkla savaşımda Türkiye'ye de görev düştüğünü söytüyor. Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97Elektronık posta: somOposta.cumhuriyetcom.tr - Hayaliciler, sryasilore para yardımı yapıyormuş... "Sivasiler de havallerindeki isleri vapıvor!" nkara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'in istemi üzerine mahkemenin emekli vaiz Fethullah Gülen hakkında tutuklama kararı vermesi şeriatçıları olduğu kadar ikinci cumhuriyetçileri de fena telaşlandırdı... Hemen dört koldan savunmaya geçtiler... Işleri bu... Ancak, kimileri kaş yapayım derken göz çıkararak şu dünyada sırtındaki hırkasından başka bir şeyi olmayan garibime zarar da veriyoriar... Biri, yazısına "Sayın Gülen" diye başlayıp "Gülen Cemaati"nin fazıletlerinden söz ediyor... Eğer bu adamın dümen suyundan gitmiyorsanız ve çevresindekilere "cemaat" derseniz, hemen mahkemeye gider, tekzip gönderir... Taktik gereği tarikat, cemaat tanımlamalarını asla kabul etmez... Cemaat, topluluk demek... Koç'un da Sabancı'nın da toplulukları var... Misyoner Fakat hiç kimse Koç Topluluğu'na "Koç Cemaati" demtyor... Çünkü onlar, yasal bir iş zemininde birliktelik oluşturuyor, siyaset değil ticaret yapıyor... Herkes sigortalı, bordrolu, görevi belli... Fethullah Gülen'in çevresinde ise duaım farklı... Başka bir düzen söz konusu... Aslını inkâr eden kelptir; Fethullah Gülen, Nur Tarikat'ndan geliyor; palazlanınca kendi "cemaat'ini kurmuş... Tekkeler ve zaviyelerin kapatılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'ndetarikatlann, cemaatlerin, şeyhlerin, faaliyetleri durdurulduğuna göre gerisi lafı güzaf... Yazısına "Sayın Gülen" diye başlayan savunman, Nuh Mete Yüksel'i köşeye sıkıştırmaya çalışırken hızını alamadığı için Fethullah Gülen 'i çok zor durumda bırakıyor... Diyor ki: "Fethullah Gülen ve taraftarlan bütün bu okullan, dershaneleri, yurtlan sadece bilim aşkından açmıyor elbette. Onlar birer misyoner. Yurt dışında Müslümanlığı yaymaya uğraşıyor, yurt içinde de daha dindar bir toplum yaratmaya çalışıyorlar..." Onlar birer misyoner! Amerıka'nın, Avrupa'nın Hıristiyan misyonerleri, armut topluyor, sırtındaki hırkasından başka bir şeyi olmayan garibim, Müslümanlığı yaymaya çalışıyor... Türkiye'de de dindar bir toplum yaratıyor... Bunların, yurtdışında Amerika'nın kontrolünde çalıştıklarını sağırsultan biliyor... Peki, Türkiye'de hangi "müfredafa göre dindar bir toplum yaratıyorlar? Bu "misyon"u, mürşidi Said-i Nursi denen KOrt Sait'ten almış olmasınl Işte size kanıt... SESStZ SEDASIZ (!) NURİKURTCEBE Yaşap Okuyan'ın Kazakistan gezintisi! Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ba- kanı Yaşar Okuyan'ın geçen hazi- ran ayında yaptığı Kazakistan ge- zisine "resmi sıfafla katılan ve 1.477 dolar yolluk tahsis edilen yakın arka- dası ve Bağ-Kur yönetim kurulu üye- si Ismail Şeref Tümer, Türkiye'ye döndükten sonra ne olduysa devlet- ten aldığı yolluğu geri veriyor... Aynı geziye yine "resmi sıfafla ka- tılan, lise mezunu, yabancı dil bilme- yen ve Çalışma Bakanlığı'ndaki göre- vi özel kalemde memurelik olan Figen Koç ise gezi için aldığı yolluğu dönüş- te geri vermiyor; bu para bir bakıma devlet adına yurtdışında yaptığı geçi- ci hizmetin karşılığı oluyor! Bu arada Kazakistan gezisine Ba- kan Yaşar Okuyan'la birlikte koruma- sı Alaattin Yılmaz, istemese de katı- lıyor, çünkü onun her daim resmi ve asli görevi yurt içinde ve dışında ne- rede olursa olsun her şart altında hü- kümetin bakanını korumak oluyor! Lakin, Yaşar Okuyan'ın, seyahat öncesi Başbakanlık Müsteşarlığı'na yaptığı başvuru olumlu sonuçlanma- dığı için Kazakistan gezisi "resmi" bir ziyaret olmuyor... Okuyan, bu geziyi kendi olanakla- nyla yapıyor... Çünkü, Yaşar Okuyan'ın Kazakis- tan'a yaptığı gezinin mana ve ehem- miyeti, çok sevdiği ve değer verdiği bir arkadaşının başkent Alma Ata'da aç- tığı mağazanın kurdelasını kesmekten öteye geçmiyor... Yanında götürdüklerinin bir kısmı yolluğunu alıyor, bir kısmı mağazayı gördükten sonra geri veriyor! Bir yanlışımız varsa, Başbakanlık düzeltsin! Dört kişilik bu gezinin devlete faturası nedir? ÜüBir Uçuncu Savaş mı? SÖNMEZ TARGAN Birinci Dünya Savaşı ve İkin- ci Dünya Savaşı'nın ana nede- ni, gezegenimizdeki sömürge alanlannın emperyalist güçler tarafından yeniden paylaşılma- sına dayanıyordu. Her iki savaş- ta da kapftalizmin dönemsel bu- nalımı bu amaca eklenınce ev- kaçınılmaz ol- Birinci Dünya Savaşı, .g^ekse İkinci Dünya Savaşı em- peryalistlerin kendi aralarında- ki bir kanlı hesaplaşmaydı. Her iki savaşta da ekonomik büyü- me trendi yüksek olan Alman- ya, buna karşın dünya pazarla- nnda ve sömürge alanlarında en düşük paya sahip olduğu için, kaçınılmaz olarak bu sa- vaşlann başlatan tarafı oldu. 20. yüzyılın ilk yarısında, em- peryalistlerarası çelışki uzlaşmaz bir çetişki olarak bilinir ve bu çe- lişkiler savaşla noktalanırdı. Ve ne var ki, Birinci Dünya Savaşı bir başka siyasal gelişmeye de yataklık etmiş, savaşın kan ve barut kokan ortamında, Ekim 1917'de Rusya'da bir işçi sınıfı devleti olan Sovyetler Birliği ku- rulmuştu. İkinci savaş sonucun- da ise tek bir ulkede siyasal er- ki elinde tutan işi sınıfı gücünü gezegenimız ölçeğinde bir diz- ge durumuna dönüştürmeyi ba- şarmıştı. Bu gelişmeler emperyalist kampta önemli strateji değişik- liklerine yol açtı. Emperyalistler arasındaki temel çetişki, yerini sosyalist dizgeyle olan çelişki- ye bıraktı. 194O'lı yıllann ortasın- da başlayıp 199O'lı yıllann başı- na değın süren soğuk savaş, iş- te bü yeni çelişkinin bir ürünüy- dü. Ancak bu yeni çelişki, in- sanlığı toptan ve yeni bir üçün- cü savaşa götürmedi. Bunun sayısız nedenlerı içinde iki ana ööe asıl belirleyicıydi. Birıncisi, sosyalist dizgeyle yapılacak bir genel savaşta emperyalizmin yenik düşmesi durumunda ka- pitalizmin tümüyle tarih sahne- sinden silinebileceği riski deta- şıyorolmasının yarattığı korkuy- du. Ikincisi, nükleer savaş tek- nolojisinin her iki dizgede de beklenenin üstündegelişmiş ol- masmın oynadığı caydıncı roldü. Boytesi birsavaşta tarafiann kul- lanacağı olası bir nükleer tekno- loji uygulamasıyla bir bütün ola- rak insanlık onanlması olanak- sızfcıtleselyıkımlarla karşı kar- şıya kalabilirdi. 1980'li yılların sonunda ve 199O'lı yılların başında, başta Sovyetler Birliği'nin ve ardı sıra Doğu Avrupa'daki sosyalist dev- letlerin çökmesiyle dünya yeni- den tek kutuplu duruma geldi. Amenkan emperyalizminin ba- şını çektiği bu yeni dünya düze- ninde, geçmişte yaşanan iki bü- yük. savaşın ögrettiklerinden ge- reklı dersier çıkartılmış olmalı ki, birbMeriyle hırlaşma yerine dün- yayi birlikte sömürme planları geliştirdiler. Ernperyalist kampın tek kutup- lu dıinyasında geliştirilen bu planann bugün bilinen ve yaşa- nan en açık biçimıne küresel- leşrro denmesi bile bu amacı ortrreye yetmemektedir. Baş- ka bsanlatımla küresefleşme, sa- vaşmak yerine, emperyalizmin bir bütün olarak dünya halkları- nı köleleştirmek ve ülkelerini or- takça sömürmek adına kendi aralarında kurdukları bir kon- sorsiyumun örtülu anlatımıdır bizce. Bu konsorsıyumun askersel ayağını NATO, ekonomik ayağı- nı IMF, Dunya Bankası gibi finans odakları, siyasal ayağını ise bu- gün için büyük ölçüde ABD oluş- turmaktadır. ABD'nın baş patron- luğunu yaptığı bu konsorsiyum- da Avrupa Topluluğu (AB) önem- li bir ortak olarak en ön sıralar- da yer alıyor. Bu oluşumun pas- tasından pay alabilmek için Ja- ponya kıyısından, Rusya uza- ğından zorluyorlar. Çin ise bu gelışmeleri sessiz ama yakın- dan izlemekle yetinıyor. Görunen o ki, küreselleşme- nin bugün yaşanan sürecinde emperyalist ülkelerin dünyayı sömürme politikalan banş için- de ve bir arada gidiyor. Ama bu- nun sürekli böyle gitmesi olası mıdır? Gidemeyeceğini göımek için, yazımızın başında vurgula- maya çalıştığımız birinci ve ikin- ci dünya savaşlannın nedenle- rini anımsamak yeterlidir. Nitekim konsorsıyumun doğ- rudan ortağı olmayan ve uzun süre kendi ıç sorunlanyla uğra- şan Rusya'dan bugünlerde çık- maya başlayan çatlak sesler bu balayının biteceğine ilişkin ilk işaretleri vermeye başladı bile. Kafkaslar'da ve özellikle Çeçe- nistan'da yaşananlar, Orta As- ya ve Hazar Havzası enerji kay- nakları üzerine pazariıklarveyi- ne buralardan Akdenız'e taşı- nacak petrol ve doğalgaz boru hattı projeleri üzerinde Rusya tarafından çıkanlan marazalar(.'), kendi egemenlik alanı içinde gördüğü bu bötgeleri Rusya'nın öyle kolay kolay kaptırmayaca- ğına ilişkin önemli ornekleroluş- turuyor. Bugün yüzeysel gibi gö- runen bu çelışkılenn giderek de- rinleşmeyeceğine kım güvence verebilir? Hatta böylesi bir de- rinleşmenin Çin'ı de içine alarak bütün Asya'yı sarması uzak bir olasılık değildir. Işte o zaman üçüncü bir kapışma gelip kapı- ya dayanacaktır. Daha önce yaşanan her iki büyük savaşın çekım merkezi Avrupa'ydı. Eğer bir üçüncüsü yaşanacaksa, ki gelişmeler bu- nu gösteriyor, bunun çekim mer- kezi Asya olacaktır. Hazırlıksız ya- kalanırsa Türkiye kendinibu sa- vaşın göbeğinde bulacaktır. Türkiye, Alman emperyaliz- minden bize miras kalmış Pan- Islamizm ve Pan-Türkizm aldat- macasının tatlı düşlerine kendi- ni bir kez daha kaptınp olası böylesi bir savaşın içinde rol al- maya kalkarsa, korkarız kendi coğrafyasından da olacaktır. Bu- nu söylememizın nedeni, ABD'nin dümen suyunda Türki- ye'nin bugün izlemekte olduğu Avrasya politikası, bizi böylesi bir serüvene sürüklemek konusun- da kuşkulanmızın olduğu içindır. Okuıiar, üçüncü bir savaş konusunda senaryo yazdığı- mızı düşünebilirter. Ama unutul- maması gereken, savaş senar- yolan yazmak hatta yaratmak emperyalizmin doğasında var- dır. HAYVANLAR İSMAIL CÜLGEÇ 9Ü U lgulgec@yahoo.com *r! 4 v~~x KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK behicak@turk.net Ç Î Z G t L l K KÂMtL MASARACI H A R B t SEMİH POROY semihporoy@yahoo.com TARtHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 16 Ağustos ROMANCI M/IHMUr YSSARI 1945'7E BUGIİAJ, ÜNUI YAZAR MAHMUr Y££ARİ, S* XI- ŞINOA VEKEMOeN ÖLDU. SOYACHHI, ÜA/LÛ BİR HATmrOLMJ SÜYÜK YESARİ MEHMETESAT'mu ALMIŞT1. , N/SY/r M€Ft£E(j&ÜZ££SANAnAll}MEZTEBtNOE OKÜ YAAJ AAAHhlUT YESA&, I. DUUYA SAUAŞl £f/eASfH~- O4 yeD£K SU8AY OLABAK ÇANAKKAlS SAVAÇt'MA MAT7LMtfr/(SOU>4).GAZ£TEC/UĞ£ "DM&N'DE/SGİ- S//U£ &WK4TÜG ÇtzeiSEK &4ŞIAYAN YESA&I, &V1A SON/SALfitH KZUDlUİ &OMAN YS ĞYIOJ YAZMAYA VBKMİfTİ- CUMHUeİYerrN rlX YtLLABINDA OBTXyA Ç//&İA/ SCGİML YAffYA YB OLAYC4RA EĞfL&J YAZAK, GÛNLÛIC YAŞANTÎYIf İN£AN rt-fÇKİl£&iNİ USrACA /Çl£M/fT7. ROMAHLÛR/NPA ASK UNSURU ÖNBM- Lİ YEfi. rVTAH PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU Bir Yıl Sonra Büyük depremden sonra, "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!" derken, bir özlemimizi dile getiri- yorduk aslında. Burada, bu memlekette de alışılmış- lann, beklenenlerin, bilinenlerin, kanıksananlann dı- şında "bir şeyler" de yaşanabilmeli, yaşanmalıydı. Hayat bizlere de, burada yaşayanlara da "başka şeyler" getirebilmeli, verebilmeliydi. Kaç bin kişinin yaşamına mal olduğunu hâlâ bilemediğimiz, öğre- nemediğimiz bu korkunç afet, bu büyük felaket, bu derin acı bir "başlangıç noktası" olabilirdi... Başka coğrafyalarda başka hayatlaryaşayan başka insan- ların hayat çızgilerinde en büyük felaketlerin, en de- rin acıların umuda dönüştüğü, dönüşebildiği nok- talar, dönemeçler yok muydu, olmamış mıydı? Biz- de de, burada da olabilirdi belki... "Hiçbirşey" de- ğilse bile, "bazı şeyler" değişebilir, artık eskisi gibi olmayabilirdi en azından... Yani birözlem, birumut- tu bizimkisi... Bir noktadan sonra alışılanın, bekle- nenin, bilinenin, kanıksananın dışında bir şeyler ya- şamaya dair bir özlem, bir umuttu... Ama daha ilk günlerde anlamıştık bu özlemleri- mizin, bu umutlarımızın boşa çıkacağını. Geç kalan devletimiz, yetersiz donanımımız değildi umutlan- mızı kıran. Bunlara, geç kalışlara, yetersizliklere alış* mıştık. Karayollarımızda her yıl binlerce ölü veriyor- duk. En ufak yağmurlar bile bile bizde sele dönü- şüyor, metropol mahallelerinde kurbanlar veriyorduk sel sulanna. İlk karla birlikte yollanmız kapanıyor, köy- lerimizde insanlar donarak can veriyorlardı. Yollara, sulara, kariara can vermeye alışmıştık yıllar içinde. Devletimiz hep geç kalıyordu ve donanımımız hep yetersizdi! Fakat yaşadığımız bu deprem, bu felaket daha ön- ce yaşadıklarımızdan çok farklıydı. Daha önce hiç- bir felakete bu kadar yakından tanık olmamış, hiç- bir felaketi bu kadar yoğun hissetmemiştik. Daha önce yaşadığımız felaketlerden hiçbiri böylesine or- tak bir korku salmamıştı yüreklerimize. Hiçbiri, "Ay- nısını birgün biz deyaşayabiliriz!" düşüncesini sap- lamamıştı beyinlerimize bir bıçak gibi... Belki de bu* nun için bir "ortak umut"a ihtiyaç duyuyorduk. 17 Ağustos depremi bize, omuz omuza bir şeyler ya- pabilmenin, sivil toplumsal dayanışmanın yollannı, yöntemlerini göstermişti. Daha ilk günden, dünya- nın dört biryanından yardımımıza koşan yabancı kur- tarma ekipleriyle birlikte elimizi kolumuzu bağla- yan, kafalanmızı sığlaştıran tabular da kınlmaya baş- lamış, dünyaya başka gözlerle bakar olmuştuk... Deprem bize, yabancısı olduğumuz bir "özgüven* kazandırmıştı. O güne kadar düşman belledikleri- mizi "insan" olarak görmeyi, kucaklamayı, alkışla- mayı öğrenmiştik enkaz yığınfannda... Yaşadığımız büyük felaket, bir şeyleri değiştirmişti gerçekten..: Ama biz, "Artk hiçbirşeyeskisigibi olmayacak!" der- ken bunu, bunları, kendinizi mı kastedıyorduk yal- nızca? özlemlerimiz, umutlarımız bunlaria, bizlerle mi sınırfıydı?.. Yaşadığımız büyük felaket bizi değiştirirken, bizj yönetenlerin değişmezliği daha da belirginleşiyor- du. Daha ilk günden görmeye başlamıştık onlann değişmezliklerini. Sivil dayanışma gözlerini korkut- muştu. Paniğe kapılmışlardı. Kıskanryorlardı. Ya^ banci yafdnfl ekiplerinin malzemelerini gümrük ka- pılannda tutuyorlar, tıbbi yardımlan geri çeviriyorlar, toplanan paralara el koyuyorlardı. Beceriksizlikleri ortaya çıktıkça saldırganlaşıyorlardı. Deprem, onla- n çıplaklaştırmış, düzenbazlıklarını, yolsuzluklannı gözler önüne sermiştı. Batağa battıkça sertleşiyor; otoriterleşıyorlardı... Ölü sayısını bile saklıyoriar, el- lerinde tuttukları bılgi tekelıni kendilerıne yontuyor- lardı. Değışmedıkleri, değişmeyi düşunmedikleri için bizim değiştiğimizi de göremiyorlar, unutkanlığımn za güvenıyorlardı. Oysa "eskisi" gibi unutkan değil- dik biz! Soruyorduk: Yalova'da açılan Deprem Mü- zesi'nde veriien ölü sayısı, salt bu kente ilişkin ola- rak sizin verdiğiniz sayıdan 700 fazla! Niçin? Yanrt veremiyoriardı. Gerçekten de hiç değişmemişlerdi... Her şey rant, her şey kâr, her şey çıkardı onlar için. Yaptıkları inşaatların enkazı altından kamyon kam-, yon ölü çıkan inşaat şirketlerinin yeni deprem ko- nutlaVının yapımıyla görevlendinlmesi başka nasıl açık- lanabilirdi ki? Yaptığı konutlann neden olduğu ölüm- lerie adı en çok duyulan müteahhit, -başka ad al J tında da olsa-, aynı yerde işinin başındaydı yeniden! Nasıl oluyordu bu? Aradan bir yıl geçmiş, tek birso- rumlu bile ortaya çıkarılamamış, tek bir kişi bile yar- gılanıp mahkûm olmamıştı. Hayat onlar için aynen "eskisi" gibi sürüyordu... Bizim için değişen hayat, onlar için değişmemişti! "Artıkhiçbirşey eskisigibi olmayacak" derken, öz-j lemlerimize, umutlarımıza "onlan" da katmışsak gerçekten, yanılmıştık. Ama yanılarak öğreniyordı^ insan. Yeniden, yeniden yanılarak, bir gün yarnl-' mayana kadar... • ' Faks:0212-723 84 97 (e-posta: dkavukcuoglu@tuyap.com) B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4SOLDANSAĞA: 1/ Ortaçağ Av- rupası'nda top- rağı olan dere- beyi... Bir no- ta. II Madenle- ri yontmada kullanılan çelik araç... Sazanfa- rraJyastndan bir balık. 3/ Kah- verengi ve tüy- lükabuğuolan, C vitaminince 9 zengınbırmey- ve... Bir solukta çıkan- lan ses ya da ses birli- ği.4/Asya'dabirülke. 2 5/ Cünn. 6/ Eskı dilde 3 ayak... Çıplak vücut 4 resmi... Sahip, malik. 5 7/Yosunlann kökü an- g dırantutunmaorganı.. -, Ishal.8/Dokutelı...An- ' tik Yunan tıyatrosunda sahneye venlen ad. 9/ 9 Taparcasına sevme. YUKARIDAN AŞAĞIYA: ; 1/ Cınsel çekicılik. 2/ Anlann çıkardığı bir tür salgı...; Suda yaşayan tek hücreli bir canlı. 3/ " — Çokay":- Ressamımız... Zeybek. 4/ Beddua. 5/ tntıkam... Elekt-^ rik enenısinı kımyasal enerji olarak depo edenaygıt..., Tavlada üç sayısı. 6/ Gedık, yank... Dıngıl. 7/ Uzun- süre dayanabilmesi ıçın kurutulmuş ekmek. 8/ Hındis- tan'da büj'ük toprak sahıbı prenslere venlen san... "Al genr ilk sevgiliyi Beşıktaş'tan / Yaşamak isüyorum genç- liğıını — baştan" (C.S. Tarancı). 9/ Kurnaz, açıkgöz..: Çok yakışıklı, çok güzel.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear