18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 13NÎSAN1991 Düşe Dönüştürenler Utansm! Bugün kentlerimiz, köylerimiz, kasabalarımız, bütünüyle ülkemiz, geri kalmış bir Doğu ülkesi durumunda. Ne tarafa baksanız perişan. "Kalkındık, köşeyi döndük" övünmeleri neye yarar? Halkımızın büyük çoğunluğu hâlâ yoksul, mutsuz, bunalımlı. İşsizlik diz boyu. Çahşan insanımız hakkının beşte birini alamıyor. TALIP APAYDIN İstanbul'un nüfusu iki milyon dolaylann- da donup kaldı. Eski kent fazla büyümüyor. Yapılar onarılıyor. Boğaz ve çevre özenle ko- runuyor. Görkemli tstanbul her gün biraz da- ha güzelleşiyor. Plan dışı tek bir yapıya izin verilmiyor. Metro ve toplu taşıma, ulaşımı ra- hatlattı. Doğu'lu, Batı'lı her ülkeden gelen tu- risrler güzel tstanbul'a hayran kahyorlar. He- men her sorunu çözümlenmiş, tertemiz. Uy- gar bir kent tstanbul. Ne kadar övünsek ye- ri. Ankara bir milyona ulaştı, hem içerisi hem çevresi yemyeşil bir orman. 1920'lerin bozkır kasabası modern bir kent oldu. Plan dışı tek bir yapı yok. Geri kalmış ülkelerin kentlerini saran gecekondu tipi evler kesinlikle yapıla- maz. Toplumumuz o diizeyi çoktan aştı. Jzmir öyle, Bursa öyle. Tüm kentlerimiz ay- nı. Her şey planlı, çağa yakışır biçimde, çağ- cıl. Köylerimiz, kasabalarımız çağdaş insanın yarattığı her tür uygarlık nimetleriyle dona- tılmış yerleşim birimleri. Göze kulağa ters ge- len tek bir görüntü yok. Denizlerimiz terte- miz, göğümüz masmavi. Sanayileştik, hem de en ileri aşamalara vardık; ama fabrikaları tüm yurda yaydık. Kentlerden ve ekilebilir toprak- lardan uzak, en uygun yerlere yaptık. Tarım- da da çok geliştik. Her karış toprağımızı bi- limsel yöntemlerle ektik. Her yıl milyonlarca ağaç dikip yetiştirdik. Kıraç toprakları sula- dık. Yer altı, yer üstü sularımızı çok iyi de- ğerlendirdik. Nüfusun yarısı tarımda, öbür yarısı sanayide çalışıyor. İşsiz kimse yok. Ki- şi başına düşen ulusal gelir on bin dolara yak- laştı. Devletimizin içeriye dışarıya tek kuruş borcu yok. Dünyada hızla gelişen saygın bir ulusuz. Nüfus artışı giderek azaldı, normal duruma girdi. Ülkenin her köşesinde modern hastaneler ve yeteri sayıda iyi yetişmiş hekim- lerimiz var. Sağlık hizmetleri herkese parasız. Bütçemizin büyük bölümü sağlık ve eğitim iş- lerine aynlıyor. Okullanmız, üniversitelerimiz tam bir özerklik ve eşitlik içinde çağın en ile- ri eğitim anlayışı ile çalışıyor. Bilimde, sanat- ta, teknolojide ülkemizin yüzakı değerler ye- tişiyor. Demokrasi içinde Her alanda şaşırtıcı atılımlar yapıyoruz. Çünkü gerçek bir demokrasi ile yönetiliyoruz. Devlet adamlarımız, yöneticilerimiz yurtseyer ve özverili insanlar. Hiçbirisi bencil değil. Ül- kenin herhangi bir yerinde haksızkğa uğramış, yoksul düşmüş insanın onurunu kendi onur- ları biliyorlar. Öylesine duyarlı davranıyorlar. Milletvekillerimizin, yöneticilerimizin yürek- leri hep ülke sorunları ile dolu. Her haksızh- ğın üstüne atmaca gibi saldırıyorlar. İnsanın insanı ezmesi, sömürmesi ne demek, Meclis- te kıyameti koparıyorlar. Vergi kazanandan alınıyor. Herkesin ne yaptığı, ne alıp sattığı kuruşuna kadar belli. Partiler, sendikalar, der- nekler tam bir açıkhk içinde toplum sorunla- nnın peşindeler. Dengesizlik yok: Bölgeler arasında, cinsler arasında hiçbir dengesizlik yok. Cumhurbaş- kanından dağdaki çobana kadar, sırur köyün- deki çiftçiye, Zonguldak kömür ocaklannda çalışan işçiye kadar herkesin evi barkı var, ye- terli kazancı var. Karnı tok, sırtı pek. Kimin bir sorunu olursa en yüksek perdeden konu- şabilir, basına televizyona ulaşabilir. Kimse fazla harcama yapamaz. Kamu malı, kamu parası çok titiz harcanır. Bu konuda gelenek- leşmiş aşılmaz kurallar var. Zorlamaya kal- kanlar halkın tepkisi önünde rezil olur. Tele- vizyon üç beş devletlinin değil, tüm ulusun malı. Cumhurbaşkanı, başbakan ayda yılda birkaç dakika için çıkabilir televizyona! Ga- zeteler de öyle, çok önemli bir konuşması ol- madan kimseye yer vermezler. Kültürel kalkınma: Ülkemiz Kırk-elli yıldır tam bir kültür kalkınması ya- şadık. Bir okuma patlaması oldu. Nereye git- seniz kadın erkek, okuyan insanlarla, okuyan gençlerle karşılaşırsıruz. Herkesin elinde kitap, dergi... Romanlar, öyküler, şiir kftapları yüz bin basılıyor ve haftaya bitiyor. Çoksesli çağ- daş müzik beğenisi, resim, heykel, dans, spor... inanılmaz boyutlarda ilgi görüyor. Sa- natın en kalitelisi seçiliyor. İnsanların konuş- ması, tartışması, eğitim düzeyinin yüksekliğini gösteriyor. Yazarlar, sanatçılar, bilim adam- ları en saygın kişiler. Gazeteler, radyolar, te- levizyon hep onlann ürünleriyle dolu. Halkın en çok tanıdığı kişiler onlar. Her dalda çağ- daş sanatçılarımız yurtdışında da büyük ba- şarılar kazanıyorlar. Yazarlarımız tüm dünya- da okunuyor. Bu yoğun kültür ortamında ye- tişen genç kuşaklarımız büyük umutlar veri- yor. Ülkenin her köşesinden büyük yetenek- ler fışkınyor. Bilim adamlarımız dünya uygar- bğına ilginç katkılar yapıyorlar. Dünyanın gözü ülkemize çevrilmiş durumda. Dtişe çevirdiler! "Biz yetmiş yıl önce çok geri kalmış, çok sömürülrnüş bir Doğu ülkesiydik, nasıl geldik buraya? İnsan gücümüzü her türlü gelişmeye yatkın bir duruma nasıl getirebildik? Gerçek demokrasiyi nasıl yerleştirdik ülkemize? Hal- kımızı nasıl çalışkan ve üretken yaptık?" so- rusuyla uyanıp düş gördüğümüzün ayırdına varıyoruz. Osmanlının çöküş döneminden, o acı de- neylerden yalın dersler çıkaran Atatürk, bize yepyeni bir yön çizmişti oysa. Yeni insanı ya- ratmak, halkımızı çağdaş bir eğitimden geçir- mek, yurdumuzu işleyip yüceltmek, dünyayı yaşanır hale getirmek... Düş değil, gerçekti tu- tulan yol. 1940'larda açılan Köy Enstitüleri'- nin amacı buydu. Önce sayıları yirmi idi, son- ra elliye, yüze, beş yüze ulaşmak! Tüm çalı- şan halkımız, gençliğimiz bu eğitim kurum- larından geçecek ve çağdaş insan olmanın bi- lincine varacaktık. Yaşarm güzelleştirmek, ül- kemizi yeni bilgilerle işlemek, yapıcı bir tavır kazanmak, gerçek demokrasiyi yaşama geçir- mek. Bir toplumu bu düzeye getirdiniz mi kal- kınmak su içer gibi kolaylaşmaz mıydı o za- man? İnsan sömürülemez, ezilemez, hakları çiğnenemez. "Herkesin kazancı kendi kesesine" akar, kimse kimseyi yalanla dolan- la aldatamaz, o toplum iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini daha baştan ayı- rırdı elbet. Yeterli değil elbet ~ Yukarıda çizdiğimiz gelişmiş mutlu Türki- ye tablosunu salt Köy Enstitüleri'ne bağlamak, yalnızca onunla gerçekleşeceğini sanmak el- bet yeterli değil. 1940'larda başlayan insanı- mızı canlandırmaya yönelik bu eğitim kurum- lan devletin halkçı poliükalan ile desteklen- meliydi. Gerçek bir demokrasinin işlerliği, top- raksıza toprak verilrnesi, sanayinin yurt yüze- yine yayılması, planh bir kalkınma atüımı, ki- şilere değil kamuya çevrik dürüst bir yöneti- min uygulanması ısrarla sürdürülmeliydi. İşte bu fırsatlar kaçınldı. Halkımız alacakaranlık bir ortamda uyurgezer durumda bırakıldı, is- teyerek sürüklendi bu çaresizliğe. Bugün kent- lerimiz, köylerimiz, kasabalarımız, bütünüy- le ülkemiz, geri kalmış bir Doğu ülkesi duru- munda. Ne tarafa baksanız perişan. "Kalkın- dık, köşeyi döndük" övünmeleri neye yarar? Halkımızın büyük çoğunluğu hâlâ yoksul, mutsuz, bunalımlı. İşsizlik diz boyu. Çahşan insanımız hakkmın beşte birini alamıyor. Çar- pık kentleşme, yanlış ve yetersiz sanayileşme can yakıcı. Denizlerimiz kirli, ırmaklarımız irin, göğümüz duman! Kuruluşundan yetmiş şu kadar yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti böy- le mi oLmalıydı? Baştan tutulan doğru yolda yürüseydik çağdaş uygarlığa çoktan kavuşa- caktık. Elli yıl önce kurulan, ama hemen ka- patılan Köy Enstitüleri işte çizdiğimiz tablo- yu getirecek önemli eğitim kurumlanydı. Ona kıyanlar, yukarıda çizdiğimiz çağdaş Türkiye yerine bugünkü Türkiye'yi yeğlediler. Yazık! utansınlarî.. EVET/HAyiR OKTMAKBAL 'Sözde Cumhurbaşkanı...' Bay Kenan Evren anılarında şöyle yazıyor: "Genelkurmay Başkanlığı lojmanında kalan son eşyaları da alıp getirmek üzere gittiğimde acı tatlı bütün hatıralar ye- niden canlandı. Kapıyı kapatıp anahtarı ilgilı subaya teslim edip ayrılırken çok fena oldum. Ağlamamak için kendimi sık- tım, bir yumruk sanki boğazıma tıkıldı... Ağlayamayınca hep böyle olurum. Ağlamak en iyisi, ama herkesin de önünde ağ- layamam ki! Arabayla köşke gelir gelmez tuvalete girdim ve hüngür hüngür rahatlayıncaya kadar ağladım ve açıldım." Kendi deyimiyle 82 Anayasası ve onunla birlikte oylanan Cumhurbaşkanlığı 'ezici bir çogunlukla' halkoylamasından geçmiş, Bay Evren de 'tek adaylı bir seçim'le Çankaya'nın konuğu olmuş. 13 Kasım 1982 günü Genelkurmay Başkanlı- ğı lojmanından ayrılırken işte böylesine hüzüntenmiş! Oysa sevinmesı gerekmez miydi? Türkiye'nin yedinci cumhurbaş- kanıydı artık! Nasıl seçilmiş olursa olsun! Bunda ağlayacak ne var? O akşam anı defterine duygularını şu satırlarla be- lirtmiş: "Sözde cumhurbaşkanı oldum. Sevinmem lazım değil mi? Nerde? Her an yalnızlığın verdiği üzüntü içerisindeyim." Anılarını yazıp yayımlamakla ne iyi etti Bay Evren. Bugü- nün, yarının kuşaklanna belgesel bir yapit bırakmış oldu. Sı- radan bir kişinin cumhurbaşkanhğına kadar yükselmesinin öyküsü sanırım yıllarca ibretle okunacaktır. Bu anılarda ders alınması gereken pek çok olay var. Cumhurbaşkanı seçilen bir kişi neden yüznumaraya ka- panıp hüngür hüngür ağlasınl Gösterdiği neden, sayın eşi- nin yaşamda bulunmamasıdır. Bir gece önce Konsey arka- daşlarına verdiği yemekte Bay Evren'in tek başına kalması- dır. Eşinin yokluğudur yeni cumhurbaşkanını tek başına hün- gür hüngür ağlatan! insan ister istemez etkileniyor. Bir Fransız şairi der ki: "Bir tek kişiden yoksunsunuzdur, oysa dünya ba- şınıza yıkılmış gibidir." Bu duyarlığı anlamak zor değil. Bay Evren'in duygulu bir kişiliği olduğu kendi sözleriyle iyice be- liriyor. Ama insan yalnız özel yaşamında, kişisel konularda mı du- yarlı olmalı? Bireysel duyguianmalar duyarlı olmak sayılır mı? Bay Evren'in, Konsey'in iktidarda olduğu yıllar boyunca yap- tığı konuşmalar. kitaplar halinde elimizde. Halk önünde yap- tığı konuşmalarda hiç de duyarlı, duygulu bir kişi olarak gör- mek kolay değil! "Asmayalım da besleyelim mi?" Bir özdeyişe benzeyen bu cümle belleklerden silinir mi? Askeri mahkemeler karşısında hesap veren, türlü acılardan geçirilen DİSK'çileri, Barış'çılan, gençlik örgütlerini en ağır biçimde suçladığı anlarda böyle bir duygulu yaklaşım göre- miyoruz. Tam tersine, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı her türlü anlayıştan uzak bir acımasızlık içinde! "Sözde cumhurbaşkanı oldum. Sevinmem lazım değil mi? Nerde?" sözleri Bay Kenan Evren'in iç dünyasındaki çalkan- tıları, bilinçaltındaki kuşkuyu, hatta korkuyu göstermiyor mu? Yüzde 92 oy almışsın, şöyle ya da boyle, halkımız senin yap- tırdığın, kefil olduğunu da durmaksızın yinelediğin bir tasla- ğı anayasa diye kabul etmtş ve seni de Çankaya'ya gönder- miş, gerçekten 'sevinmek gerekmez mi?' Hayır, Bay Evren sevinemiyor, Çankaya'ya çıkar çıkmaz ilk işi, tuvalete kapa- nıp hüngür hüngür ağlamak! 'Milliyet' gazetesinde çıkan, sonra da kitaplaşan anıları, Cumhurbaşkanlığı'nca çıkarılan 'Kenan Evren'in Söylev ve Demeçleri' adlı kitapların yanına koymalı... 1980'den sonra- ki yıllarda meydanlarda ya da toplantılarda yaptığı konuşma- larla bu anılarda yazılanları karşılaştırmalı... Sanmasın Bay Evren, Cumhurbaşkanlığı görevi bitti, anılarını da yazdı, Türk ulusu önünde hesabını verip kitabını kapattı, Marmaris'teki güzel villasında artık rahat ve huzurlu bir yaşam sürebilir, ki- şi olarak mutlu günler geçirebilir... Onu Çankaya tuvaletin- de hüngür hüngür ağlatan yalnızca sayın eşini yitirmesinin acısı değildir. İçine düştüğü yanılgı çıkmaziarının hesabını yarınki kuşaklara nasıl vereceğinin önsezisidir. "Sözde cumhurbaşkanı oldum" cümlesi bile anlamlı de- ğil midir? Tek adaylı, baskılı. her türlü eleştiriden, her türlü muhalefetten uzak bir halkoyiaması gerçek anlamda demok- ratik bir seçim sayılabilir mi? Böyle bir oylama sonucu Çan- kaya'ya giden insan 'sözde cumhurbaşkanı' olduğunu bilmiş- se yanlış mıdır? Kttrt Sorunu^ Amerika ve Biz Türkiye'yi esas itibarıyla toprak ağası-aşiret reisi-tarikat şeyhi üçlü ittifakı yönetiyor, tıpkı 1790 öncesi Avrupası'nda iktidarı elinde tutan senyör-kilise ikilisi gibi. Bu feodal düzenin her türlü gelişmeye kapalı olduğu kuşkusuzdur. BURHAN OĞUZ Uygarlık Tarihçisi Bu sütunlarda Doç. Dr. Veysel Batmaz, TV'nin özerkliği konusunu irdelerken, "Kültürü heterojen olan bir toplumda özerklik kime hizmet eder? Kamuya mı, ka- musal görünümlü bu kişiler topluluğuna mı, yoksa yurttaş kişilere mi" diye soruyor. Bu "özerklik" sözcüğünden yola çıkarak günümüzün çok önemli sorunlarının, TV'nin, üniversitelerirnizin ve ... bir Kürt devletinin özerkliği sorunlannın içinde bu- luyoruz kendimizi. Kolayca ele geçirmek için... 3-10 mart tarihli Tempo dergisinde yer alan bir söyleşide, Devlet Bakanı Sayın Kâmran Inan, "9 Irak tümenini sınırımız- da angaje etmek suretiyle en büyük katkı- yı Türkiye yapmıştır" diyerek bunun AT- ye girmemiz bakımmdan çok olumlu etki yaptığını, Avrupa'da herkesin ortak görü- şünün Türkiye'ye mutlaka bir şeyler yapıl- ması gerektiği şeklinde olduğunu, özetle "AT'de havaların iyi olduğu"nu söylüyor. Ne var ki hemen ertesinde "AT, Türkiye'yi Körfez'de dışladı", "Özal: AT ile iüşkiler aç- mazda", "Kuveyt'tcn sonra sıra Kıbrıs ve Kürt sorununda. Avrupa'dan Türkiye'ye oy- birliği ile baskı" manşetlerini gazetelerden okuduk. "Kürt diyaloğunun miman" oldu- ğu ileri sürülen (kendisi bunu inkâr ediyor) Inan'ın, Cumhurbaşkanı'nı temsilen 10-24 şubatta Avrupa başkentlerinde yaptığı te- masların hiçbir işe yaramadığı anlaş\lıyor. İnan, inandırıcılığıru yitiriyor. Kendisinin, eskiden beri "bir Kürt sorununun mevcut bulunmadığı, bunu Ankara'nın yarattığı" yolundaki ısrarh iddialarını biliyoruz. Bu- nu, 1919'da, Şerif Paşa imzasryla Banş Kon- feransı'na iletilmiş Kürt taleplerini**' kim- senin bilmediğini sanarak ileri sürer durur- du. Bu arada Kürt lideri Talabani, Özal'ın isteği ile Ankara'yı gizlice ziyaret etmiş ve başta Dışişleri olmak üzere hiçbir bakanın, hatta yazıldığına göre Başbakan'ın haberi olmadan temaslarda bulunmuş. Meğer "Kürtlerin niyetlerini anlamak için" çağır- tnışız bunları. Bu görevi Sayın Özal'a sakın Bush ver- miş olmasın?.. Ve Kürt Konferansı Stockholm'de başla- mış. Bütün bunlarvn arkasından Said-i Nur- sî'yi anma törenleri... Burada birtakım üni- versite öğretim üyeleri "Said-i Nursî'nin Os- manlı Devleti'nin son dönemlerinde Ingiliz siyasetine karşı ülke içinde birlik ve bera- berliği sağlamak amacıyla çahşmalar yap- tığını ve Milli Mücadele'nin önemli mane- vi mimarlanndan olduğunu anlatmışlar! Bu işe bir de uzun pardösülü ve türbanlı İngi- Hz araştırmacısı yazar katümış, tıpkı Mev- lana ayinlerine çok koyu Müslüman birta- kım kadınlı erkekli İngilizin katıldığı gibi... Ve Amerikan TV ekranlannın birinci ko- nusu Kürtler oluyor. ABD'nin sürekli olarak Ermenüere oldu- ğu kadar, hatta daha da çok PKK'ya, bu- nun bir fazla "K"sının yarattığı endişeye karşın arka çıktığını her gün görüyoruz. Oyunun oynandığı alanın Anadolu'nun zengin petrol ve değerli madenlerinin bulun- duğu bölgeler olduğunu çok kez yazdık. Oralarda bir "özerk Kürt devleti"nin kurul- ması ABD'nin en büyük amacıdır. Şöyle ki; hiçbir devlet geleneği, yetişmiş bürokrasisi olmayan, bu kadar eski bir topluluk olma- sına karşın ortaya hiçbir mimari ve sair kül- türel eser koymamış olan bu etnik unsur- ların kuracaklan devletin elinden bu ham- maddeleri almak saat meselesi olacaktır. Oysa Türkiye'de, ileri teknolojinin etkili si- lahlardan yoksun bırakılmış olsa da güçlü ve etkili bir "zinde kuvvet", bunları kaptır- maya her zaman büyük direnç gösterir. Ali Cengiz oyunlan Adalet Bakanlığı'nın yapmış olduğu bir anayasa değişikliği çalışması için emekli Bü- yükelçi Sayın Coşkun Kırca, "Anlaşümış ol- mahdır ki Adalet Bakanlığı'nın calışmasın- da yer alan teklifler, ülkemizde laiklik düş- manlarına destek verecek; milli birliğimizi bozacak ve demokratik rejime musallat edilmiş çarpıklıklan büsbütün vahimleşti- recektir..!' diyor. Türk-İslam sentezine bir de Kürt-İslam sentezi bulaştınlıyor. Ne Ali Cengiz oyunlan oynanıyor NVashington "Enderunu"ndan mezun büyüklerimizin idaresinde! Sayın Özal, ABD'den 1 milyar dolar al- ma peşinde. Sayın Demirel, yıllar yılı "Borç, yiğidin kamçısıdır" deyip dururdu, kendi- ni "yiğit" sanarak. "Yiğit", ashnda kimdir? Hemen söyleyelim: Yiğit, aldığı borcu cid- di üretime yatırıp bunu rahatça ödeyebilen- dir. Bugüne kadar, Demirel dönemi dahil, sırtımıza kambur olan milyarlarca dolar borcun kaç kuruşu bir gerçek üretime yatı- rıldı? O halde ortada "yiğit" olarak dola- nacak kimse yok demektir. 300 bin liraya satılan süs köpeği çizmesine ithal izni ver- mek, yiğitlik demek değildir. Büyük ölçüde seçim yatınmlarına sarf edileceği anlaşılan bu 1 milyar doları kopa- rabilmek için Sayın Özal'ın Kıbrıs ve Kürt sorununda tavizler vereceği endişesi, her topluluk kesiminde çok yaygın. İnsanımız bunda haksız değil: Washington "Enderu- nu"nda yetiştirilip de devletin başına otur- tulan kişilerin "mecburi hizmet"e tabi ol- malan normaldir. Türk dış politikasında köklü değişiklik oluyormuş ve Amerika ile stratejik işbirli- ğine giriliyormuş. Hürriyet'in Wa--,hington muhabiri Sedat Ergin şöyle yazıyor bu ko- nuda: "Stratejik ortaklık. Bu kavram, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeni bir istikamete yöneldiği anlamına gelmektedir. Türkiye, rotasını tayin edemeyeceği bir trene bindi- ğinde, istenmeyen güzergâhlara sürüklenme riskini de önceden kabullenmek durumun- da olduğunu bilmelidir;' Yani bir Konya de- yimi ile "Bey'le bostan ekenin hıyarı .... kaçar" demek istiyor Sayın Ergin. Evet, AtatürkçUlüğün Adnan Hoca'^, laikliğin korunmasının da Semra Hanım'a kaldığı bir Türkiye'de yaşıyoruz. Hikâye bu ya, günün birinde bir köy imamsız kalmış, ortaya bir de cenaze çıknuş. Çaresiz köylü, oradan yalpalayarak geçmekte olan Bekrr" . Mustafa'ya yapışmış, bu işi tek başarabile- cek adam olarak ona imam kisvesini giydi- rerek zorla onu cenaze namazını kıldırmak üzere musalla taşının başına götürmüş. Bek- ri, cenaze namazını kıldırdıktan sonra eği- lip tabutun başına doğru bir şeyler mınl- danmış. Merak edenlere de "Öbür tarafa gittiğinde köyün ahvalini soracak olanlara Bekri Mustafa imam oldu dersin, onlar an- larlar..;' demiş. Arkadaşımız İlhan Selçuk 1990 UNES- CO yılhğından aktararak Birleşmiş Millet- ler'e üye 162 ülkede zorunlu eğitim süresi- nin Türkiye'den uzun olduğunu, beş yıllık öğretimin, ancak bizim de içinde bulundu- ğumuz 10 ülkede kaldığını, kısaca ortaöğ- retim hususunda Suriye ve Yunanistan'ın ge- risinde olduğumuzu bildiriyor. Öbür yan- dan Sayın Ecevit, kurumların, Türk toplu- tnunun değişimine uyum sağlayamamasın- dan hakh olarak yakıruyor. Neden bu böy- le? '_ Sonuç Son günlerde a>ı edebiyatı, bizi idare edenler sayesinde moda oldu. Biz de buna kendimizi katacağız: "Ayının on türküsü varmış, dokuzu ahlat üstüne imiş". Bizim on türkümüzün ise onu da şu savda odak- laruyor: Türkiye'yi esas itibarıyla toprak ağası-aşiret reisi-tarikat şeyhi üçlü ittifakı yönetiyor, tıpkı 1790 öncesi Avrupası'nda iktidarı elinde tutan senyör-kilise ikilisi gi- bi. Bu feodal düzenin her türlü gelişmeye kapalı olduğu kuşkusuzdur. Bu itibarla yi- ne Sayın Ecevit'in deyişi ile dinamik yapı- ya sahip Türk toplumu, bu ittifakın yerine Batı anlamında ilerici, üretici, laik ve akh ön plana alan materyalist düşüncede bir burjuva-kapitalist düzeni oturtuncaya ka- dar bu işler böyle gidecektir. Mevcut koşul- larda bunun başka türlü olması mümkün değildir. Üniversite dekanı Prof. Dr. kişi, Darwin kurammın saçma olup her şeyin Tanrı tarafından yaratümış olduğunu söy- leyip gidecektir. (x> Memorandum sur les revendications du peuple Kurde, Paris 1919 Devrimci arkadaşımız, büyük insan, demokrasi ve özgürlük savaşçısı; HAMDİ ERATALAY'ı kaybettik. Anısı mücadelemize ışık tutacaktır. l'nal KORKMAZ |Avukat|, İNecaıi ÖZ\XRT |Kilap<;ı|. Yusuf ACAR (Inij. Müh.|. Mehmel ÖZTİRKER (Ecıarı). Gazi (l«man ŞVKAR (Muhasrberi). Durmuif MF.RT IGazeıeri). ZELYUT ALEVİ-BEKTAŞİLERDE MİZAH "Günden güne toplumu saran karanlığın içinde, baba erenlerin güleç mizahının aydınlığına gereksinimimiz var." İLHAN SELÇUK'un önsözüyle yeni çıktı. Tüm dağıtıcılarda... Anadolu Kültürü Yayınları BODRUM YAT LIMANINDA KİRALIK DÜKKÂNLAR TEL: 346 92 98 / 346 79 41 Kızımız BAŞAK'ın doğumunu tüm dostlanmıza müjdeleriz. SEVAL, RAHMİ AKDAŞ 11.4.91 BANDIRMA KAMUOYUNA Kürt halkının açlığa, öfüme terk edilmesine seyirci kalmamak için Ö2GÜR-DER KÜRT HALKI İLE DAYANIŞMA HEYETİ'nin başlattığı (ilaç, yiyecek, giyecek, battaniye, çadır vs.) yardım kampanyasını destekliyoruz. TAYAD'lılar, DEMKAD'lılar. İYO-DER'liler, BEM-DER liler. HAKAD'Ular, İŞPOR-OER liler, EMEKAD lılar. BAHKAD'lılar, EKAD'lılar, AKAD lılar, SULKAD'lılar, GOPKAOhlar, YEN- DER'liler, KKDD liler, SKKD liler, KAR-DERIiler, BEYKAD'lılar, BİKADhlar. UM-DER liler, ÇİMKAD'lılar, GÜLKAD lılar, GEYAD lılar, MUCADELE Dergisi. DEVRİMCİ GENÇLİK Dergisi. THD liler, KAM-SEN'liler, SAĞLIK-SEN liler. BEM-SEN liler, BELDE-İŞ Sendikası, BELEDİYE-İS Sendıkası 1 No'lu Şb., BELEDİYE-İŞ Sendikası Seyoğlu Şb., DEVRİMCİ MÜCADELEDE ÖĞRETMENLER, DEVRİMCİ MÜCADELEDE PTT ÇALIŞANLARI, DEVRİMCİ MÜCADELEDE MALİYE ÇALIŞANLARI, DEVRİMCİ MÜCADELEDE SANATÇILAR, DEVRİMCİ MÜCADELEDE AVUKATLAR, DEVRİMCİ MÜCADELEDE SAKATLAR NOT: Y&rdımtannız için Banka Hesap No: Vakıflar Bankast Beyaz/f Şub. Av. Zerrin SARII 13215-9 BAŞAK'a Güzel bir yaşam dileriz. CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ PENCERE Çankaya'da Zaman "Memaf Arapça kökenli bir sözcük; ama, günlük dilde ve deyişte kullanılır: — Hayat memat meselesi. "Memat" ölüm demek.. Tevfik Fikret'ten iki dize: "Gurup edip de güneş bir veremli taze gibi Çökünce mağribe reng-i memat olan zulümat. İnsanoğlu, yaşamında kimi zaman "hayat" ile "memar" ara- sında kalır; bu "ölüm kalım sorunu"dur; Şekspir'in Prens Ham- let'i gibi kafatasını eline alıp düşünmeye başlar: Olmak ya da olmamak İşte sorun!.. * Zaman akıp gidiyor; günler, haftalar, aylar hızla geçiyor. Kuşkusuz zaman kavramı insanın konumuyla bağıntılıdır; es- nektir, uzar, kısalır, yayılır, yoğunlaşır, gerilir, gevşer; ama, ça- ğımızda zamanın ivmesi artıyor: çünkü gün geçtikçe yaşam çarkı daha çabuk dönüyor. 1991'in Nisanını ortaladık, bayram sonrası mayısa girdik mi, üçüncü ayında baharın tadını damağımızda duyumsa- yacağız, derken haziranla yaza merhaba!.. Artık yıl dönmüş- tür, 1992ye göz kırpmaya başlayacağız. 1992 ne yılı? Genel seçim. Bakın şu işe; Şekspir, zaman, bahar, yaz, derken yine po- litikaya girdik mi? Hem de nasıl!.. • Zaman, adaletlidir, kendisini herkese eşitlikle dağıtır; köy- lü ya da kentli, zengin ya da yoksul, sıradan yurttaş ya da cumhurbaşkanı payını alacaktır. Zaman, bizim sorumsuz Cumhurbaşkanımız için de geçiyor, ama, Sayın Özal açısın- dan zaman özel anlam taşıyor. Nedir o? Özal'ın Cumhurbaşkanlığı süresi 1996'da bitiyor, daha beş yıllık görev süresi var gibi görünüyor; ama, bu aldatıcıdır; 1992, Özal için ölüm kaiım yılı olacak. Çünkü seçim yapılacak. Herkes bitiyor; ilk seçimde ANAP ufalanacak; bugün yüz- de 20 oyla Meclis'in yüzde 65'ine yayılan parti küçülecek; bugünkü muhalefet seçim ertesinde kurulacak yeni siyasal iktidarın mimarlığını yapacak; yeni kurulacak hükümet, Çan- kaya'da oturan Özal'a diyecek ki: — Sayın Cumhurbaşkanı, sizin yetkiniz yok, çünkü sorum- suzsunuz. Lütfen anayasaya saygı gösterin, Kösk'te oturun, yasaları çiğnemeyin, ülkeyi hükümet yönetir. Özal, birdenbire kendisini bambaşka bir Türkiye'de ve dün- yada bulacak. Bush, Türkiye'nin yönetimi için Özal'a telefon edip işi biti- remeyecek; televizyon ekranı değişiverecek; yeni suratlar, ye- ni diller, yeni yorumlar ızleyeceğız: ülkede anayasal düzen işlemeye başlayacak.. "Sivil darbe" seçimle tasfiye edilecek.. Korkulu bir rüya mı bu? Özal için bir karabasan. • 1992'ye daha çok mu var? Zaman öyle hınzır ki... Senin zamanınla benim zamanım, benim zamanımla Özal'ın zamanı bir değil.. Yaklaşan seçim, sorumsuz Cumhurbaşkanı için bir "ha- yat memat meselesi"ne, Türkçe deyişle "ölüm kalım sorunıSt na dönüşmüştür. Günler, haftalar, aylar hızla geçiyor; zama- nın ivmesi, gaz pedalı köklenmiş otomobilin hızı gibi artıyor. Özal, cumhurbaşkanlığının gelecekteki beş yılını değil, yak- laşan genel seçimin aylarını hesaplıyor; Şekspir'in Hamlet'i Köşk'te hayalet gibi dolaşıyor; elindeki kafatasına bakarak düşünüyor; doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyor: — Olmak ya da olmamak.. ». İşte bütün sorun. V ***** .;•> • VEEAT Merhum Ali Güneş'in sevgili eşi, değerli aile büyüğümüz RUHSARE GÜNEŞ Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 14 Nisan 1991 Pazar günü Üsküdar Karacaahmet Seyit Ahmet Deresi Camisi'nde kılınacak öğle namazından sonra aynı yerdeki ebedi istirahatgahına defnedilecektir. Allah rahmet eylesin KIZI: GÜLER FAHİMt OĞULLARI: HÜSEYtN ve HASAN GÜNEŞ FAHİMİ-AZAR-SİSTAM-KARANt- DERY4M AİLELERİ ÇAĞRI OLCAY UZUN FARLK BAYRAKÇI Dövüşenler de var bu havalarda El d.yzk buz kesmiş >Tirek cehennem Ümi't öfkeli. Cenazeleri 13.4.1991 C.ıesi günü (bugün) saat 13.00'te Süivrikapı Kozlu Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. AİLELERİ VE ARKADAŞLARI ADLNA Tt"RK.\> BALABAN ANMA Kimse seni kem kişi bellemez bizde Öylesine yakınsın ki içimize, En uzakhğında sanki dün oldun... HALİSKELEŞ (1929-1990) KARAÖZÜ Ölumünün birinci yılında büyük bir özlemle aıuyoruz. AİLESİ NOT: 14 Nisan 1991 günü Güzelbahçe Mezarbğı'nda saat: 14.00'te mezarı başında toplanacağız. Kûrt Sonınu: Türkiye sol hareketi son trajediden ne ders çıkaracak? Dedclet Konuşuyor. AJi Özsoy Dede Akvüiği, dedeliği, cemleri anlatryor. Dij Borç: Tflrkiye burjuvazisi kullanıyor, ijçi sınıfı ödûyor. KAVGAMart sayımız elimizde olmayan nedenlerle geç çıkmışır. Nisan sayımız yakında çıkıyor. Gazetecinizden isteyiniz. Dağıtım : GAMEDA İŞÇİLERDEN TÜRK-İŞ'E: "1 MAYIS'I ALANLARDA KUTLAYALIM"
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear