14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3EKİM 1999PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Kastamonu Gölköy'de 20 köy enstitüsünden biriydi Kastamonu'deki Gölköy Köy Enstitüsü. Elma bahçeleri, kavaklıklan ile 280 dönüm arazi üzerine kurulmuştu. Öğrenciler kendi elleriyle yapmıştı binaları. Köy enstitüleri kapatıldıktan sonra llköğretmen Okulu olmuştu. Şimdilerde Anadolu Oğretmen Lisesi olarak hizmet veriyor. Gölköy Köy Enstitüsü'nden mezun olanlar Gölköylüler Vaktfı'nı kurdular; amaçları bir "Oğretmen Akademisi"ne dönüştürebilmek eski okullarını ve yanı sıra "Köy Enstitüsü Müzesi" olarak korumak. Ne ki duyduklarına göre Kastamonu Valisi, başka bir yere taşınmak üzere okulun boşaltılmasını istemiş. Genelkurmay Başkanlığı, Kastamonu'daki köy enstitüsünün arazisine bir askeri birlik yerleştirecekmiş. Gölköylüler Vakfi Başkanı Mehmet Sazak, "Duyduklanmız doğru mu" diye soruyor. Bilen var mı? Elektronik posta: som©posta.cwnhuriyetcom.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - Vatiter televizyon yaytnlannı durdurabilecekmiş... "Haberieri kaymakamlar okursa sorun cıkmaz!" G üreşçiydi. Türkiyeşampiyonluğu vardı. Mil- li takımaseçilmiş, ay-yıldızlı formayı giymiş- ti. Sporakademisini bitirmiş, oğretmen ol- ı 1 muştu. Devlet memuruydu. Bir gün okul çı- kışı sivil polisler gelmiş ve üzerinde yasadışı bir ör- gütün dergisini bulmuştu. Dergi için toplatma kara- rı vardı ama dergi piyasada satılıyordu. Gözaltına alınmıştı. Sonra tutuklanmıştı. ' •- Artık cezaevindeydi. Yasadışı örgüte yardım ve yataklık ettiği iddiasıy- la yargılanıyordu. Beş yıla kadar hapsi isteniyordu ve beş aydır ha- pis yatıyordu. Araya adli tatil girmişti. Eylülde duruşması vardı. Adli tatilden sonra asıl mahkeme heyetinin karşısına çıkacaktı. Tahliye edileceğini umuyordu. Hayalleri vardı. Bir insan Mesleğine dönecekti. Tayinin memleketine çıkmasını istiyordu. Dava sonuçlanıncaya kadar açığa alınmıştı ama cezaevinde yatarken devlet maaşının üçte birini ödüyordu. Gençti. Dava sonuçlanıp da beraat ettiğinde devlet, öğ- retmenliği yokuşa sürerse güreş ve halk oyunlan dersleri vermeyi planlıyordu. ölümü düşünmüyordu. Ama ölümcül hastalara yardımcı olmak için organlarını bağışlamıştı. Eylüldeki duruşmaya çıkamadı. Çünkü cezaevinde sayım verilmiyordu. Sonra isyan çıktı. Cezaevindeki olaylar sırasında öldürüldü. Avukatının alınmadığı otopsi sonunda hazırlanan rapora, "Ateşli silah, tüfek mermisi yaralanmasına bağlı kafa, kubbe ve kaide kemikleri çok parçaiı kı- kırdakları ile karakterli beyin kontüzyonu ve katasıy- la kolon delinmesinden gelişen iç kanama" nede- niyle öldüğü yazılmıştı. Cenazesi morgda iki gün bekletildiği için bağış- ladığı organlar kullanılamadı. Başkalannın yaşamını kurtaramadı. Ailesi cenazesini alıp memleketine gitti. Cezaevinde başka mahkûm ve tutuklular da öl- müştü. Cenazeler ya gizlice gömülmüş ya da gö- mülürken olaylar çıkmıştı. Milli güreşçi ve oğretmen Ahmet Savran'ın ce- nazesinde ailesi ve yakınları vardı. Gözyaşı vardı. Slogan atanlar yoktu. Ahmet Savran'ın yasadışı örgütle bağlantısının ol- madığı mezannın başında anlaşıldı. Geç kalınmıştı! SESSİZ SEDASIZ (!) NVRİKURTCEBE ABD'de hüppiyetin tadına varmışlar Amerikalı Merve'nin babası Teksas Imamı Yusuf Zia Kavakci, Ameri- ka'ya yerleşen genç kuşak Müslü- manlarîa ilgili olarak "Texas Montty"ye demeç vermiş: "llk Müslümanlar eğitim için gel- mişlerdi. Geri dönmeyi düşünüyor- lardı. Fakat memleketlerinde insanlar ya kuvvet kullanarak iktidara geliyor ya da ordu ülkenin yönetimini dikte edi- yordu. Müslüman ülkeler ne yazık ki böyle. Bu nedenle Müslümanlar hür- riyetin güzeiliğini tadınca burada kal- dılar." Bu ne güzel hürriyet böyle... Texas Imamı Kavakci, umanz Ric- hardson'daki "cami"sine üç şere- feli klasik bir minare inşa etme izni de alır. Çünkü Amerika'daki "hürriyet" şimdilik bu izni vermiyor! Özden'den özlü ve sözde sözlerAnayasa Mahkemesi'nin eski baş- kanı Yekta Güngör Özden, dostları- nın önerisi ile söyleşi ve yazılarında- ki kimi sözlerini, "özlü Sözler-Sözde Sözler" başlığı ile kitap yapmış: "Aklın ve aşkın yaşı yoktur", "Ne- reden geldiğini bilmeyen, nereye git- tiğini bilemez", "Kendini yenebileni kimseyenemez", "Yürümeyeceksen ayağa kalkma", "Sizi öpmek isteye- nin dudaklarından çok diş- lerinedikkatediniz", "Zama- nında köşesine çekilmeyeni köşeye sıkıştırırlar", "Konuşması ge- rekenlerin sustuğu yerde susması ge- rekenlerkonuşur", "Paraylasağlanan iyilik, gerçekte parayla durdurulan kö- tülüklerdir", "Ucu kaçırılan ip boyuna dolanabilir", "bayrağı alkışlamaktan çok dalgalandırmak beceridir". ÇED KÖŞESt OKTAY EKİNCİ 'Depremzede' Siyasetçiler... (2) Geçen haftaki ÇED Köşesi şu sorularla noktalanmıştı: Türkiye'deki imar felaketlerinin "siyasi sorumluları" neden sor- gulanmıyor?.. Örneğin fay üze- rinde inşaat yapan hesap veriyor da aynı inşaata "imar izni sağla- yanlar" neden hâlâ sağda solda nutukçekiyorlar?.. Gerçekten de hem savcılar, hem de yurttaşlar. deprem yıkımJannın sorumlulan konusunda bir bakı- ma "en kolayını" da seçerek, sa- dece inşaatçılann ve teknik ele- manlann peşlerine düşmüş du- rumdalar. Şehircilik ilkelerine ve mimarlık-mühendislik kurallan- na "uymamayı" genel imar po- lîtikası halıne getirenler ise ülke- yi ve kentleri yönetmeye devam ediyorlar... Peki bu nasıl oluyor? Yine ge- çen haftaki ÇED Köşesi'nde Be- kir Coşkun'ndan alıntı yaparak örneklediğimiz gibi; sözgelimi Yunanistan"da depremden hemen ğı gözetilmeden" inşa edildiği için yıkılan binalar önemli bir miktan olusturuyorlar. Bunlann da müteahhitleri. mimarlan ve mü- hendisleri hakkında soruşturma- lar açılırken. aynı binaya inşaat izni saglayan ve faya rağmen çok katlı imar durumu veren "imar planı değişikliğinin" yasal so- rumlusu "belediye başkanı" ve "meclis üyeleri" ise sanki birer parlamenter gibi tam bir "doku- nulmazlık" içındeler... Bunun nedeni ise kendilerini "güvencede" gördükleri ve aynı nedenle de bılime aykm hukuk dışı imar planı kararlannı "cesa- retle" almalanna olanak sagla- yan yasalar... Bir belediye başkanının imar suçlanndan ötürü de yargılana- bilmesi için, önce "vali"nin ve sa- yısız "üstdüzey bürokratın", o ilde temsil ettikîeri "devlet" adı- na, aslında siyasi kimlik taşıyan belediye başkanı için "Iflzum-u Topluma "bir ev, bir araba anahtan" vaadiyle iktidara ge- lenler, bu manzaranın da siyasi sorumluları değil midir?.. sonra "bütün belediye başkan- lan hakkında" soruşturma açı- lırken. bizde neden hiç değilse "savunmalannı almak" bile sav- cılann gündemine gelemiyor?.. Çünkü bizim bu konuya yön veren kanunlanmız, insanlanmı- zın güvenli yaşama haklarını de- ğil, bu haklan sağlamakla yüküm- lü "yöneticileri korumak" için düzenlenmişler. Örneğin, kaçak inşaat yapan vatandaşların, (o da sadece dep- remden depreme) "suç işiedikle- ri" akla gelebiliyor ama aynı va- tandaşa: "sen yap, sonra ben sa- na parayla tapu vereceğim" di- ye umut ve cesaret dağıtan poli- tikacılar hakkında "dokunulmaz- lığı" nedeniyle dava bile açıla- rruyor. Böylece "suç" sorgulanırken, suçu "teşvik" edenler ve hatta "halkı suç işlemeye tahrik eden- ler", hani şu "hür düzen" diye övündükleri sistemin yıllardır key- fini çıkartıyorlar... • • • tşte bu "siyasetçiyi koruma" hukuku. sanıldığı gibi sadece par- lamentoda değil. "kamu vöneti- minin" tüm kademelerinde ve özellikle "belediyelerde" de ge- çerli durumda... Yine deprem tartışmalany la ör- neklersek, söz gelimı aslında çü- rük olmadığı halde "fayın varlı- muhakeme" (yargılanması ge- rekir) karan vermeleri gerekiyor. Bu karan verebilecek devlet görevlisi ise "makamında kal- mayı" yine o belediye başkanının da içinde bulunduğu "siyasi gü- ce" borçlu olduğundan, Adapa- zarı'ndan Avcılar'a dek 250 km"lik bölgedeki sayılan yüzü aş- kın hiçbir eski ya da yeni imar planlanndan sorumlu olan bele- diye başkanı, insan yaşamı yeri- ne rantı gözeten "hukuk dışı yet-- ki kullanımlanndan ötürü" hâ- lâ yargıç karşısına çıkmış değil- ler... çıkacağa da benzemiyorlar... • • • Peki, "merkezi hükümetler". yerel yönetimleri "kente karşı suçları" konusunda neden böy- lesine "dokunulmaz" kılmışlar? Ömeğin şimdi aynı suçlar nede- niyle felâkete dönüşen depremin sorunlannı da merkezi hükümet üstlenmiyor mu?.. Bu sorunun yanıtı ise bir son- raki ÇED Köşesi'ne bırakılma- yacak kadar kısa ve açık: Adapa- zan'nda Toyota'ya, Gölcük'te Ford'a devlet töreniyle izin veren merkezi yönetim, aynı kentleri "apartman yığınlarıyla ezen" yerel yönetimi de adeta bir "suç ortağı" olarak korumak zorunda kalıyor... Bu nedenle de balık zaten hep "baştan" kokuyor... HAYVANLAR ÎSMAIL GÜLGEÇ KİM KİME DUM DUMA BEMÇAK behicak@turk.net ÇİZGtLİK KÂMİL MASARACI HARBt SEMtH POROY TARÎHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 3Ekim I Cter~on/- <S*n*ici O£ FULTON'üNır CLERMONTn ADU GEMİSİ BUSÜM, emef f'ÇÎA/ ÇA6A M4SC4- ', 4-f METKE 'CLEKMONT''ADLİ GEM/SlUr SUYA İNPİHMİÇTİ. ftCİ y/tAt/A/D/1 8ULUNAN PEOAi.Lt SUMA^Lf I3EMİ, HUDfOtJ NEH&I U££R(MDE, /Uj4S/'LMrÇTİ!DEMEMEMİN l'STENDİSİ 13 T74ME GEMI //Vf4 ET- GEUÇMENİN ÖNCÜ- OLMUÇTU.. PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU Bakma Bana Öyte!.. Bakma!.. "Büyük patlama" Hüsniye Hanım'ı, akşam yeme- ğı sonrası komşusu "Delı" Hacer'in evde kalmış kı- zına kahve falı bakarken yakalamışt). Elindeki fincan bir yana, kendisi bir yana fıriamıştı. Dizleri üzerinde kapıya doğru emeklerken aklı hâlâ dinlediği "yalan, ama güzel" sözlerde kalmış, oturduğu sedırde "Bı da- ha bakacaksın diimi, teyze..." diye sorup duran Nur- gül'e bağınyordu, "Yere yat! Hemen yere yat!.." Dı- şan çıktıklarında, karşılaştıklan manzaradan kork- muşlardı... Çevreyi siyah birduman kaplamıştı. Göz gözü görmüyor, evin iki adım ötesinden geçen Kü- çüksu Deresi'nden alevler yükseliyordu. Büyükler hep "Bina ilezina çoğalacak, başımıza taşyağacak!" derlerdi. Doğruydu. "Bina ilezina" çogalınca, önce yer sarsılmış, başımıza taşlar yağmıştı. Şimdi de de- reler patlıyor, alev alev yanıyordu. Alevler, çevrede- ki evlerin kapılarına, pencerelerine, bahçe parmak- lıklarına sıçramıştı. İnsanlar panık içinde bir oraya bir buraya koşuşturuyorlar, ellerindeki su dolu kovalar- la can yongalarını kurtanmaya çalışıyorlardı. Ya de- re?.. Derenin yangını nasıl sönecekti?.. Su, suyu sön- • dürmüyordu ki... Hüsniye Hanım, yanından koşarak geçen bir de- likanlının, "Ne olmuş oğlum?.." sorusuna verdıği ya- nrta içerlemişti... "Bokpatladı, teyze... bofc'.."Terbi- yesiz herif!.. Sonra düşünmeye başlamıştı... Şu Üm- raniye ne belalı bir yerdi? Beş altı yıl önce de "çöp- lük" patlamış, 27 kurban vermişlerdi. Kimi mahalle- li gençler o zaman, "Çöplük Şehitlerine Yardım Der- neği" kurmaya kalkışmışlar, ama etraftan yükselen "Çöpün de şehidi mi olur, lan..." yollu itirazlar üzeri- ne bu girışımlerinden vazgeçmişlerdi. "Çöp" patla- dığınagöre "öo/c"dapatlayabilirdi... Niyeolmasındı?.. Eli karnına gitti, hafifçe ovuşturdu. Belki de haklıydı oğlan... Aynı akşam televızyonda "Ümraniye'de De- re Faciası" habenni iziediğınde o delıkanlının arka- sından "/cöfü"düşündüğüne pişman olmuştu. Dere kenanndaki sanayi tesislerinden suya bırakılan kim- yasal atıklar, aynı dereye akan insan "kazuratı"y\a dip- te kanşıp, yıllar içinde gaza dönüşmüş, sonunda ın- filak etmişti. Hüsniye Hanım'ı televizyon karşısında bir gülme krizi tutmuştu. "Altımızda, üstümüzdebokmuş me- ğer!.." deyip deyip gülüyordu. Televizyon çoktan başka görüntülere geçmışti. VVashington'da, Beyaz Saray'ın bahçesinde Başbakan Bülent Ecevit ko- nuşuyor, gelişen Türkiye-lsrail, -pardon, Amerika Bir- leşik Devletlerı- ilişkılerinden söz ediyondu. Keşke ne- ler söylendiğini anlayabilseydi... "Ah, bu cahillikyok mu?.." Ne güzel demistı Ibrahim Tatlıses: "Urfa'da Oxford vardı da, bizmigıtmedik?" Hüsniye Hanım'ın gülmesı geçrrnşti. Şimdi pür dikkat Adalet Bakanı Hik- met Sami Türk'ü dınlıyordu. Bu yaşlı, sevimlı adam, güzel güzel konuşurken bir ara durmuş, gözlerini, Hüs- niye Hanım'ın gözlerine dikip, sormuştu: "Niçin isti- fa edeyim?" Cezaevlerinde son dokuz günde tam on dokuz insan öldürülmüştü. İnsanlar kim vurduya gi- diyor, sorumlu bakan ise istifasını Hüsniye Hanım'a şoruyordu. Yeniden gülmeye başladı... "lyibe!.. Sen istifa etme de ben edeyim bari!.. O Burcu kahpesi de görsün gününü..." "Burcu kahpesi" dediği, son altı aydır haftada bir temizliğe gittiği Çengelköy'de- ki yalının dazlak kafalı, yaşlı sahibinin genç metre- siydi. 'Niçin istifa edeyim?.." Hâlâ gülüyordu. "Ek- mekparası işte..." Dünyada bunlar olurken, aynı akşam Ortaköy'de, , Esma Sultan Yalısı'nda seçkin davetlilere sanatsal bir ' "perfoırnans" sergileniyordu. Uzuri bfr masada T Jft. • Isa ve on iki havarisi oturmuşlar, "son yemek"lerini yiyorlardı. Masanın önünde Müslüm Gürses şarkı söylüyonju. "Bakma bana öyle!.. Bakma!.." On iki ha- variden biri gözlerini Isa'dan kaçırmaya çalışıyordu. Alçak bir ispiyoncuydu o! Mesih'i Romalılara ihbar etmiş, şimdi vicdan azabı çekiyordu. "Bakma bana öyle!.. Bakma!.." Bu performans, sanat çevrelerince "kavramsal sanaf'ta ulaşılabilecek en uç noktaların- dan biri olarak degerlendiriliyordu. Hüsniye Hanım, televizyonu kapattıktan sonra gidip yattığı karyola- sında, kapısının önündeki feryat figanı duymayıp da "ne oluyor?" diye kalmasa, bu sanat olayının hiç far- kında olmayacaktı. Kapıya çıkıp, daha "Neyapıyor- sunuz burada?" diye sormadan, çocukların sarhoş olduklarını anlamıştı. Yaşları on beş, bilemediniz on altı olan çocuklann göğüsleri kan içindeydi. Kıl bit- memiş göğüslerini "jiletliyorlardı". "Ah ulan baba... Ah..." Hüsniye Hanım'ın içi burulmuştu. "Baba'yı sosyeteye kaptırdık, teyze... Gitti Baba..." içlerinde en uzun boylu olanı salya sümükağlıyor, dövünüyor- du. Onlar, "heracının tiryakisi" garibanlardı ve "çağ- daş sanat"uğruna yitirdikleri "babalan "na yanıyorlar- dı. Yaşlı kadın ise ne yapacağını bilemiyordu. "Bak- ma bana öyle!.. Bakma!.." Başını çevirdi. İçeri girdi. Kapısını sürgüledı. Yatağına girip, yorganının altına büzüldü. Hemen uyumak istiyordu. Başbakan, Ada- let Bakanı, bok bombası ve biraz önce gördükleri onu yorgun düşürmüştü... Olan bitenlere aklı bir eriver- se, belki "son yemek emitasyonu" önünde şarkı söy- leyen Müslüm Baba'yaseslenir: "Eh, beMüslüm..." derdi, "memleketın dört bir yanı performans iken... Bu iş sana mı düştü? Yazık değil mi o çocuklara?" Ama Zara'da "Oxford" yoktu ki... (Faks:0216-418 8410) BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 1 2 3 SOLDANSAĞA: 1/ Mora çalan kırmızı.2/ Insanoğlu... Hayvan pisliği. 3/ Kırmızı renkli ve eti lezzetlı bir balık... Şöhret. 4/ Cennet ile cehennem arasında bulunduğuna inanılan yer... Eskidildesu.5/ Sentetik polyester ipliğinden dokunmuş bir cins -| kumaş. 6/ Bir gösterme sıfatı... Uzüntülü düşünce durumu. II 3 Soyundan gelinen 4 kimse... Mantarlarda şapkayı taşıyan sapa verilen ad. 8/ "Ya şevk içinde harap ol ya aşk içinde gönül / Ya — acmalıdır göğsüraüzde yahut gül" (Yahya Kemal)... Değerli madenlerin saflık derecesı. 9/ Zekâca gen olanlarda ve bazı bunaklarda görülen, başkalannın hareketlerini aynen taklit etme hastalığı. YUKAR1DAN AŞAĞIYA: * 1/ Müzikte ardışık sesler dizisi... Isviçre'ye özgü, ağaç kütûklerinden yapılma dağ evı. 2/ Her yanı suyla çevrili kara parçası... Ağn'nın bir ilçesi. 3/ Kertenkele derisi... Telefon sözü. 4/ Yoksullara yiyecek dağıtan hayır kurumu... Ulanmış, katılmış parça. 5/ Elçilik ya da konsolosluklarda çalışan koruma memuru. 6/ Satrançta bir taş... Kadın giysısi, entari. 7/ Evcıl bir geyik... Bir hükümdara vergi veren halk. 8/ Tiyatro niteliğı taşıyan radyo ya da televizyon yayını... "Octavio—-": Meksikalışaırveyazar.9/Üzüm veren bitki... Nazilenn politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear