19 Mayıs 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
6 KASIM 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 KİTAP TIRTILI SELtM tLERİ Bir derginm sayfaLarmda...15 kuruşluk Yıldız "On beş günde bir çıkar gençlik, güzeUik, sinema ve sanat revüsü"nün cilt- leri hâlâ masamda duruyor. Bu ciltlen bırkaç yıl önce eskiciden almıştım. Tozlu, yıpraktılar. Elden geldi- gince onarmıştım. Sonra bir kö- şede unutmuşum. Geçenlerde eli- me geçti; günlerdır dalıp gidiyo- rum Yıldız'lara. 1930'lann sonundaki Tûrkiye ya da Türkiye'nin o gûnkü büyük kent yaşaması, özlemJeri, ülküle- ri, meraklan, yönlendinlişiyle karşıma çıktı desem yeri. Brrinci sayının hemen üçüncü sayfasında Mflsahipzade Celâl. Evet, bugûn kimsenın bılmedıgi, geçmişte bilenlenn usul usul unuttuğu, belkı de tek kişınin an- madığı. bir zamanlann ünlü tiyat- ro oyunu yazan Müsahip- zade Celâl'e ilişkin ha- ber şöyle- "Türk sahnesine otuz kadar yüzde yüz Tûrk eseri wr- miş olan büyfik dramatürj Müsa- hipzade'nin biitfln eserlerinin filme çe- Idbne hakkınıa, İpek Filtn Stüdvolan tarafın- dan satın alındığı söv lenmektedir." O 1938 yılın- da Türk sınema- sı daha emekle- me çagındayken bir Hollyvvood edasına bürûnmüş gıbidır. Filme tam o sıra alınan eser Aynaroz Ka- dısı'dır. Şevkiye(May) başroldey- miş: "Şehir Tryatrosu'nun sevimli artisti Şevkiye, Aynaroz Kadı- s'rtın meşhur Rum kıa rotünü ya- pıyor. Rejisör; genç artistin şak- çaklığına son derece uygun bir rol vermek sure- tiyle muvaf- fakıyet ihti- malîerini kat kat «rtür- • On beş günde bir yayımlanan 15 kuruşluk 'Gençlik, Güzellik, Sinema ve Sanat Rövüsü' Yıldız, 1930'lann sonundaki Türkiye'nin o günkü büyük kent yaşaması, özlemleri, ülküleri ve meraklannı ortaya koyuyor. Yıldız, tefrika romanlar da sunuyor: Karmen, La Bohem... Öyküler yayımlıyor, Cahit Uçuİc, Zahir Güvemli, Rakım Çalapala'dan... 'Cinsi cazibe' konusuna da el atmayı unutmayan Yıldız'da sinema da çok önemli bir yer tutuyor. ğümidir?'' Bir otuz yıl geçecek, alt- mışlann so- nun- da, Ata- tûrk Er- kek Lisesi öğrencısiyken Şev- kiye May, Beyoğlu'nun alaca ışıklı sokağında belirecek. Yorulmuş, bunalmış bir Şevkiye May. Sokakta tanışı otunır, onu ziyarete gelir, zi- li duyuramaz, aşa- ğıdan bagınr... Gûnün birinde de intıhar! Hava- gazını açmış, kendini öldür- müştür. Ama daha önce Yenı Komedi Tiyatrosu'na git- miş. Vakit geceyan- sını geçıyormuş. Bekçıyi kaldır- mış, sahneye, bomboş sah- neye çıkıp bü- tün ışıklan yaktırmış... Şimdi Yıldız rövûsünde fotoğ- rafta gülümsüyor 'Elinizi sıkan adam' Yıldız'ın bir iddiası var; kulak verelim: "Gözter ruhun aynasıdır dcr- ler. Hatbuki ruhun aynasıolan şey- ler,yalnız gözler değüdir. Bir insa- nın bütün tavirlan ve harekeüeri ruhunun aynasıdırf Karşımızdakının kisiliğini kavramak istiyorsak, onun el sıkışına dikkat etmeliymişiz: Karşıruzdaki sizin elinizi ya- vaş ve tembel hareketlerle sıkı- yorsa, ondan çekinmenizde ya- rar vannış. Ya da elinizi ne büyük bir kucaklayışla sı- kıyor! Ooo... Hatta bu ka- dar basit bır selam için iki elıni birden kullanmaktan da çekinmiyor. Biraz cü- retkâr! Ya da: Elinizi yükseğe kaldırarak fazla sert ol- mayan bir sıkışla sıkan adam, başkalanna hoş şeyler söylemekten ve kendisine tatlı şeyler söylenmesinden hoş- lanan bir yaradılış sa- hibiymiş... O zamanlar yıldız fa- lı modası pek yaygın değilmiş, bu türden tahlilleT daha ilgı çek- miş olmalı... içirıde geçen bir aşkm ühaüT Spencer Tracy, Myrna Loy ve Clark Gabie'in başroHerinı paylaştıklan Yaralı Yıldız, tef- rika romanlar da sunuyor: Kar- men, La Bo- bem» Tefrika ro- man dedim, ama hayır, ınanılma- yacak bir şey, tef- rika librettolar sunuyor. Önce 'bestekâr' taru- tıhyor: "Kar- men'in beste- kân Georges Bizet." Sonra EkremReşjt (Rey) Bey'ın tanıtım yazı- sının ardından libretto başlı- yor,dörderbe- şer sayı sürü- yor. Karmen'in şu şarkısına ne dersiniz: "Benim zabi- tim yüzbaşı degil / Mülâznn da de- ğil / Yalnızca ça- vuştur / Fakat ba- na bu kadan yeter / Fadasını ne .vapa- yım." Bayram hafta- sında Saray sine- masında Or- manlar Perisi fîlmi- «ynaya- cak. Başrol- lerde Ray Milland ve DorathvLa- mour " Baştan aşağıja renkli ve sıcak memle- ketJerin- dccenup adalann- da nefıs manzaralar Kartal da Sa- ray sınemasın- da; ama o, 17 Sonteşrinden iti- baren vızyona gırecek. bır ıki haftabeklemeniz gerekiyor. Mısır fılmleri rağbette, hem de en ünlüsü Aşkuı Gözyaşlan. Aş- kın Gözyaşlan birkaç günden beri lstanbul'da ilk vizyonunu görüyormuş. Bu film, "dost Mısır sinema endüstrisinin bireseridiıf Devam ede- lim: "Bu filmde Mısır'ın en mes- hur erkek şarkıcı- lanndan Abdül- vehab jönprönüye rolûnüyapıyor. F3- min Arapça kopya- SL, bazı alafranga şarkılarla da süs- lenmiştir. Hatta çok ileri Arap tangolan duymak da kabü olmaktadır. Kadın rolüniiiseyineMı- sırlı artistlerden • Necat canbuıdın- yor. Necat, bed- baht bir genç laz rolü yapmakta- dır. ArtistJer umumiyetle muvafTak olu- yorüufAşkın Gözyaşlan'run ilk vizyonhaf- tasında Yıl- dız'ın iç kapağın- da tam sayfa bir Atarürk resmi ve altmda şu satırlar: "Atatürk* Büyûk milfi kahraman veuluönderAta- türk, 10/11/1938 sabahı saat do- ku- /ubeşgeçe gözterini fani dünyaya kapadı. Bu acı kayıp, bütün Türk milletinin ve bütün dünya kahraman milletlerinin kalpterini yasa boyadL O günü, Türk mille- tinin en acı günlerinden biri ola- rak kaydedıyoruz." GüzeUik yanşmalan Yıldız'dan güzellik kraliçesi yanşmalanna bizde bir dönem ara verildiğini öğreniyoruz. 1938'in Avrupa güzellik kralice- liğıne Finlandiyalı "Bayan Sirka Sotenen" seçılmış. Öteki güzelle- rin fotograflan boy boy. Ama Tür- kiye'de yanşmalar artık yapılmı- yormuş: "(_) Hattadüma güzeltiğini ka- zanmak bir kere de Türkiye'ye nasip olmuştu. Sonradan bundan vazgeçildi. Yazgeçmenin başhca sebebi de ahlaki saikler oldu. Bun- da haklıdüşünülüyordu.Zira baş- langıçta sadece bir ırk güzefliği ve bir bediiyat müsabakasmı gaye edinen bu seçirrüer, sonradan ba- zı garip teşebbüslere alet olmaya başlamışlardı. "Para kazanmak >"olun- da ahlaki mani görmeyen birçok işgüzar Avrupa bezir- gânlan, genç güzeUik kraüçeleri- ne garip teküfler yapıyoriardı. Da- ha bir sürüuygunsuzluk seaüynr- du. Bu yüzden bider bundan vaz- gectik. Diğer taraftan ahlaki bağ- lan, birçok miUederinldnden çok daha sıkıvesağlam bulunan Türk cemaati. bu müsabakalan kendi yHşayısryla pek kabfli telif degöre- mjvordu." Yorum yok... Fakat bu arada Yıldız 'cinsi ca- zibe' konusuna el atmayı unutmu- yor. Cinsi cazibenintanımı: "Cin- si cazibe bütün güzeUiklerin, se- vünlüikkrin'" toplamı. Hollyvvo- od'da yalnızca güzellik müsaba- kalanyla yetinilmiyormuş, bir de her yıl, cinsi cazibe kraliçesi se- çilirmiş. Beğendığiniz artist kim? Joan Crawfbrd mu; öyleyse sız: "Hav'ali gavetkuvTetfi ve son de- rece romantik tabiath bir insansı- nız. Şiir ve roman merakunz cok- tur. Sizde bir roman kahramam karakteri var. Sevginizde gavetsa- dıksınız. Günün birindesizinseve- ceğiııiz insan. hudutsuz bir saadet içinde yaşavacakür. "Çahşkansınız veiyi bir istikba- lenamzetsiniz. Birtek kusurunuz, reaUteyi sevmemeniz ve hayann her tarafını hayalle süslemenizdir. Çok ichsiniz. Sakin oktuğunuziçin sizi kızdırmak güçtür. Fakat da- nhmak kolavdır. Bu tabiatta in- sanlar şişman değillerdir. Aşkta tafihleri çoktur." Belki de öykü okumaya düş- künsünüz. Yıldız rövüsü her sayı- sında yenı öyküler yayımlar Ca- hit Uçuk kalemini burada bile- mekte, ünlü Zahir Güvemli öykü- ler yazmakta, Rakım Çalapalaen popüler zamanlannı öyküler ya- zarak yaşamaktadır. Fakat hep si- nema: Bir sayfada Şeyhin OğJu kılığında Rudolph \ alentino. Va- lentino "dünyanın en güzel ada- mı"ymış. Şeyhin Oğlu filmini Kemal Film müessesesi "hiz- mefte bulunarak Türkiye'ye ge- tirtmış. Işin tuhafı o yıllar Valen- tino'nun yaşamı çoktan sönüp gitmiştir. Yıldız onun "ömrü en ziyade fadalarta dohı obn bir bed- baht" olduğu ka- nısındadır. Filmin öteki baş oyun- cusu Vdma Banky, ise sessiz sinema dönemi- nin sonunda unu- tulup gitmiştir. Şeyhin Oğlu iş- te şimdi yenı- den gösteri- me gir- mektedir. Bir bakıma benzeş öykü: Yıldız rövü- sü deçoktan sönüp git- mişken onu ben eskıcı- debul- dum. Tozunu al- dım, ciltlerini onardım, içinden üç beş konuyu, bir- kaç sayfayı, çehre- leri belleklerden silinmiş kişileri sizin için yaşat- maya çalış- tım... /,• -J Şevldye May 5. Uluslararası İstanbul Bienali'ne katılan Türk sanatçılardan Halil Altındere kimlik meselesini irdeliyor Türk iiLsamııııı kimlik sorunsah ESRA ALtÇAVUŞOĞLU Bireyle devlet arasındakı en sıkı ya da bir anlamda en soğuk ilişki: Kimlik. 5. istanbul Bienali'ne katılan Türk sanat- çılardan Halil Altındere Darphane-ı Amire bınasının iç \ e dış mekanına yer- leştirdiği "Tabularla Dans" başlıklı iş- lerinde, devlet ile bireyin birbinnden aynlmaz ılişkisini irdeliyor. Yaşadığı- mız toplumda kimliğinden utanan, çe- kinen ya da göğsünü gere gere ortalık- ta dolaşan bır çok kimse ile karşılaşıyo- ruz. Halil Altındere'nin işlerinde kim- liğin salt tanıtma değil, devletin sorgu- lama amacına da karşılık verdığine ta- nık oluyonız. Her iki projede de devle- tin "olmazsa oünaz"dediği kimlik ve paraya eleştirel göndermeler yapılıyor Çeviriler ve diğer güçlükier... Darphane'nin ıç mekanına yerleştı- rilmiş, iki buçuk metre yüksekliginde. renkli, bilgisayarda dijital baskıyla ba- sılmış bir para ve onun yanında aynı bü- yüklükte bir kimlikten oluşan çalışma- smda Altındere, bol sıfırlı paranın üze- rindeki Atatürk'ün ve kendi kimliğin- deki yüzünü elleriyle örtmüş. tki işte de bir tür örtünme eylemi var. Bu eylem izleyiciyi, resmi belgeler üzerinde ör- tünmeye sebep olan nedenler üzerinde düşünmeye çağınyor. Darphane'nin av- lusunda bulunan pasaport ve kimlikte ise sanatçı, bu belgelerin kontrölünün yapıldığı mekanlara gönderme yapıyor. Sanatçı. çalışmalannda Bienalin bu yılki başhğının özellikle "Çeviriler ve Diğer Güçlükier Üstüne" olan bölümü ile ilgili çalıştığını söylüyor. Üç yıldır Türkiye'dekı kimlik sorunsalıyla ilgili çahşan Altındere. işin göndergelerini diğer güçlükier dediğımiz şeylere bag- lıyorveekliyor. "Yaşadığımızçograrv»- da kimlik sorunsah var. Ben de oradan gelen bir kişi olarak bu sorunsal üzeri- ne çaüşmayı amaçladım. Yapıtlann dış mekana asılıyor olmasıyla. iktidarla bi- re bir yüzleşme amaçlanıyor. Paravla IHUrON TÜRKURASI (Fotoğraf: Kl"BIL-W Tl'VI 1 U aTenç sanatçı Halil Altındere, yaşadığımız coğratyada kimlik sorunsalı olduğuna işaret ederek, bu konuya değinen sanatıyla ilgili, "Ben de oradan gelen bir kişi olarak bu sorunsal üzerine çalışmayı amaçladım. Yapıtlann dış mekana asılıyor olmasıyla, iktidarla bire bir yüzleşme amaçlanıyor..." diyor. kimlikten oluşan projede ise bir örtün- me eylemi var. Bu, daha çok bugün coğ- rafvamızda yaşanan kirlenme karşısın- da, bol sıfırlı paranın bütün göstergele- rinin anlamını değjştirivor.*' Halil Altındere işlerinde kimlikleri gerçek işlevleri ile kullanmış ama üze- rine yaptığı küçük müdahalelerle yeni anlamlar kazandırrruş onlara. Özellik- le örtünme eylemiyle, paranın varlığı- na anlam yükleyen Atatürk. bügünkü siyasal iktidann karşısında hiç bir hak sahibi olmamasına rağmen tavnnı gös- teriyor Halil Altındere'ye göre. Sanat- çının iki işi de tamamen bugünün Tür- kiyesi'ne, siyasal ve toplumsal olayla- nna gönderme yapıyor. "Sanatçı yapıtmı oiuştururken yaşa- dıgı toplumun verilerinden yola çıkarak bazı şeyler ahr ve yapıtına koyarak ye- niden üretir. Ürettikten sonra zaten iz- leykinin onu tüketmesi, yeniden bir üre- tim olur. Yeniden bir üretimden sonra iş amacına ulaşmıştır artık. Ben de bu ya- pıtımı oiuştururken özellikle izleykiyle olan diyaloğumu önceden tasartanmış bir süreç içinde gerçekleştirdim. Hem konu hem de görseUik olarak bu işin çe- kici geunesi her katmandan izleyicivle diyaloğa girebUmemi sağladı.'" Altındere, Darphane'de ışlerini yer- leştirirken bir çok kişiyle diyaloğa gir- miş. Altındere ile ışlerini taşıyan şoför, sergiyi gezen ızleyici, çocuklar, hatta eleştirmenlerin dahı iletişimleri aynı ol- muş. "Farkh ktöelere hitap edeyim, herke- se anlatabUeyim derken basit obnama- sı gerekiyordu çahşmalann. Güncel bir konuyu çağdaş sanaün dfliyle anlatmak, bunu yaparken de imgeleri buna göre seçmek gerekiyordu.'' Kimlığinde kendi fotoğrafinın ve ona ilişkin dökümanlann olması yurtdışın- dan gelen sanatçılarfa da belli bir diya- log oluşturmuş. Belli bir sunum çerçe- vesinde hem bireysel hem de kimliğiy- le iki türlü iletişim gerçekleşmiş. 1995'ten bu yana hep 'kimlik' Halil Altındere, 1995'den bu yana kimliklerle ilgili çahşmalar yapıyor tz- leyiciler sanatçının ilk kirriliğiyle 1995 'deki 'Genç Etkinlik' sergisinde ta- nışmışlar. Bienaldeki kimliklerden farklı olan bu işlerde ahşap üzerine se- rigrafı yapmış. Bu çalışmada da farklı fotoğraflar kullanılarak kimlıklerin üze- rindeki imgeler değiştirilmeye çalışıl- rruş. Bır yıl sonra da Habitat'ta yine kimlikleriylebuluşmuş izleyicilerle sa- natçı. u Bienaldeki işlerim sanatsal gelişimi- min bir üst devamı gibi. Sanatçı çağdaş sanat icindeki bir ürünü yaratırken ge- leneksel malzemeyle değil kav ramla ça- hşıyor. Başlığı belli otan bir sergjye kaö- hyorsantz içeriğinegöreçalışmak zorun- dasınız. Kavram hangi matzemeyi ge- rektiriyorsa onu kullanıyorsunuz. Ge- reldrse resim, heykel yaparsınız. bedeni- nizi kullanıp performans yaparsınız, bu ışık ve ses enstalasvonlan da olabilir." Kimlik konusu üzerine üç yıldır ça- lıştığını ve ilk bakışta izleyicilere kolay gibi gelebileceğini söyleyen Altındere, belli bir başlık çerçevesinde çalışıldı- ğında, sürekli aynı alan içinde kalına- rak tamamen yaratıcılığın ön plana çık- tığmı vurguluyor. "Malzemeniz beUiy- se kavramı kendi sanatsal üreriminiz içinde yoğurabüirsiniz. Bu durum tek bir şeyden çok şey üretmek anlamına gehyor. Hem suurtanıyorsunuz hem de yaratKiuğmız ön plana çıkıyor." ODAK NOKTASI AHMETCEMAL Sanatın Özgürlüğü, Cinsellik ve İnsan Haklan Sanat, neredeyse başlangıandan bu yana cinsel- likle ilgilenmiştır. Sanat, yine başlangıcından bu yana, cinselliğin yalnızca bir türüyle değil, ama bütün biçimleriyle il- gilenmiştir. Bu erken ilginin nedeni, daha örneğin ruhçözüm- leme (psıkanaliz) ortaya çıkmazdan önce, cinselliğin -en geniş anlamda olmak üzere- insanoğlunun ye- mek ve içmek gereksinimi kadar doğal bir yanı oldu- ğunun sanat düzleminde saptanmış olmasıdır. Cinselliğin tarihinin izi, sanatın evreninde sürüldü- ğünde karşılaşılan çarpıcı olgulardan biri de şudur: Sanat, hemen hiçbir zaman cinselliği satt kendi için değil, fakat örneğin insanca yanıyla, insandan insa- na kurduğu köprülerie, ınsanın insanda, insan sıcak- lığını arama yollanndan biri olarak ele alıp iştemiştir. Bunun dışında sanat, doğal olarak cinsel güdülenn insan üzerinde kimi zaman ne ölçude güçlü bir ege- menlik kurduğuyla da bu egemenlığın bireysel-top- lumsal bir olgu niteliğıni taşıması nedeniyle, yakın- dan ilgilenmiştir. Özetle söyiemek gerekirse, cinsellik gerçeği, bilim- sel gerçeklikten çok önce sanatsal gerçeklik düzle- minde yerlı yerine oturtulmuştu. Bu bağlamda örne- ğin "erkeklik", "kadınlık" ve "cinsi sapıklık" gibı kav- ramlann bilim açısından gerçek içerikleri ise ancak tamamlamak üzere olduğumuz yüzyılda ortaya ko- nuldu. On dokuzuncu yüzyılın sonlannda, özellikle ruhbilim alanındaki gelişmeler aracılığıyla, insanlan değeriendirmede ve sınıflandırmada geçerliğini yüz- yıllardır koruyan ölçütleri saf dışı edilip, "iyi insan", "kötü insan", "ahlaklı insan", "ahlaksız insan" gibi muttak kategorilerin var olamayacağı, başka deyiş- le insan karaktennin değışken ve karmaşiK yapısı ka- nrtlanmıştı. Bu arada belirtelim ki roman sanatının urunlerinde bu gerçek, bilımden çok önce gözler önüne serilmişti. Yırminci yüzyılda ise ınsana ilişkin araştrmalar daha ılerledi; bu arada bilim, herkesin hem erkek hem de kadın hormonlarının taşıyıcısı ol- duğunu da kanrtladı. Böylece "sapına kadar erkek" ve "tepeden tırnağa dişi" nitelendirmeleri de -en azından bilimsel gerçeklik anlamında- tarihe kanşmış oldu. Ama bilim, bu kadanyla da yetinmedi, "farklı cin- sellik" kategorisi altındatoplanan eğılimlenn genel- de bir hastalık sayılamayacağını, insanoğlunun cin- sel yönelimlerinin ve bu doğrultudaki seçimiennin o- nun kişiliğinin doğal bir parçasını oluşturduğunu da gösterdi. Bu gerçeğin ışığında "sapıklık" kavramı da sahip olunan cinsel kimlığe göre değil, fakat cinsel- lik bağlamında nasıl bir kimlik taşınıyor olursa olsun, bu kimliğın dışlaşma biçimine göre yorumlanmaya başladı. Bilimin yörüngesinde gelışen bu yoruma gö- re örneğin olur olmaz her fırsatta ne kadar çok kişiy- le yattığını anlatma gereksinimini duyan ya da bu bağlamda ölçüsüz davranışlar sergileyen bir hetero- seksüel, aynı konumdaki bir eşcinselden daha az "sapık" değildir. Ban dünyası, bilimsel gerçekleri farklı cinsel seçim- leri kısrtlayan yasa maddelerini ayıklayarak toplum- sal kıldı. Bir bireyin kendi cınsellığini eğilimleri doğ- rultusunda yaşaması ise onun kışilik haklannın, baş- ka deyişle insan haklannın doğal bır parçasına dö- nüştü. İnsan haklan kavramının içeriğini, insanın salt in- san olarak doğmakla kazandığı ve bu nedenle asla elinden alınılamayacak, dokunulamayacak haklan oluşturur bu haklar arasında düşündüklerini soyle- me hakkı kadar, kendi kimıiğini bütün boyutlarıyla ya- şayabilme hakkı da vardır ve kimse, bu hakkın, ör- neğin "ifade özgürlüğü"nden daha az savunulmaya değer olduğunu soyleyemez. Zaten insan haklan ara- sında şu ya da bu nedenle birtakım sınıflandırmala- ra gidildiği yerde, o haklann bir bütün olarak bilinci- ne vanlabfleceğini söyleyebilmek olanaksızdır. İnsan kimliğini tüm boyutlanyla işlemek, sonuçta toplumun ve insanın estetik düzlemde yansıtılmasın- dan başka birşey olmayan sanatın en doğal özgür- lüğüdür. Sanatçının bu özgürlüğü kullanarak yarattı- ğı sanat eserini neden şu ya da bu konunun işlendi- ğini sorgulayarak değertendirmeye kalkışmak ise sa- natın özgürlüğüne öldürücü bir darbe indirmekle eşanlamlıdır. Özellikle henüz yeterince bilgi temeline dayanma- yan ortamlarda, içinde farklı cinselliğin de bulundu- ğu bir sanat eserini yalnızca bu yanıyla magazin ko- nusu yapmak, yazılı ya da görsel basına tiraj getire- bilir; buna karşılık basın sorumluluğu ve ahlaki adı- na böyle bir tutumun neleri götürdüğû de kanımızca aynca tartışılması gereken bir noktadır. Eğer belli bir ortamda gerçek bir sanat eserine konusu yüzünden karalar çalınırken kimileri de farklı cınselliklerini ken- di özel yaşam alanlannın dışına çıkanp örneğin ek- ranlarda sergileyerek parsa toplayabiliyorlarsa, o or- tamda magazin adı ailtında işienen pek çok suç da var demektir... Azizname hâlâ programda yok ANKARA (Cumhuriyet Bürosu)-Devlet Tiyatrola- n'nın 1997-1998 repartu- vannda bulunan "Azizna- me'95" sezonun açılması- nın üzerinden 2 ay geçme- sine karşın hâlâ programa konulmadı. Aziz Nesin'in öykülerinden Yücel Er- ten'in sahneye uyarladığı oyunun, RP'li eski Kültür Bakanı İsmafl Kahraman döneminde programa alm- maması büyük tepki yarat- mışrj. Devlet Tiyatrolan'nın nisan ayından bu yana sah- nelenmeyen oyunu "Aziz- name'95" bugüne kadar 160'ın üzerinde kapalı gi- şe oynadı. Yücel Erten'in sahneye uyarladığı oyunun yönetmen yardımcısı Ah- met Mümtaz Tavlan Oyurıda. Rüştü Asvan. Be- rin OteoeL thsan Sanıver, Ahmet Mümtaz Tavlan, Hüsevin Ali Danv^l. Bilal Gürdere, Serhat Nalban- toğlu ve Hatke Aslan rol alıyorlar. Azizııame'95'"ın sahneye konulması yönün- de hiçbir sorun bulunma- masına karşın, 2 aydır oy- natılmıyor. Oyun, ekim ayından sonra, Devlet Ti- yatrolan Genel Müdürlü- ğü'nün kasım ayı progra- mında da yer almadı. "Azizname'95'"ın, RP'lı Kahraman'ın Kültür Ba- kanlığı görevini sürdürdü- ğü 1997 mart ayında prog- rama konulmaması büyük tepki çekmiş, yaşanan tar- tışmalar üzerine Devlet Tı- yatrolan Genel Müdürlü- ğü oyunun repartuardan kaldınlmadığını açıkla- mıştı. Tartışmalar sırasın- da basına yaptığı açıklama- lar nedeniyle Yücel Er- ten'e venlen ceza mahke- mece ıptal edilmişti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear