17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 EYLÜL 1999 ÇARŞAMBA 14 Â U J \ [email protected] 56. Venedik Film Festivali'nde cazı, aşkı, savaşı ve umudu anlatan filmler Kiıııi egleneeli., ldııü hüzünlüKültür Servisi-1 Eylül'debaşlayan56. Venedik Film Festivali tüm hızıyla sürü- yor. Sınemaseverier, sanatçılarve özellik- le de eleştirmenler gerek yanşmah ge- rekse yanşma dışı bölümlerde gösterilen fılmlen ilgiyle ızhyorlar. Italyan La Stam- pa gazetesinde yayımlanan eleştiri yazı- lannda daVYoodyADen'myenifılmı 'Swe- et and Lowdown', Korelı yönetmen Yang Sun NVoo'nun 'Lies', Fransız yönetmen Be- noit Jacquof nun 'Pas de Scandale'. Po- lonyalı yönetmen Jerzy Sthur'un 'A We- ek in the lifc of A Man'. Avusturyalı yö- netmen Barbara. Albert'ın 'Nordrand', Italyan yönetmen \Iina diMajo'nun 'Son- bahar\Spike Jonze'un 'BeingJohnMal- kovkh' ve Kimberly Pierce"ın 'BoysDont Cry' adh filmleriyle ilgilı izlenimler ak- tarılıyor. Eleştirmenler, Allen'ın Sweet and Low- down gibi küçük bir fılmde bıle heyecan ve hayranlık uyandırmayı başardığı görü- şündeler. 1930'lu yıllarda yaşamış bir caz gitanstinın 'sözde' televızyon içın hazır- lanrruş bıyografisinin canlandınldığı film- de, tanıdıklan ve müzik çevreleri gitans- ti anlatıyor, ortak anılannı aktanyorlar. Gitanstin kleptomanhğından fare düş- manlığına, dilsız bir kadına olan aşkına ve e\ liliğine değin yaşamının en ınce ay- nntılanna giriliyor. Caz sanatçılannın ya- şamını yansıtan fılmın müzıklerirun de çok başanlı bir seçkinin iirünü olduğu belır- tiliyor. 'Allen kendini tekrarhyor' Yazıda özellıkle görüntü yönetmeni ZhaoFei'den övgüyle söz ediliyor. Son yıl- larda, filmlennde süreklı New York, en- telektüel burjuva sınıfı ve nevrotik karak- terlere ilişkin temalan kullanarak kendi- ni tekrarladığı gerekçesiyle eleştirilen Al- len da Svveet and Lowdown'da yaratıcılı- ğını kanıtlıyor ve hayranlanna keyifli bir çalışma sunuyor. Sinema yazan Lietta Tornabuoni ise kendı ülkesinde olduğu kadar Avrupa'da da çok ıyı tanınan 41 yaşındaki Sun VVoo'nun yenı Fılmıyle başlıyor söze. Lı- es isimlı filmde. 18 yaşındaki bir genç kı- zın, 3O'lu yaslardaki bir heykeltıraşla ya- şadığı aşk anlatılıyor. Tornabuoni, yönet- meni tarafından 'aşkuısacmaveumutsuz da otabilecegini gösteren bir film' olarak lanıtılan Lıes'ı şoyle anlatıyor: "tkisaat boyuncabeyazperdede birçiftin çeşitliotet odalanndaki sevişmelerini izledik. Bu cin- selliğin içinde şiddet \e sadomazoşist egi- limkr de vardı. Bir heykelüraş ve gençbir öğrenci rasdanüsonucutanısıyortarve bir anda tüm dünyayı unutup, işjerini, okul- lannu ailelerini terk edip tutkularuun pe- şine düşüyorlar." yönetmen Jane Campion, son çalışması 'Holy Smoke'un gösterimi nedeniyle başrol oyunculan Kate Winslet ve Harvey Keitel'la birlikte Venedik'te. 1993'te 'Piano' ile Oscar kazanan Campion, yeni filminde de yumuşak ve duyarlı yaklaşımıyla dikkat çekiyor. 'Holy Smoke'ta farklı yorumlara açık bir aşk öyküsü anlatılıyor. | pike Jonze'un kyönettiği Being Malkovich'te ünlü oyuncunun yanı sıra Cameron Diaz ve John Cusack rol alıyor. Film 200dolaral5 dakikalığına herkese Malkovich olma firsatı tanıyor. Tornabuoni. çiftin, genelde sanat eser- lerinde çeşitli yardımcı malzemelerle an- latılan sadomazoşızmı sadece çıplak vü- cutlanyla ifade ettiklerini, cinsellikte ya- şadıklan melankolı, neşe ve hazzı doğal- hkla yansıttıklannı; ancak fılmın yine de Nagisa Oshi- ma'nın 'Dtngu İmparator- luğu'kad.ü . % ccan vencı ol- madığını Knrtıyor. Tornabuoni. Sun Woo'nun, Jang Jung'un ro- manından uyarladığı Lies'da teknomüzik kullanarak ve güzel-çirkin, iyi-kötü gibi aynmlann ötesine geçerek fılme postmodern bir nite- likkazandırdığı görüşünde. Tornabuoni'nın yazısında ele aldığı ikinci film olan ve Benoit Jacquot'nun yö- nettiği «Pas de Scandak'da Fabrke Luc- hini, Mncent lindon ve Isabele Huppert başrollen paylaşıyorlar. Eleştırmen, yaşa- mı çeşitli skandallarla dolu Fransız oyun- cu, eski futbol takımı sahibı ve eski poli- tikacı Bernard Tapie'nin hapıs yattıktan sonra geçirdiği değişimin 'Pas de Scan- dale'aesın kaynagı olduğunuöne sürüyor. Venedik'te Altm Aslan için yanşmakta olan fılmde, mahkemeyle başı derde gıren bir işadsrmının başından geçenler ve televiz- yon muhabiri olan erkek kardeşinin ken- disi için giriştiği medya mücadelesi an- latılıyor. Tornabuoni'ninyazısınakonuettığibir dığer film olan 'A Week in the Life of A Man'de Jerzy Sthur yönetmenliğın yanı sıra başrolü de üstlenıyor. Film. 7 gün içinde hayatında bir sürü ha- rika şey olan. 50 yaşındaki AdanVın ö\ küsünü anlatıyor Yenı birev alıyor, kitabı ya>im- lanıyor, kansı çok önemlı bir ödül kazanıyor, şarkı söyle- dığı koro Avrupa turnesine çıkma firsatı buluyor. Kısaca- sı yaşamı boyunca parasızlık çeken. türlü sorunlarla müca- dele eden Adam'ın şansı dö- nüyor birden. Tornabuonı 'mükemmel' olarak değerlendinlebilecek biryapım ol- masa da Sthur'un güzel noktalara değin- diğmi ve özellikle de fılmın müzikJerinın çok başanlı olduğunu belırtiyor. Eleştırmenin dikkat çektıği ikinci film 'Nordrand' ise farklı sosyal kesimkrden beş gencın Viyana'daki karşılaşmalannı anlatıyor. Bir araya gelen gençler rüyala- nnı, umutlannı ve düş kınklıklannı pay- laşıyorlar. Uzun sohbetler sırasında da hepsinin geçmişlerinde uzanan, unuta- madıklan çeşitli acılar çıkıyor ortaya. Gençlerden bin komünıst Romanya'da geçen çocuklukyıllannı, bir diğeriyse Sa- raybosna'da kalan ailesıne olan özlemini aktanyor BarbaraAlbert'inyönettiğifilm, beyazperdede Bosna savaşının izlerini sû- rüyor. Beş genç. belleklerinde yer etmiş, acı veren görüntülere karşın yaşamaya ve birbirlerini sevmeye çalışıyorlar. Eleştırmen, yönetmenlen ikı farklı ku- şaktan geliyor olsa da 'A Week in the li- fe of A Man' ve 'Nonirand' filmleri ara- sında ilginç bır kesişme noktası olduğu- nu savunuyor: "tki filnıdeki karakterler birbirlerineçokbenzi\or;tuhafbirınelan- koiL, insan sevgisi ve yaşama umuduna sa- hipkr. Aynca \ önetmenlerin ışığı \e im- geleri kuUanış biçitnkri. dilleri ve senar- yolan da çokbenzer. tki film de son dere- cede duyarh." Narsist bir heteroseksüel Bır başka sinema yazan Akssandra Levantesi ise yanşmalı bölüm dışında göstenlen bazı filmleri ele alıyor. Bunlar- dan ılkı, Mina Di Majo'nun, Günümüz Si- neması başlıklı bölümde yer alan filmi 'Sonbahar'. Filmde, narsıst bir hetero- seksüel in kendini arayışı anlatılıyor. Le- vantesi, Sonbahar'ın yönetmeni Di Ma- jo'nun, Woody Allen ve Nanni Moret- ti'nin ironık nevrotıkkaraktermodellerin- den esmlendiğıni öne sürüyor ve fılmi 'biraz amatör ama eğlenceü" olarak nite- lendiriyor. Levantesı'nin ele aldığı birdi- ger film de Spike Jonze'un yönettiği Be- ing John Malkovich' Malkovich'in yanı sıra John Cusack'Ia Cameron Diaz'm rol aldıklan filmi de son derece eğlenceli bulduğunu belırtiyor Levantesi: "tnsan akhna 0rvn gizli bir kapının keşfedflme- siyle. herkes için sadece 200 dolara 15 da- kikahğuıa John Malkovich olma firsatı doğuyor." Levantesi son olarak da Kim- berty Pierce'ın yönettiği 'BoysDont Cry' fılminden söz ediyor. Pierce filmde, küçük yaşlardan beri kendini erkek gibi hissettiği için çevresin- den tepki alarak 21 yaşında öldürülen bir genç kızın öyküsünü anlatıyorve birAme- rikan trajedısı sunuyor izleyıciye. Levan- tesi, erkek kılığmdakı genç kızı canlan- dıran Teena Brandon'm ve-eski çocuk yıldız Hilary SiVank'm filmde oldukça başanlıbir performans çıkardıklannadik- kat çekiyor. John Bayley, eşi ünlü yazar Iris Murdoch'un son yılmı anlatırken acısını okurla paylaşıyor Sevmenîn, unutuşıuı ve öliimün kitabıKûltür Servisi - 30 y ıl boyunca Ingiliz ro- manına hükmeden yazar Iris Murdoch'un Alzheımer hastalığından ölümü, en az ki- taplan kadaretkılemıştı insanlan. Yapıtlann- daki müthiş zekâyla karşıthk içinde, belle- ğini yıtirerek yaşama veda etmesi gerçekten düşündürücüydü. Murdoch'un eşı John Bay- lej'ın. kansınm son yıhnı anlattığı 'Irisand theFriends:AYearofMemories' başlıklı kı- tap Ingıltere'de yayımlandı. Çektigi acılar onu yazmaya itti Kesik Bir Baş ya da Ağ gıbı romanlara im- za atan. Metaphysksasa GuidetoMoralsad- lı çalışmasıyla modern felsefenin yüzünü değiştıren bu kadının. adıru bıle anımsaya- mayacak duruma düşerek ölmesınden etki- lenmemek tabiı ki olanaksız. Bayley yazdı- ğı kitapta, ona kendı elleriyle yemek yedir- mesine karşın, Murdoch'un yine de yemeyi beceremedığinı. bır şeyler mınldandığmı ve garip sesler çıkardığını belırtiyor. Bu nokta- da. 'Sartre,Romantik Rasyonaüsf kıtabmın önsözünde 'Felsefe bütün bir sistemolamaz, çünkü dünya raslanüsaldır ve çesitlilikleri sonsuzdur' tümcesını yazanın da aynı kişi olduğu geliyor akla. Murdoch'un düşüşüne ve ölümüne tanık olmak, bır araba kazasını izlemeye benziyor. Sevdiğıniz şeylerin aslın- da ne denlı incinebilir ve ölümün ne denli ani olduğunu görüyorsunuz. 'Iris and the Fri- ends: AYearofMemories'. Bayley'm, geçen yıl yay ımladığı 'Iris: A Meraoir'in ardından Murdoch üzerine yazdığı ikinci kitap. Kıtap kurgulanmışlıktan, yapaylıktan ve hatta zıh- nin çok bılınçlı bir anında yazılmış olmak- tan tamamen uzak. Bunun nedeni, yanı çek- tıği acının Bayley'ı yazmaya ıttiği açıkça gö- rülüyor. Yaşadıklannı anlatarak. acısını okur- la paylaşıyor adeta. AnımsavTŞ, unutuşla eşzamanh Yine eskilerden bır görüntü, birkaç yıl ön- ce yayımlanan bir fotoğraf geliyor akla. Bay- ley ve Murdoch Kuzey Oxford'daki evlen- nin mutfağındalar... Hayli dağınık bir yer bu- rası. ama sevünli eşyalarla dolu; tıpkı Bay- ley'in kitabı gibi. Iris and the Friends, Mur- doch'un son yılıyla, Bayley'in geçmışe ait anılannı buluşturan bir çalışma. Bayley, ken- dısinı anlayamayan ya da konuşamayan bi- riyle aynı evde yaşamanın yaratüğı yalnız- hk duygusundankaçmak için gecmişi düşün- meye başladığını belirtiyor. Kısacası Bay- ley'in anımsama sürecı. Murdoch'un unutuş süreciyle eşzamanh olarak gelişıyor. Kitabın en iyı bölümleri, Bayley'in, son yı- lında kansına karşı oluşan kanşık duygula- nnı anlattığı bölümler: "Çfleden çıkmadan gecirdiğim bir gün obmıyor. Iris'e bagırma- dan,ona Senınle ne yapacağımı bılmiyorum, benı tüketiyorsun" yadabazen gülümscytrek "Senden ne denli nefret ettiğım konusunda bır fikrin \ar mı'.'" dije nsıMamadan geçir- diğim bir gün_" Bayley kıtabında, her gece eşını yatağa yatırabilmek için nasü bır mücadele verdi- ğini ve eşinın her sabah erken saatlerde na- sıl evden dışan fırlayıp kaçmaya kalkıştığı- nıda anlatıyor. Bırcenaze töreninden dönüş- te ise yolun ortasında arabadan aşağıya atla- mış. Bayley, bu olayın ardından neler hisset- tiğini şöyie anlatıyor: "Tanışöğımız gflnden sonra. 50yıan ardındanUkkezonunla yalmz kalmaktan korkuyordum.Kendimiçdgmbir kadının >anında bulmu^tum." Bu 'çdgm ka- duı' artık Bayley' ın eşine duyduğu aşkın bir imgesi belki de... Tıpkı bir öncekınde oldu- ğu gibi yenı kitaptada, sev diğindenmahrum kalmış bır kocanın anlattığı sıradışı ve do- kunaklı aşk öyküsüne tanık oluyor okur. Iris Murdoch'uneşiJohn Bayley'inkitabıkurgulanmışuktan,yapajlıktanve hatta âhnin çok bflınçli bir anında yazıhmş olmaktan tamamen uzak. ertuğrul oğuz fırat Japon yönetmen, samuray aşkını anlatan bir film çekti Oslıima setlere döndü YAPI^TKREDi KÜLTÜR SANAT - YAY1NCILIK retrospektif resim sergisi ^ 8 eylül -1 ekim 1999 r r» r'İMKredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi İstiklal Caddesi No: 285 Beyoğlu - İstanbul Kültür Servisi - En son 1986 yapımı 'Aşkun Mas'den ben uzun metrajlı bir fılrnçevırmeyen. 'Dmgularİmparator- luğu'nun Japon yönetmeni, 67 yaşında- ki Nagisa Oshima, samuraylar arasın- daki eşcınsel tutku ve arzulan konu edi- nen yeni bir film yapıyor. Bu film 'Duy- gular İmparatorhığu'ndan sonra. Oshı- ma'nın geniş seyirci kitlesıne ulaşacak beşinci film olacak. Yabancı fınansman- dan yardım alan fılmin bütçesı, Oshi- ma'nın kendiyapımevı ve Shochıku şir- ketı tarafından karşılanıyor. Oshima. Shochikuşırkennden 1960'h yıllarda. sa- vaş sonrası Japon sınemasına karşıt bır film yapmak için aynlmıştı. Oshima, RyotaroShiba'nınbirromanındanesm- lenerek yenı fılmı 'Gohatto'nun senar- yosunuyazmaya ginşti. Üç yıllık bırne- kahat dönemınden sonra fılmın yapımı kesinleşti. Müziklen Japonya'nın Da- vid Bovvie'si Ryukhi Sakamoto tarafın- dan yapıldı. 'Gohatto', 'Shinsen Gumi" birlıklen ıçındekı katı kurallara gönder- meler yaparak, Meıjı restorasyonunun ve Japonya'nın batıya açılışının eşiğinde Japon yönetmen Nagisa Oshima. shogun müessesesinı korumak ve 1865 rejimine karşı çıkanlan ortadan kaldır- mak ısteyen seçılmiş bır ordunun müca- delesini anlatıyor. Grup üyelennden bir- kaçı, 16 yaşındaki Ryuhei Matsuda ta- rafından oynanan genç ve yakışıklı So- zaburo'nun gönlünü çalmaya çalışıyor. Samuraylar eşcinsellikten açıkça söz edebılıyorlar. Ama öncüleri görevlenn- den saptınp üstüne yemin ettiklen bır- çok ka\Tamı ihlal etmeye yönelttıği za- man, bir tabu haline geliyor eşcinsellik. 'Shinsen Gumi" bırlıği, Japonya'da çok iyibilıniyor Bubırliköldürmeamacıy- la hedefe kılitlenıyor. "Beni büyüleyen bu tabular değil, bu gerilime bağb olan erotizmdi" dıyen Na- gisa Oshima eklıyor:'*Tabular olduğu zaman insanlar sürekli onu ihlal etmek içinçahşırlar." Ekibın çalışma&ından ol- dukça memnun olduğunu söyleyen Os- hima, oyunculann doğallıklannı yitir- dikleri düşüncesıy le. sahneleri tekrar tekrar çektırmekten pek hoşlanmıyor. Tüm aktörlen kendi seçen yönetmen, sonuçtan memnun kalmasında bunun büyük önemı olduğunu belirtiyor. Bu son fılmı 'Gohatto'nun, yaklaşı- mı ve sinemasal ıfade tarzıyla da Nagi- sa Oshima'nın yaratıcılığından ve bağım- sız ruhundan hıçbır şey kaybetmedıği- ni kanıtladığı ileri sürülüyor. DEFNE GÖLGESİ TURGAY FtŞEKÇt ÇokSatmak J Bir süredir kimi yazariarımızın kitaplannın sa- tışlan on binli sayılaria anılmaya başianınca tar- ttşmalar da beraberinde geldi. "Bu denli satıyorama, acaba okunuyor mu?" "Böylesisatışları tanıtım kampanyalan mı sağ- hyor?" "Satış amaçlıyazariar, kitaplannıyazarken ge- rilim, cinsellik gibi çekici unsurları mı öne çıka- nyohar" vb. öncelikle şunu belirtmeli: Tek tek kitapların çok satması, ülkemiz için yeni bir olgu değil. Re- fik Erduran'ın, Haldun Sel ve Ertem Eğilmez'le birlikte kurduğu Çağlayan Yayınevi (1954) her ki- tabını on binli sayılarda basıyordu. Sonra Yaşar Kemal. Ince Memed'in ilk bası- lışından bugüne dek geçen 48 yılda hiç durma- yan satışının milyonu geçtiği rahatlıkla söylene- bilir. Nâzım Hikmet, Sait Faik, Orhan Veli de sü- rekli yapılan yeni basımlarıyla yüz binleri çoktan deyirdiler. Özdemir Ince, "Vahık" dergisinin eylül sayı- sında bu konudaki güncel tartışmalara yeni yak- laşımlar getiriyor: "Kitap da bir maldır, tanıtıla- rak tüketilmesi sağlanabilir" düşüncesine karşı çıkarak, sanat yapıtının başka ürünlere benze- memesiyle tek olma özelliğine sahip olduğunu, bu benzersizliğin onu yaratan sanatçının dünya- sının benzersizliğinden kaynaklandığını söylü- yor. İkinci olarak, malın tüketim için, sanat yapıtı- nın ise alımlama için üretildiğini, dolayısıyla tü- ketimle yok olan malın değil, okumayla tüketil- mesi olanaksız sanat yaprtıyla karşı karşıya ol- duğumuzu söylüyor. Buradan ortalama sayısı 1000-5000 arası olan kitap okurlarının tanıtımla nasıl yüz binlere çıka- bildiği olgusuna geçiliyor. Ardından da sav geli- yor. Tanrtım sektörü, kitap tüketicisi yaratabilmek- te, ama alımlayıcı okur yaratamamaktadır. Bu- nun göstergesi, çok satılan kitapları alan tüketi- ci okuriar, buradan başka kitaplara ilgi duymak gibi bir çabaya yönelmemekteler. Oysa, lyi bir yazar okurunu bir başka iyi yazara, iyi bir yapıt da bir başka yapıta gönderir. lyi biryazarya da yapıt okurunu kendiafyonuyla uyuşturmaz, ona yetinme ve doyma duygusu vermez ve onu ken- dine tutsak etmez; tam tersine onu özgürleşti- rir, iştahını açar, ufkunu genişletir." Dolayısıyla tanıtım, yeni tüketiciler yaratabilir ama, gerçek okur yaratamaz. Tanıtımın bir başka olumsuz sonucu ise, tanı- tıcılann neyin daha çok sattığını önceden sap- tayarak, yazara "şunları yaz, şöyle yaz" deme- si, yazann özgür iradesinin ticaretin buyruğuna girmesi olacaktır. • • • Edebiyatımızın geçmişine baktığımıztJa çok satışlı yazarlar deyince önce mizah yazarları ak- la geliyor. Aziz Nesin, ellilerden doksanlara kırk yıl bo- yunca, sayılan doksanı geçen yapıtlanyla hep çok satan oldu. Ne ki okuriar için "gülmece yazan" olmaktan çıkamadı. Okumaya Aziz Nesin'le başfayarak, sonradan edebiyat okuru olanlann oranını bilemiyorum. Gözlemlerim, Aziz Nesin'in yalnızca kendi oku- runu yarattığı yolunda. On yılı aşkın süredirTÜYAP Kitap Fuan'nda Aziz Nesin kitaplannın satıldığı bölümde çalışıyorum. Iki tür okur gördüm karşımda. Birincisi ortaöğ- renim çağındaki öğrenciler. Severek, coşkuyla alı- yoriar kitaplannı ama Aziz Nesin dışında başka kitap aldıklarına pek rastlamadım. Ikinciler ye- tişkin yaştakiler. Onlar da coşkuyla yeni kitapla- n var mı, arada okumadıkları kalmış mı diye ba- kıyorlar, bulduklannı alıyorlar. Onlann da başka kitaplarla ilgilendiklerini görmedim. Bu alanda bir başka trajik örnek Rıfat llgaz. Çağdaş şiirimizin önemli şairlerinden biri olan Rı- fat llgaz, Hababam Sınıfı'n\ yazmamış olsaydı, bugün belki de adı hiç bilinmeyen bir yazar ola- caktı. Peki Hababam Sınıfı'y\a Rıfat llgaz'ı tanı- yan yüz binlerce okur, şair Rıfat llgaz'ı. romancı Rıfat llgaz'ı tanıyor mu? Hayır. Ne yapmalı? Tanıtımla ya da başka etkenlerle ortaya çıkan okuaın gerçek edebiyat okuru olmadığı ortada. Eleştirel bir kafa, bir sanat yaprtından tat ala- bilme, onu irdeleyebilme... bunlar uzun eğitim- lerin, güzelliklerte dolu yetişme yıllannın ürünü ola- bilir. Oturduğu evieri depreme dayanıklı kuramayan toplumumuz, aydınlık kafalı insanlar yetiştiımek- te de çok yetersiz. Kitap fuarlanndaki bir başka gozlemim de şu. ûğrenim programlarında Flaubert, Stendhal gibi klasik yazaıiarın yapıtları bulunan liselerden gelen gençlerin seçtikleri kitaplar da düzeyleri- ne uygun oluyor. K Ü L T Ü R » Ç t Z t K KÂMÎL M A S A R A C I
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear