25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
IAZİRAN 1997 SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Anıların ammsattıklavh1HEMETFUAT Mithat Paşa Köşkü'nden başka anıınsıyorum? >âam':a Vfedat'm şakacılıklan geliyor gözimün önüne... tkisı birlikte evdeyse- ler, aele işleri de yoksa, mutlaka binlen- n e takılacak bır şeyler bulur, ortalığı ka- nştnrlardı. Ö T ara hamama girenleri gözetleme oyonunu tutturmuşlardı. Konuşurken ara- ya kerkesı hamamda yıkanırken çıplak görcüklerini belirten bir iki söz sokuştu- rup istünde durmadan geçiyor, kadınlann kafiüannda kuşkular yaratıyorlardı. Hamam ıkinci katta, merdivenden çı- kınca hemen sağdaki ayakyolunun yanın- daydı. Büyük koridora girmeden önce, oraca küçûk bir aralık vardı, onun sonun- da-.. Belli gûnlerde hamamın büyük sobası odunla yakılır. bütün ev halkı sırayla gi- rip yıkanırdı. Yıkanması biten çıkarken sobanın altına bir iki odun atarak suyun soğumamasını saglardı. Hamamın kapısının iki yanına, aralığa ışık gelmesi için, küçük camlar yapılmış, içerısı görünmesin diye de beyaz yağlı bo- yayla boyanmıştı. Hep birlikte otururlarken ömekse Ve- dat şöyle deyıverirdi: "•Hamamın camlannı dışandan boya- nuşlar. tımağınızla çizdiniz mi kalkryor. Adrıan .Ağabey'esöylejetim deonlan içeri- den boyasın_" Haydı başlardı tarnşma: "Nerdenbffiyorsun?" "Niye gidip çizdin durup dunırken?" Eterken Nâzım araya gırerdi: "İçeride de bcyansa. birisi gözerJemek istedikten sonra. önceden gidip çizer boya- yu gene engel olunmaz-." Nenem hemen heyecanlanırdı: "Aaa_ Yoksa bunlar bfcri gözetihoriar mıne!" Nazım'la Vedat bir şey gizliyorlarmış gibi tavırlar takınırlardı: "Yok canım. hiç öyle şey olur mu?" "Biz evlendirecegimiz kızlan gözetleriz gözetleyecek olsak, insan satacağı malı ne kadar iyi tanırsa o kadar başardı olur_ Si- zi niye gözetleyelim!-" Bu kez Selma Teyzem ile Leman Tey- zem alevlenirlerdi. Gerçi bilirlerdi işin gır- gır olduğunu, gene de kuşkulanıriardı... En kolay oltaya takılan nenemdi... "Bunlar genç yaşlı dinlemez, herkesi gözetlerler_." diye başım iki yana sallardı. "Şaka ediyorlar", deseniz de inanmaz, genellikle erkeklere güvenmezdi...(...) Nâzım'la Vedat ayn düşüncelerde in- sanlar olduklan, dünya görüşleri hiç uyuş- madığı halde çok iyi arkadaştılar. Mithat Paşa Köşkü'jnde bir gün topluca ötururken ikisi kol kola girip nenemin karşısına geç- miş. "Bizim birbirimize kanh bıçaklı düş- man olduğumuzu biliyor musunuz" diye sormuşlardı. Nenem altından ne çıkacağını bekler- ken, Nâzım, "O mason, ben komünistim" demışti. "Kanh bıçaklı iki düşman-." • • • * EtkokankasaplbrabimEfendi'yleyan yana oturamayacağı için ortaklamacılığa kesinlikle karşı olan nenemin bir de po- listen daktilo saklama öyküsü var. Bunu yıllar sonra annemden dinlemiş- tim. Mithat Paşa Köşkü'nün polislerce ba- sılıparandığmı bilebilmiyorum. Butürbir şeyler olacağını sezdiler mi beni herhal- de dedeme gönderiyorlardı. Zaten çoğu zamanım dedemin bahçesinde arkadaşla- nmla oynayarak geçerdi. Nâzım bır gün köşke bır daktilo getinp birtakım bildiriler hazırlamış, sonra onla- n mektup gibi katlayarak üstüne işçilerin adreslerini yazdığı zarflara koymuş. Pul- lannı yapıştınnış. O zaman lstanbul'un her semtmdeki sokaklarda posta kutulan vardı. Pullu mektuplan o kutulara atardınız, postacı- * lar iki üç günde bir gelip alırlardı. Aynı daktiloyla işçi adreslerine yazıl- mış bir sürü mektup aynı yerden postaya verilirse göze batabilir diye, evdeki ka- dınlar zarflan çantalanna koyup çeşitli semtlerdekı posta kutulanna götürüp at- mışlar. Her kutuya bir tane. Ayaklanna kara sular inmiş bütün gün dolaşmaktan. Piraye, bu gibi şeyleri öyle ballandıra ballandıra aynntılanyla anlatmazdı, onun için mektuplan postaya atan kadınlann kimler olduğunubilmiyorum. Selma Tey- zem atak bir insandı. Leman Teyzem de yapmış olabilir. Annemle üç kişi. Fifi ise çok ürkekti. Onun böyle bir işe katılabi- leceğini sanmıyorum. Ama belli olmaz. Nâzım istiyor diye o da yollara düşmüş- tür belki. Aslında hiçbirinin ortaklamacı- lıkla. bu çok sevdikleri. dürüstlügüne. iyi- liğine içtenlikle inandıklan insanın dışın- da bir bağlan yoktu. Neyse. ışçilere gönderilen bildiriler ele geçmiş. Bunlan kimin yazıp gönderdiği araştınlırken Nâzımidan da kuşkulanılmış olmalı ki bir gece Mithat Paşa Köşkü'nü polisler basmış. Bildirilerin yazıldığı dak- tiloyu anyorlar... Nenem önce çok tedirgin olmuş, son- ra ne aradıklannı ögrenince bir köşeye gi- dip oturmuş, gözlüğünü takıp pirinç ayüc- lamayabaşlamış... Polisler bütün köşkü aramışlar, bildiri- lerin yazıldığı daktilo yok. Yukanda tele- fonun durduğu çalışma odasında Vedat' ın daktilosu var, ama onun harfleri uymu- yor. Gene de Nâzım alıp götürülmüş. Sor- gulanacak. Onu izlemek. yalnız bırakma- mak gerek. Herkes telaş içinde. Daktilo ne oldu. kim sakladı hiçbiri bilmiyor, ama o arada bırbirlerine sormalan da olanaksız. Ertesi gün dingin kafayla oturup arala- nnda konuşurlarken bakinışlar daktiloyu iVââzım'la Vedat ayn düşüncelerde insanlar oldukları, dünya görüşleri hiç uyuşmadığı halde çok iyi arkadaştılar. Mithat Paşa köşkünde bir gün topluca ötururken, ikisi kol kola girip nenemin karşısına geçmiş, "Bizim birbirimize kanh bıçaklı düşman olduğumuzu biliyor musunuz? O mason, ben komünistim" demişti. "Kanh bıçaklı iki düşman..." J /i .ynı görüntüye bakan insanlar birbirini tutmaz yorumlar yapabiliyorlar. Çok daha anlaşılmaz şeyler oluyor. Örnekse bir yakını, Nâzım'ın Piraye'den çocuğu olmasım istemediğini söylüyordu anılannda. Oysa, tam tersine, Nâzım istiyordu Piraye'den çocuğu olmasını. Ama bir uyumsuzluklan vardı. Buyüzdenl936'da ölümle burun buruna geldi Piraye. Piraye De annesi "Alrunizade Nurhayat Hanımefcndi". Memet Fuat (iistte) ve Nazım Hikmet kimse saklamamış... Peki nerde?'.. "Bir de anneme sorakm_" diye nene- me gitmişler... "Aa, onu dün gece polisler Nâznn'ı gö- türdükten sonra. ne olur ne olmaz. belki gene geiirier diye, ben çatı katına çıkanp su deposunun arkasına sakladım" demiş nenem, çok doğal bir iş yapmış gibi. Şışmanhktan yürürken bayağı zorlanan bir kadını kucağında daktiloyla iki kat çı- kıp su deposunun arkasına uzanmaya ça- lışırken düşünebiliyor musunuz!.. "Pekl polisler köşkü ararken nerdevdi dakti- lo?'' " "Köşede pirinç ayiklamak için oturduğum tabu- reyi hemen onun arkasına koymus- tum, daktilo da etekhğimüi altın- daydı_" DemekkiAltu- nizade aılesinın soyluluğa pek düşkün kızı Nur- hayatHanımefen- di, az kalsm. et kokan kasap tbra- hım Efendi'yle yanyanaoturmak düşüncesine ya- taklık etmekten yakalanacaktı... Hem de pirinç ayıklarken... Evet, soyluluğa pek düşkün Nur- hayat Hanımefen- di, Mithat Paşa Köşkü'nün aşçı- başısı gibiydi. Ya- mnda doğru dü- rüst iş bılmez bir yardımcısı olurdu hep, ayak işlerine koşmak, daha çok da bahçeye, tav uklara filan bakmak için. ama kaç kişiye yemek pişırilirdi bir sayalım: Fahamet Piraye, Selma, Vedat, Nâzım. Samiye, Seyda, Mehmet Adnan Ağabey. kendisiyle yar- dımcısı da katılınca, on bir kişi... Bunlara uzun süre gelip gece yatısına kalan Leman Teyze. Macit gibi bütün okul döneminde bızimle oturan Suat Ağabey gibi yakınla- nmız. hele birde Nâzım'ın arkadaşlan da katılınca. ışın boyutlan çok genışlerdı. Fifi ıle Selma Teyzem. e\ ışlerinden hiç hoşlanmazlardı. Nâzım ile Vedat ya da Nâzım Hikmet'i 34 yıl önce yitirmiştik. (Nâzım Hikmet, kendi portresi). konuklanmız bile onlardan daha çok tu- tarlardı işlerin ucundan. Nenemin her za- man baş yardımcısı Piraye'ydi. Çok güçlü, onurlu bir kadındı Altuni- zade Nurhayat Hanımefendi. Kendisini böyle anmamı isterdi herhalde: Altuniza- de Nurhayat Hanımefendi. Ama hanımefendilığin fılan çok üstün- deydi. Kızının, Fıfı'nin yanında oturup damadı Vedat Başar'ın kazancıyla yaşar- ken de yatağa düşüp eli ayağı tutmaz ola- na kadar, onlara bir gün bile yük olmadı, bir kenara çekilip kendisine bakılmasmı beklemedi. Hep üreten. çalışan, katkıda bulunan bir kişi olarakya- şadı. Yıllann ardın- dan baktıkça gö- zümde büyüyen bir insan... ••• Mithat Paşa Köşkü'ne gelen konuklar arasın- da Faik Bercâvi de varmış. Nâ- zımla 1933,1938 Yıllan adlı kıta- bında oradaki ha- vayı çok güzel yansıtıyor. Pira- ye'nin yanı sıra Fifi. Selma, Ve- dat, hatta Adnan Ağabey "den de söz ediyor. Ci- hangir'deki apartmana da ge- linniş. Ancak çokyakınımızda- kilerin bilebile- ceği birtaktm ay- nntılan biliyor: Nâzım'ın kirayi denkleştirmekte zorlandığını. apartman sahibi 'Her gün doğacağı konuşuyorduk' Faik Bercâvi'nın kitabım okuyanlar belki de Nâzım ile Safiye Ayla arasında bır ya- kmlık olduğunu düşünecek- lerdir. Anılar böyle... Aynı görüntüye bakan in- sanlarbirbirini tutmazyorum- lar yapabiliyorlar. Çok dahaanlaşılmaz şeyler de oluyor. Örnekse bir yakını. Nâ- zım'ın Piraye'den çocuğu ol- masını istemediğini söylüyor- du anılannda. Oysa, tam tersine. Nâzım istiyordu Piraye'den çocuğu olmasını. Ama bir uyumsuz- luklan vardı. Piraye çok kötü aş eriyor, zehırlendiği söyle- niyordu. Gene de birkaç kez direnmiş. o dönemi aşmaya çalışmıştı. Bu yüzden, 1936 yazında Mithat Paşa Köş- kü'nde. ölümle burun buruna geldı. Benı yeni birkardeşe hazır- lamaya başladıklanna göre karar verilmişti: Bu kez ne olursa olsun aldırmak yok... Nâzım beni karşısına alıp uzun uzun konuşuyor, çocu- ğun ahlakının bana benzeme- si için neler yapmamız gerek- tığinı soruyor. eğıtimiyle be- nim ilgüenmemı ıstıyordu. Şeyh Bedreddin Destam ye- nı yayımlanmıştı. Kuşe kâğı- dına basılmış bir kitabı "Do- ğacağa Babası"7 diye imzala- yıp bana verdi. "Okuyabüccek yaşa gelene kadar bunu onun için sen sak- larsuı'' dedi. Artık her gün doğacağı ko- nuşuyorduk, ama annem de gittikçe kötüleşiyordu. So- nunda yatağa düştü. Bu kez doğacağı değil. annemi dü- şünmeye başladı herkes. Nazım'la konuşmalanmız kesildi. Ben bir yana itildim. Fısıldaşmalar, telefonlar, ora- ya buraya gidip gelmeler... Anladığım kadanyla geç kalınmıştı. bu gibi durumlar- da daha önce başvurduklan doktorlar yardım etmiyorlar- dı. Annem sürekli yataktaydı. Başucuna gıdip bakıyordum. Bayağı kötü\ dü durumu. Sonra bır gece. elinde çan- tasıyla ufak tefek bir adam ge- tirdi Nâzım. Simdı düşünün- ce giysisi de, çantası da karay- dı gibi geliyor. Biz yeni yemek yemiştik, aşağıda çamm altında oturu- yorduk. Onlar. doğru yukan çıktılar. Nenem, Fifi. Selma da arkalanndan. Biraz sonra Fifi dondü, "Yahudiymiş doktor" dedi alçak sesle. "Her şeysi terte- miz. pınl pınl. Haydi baka- lım." Böyle durumlarda güler- di... Boynunu kısıp kendine özgü bir gülüşü vardı... On yaşındaydım. Tam anla- yamıyordum neler olduğunu. Doğûruyor muydu annem? Bir süre sonra nenem pen- cereden, "Oldu!" anlamına gelen bir işaret yaptı. Gülüm- süyordu. Onun gülümsediğini gö- riince bırden rahatladım. "Üçkardeşolduk!''dedim Sofradakıler güldüler. Fifi neneme seslendi: "Üçkardeşoldukdiyor'' Nenem anlamadı. anlamış gıbı yapıp ıçeri çekildi. Ben hâlâalgılayabilmişde- ğıldim ne olup bittığini. Ama softadakilerin sözümü bir şa- ka olarak değerlendirmeleri üçüncü bir kardeşin söz konu- su olmadığını gösteriyordu. Üstünden zaman geçince o gece o ufak tefek doktorun çok tehlikeli bir ameliyatı gö- ze aldığını. annemin ise ölüm tehlikesi atlattığını öğrendim. Bütün bunlar bir çocuk is- tedikleri içindi... Evet, sonra da bir yakını Nâzım'ın Piraye'den çocuğu olmasını istemediğini söylü- yordu anılannda... Nedeni yok... lstemiyor- muş... Aynca bu sözde daha derin anlamlardagizli... Genel olarak çocuk isteme- mek değil, belli bir kişidenço- cuk istenmiyor... ••• Bir başkası da anılannda Nâzım ile Piraye'nin evlilikle- rinin bir "mantık evliliği'" ol- duğunu söylüyordu. Hem de Nâzım'ın ağzın- dan... Demek yıllarca aşk şiirleri diye okuduğumuz bütün o şi- irler mantık şiirleriymiş... EveL anılar böyle... Nuri Demirağ'ın ona çok iyi davrandığı- nı... Ahnan Faşizmi ve Irkcılıgı adlı kita- bını. "Sen kendin bastır. biz hepsini elden satanz" dıyen dostlannın sattıklan kitap- lann paralannı getirmediklerini...(...) Faik Bercâvi NâzımTa 1933-1938 Yüla- nadlı kıtabmda benim kendisiyle ılgili en önemli anıma hiç değinmemiş, Leman Teyzemle nasıl evlendiklerini anlarmamış. Bir yerde şöyle diyor: "Nişantaşı'ndaki apartmana her gidi- şimde. orasıru Erenköy'deki köşk kadar kalabalık buluyordum. Selma, Cavide, Ca- vide'nin ikizleri -yani baba bir anne ayn Nâzım'ın kardeşleri- Adnan Ağabey, ara sıra Fahamet ve baskalanna sık sık rastb- yordum. Nâzun'ın başını kaşıyacak vakti yoktu: akşam yüz adım ötede olan stiidyo- dan yorgun argın dönüyordu. (_.) N'âzrnı'la Piraye'nin akrabalanndan. Rasih ve ben- den başka pek az ziyaretçi gelhordu. Nâzım çok meşguldü, kalabalık olan ev halkının bütün ihtiyaçlarını karşıla- mak için durmadan çalışıyor ve bu yüz- den pek az bir vakti oluyordu.'' (s. 101). Nişantaşfndaki apartmanda iki aile olarak oturuyorduk. Kalabalık ev halkının bütün yükü Nâzım'ın sırtında değıldi. Mutfaklar da aynydı. Nun Demirağ'ın Avrupa'dan mühen- disleri geleceği için Cihangir'deki apart- manı boşaltmak gerekince, "Şimdi kira- mızgeneartar.bari Ipek FılmStüdyosu 'na daha yakın bir yeregidefim. Nâzım yol pa- rası vermesin, öğle vemeklerine de eve gel- sin" diye düşünmüşlerdı. Ama üç odalı kaloriferli küçük bir kat bulmak kolay de- ğildi. Stüdyoya yakın, kırası da çok yük- sek olmayan. beş odalı kalorifersiz bir kat bulundu. fkizleriyle Cihangir'de bize çok yakın oturan Nâzım'ın üvey annesi Cavide Ha- nım da o gûnlerde ev anyordu. Ona bir o- da yeterliydi. Kiraladığı küçük evlere bi- le pansiyoner almak zorunda kahyordu. Nişantaşı'ndakı katın arka bahçeye ba- kan büyük yatak odası ona verildi. Yanın- daki küçük odaya ortak sandık odası den- di. Öndeki iç içe iki odadan biri ablamla benim yatak odamız, öbürü oturma oda- sı, mutfagın yanındaki küçük oda da an- nemle Nâzım'ın yatak odası oldu. Cavide Hanım bir bakarsımz ünlü bır şapkacının atölyesınde çalışır, bir bakarsımz özel müştenlerine evde şapka yapar, çocukla- nnın geçimini saglardı. Onlar üç kişiydi- ler. Annem, Nâzım, ben, bir de okul döne- minde Suzan olmak üzere. biz de dört ki- şiydik. Ama bizim yükümüz de bütünüy- le Nâzım'ın üstünde değildi. Harçlıklanmızı dedem (•) venrdi. Her hafta sonu mutlaka Erenköy'e giderdik. Bir ara çarşamba günleri de babaanne- me(**)gitmeyebaşlamıştım. Ablampek gelmezdi. Akşam yemeğinı birlikte ye- dikten sonra Nihat Amcam beni eve getı- nrdi. Yürüyerek on dakika bile sürmezdi. Osmanbey ile Nişantaşı arasındakı ara so- kaklardan geçerdik.(....) (...) Babaannem koTkuyordu. Nâzım Hikmet'in evinden çıkıp onun evine gel- memden tedirgmdi. (...) Nâzım'la ilişki- min yarattığı tedirginliğe alışıktım. Bunu hep gözönünde tutarak davTanırdım. (....) Babaannemin beni yemeğe çağırması da herhalde dedemin takılmalan yüzün- dendi. Dedem arada bir Nihat Amcam'a. "Söyle Güzide Hanım'a. böyle babaan- nelik olmaz! Hanlar, hamamlar, apart- manlar, kimseye bir şey koklatmıyor! Ba- bam sizin için, 'Bayramdan bayrama ba- baanne', diyor de!" gibi sözler ederdi. Amcam gıttikten sonra da tyem'e, "Şimdi Nihat gidip bunlan söylerse. etin- den apartmanlan abnmış gibi telaşlanır Güzide Hanun" dıyerek gülerdı.(...) Dedem yalnız bizim harçlıklanmızı vermekle kalmıyor, kolejlerde okumamız için gerekli paranın ödenmesine de katkı- da bulunuyordu. Ablam, Amerikan Kız Koleji'nde Ha- zırlık H'deydi. Ben Robert Kolej 'de Hazır- lık l'de. Ingilizce öğretilen bır okulda okuma- mızı annem istemişti. Dedem. Fransızca diye diretiyordu. Onun gözünde en iyi okul Sen Jozef'ti. Ablama da evde Mfe- ket'in ders vermesinden yanaydı. Annem- le alttan alta bir süre inatlaştılar. ^ Sonunda dedem, "Peki, Kotej'e verin öyieyse" diyerek ke- nara çekildi. Herhalde onun yardımı olmadan bu işin gerçekleştirilemeyeceğinidüşünüyordu. Piraye, Fifi, Nâzım bir ara hep bu ko- nuyu konuştular. Sonunda Vedat'ın da katkısıyla ilk taksitler denkleştirildi. İki çocuk olunca biraz indirim de yapılacağı söyleniyordu. Ama Nâzım, kayıt için Robert Kolej'e gidince, memurlar onu tanıyıp Türk mü- düre haber vermişler. Müdür, Nâzım'ı odasına götürüp ağırlamış, yakınlık gös- termış. sonunda da "Bn sizden yabuz bir çocuk parası ala- cağız" demış. "Hem de üç taksitte-." Okula kaydımız yapılınca doğal olarak dedem kenardadurmaktan vazgeçti. Son- raki taksıtleri o ödedi. Faik Bercâvi. bunlan bilmediği için, ikisi kolejde okuyan dört çocuklu, yedi kişilik kalabalık birailenin "bütünihtiyaç- lannı" Nâzım'ın karşıladığını sanıyor. Film çeken, dublaj yapan bir sinema adamının belirli çalışma saatleri olmama- sı çok doğal. Onun "durmadan çalışma- sı" yaptığı işin gereğiydi. * Babam Vedat Örfi 'nin babası Mehmet Alı Paşa. ** Güzide Hanım, Sadrazam Halil Rifat Paşa 'nın kızı. Gölgede Kalan Yıllar dan Nâzım'ın Bursa Cezaevi'nde yaptığı bir resim. Adam Sanat'tan Nâzım Hjkmet özel sayısı Kültür Servisi - Adam Sanat dergisi haziran sayı- smı Nâzım Hikmet'e a> ır- dı. Dergıde Nâzım'ın bu- güne dek hiçbir yerde ya- yımlanmamış resimleri, elişleri, fotoğraflannın ya- nı sıra Nâzım ile ilgili ya- zılar da yer alıyor. Memet Fuat'm yazdığı ve eylül ayında yayımlanacak "Gölgede Kalan Yıllar" adlı kitabında sözünü etti- ği anılar ve yine Memet Fuat'm Nâzım ile ılgili bir- binnden ilginç yazılannın bulunduğu dergı. gelece- ğe saklanacak eşsiz bır belge niteliği taşıyor. Memet Fuat "Coşkulu Konuşma" başlıklı yazı- sında Yaşar Kemal'ın NTV'de Zülfü Livaneli ile yaptığı söyleşıde "Nâzım Hikmet başlangıçta Türk- çeyi bilmezdi. cezaevinde öğrendi" biçımınde dile getirdiğı görüşüne yanıt veriyor. "Dil ustası" Nâ- zım'ın şıir geleneğimiz- den de yararlanarak dilı nasıl büyük ustalıkla. de- ğişik renkleriyle kullandı- ğını -cezaevi öncesi- şiırle- nnden de örnekler vererek sunan Memet Fuat soru- yor: "Dili ustaca kullanışH m, Şeyh Bedrerrin Desta- m'nda biçemden biçeme geçerek sergileyen bir şa- irin Türkçeyi cezaevinde öğrendigi nasıl ileri sürüie- bilir?'* Mehmet Doğan ise "Nâzun'ı GerçektenOku- duk mu" başlıklı yazısın- da son yıllarda Nâ- zım'ın şiirinin göre- ce bir özgürlüge ka- vuşmasınm,"Nâzım evciDestirilmek. n>s- mOeştirilmek mi iv- teniyor" biçıminde bir tartışmayı başlat- maya aday göründü- ğünü, ancak bu kor- kunun yersiz ve ge- reksiz olduğunu vurguluyor. Nâ- zım'ın şiirini. sanatı- nı yaygınlaştırma iç- tenlikli çabalan da aynı bi- çimde 'sömürme' ya da 'evcilkştirme' olarak gör- menin ve buna karşı çık- manın. • küçümsemenin açık bir yanlış olduğunu ekleyerek. Bugün, yetmış yıllık Nâzım şiirinin belki de ilk kez bu kadar engelsiz. bu kadar denerimsiz ve yön- lendirmesiz okunduğunu belirten Mehmet H. Do- ğan. okurun ilk kez birta- kım kanşmalar otmaksızın Nâzım şiinyle baş başa ka- labildiğine değinerek "Nâzımgerçekten okundu mu" sorusunu yöneltip 70 yıl süresince nasıl okundu- ğunu gözden geçıriyor. Mehmet H. Doğan, es- ki kuşak şair ve yazarları- nın onun Türk şıırine yeni bir ses, yeni bir hava getır- diğıni, Türk şiinnde bir 'mkdabr gerçekleştirdiğı- ni yazdıklannı belırterek HalHZiyaUşaklıgil'ın"Si- yasal inançlanna hiç ortak olmadığım Nâzım Hik- met'in. öteden beri sanatı- nın tutkunlarındanım..." tümcesınin Nâzım şıınnın okunma serüvenınde uzun yıllar sürecek bir •motto" olduğunu yazıyor. Şiirin gücünden korkan bir polı- tikacı kuşağının korkutma. yasaklama çabalanru ammsatan Doğan. Nâ- zım'ın 'yasaklr şiırlenni okumanın 'yüreklilik' ıste- yen bir eyleme dönüştüğü dönemleri de aktanyor... Yineliyoryazısının sonun- da: "Şu kadar yıl Nâzım gerçekten okundu mu biz- de 'Yaralı Hayalet'ten (1920) 'Saman Sansı'na (1961) uzanan bu çok zen- gin şiirseriiveninin gerçek- çi bir haritası çizilebildi mi?" "Nâzım Hikmetsanan- nı (üstün yeteneğini) cö- mertçe (kendine hiçbir şey ayırmadan) bir davaya adadı..." di>or "Nâam Hikmet Bugün-Yaruı" başlıklı yazısında Orhan Barlas ve ilginç bir sapta- mada bulunu\or: "Bugün Nâzım Hikmet bıçak sırn bir çizgide duraklamış, donmuş bir 'büvük adam' olmanın sınınnda... Şimdi korkarun, bu gidişle o da öbür ma\i gözlü adama, Sanşın Kurda benzeyecek, Nasıl mı? Mustafa Kemal de, Nâzım Hikmet de an- laülması. anlaşılması çok kolay. ama yapılması çok güç işler yapmaya kalkış- nuşlardır-." Turgay Fişekçi, "Nâzım Hikmet'in İki 'Olmaz'ı" başlıklı yazısında sevdi- ğinden uzak. özlemin çok olduğu yillardaki Nâ- zım'm Piraye'yeaşkmdan, kimı zaman hayatındaki her şeyden daha öne geçen aşkından ve bu birlikteli- ğin 'birinci başyapıtlar dö- nemi' olan şiirine yansı- masmdan söz ediyor. Pira- ye'nin Nâzım'a yazdığı olağanüstü mektuplardan Nâzım'ın fotoğraftan yapüğı Pirave'nin resmi. ömeklerin \enldıği yazı- da. yaşamının en büyük trajedisinı yaşayan şairin, büyük acılan hiçbir şeyin- kuşatamadığı bır 'yürek' olarak, nasıl Nâzım Hik- met gibi yaşanabıleceğıni gösterdiğı anlarılıyor. Bır fotoğrafı anlatıyor yazısında Turgay Fişekçi. Hasta yataklannda ağır bir grip içinde yatan Nâzım'm \e Piraye'nin fotoğrafını. ".-Ne kızıl saçu, yeşU gözlu güzel bir kadın olmak açıklar bir aşkı; ne sanşın, mavi gozlü, ünlü birşairol- mak. Ya nedir. bu sonsuz aşkuı açüdaması? Fotoğra- fa bir daha bakın görecek- siniz. Mekrupiannı bir da- ha okuyun. Şürlerini bir daha... Göreceksiniz." Fişekçfnın yazısında ıkinci başyapıtlar dönemi, ömrünün son beş vılı ve hayatındaki 'olmazlık' ol- gusundan. Vera ıle aşkın- dan da söz edıliyor. Me- met Fuat Piraye"nin sakla- dığı. Nâzım Hikmet'e im- zalanıp venlmış bazı ki- taplan 'Kitaplannı Nasıl tmzaiamışlar' başlığıyla anlatıyor. "Nâzım'ın EIİşleri"nde ise cezaevinde Piraye'ye gönderdiği çeşitli ağaçlar- dan, ama en çok ceviz ağa- cından vaptığı oyma ve boncuk ışlemeh armağan- lar fotoğraflanyla birlikte sunuluyor okura. Memet Fuat. ilk Mithat Paşa Köşkü'nde re- sim yaptığını gördüğü Nâzım'ın evdeki her- kesin yandan kafala- nnı çizdiğinı anlatıyor -Nâzım'ın Ressamlı- ğı" başlıklı yazısında. Sonra da cezaevinin içinden görünümler, mahkûmlar, Pira- ye"nın ve kendısinın portrelerinı... "Nâ- zım'ın Saati". "Nâ- zım'ın Khap Okuyu- şu". "Cezaevi Yauıız- üğı","CemalNadir'in AmcaBey'i","Nâzun UeAbdüİhakHamit" başlıklı yazılar da yer alıvor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear