Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/m PAZAR YAZILAR1 18 KASIM 1990
Paris'ten
Don Kişot'un
yazıldığı dil
SABETAY VAROL
PARİS — Profesör Hayun
Vidal Sefiha 67 yaşında... Sefı-
ha da kim demeyin, anlatması
çok uzun siirer. Nereden başla-
sakki?
Roma tmparatonı Titus, Ak-
deniz'i bir uçtan bir uca kapla-
yan dev imparatorluğunun kü-
çücük Filistin vilayetinde mey-
dana gelen "Bar Kohba" öncü-
lüğündeki ayaklanmayı ileri sü-
rerek, bu olaydan 300 - 400 yıl
önce "Babil siirgünü"nden Pers
İmparatoru Darius'un icazetiy-
le dönen Yahudileri dünyanın
dört bir ucuna dağıtıvermişti.
Bu döneme ilişkin Filistinlilerin
farklı değerlendirmelerine ve Fi-
listin sorununa değinecek deği-
lim.
saydığun diUerin onlarca lehçe-
sine analık etti.
Benim dedelerün, sıra bana
gelene kadar, evrim geçire geçi-
re değişen bu dili Romalılardan
beri aralıksız konuştular. Kü-
çükken annemin bozuk Türkçe-
sinden utanırdım. Gerçi son yıl-
larda evde televizyon izleye izle-
ye annemin Türkçesi epeyce dü-
zeldi, ama hâlâ ı'lan, g'leri doğ-
ru dürüst telaffuz edemez.
Evde konuştuğumuz dilin,
Rönesans yazan Cervantes'ın
Don Kişot'u yazdığı dille aynı
dil olduğunu, Sezar'ın, Ikcitus-
un, Brütüs'un, Neron'un, Cali-
gula'nın, Titus'un, Hadriyanus-
un konuştuğu Latincenin deva-
mı olduğunu 17-18 yaşlanmday-
ken fark ettim. Annemin dilin-
den eskisi kadar utanmaz ol-
dum.
Yahudi Ispanyolcası, Roma döneminden günümüze
uzanan ve cânlı bir Akdeniz müzesi olan ilginç bir
dil. Toplama kamplanndan sağ çıkan Brüksel
doğumlu Hayım Vidal Sefıha işte bu çok eski dili
yaşatma çabasında.
Bilgiçliği sürdürüyorum: tn-
sanı toprağından sürmek antik
bir âdet herhalde. Roma'nm, Fi-
listin'den sürdüğü Yahudilerin
bir kjsmı, o devirde tıpkı Filis-
tin gibi koca imparatorluğun
mülkü olan Iberya Yanmadası'-
na yerleşti. Iberya Yahudileri da-
ha önce konuştukları Sami kö-
kenli Arami dilini bir iki kuşak-
ta unutarak, efendileri Titus ve
Roma'nm dilini konuşmaya ko-
yuldular. Bu anlattıklarun, bi-
limsel olarak kısmen doğnı kıs-
men yanlış. Biliyorum, ama
önemli olan insanlann inanma-
sı.
tmparator Titus'un kendi di-
li olan Latince, daha sonra Ital-
yanca, Fransızca, tspanyolca,
Portekizce, Rumence, Katalan-
ca, Oksitanca gibi dillere ve bu
Viyana'dan
Sosyete,
krahnı
kaybetti
AHMET ARPAD
VtYANA — Hava karanhk.
Kent soğuk. Tuna'dan buz gibi
bir rüzgâr esiyor. Katedral Ala-
nı'nı geçip, Kaertner Caddesi-
ne giren insanlann acelesi var.
Tiyatroya gidiyorlar.
Salonlar her akşam dolu.
özellikle Burg Tiyatrosu, Claus
Peymann'ın genel yönetmenli-
ğinde son yülarda başandan ba-
sarıya koşuyor. Alman Peymann
bir tiyatro çılgını. Ve de inatçı.
Kaertner Caddesi, birkaç sa-
at sonra. tnsanlar yürüyor. Ağır
ağır. Opera boşalmış, tiyatrolar
da. Kadınlar kürklü, erkekler lo-
denli. Sokaklannda lokanta ve
şaraphaneler müşteri bekliyor.
Tiyatrodan çıktıktan sonra he-
men eve gitmez Viyanabv
Bazısı o akşam Hotel Sacher'-
in bannı yeğliyor. Kentin bu en
ünlü oteli operaya çok yakın.
Tarihi yapının salonlan ışıl ışıl.
Değerli eşyalar arasında gezinen
insanlar zengmin zengini, ünlü-
nün ünlüsü. Çoğu müşteri, bu
otelde yıllar boyu bir trajedi oy-
nanmış olduğundan habersiz.
Avrupa'nın ünlü otelleri ara-
suıda sayüan Hotel Sacher'in sa-
hibi ve yöneticisi Peter Giirtler
birkaç hafta önce yaşamına son
verdi. 44 yaşındaki Gürtler can-
hhğı, neşesi, çekiciliği ve de ya-
kışıklıhğı ile Viyana sosyetesinin
en önde gelen isimlerindendi.
Kentin tath yaşamında dans
eden gibi gezinen bu insan bir
ruh hastasıydı. Perde arkasında
olup bitenlerden, geçirdiği kriz-
lerden ve sorunlanndan hiç kim-
seye söz etmezdi.
Çoğu zaman doktoru bile ça-
resiz kalırdı. tlaçlannı fırlatıp
atar, şov dolu yaşamını sürdü-
rilrdü. Kraliçe Hizabeth ve Kra-
liçe Silvia, Karajan ve Bernste-
in, Henry Kissinger ve Ronald
Reagen'ı otelinde ağarlar, Viya-
na Opera balosunda prenses Ca-
roline, Adnan Kaşıkçı ve Avru-
pa'nın ünlü işadamları ile aynı
locada oturuıdu. Geçen yıl Salz-
burg'da satın aldığı österreic-
hischer Hof Oteli ile Avrupa'nın
başarılı otelcileri arasına giren
Gürtler'in, oğlu ve kızına 140
milyon mark servet bıraktığı
söyleniyor.
Peki böylesine ilginç bir kişi
niçin son vermişti yaşamına?
Hastalığı soydan geçme idi.
Gürtler'in büyükbabası ve baba-
sı da aynı nedenlerle kendileri-
ni vurmuştu.
Operalar, tiyatrolar ve oteller
kenti Viyana renkli bir kişisini
yitirdi. Ormanlarla çevrili Per-
nitz'deki villasında av tüfeğini
ağzına dayayıp, tetiğe basan Pe-
ter Gürtler'i, Viyana sosyetesi
kolay kolay unutmayacak. An-
cak Tuna kıyısındaki bu güzel
kentte dedikoduiarın, skandal-
lann ve alışılmamış olayların da
sonu gelmeyecek.
Şiiri fazla sevmesem de Lor-
ca'nın, Neruda'nın şiirlerini yaz-
dığı dilden, "kınnu" şekünde de
olsa bana bir şeyler bıraktığı
için, tıpkı benden önce ve son-
ra yarattığı milyonlarca varhk
arasmdan beni "seçtiğine" şük-
rettiğün gibi, Tannya şükrettim.
Daha sonra, gözlerım kapandı
ve Tannyı göremez oldum. Gör-
sem de görmesem de yaygın de-
yişiyle, "bulaşık suyu" gibi bir
dil konuşuluyordu evimizde...
Hayun Vidal Sefiha, 67 yaşın-
da... Brüksel doğumlu. Babası
Kadıköylü, daha doğrusu Değir-
mendereli. "Sefiha" ise teneke-
ci demekmiş. Birinci Dünya Sa-
vaşı'ndan sonra İstanbul'u bıra-
kıp ailece Belçika'ya gitmişler.
Küçük Hayım'ın sıkıntı içinde
yaşayan anası ve babası toplama
kamplarında kalrnış, oradan
dönmemişler. Hayım tbranice
"yasam" demek... "Vidal" da
hayata ait olanın Latincesi. Ya-
ni iki adı da aynı anlama geli-
yor.
Kendisi kamptan sağ çıkmış.
Kolunun iç kısmında 7 rakamlı
bir dövme var. Yaşama bağhlığı
o kadar güçlü ki, ta atası saydık-
lannın, dedelerinin, Titus'un lej-
yonlanndan öğrendiği ve bir da-
ha da unutmadığı, bir yığın de-
ğişim geçirerek günümüze kadar
gelen bu dili mümkünse bu dün-
yada, en azından yazdığı kitap-
lannda yaşatmaya karar ver-
mis...
Yaşamının kalan bolümünü
"Yahudi tspanyokasT ve bu di-
lin "can çekişmesi"ne ayırdı Vi-
dal... Paris'te, Sorbonne'da,
Brüksel'de, Kudüs'te, Selanik'te,
Madrit'te Don Kişot'un yel de-
ğirmenlerine saldırması gibi,
canlı bir Akdeniz müzesi olan
bu dilin eşsiz kültürel zenginlik-
leri beraberinde taşıdığuıı anlattı
durdu.
Anadüinin "bulaşık suyu" gi-
bi olmadığını, gerçek değehni
gözler önünf serdi. Ben anne-
mrn, anneannemin "bulaşık
suyu" gibi bir dil konuşmadığı-
nı epey bir süredir anlamaya
başlamıştım bile... Ama artık
emekliliğe doğru yol alan Vidal,
benim bilmeden mirasına kon-
duğum bu zenginliğin, gerçekte
uçsuz bucaksız insanlık hazine-
sinin bir parçası olduğunu anla-
mamda büyük rol oynadı.
Herkesin, yani hem sapın
hem de samanın, 1492'de Sultan
lkinci Beyazıt'ın engizisyondan
kovulan tspanya Yahudilerini
Osmanh topraklanna kabul fer-
manını imzaladığı tarihi, tam 5
yüzyıl sonra kutlanmaya hazır-
landığı bugünlerde, "Hayım Vi-
dal Sefiha"yı Cumhuriyet oku-
runa, önce Gelibolulu babam-
dan ve Ankara-Çerkeşli ihtiyar
hizmetci Emine'den öğiendiğim,
kardeşlerimle konuştuğum
Türkçemle tanıtmaya çahştım.
New }brk9
tan
Picasso'nun FBI dosyalarıÜnlü îspanyol ressam Picasso, Komünist
Parti'ye üye olduğu için uzun yıllar FBI
tarafmdan izlenmiş ve hakkında dosya
tutulmuştu. Dosyalarda, Picasso'nun ünlü
banş simgesi beyaz güvercininin 'Rus türü' bir
güvercin olduğu da kaydediliyor.
ŞEBNEM ATİYAS
NEW YORK — Amerikan
Federal Soruşturma Bürosu
(FBI) başkanlanndan "sofuk
savas fıühi" olarak tanınan J.
Edgar Hoover, 1945 yıhnda Pa-
ris Amerikan Büyükelçiliği'nde-
ki özel ajanını Pablo Picasso'-
yu izlemekle görevlendirdi.
Hoover'in özel ajanına gön-
derdiği 16 Şubat 1945 tarihli no-
tunda "Picasso Oe Ugili herhan-
gi bir bilgi eiine geçerse, Picas-
so'nun günttn birinde ABD'ye
gelmeye lt«ltıyına«ı durnmunda
kallanılmak özere derhal bunu
böroya bUdir" yazıhydı.
Hoover'in Picasso'ya karşı
gösterdiği bu hassasiyet, ressa-
mm 1944'teyayımladığı "NiçİB
komttnist oldum" başlıklı bil-
dirgesinden kaynaklanıyordu:
"Komünist partiye kablmaya
karar verişim, gerek çalışmala-
nma gerekse hayatuna verdjğün
anlam açısından son derece
mantıkb bir adımdır. Desen ve
renk aracılığıyla dünya ve insa-
na dair daba derin bilgi sahibi
olma yollan aradun, o bilgi ki
bizi özgürkştirebilir. Kendi yön-
temlerimie her zaman en dognı-
yu, en adili ve en iyiyi bu neden-
k de en gttzeli seçtigimi soyle-
dim. Ancak baskı ve isyan sıra-
sında bütün buniann yeterli ol-
madıgını, sadece resimk degil
bütün varlıgımla savaşmam ge-
rektigini ögrendim."
1950'de Picasso ABD'ye gel-
meye karar verdi. Bu sırada res-
sam, 12 üyeli Avrupa "Banş
Delegasyononun" başım çeki-
yordu. "Dünya Banş Partizan-
lan Kongresi" adlı delegasyon
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafm-
dan "dünyanın başta gelen ko-
münist cepbe örgütü" olarak ni-
telendirildi ve Picasso dahil
gruptaki kimseye giriş vizesi ve-
rilmedi.
Hiçbir zaman ABD'ye gelme-
miş olan Picasso hakkında
FBI'daki bu dosyalan geçen yıl
yayımlanan "Tehlikeli Dosya-
lar" kitabının yazan Herbert
Mitgang, "bilgiye ulaşma öz-
gürlüğü" yasasına dayanarak
ele geçirdi. Mitgang The New
York Times gazetesi sanat ekin-
de bu hafta yayımlanan maka-
lesinde Picasso dosyalannın
FBI'dan talebinden tam iki yıl
sonra gönderildiğini kaydedi-
yor. Tümüyle sansürlenmiş ola-
rak gönderilen dosyalarda Pi-
casso'nun ABD'ye giriş vizesi-
nin reddedilmesine gösterilecek
tepki konusunda Amerikan Pa-
ris Büyükelçisi'nden zamanın
Dışişleri Bakanı Dean Ache-
son'a gönderilen mektup yer alı-
yor: "Picasso'nun dünya capm-
da tanınan biri olduğunu göz
önünde bulundurursanız ABD'-
nin kendisine vize vermeyi red-
detmesi entelektüel ve iiberal
cevrelerde ABD'ye karsı olum-
suz bir bakış doğmasına neden
olacaktır. Bizim 'Komünist Ba-
nş' propagandasından korktu-
gumuz izlenimi verecektir. E^er
giriş hakkında olumsuz karar
verUirse bu durumda Voa (Vo-
ice of America) sözcüsünün bir
açıklama yaparak ziyaret sebe-
binin banşcil amaçlı olmadığı-
nı, tümüyle siyasi amach oldu-
ğunu, profesyond faaliyetlerie
bağlantıh olmadığını söylemeli-
dir. Her iki durumda da kara-
nn bir an önce verilmesi yerin-
de olacaktır, aksi takdirde ko-
münist partiye bu darumdan
yararlanma imkânı çıkacaktır ki
tabii bu da onlann temel istegi-
dir."
Dosyalar, FBI'nın Picasso'yu
1971 'de ölünceye dek 25 yıl sü-
re ile izlediğini gösteriyor. 187
sayfalık dokümanlar "Güvenlik
Konusu-C" başlığı ile sınıflan-
dınlmış. C, komünisti ifade edi-
yor. Dosyadaki 1949 tarihli bir
kayıt şöyle: "Bilindiği gibi ko-
münistler nluslararası kampan-
yalamun ambiemi olarak tspan-
yol ressam Pablo Picasso tara-
fından çizilen bejaz güvercini
seçtiler. Bu kuş Rus trompetçi-
si olarak bihnen bir türe ahtir."
Picasso'nun Charlie Chaplin
ile ilişkisine de dikkat çekiyor
FBI dosyalan. 195O'de senato
göçmen ve vatandaşhk komite-
sine FBI tarafmdan gönderilen
notta "Chaplin'in dunımunu
iocelerken Pablo Picasso'ya
çektigi bir telgraf ortaya çıkü.
Picasso, Fransız Komünist Par-
tisi üyesi olduğunu itiraf edea
biridir. Chaplin, Picasso'yu
ABD'ye karşı gösteriler düzen-
lemeye çagınnıştır."
Hayatm cilvesi oisa gerek, Pi-
casso'nun kendisi değil, ama fi-
kirlerini taşıyan tablolan ABD'-
ye pek çok kez geldi. Üstelik
New York'ta 1989'da yapılan
açık arttırmaJarda Amerikalı
müsteriler tarafmdan 50 milyon
dolar gibi rekor rakamlar öde-
nerek satın ahndı. Dünya rekor-
larının arasına katıldı. Kimile-
rine göre bir tablonun değeri
"tual ve boya fîyatı üzerinde
kapitalist spekülasyon"dan iba-
rettir. Buna en çok şaşıran da
FBI.
s
Kölnden
Karnavalda
Türk prensAlmanya'da her yıl yapılan karnavalda bu kez
ilginç bir olay var. Her yıl 11. ayın 11. günü
saat ll'i 11 geçe başlayan karnaval için
Leverkusen'de Ali Bulut adlı lokantacı bir
Türk, 'karnaval prensi' seçildi. Bir 'yabancı'
ilk kez karnaval prensi seçiliyor.
ULYA ÜÇER
BERLİN'DE TÜRBANLITEZGAHTAR — Kreuzberg'deki Türk mahallesinde turbanlı Türk kadınlan, Sovyet üniforması giymiş
Türk delikanldan ile biriikte, Doğu Aimanya'dan kalan 'tarihi mallan' işportada satıyorlar.
Bertin'den
Türkler duvar satarBerlin'de çarşaflı Türk kadınlan ve Rus
üniformalı beş vakit namazındakiler kızıl
yıldız, apolet ve duvar parçaları satıyorlar.
Turistler, duvar kalıntılarmdan sonra
Türklerin yaşadığı semt olan Kreuzberg'i
ziyaret ediyorlar.
MİNE G. SAULNIER
BERLİN — Her kentin bir
sesi vardır. tstanbul, şafak vak-
ti martı çığlıklandır. Paris, ka-
panan metro kapılarının sesi.
Madrid, bir sabah, bir ayakçı
kahvesinin "Expresso" tıslayışı.
Berlin ise, vardiya düdükleri-
nin "memleketlisi".
Çirkin bir kent değil Berlin.
Ama gittikleri yerde, kendi soy-
daşlarının sıcakbğını arayan
Türklerin, yıllardır "Ah Berlin,
vah Berlin!" diye anlattığı de.n-
li güzel değil. Berlin'in özelhği
duvanymış, bunu da en iyi Wün
VVenders gönnüş. Şimdi o duva-
rı bizimkiler satıyorlar.
Hava sert, soğuk. Friedrich
Caddesine tezgâhtar kunılmoş.
KaraçarşafhTürkkadıııian,üs-
tü boyalı beton parcaaklaruıda
Berlin'i satıyorlar. Yanlanada
efendileri, oğullan, Rus ünifor-
malan giymiş, Sovyet askerleri-
nin sapkalanııı, kalpaklannı,
yüdıziannı ve apofederini pazar-
hyoriar. tnsao, hayal gördüğü-
nü sanıyor. Yahu bu adamlar,
kırmızı görünce "urun komünis-
te!" diye programlanmamışlar
mıydı? Bu ne kıhk?
Berlin Duvarı satan turbanlı
bir Türk kızının fotoğrafını çe-
kiyonım. Bana, "sokak kadını"
diye bağınyor. Oysa Berlin so-
kaklannda "saüş" yapan o.
Malatya'dan beri epeyce yol
almış üstelik. Sadist bir gülü-
cükle, "resmini gazeteye
basacağun" diyorum. Hırsından
yüreğine iner diye umutla bek-
liyonım.
Çarşaflı Türk kadınlan ve
Rus üniformalı beş vakit nama-
zmdakilerin yanı başına, Kürt-
ler tezgâh kurmuşlar.
Kreuzberg duvarlarında,
"Kürdistan'ın kurtulusunu Mao
Çe Tung'un ideolojisinde" arı-
yorlar. Anadolu'dan kalkıp Ber-
lin'de Çin eliyle Kürdistan kur-
mak için gerçekten düş gücü
gerek.
En büyük ihraç malımız gali-
ba marjinallerimiz.
Berlin, su üstüne kurulmuş
bir kent. Üstü açık bir nehir va-
puruyla Potsdam'a gidiyoruz.
18. yüzyüda çılgın bir mühendis,
kentin su pompasını banndıran
yapıyı, "Kiteh" bir cami anlayı-
şıyla yapmış. tçi ve dışı Osman-
lı arabeskleriyle süslü bina, as-
lmda Alman tekniğinin görkem-
li bir amtı.
Gıcır gıcır buhar makinesi,
dev pistonlar, bir mahşer gürül-
tüsüyle yapay camii inlejivor, tu-
ristlere gösteri yapıyorlar. Ben-
ce Doğu-Batı Berlin kanşık,
kentin en ilginç yeri burası.
Postdam'da caddeler, hâlâ es-
ki ideolojik adlanru taşıyorlar.
Okullarda büyük kargaşa var.
Marks'h Engels'li müfredatın
yerine yenisi konmamış henüz.
Öğretmenler, "resmi tarihi" na-
sıl okutacaklannı bilemiyorlar.
Berlin, "24 saat yaşayan
kent", deniyor. Bu kentin 24 sa-
at yaşadığını söylemek için
Madrid'i görmemiş olmak
gerek.
Kudam Caddesi'ne bayılmak,
ancak Paris'i tanımamakla
olası.
Berlin'in bellibaşh özelliği, is-
tense de istenmese de ve kanır-
ta kanırta Türkler. Kenti görme-
ye gelen yabancılar, önce eski
duvarm giderek silikleşen arusı-
m, sonra da Türklerin Kreuz-
berg semtini ziyaret ediyorlar.
Avrupa'da iki kentin simgesi,
"ayı". Madrid'in soyluluk arma-
sında kızılak ağacına uzanan
bir ayı motifi vardır. Berlin ise
tek başına bir "ayı".
Caz konserinden çıküğımız
Filarmoni Sarayı'nın önünde,
taksi kuyruğuna girdik. İnsan-
lar sıraya aldırmadan taksilere
hücum ediyorlardı. Böyle bir şe-
yi Madrid'de yapmaya kalksa-
nız, adamı oyarlar. Tegel Hava-
limam'nda da durum böyleydi.
Alman disiplini, geride kalmış.
Berlin, pus renkli bir düş. Her
şeyde "knllanılınık" amacının
önden gelip estetiğin "artçı'' kal-
dığı bu kentte; Almanıyla Tür-
küyle ve konuşulan "nach"lı di-
liyle, Berlin'in "ayısı" şahlan-
mak üzere.
KÖLN — Ren yöresinde kar-
navahn başla düdüğü geçen pa-
zar günü çaldı. Eğlenceler 3 ay
kadar kapalı toplantılar halin-
de sürecek, şubat başından iti-
baren sokağa taşmaya başlaya-
cak ve aynı zamanda kışın uğur-
lanışını simgeleyen çılgın doru-
ğuna ulaştiktan sonra 13 şubat-
ta sona erecek.
Köln taraflannda bu yıl kar-
navalın Türkler için bir "ilk"
yanı var. Komşu kent Leverku-
sen'in karnaval derneği lokan-
tacı Ali Bulut'u "I. Ali" namıy-
la "Karnaval prensi" seçti. Ali
Bulut 13 şubata dek birçok kar-
naval toplantısına başkanhk
edecek, eğlencelerin başı olacak,
Leverkusen karnavalmı o tem-
sil edecek. Bir yabancı ilk kez
karnaval prensi seçiliyor. Uyu-
mun doruğu diye işte buna
denir.
Karnaval "start"ı her yıl
ll'inci ayın ll'inci günü saat
ll'i 11 geçe verilir. 11 rakamı-
nın karnavalcılar için kerameti
nereden geliyor, onu kimse ke-
sinlikle bilmiyor ama bir dizi ri-
vayet \e yorum var.
Kamavalla ilintili olarak 11
rakamı ilk kez 1391 yıhnda ta-
rihe geçmiş. Kleve kontu I.
Adolf 1391 yılmın ll'inciayının
11 'inci günü bir karnaval derne-
ği kurdurmuş ve o günün 11 'inci
belgesi olarak derebeyliğinin ka-
yıtlarına geçirdiği bu derneğin
riti olarak da üyelerin her yıl 11
gün boyunca yiyip içip eğlene-
cekleri bir toplannda bir araya
gelmelerini öngönnüş.
Bir başka anlatıya göre 11 ra-
kamı ortaçağda sınırsızlığın sim-
gesi. 10 rakamı Musa'dan beri
Tann'nın 10 buyruğunu anım-
satırken, on bir Tanrı buyruk-
larım aşma anlamını taşıyor bu
yoruma göre ve içe dönük, din-
dar, eğlenceden uzak yaşamın
bırakılıp her türlü günaha açık
günlerin başlamasındaki 11 sa-
yısırun özelliği bu dini simgeyle
açıklanıyor.
On bir sayısı 19'uncu yüzyı-
lın başlannda ise eşitlik sembo-
lü. Ve karnaval başhğımn altm-
da zengin de bir, fakir de çün-
kü kıhk değiştirince kimsenin
kimliği fark edilemiyor.
sayın doktor ve eczacılara
Yeni ampisilin esteri preparatımız
P>enbakbakampisilin
400 mg'lık 10 tabletlik ambalajlarda
tıp kullanımına sunulmuştur.
ASTRA, İsveç özgün ürünüdür.
® Tescıl edılmış marka
Mikotik enfeksiyonların lokal tedavisinde
NizoralKrem%2
ketokonazol
30 g'lık ambalajlarda
tıp kullanımına sunulmuştur.
ı JANSSEN
I PHARMACEUTICA Belç.ka bsan» ile
® Tescıl edılmış marka
Eczacıbaşı
Buyukdere Caa 185 Levent 80710 Istanbul
Fransız devrimi döneminde
on bir rakamınrn Almancası
'elP sözcüğünü bir kısaltma ola-
rak görüyoruz. Devrimin üç sk>
ganı bu sözde birleşiyor: E har-
fı egalite (eşitlik), L liberte (öz-
gürlük), F harfı de fraternite
(kardeşlik) karşılığı.
On bir rakamımn özelliğiyle
ilgüi bir diğer yorum ise köy ya-
şamından kaynaklamyor. Buna
göre 11 kasım, yani 11 'inci ayın
ll'i çiftçinin toprak işine ilkba-
hara kadar ara verdiği gün.
Çiftlik çahşanlanna o gün mev-
simlik ücretleri ödeniyor ve top-
rak işinden tatile giriş şerüiklerle
kutlanıyor.
İşte, günümüze dek korunan
bir geleneğin, karnavala 11.11
günü saat ll'i 11 geçe başlama
geleneğinin kimi gerçek, kimi
hayal ürünü, belki de hepsi bir-
den doğru kaynaklan. Günün
karnavalcılanna bakılırsa, tek
çizgiden oluşan 'bir' sayısının
tekran olan 11. ayın 11. günü
saat ll'i 11 geçe en aymaz ca-
hilin bile aklında kalacak kadar
basit. Kaynak öyküleri bir ya-
na asıl keramet de burada
yatıyor.
Wmhüıgtondan
Kim korkar
AIDS
?
ten?
KARACA MESTÇİ
WASHINGTON — Kentin
göbeğindeki Amerikan üniversi-
tesinde hayat sabah temizliğini
yapmaya banyoya giderken üs-
tünde iç çamaşırlan dışında hiç-
bir şeyi olmayan sanşın hatun-
ların günaydınlanyla, acaba de-
podaki su biter mi korkusu ol-
madan alman duşlarla, çiçekli
Mudo donumun ne kadar seksi
olduğunu imalı imalı belirten
kızların kıkırdamalarıyla başlı-
yor.
Doksanh yülara AIDS korku-
suyla girdiği sanılan Amerikan
gençliği ilk cinsel ilişki yasının
ortaİama 17J0,15-19 yaşlan ara-
sındaki gençlerin yüzde elli üçü-
nün cinsel olarak aktif olmasıy-
la adeta 68 kuşağı ebeveynleri-
ne taş çıkartıyor.
VVashington Post'ta yayımla-
nan bir anket düzenli olarak cin-
sel ilişkide buhınan gençlerin sa-
yısının 1973'ten 1988'e yüzde
seksen artmasına karşın prezer-
vatif kullanımımn da aynı oran-
da artıp yüzde ellilere dayandı-
ğım bildiriyor.
Alan Guttmacher Enstitüsü-
nün ikinci başkanı Jacqueline
D.Forrest "Sanınm birçok in-
san, kamuoyundaki, AIDS'ten
tek kurtuluş cinsel Oişldye müm-
kün olduğu kadar az girmekle
mümkün olduğu görüşünden
dolayı, gençler arasındaki cinsel
iüşki oranuun düşmesini bekle-
di. Anketin sonuçlan tam bir
sürpriz oldu" diye belirttı görüş-
lerini.
Bu arada yeni bulunan ve pi-
yasaya sürülmesi an meselesi
olan beş yıl etkili doğum kont-
rol hapları kamuoyunu birbiri-
ne katü. Aspirin büyüklüğünde-
ki bu yeni hap küçük bir operas-
yonla koltukaltı derisinin altına
yerleştirilerek geleneksel doğum
kontrol hapının görevini beş yıl
süreyle yapıyor.
AIDS'le savaş dernekleri, bu
yöntemi benimseyen bir sürü
genç prezervatif kullanımım bı-
rakabilir, bu da AIDS'in daha
da hızlı bir şekilde yayümasma
yol acacaktır diyerek hapın pi-
yasaya sürühnesine karşı çıkı-
yorlar.