Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADIM ADIM İSTANBUL Turgay Tuna tunaturgay?yahoo.fr 18 KÜLTÜR KUŞLU SARAY Gümüşsuyu, birbirinden güzel eklektik yapılara ev sahipliği yapan semtlerimizin başında gelir. Taksim’den Dolmabahçe’ye doğru inerken, İnönü Caddesi’nin iki yanında yükselen heybetli binalar, insanı bir başka aleme alır götürür. Eski Park Otel’in yerine yerleştirilmeye teşebbüs edilmiş ucube beton rezilliğine rağmen, şüphesiz Gümüşsuyu’nun en heybetli yapısı, bir zamanların Almanya İmparatorluk Sefarethanesi olarak kullanılmış; şimdiki Almanya Federal Cumhuriyeti başkonsolosluk binasıdır. 1877 yılından bu yana, tüm ihtişamı ile dimdik ayakta duran bina, Berlin gibi Almanya’nın büyük kentlerinde aynı düzeyde yapılar inşa etmiş imparatorluk mimarları Hubert Goebbels ile Kortüm tarafından, 95 bin altın Mark’a satın alınan, bir zamanlar yerinde Ayazpaşa Müslüman mezarlığının bulunduğu geniş bir arazi üzerine yapılmıştır. Eski fotoğraf ve kartpostallarda da görüldüğü gibi, kanatlarını açmış durumda, bina çatısının köşelerini süsleyen bronz kartal heykelleri, yüzyılın başlarında bu heybetli yapının halk arasında “Kuşlu Saray” olarak adlandırılmasına neden olmuştur. 1924 yılında yapılan tadilat sırasında eski imparatorluğun simgesi kartallar yerlerinden kaldırılmış, binanın halk arasındaki alışagelmiş eski adı unutulmaya başlanmıştır. Binanın özgün yanlarından biri tüm İstanbul’daki eski sefaret ve konsolosluk binaları arasında, bahçesinde mezarlık barındıran tek örnek olmasıdır. Zira, inşaat için satın alınan arazi topraklarının bir bölümündeki Müslüman mezarlığının kabirleri arasında Silahtar Ali Ağa ile aile bireylerine ait mezarlar, arazi satın alındıktan sonra, halkın şiddetli protestoları karşısında Almanlar tarafından kaldırılamamış ve söz konusu kabirler o günlerden bu günlere varlıklarını korumuşlardır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Alman gizli servis ajanlarının da, kapısından sık sık girip çıktıkları bu heybetli binanın içi, dışı gibi büyük bir zenginlik sergilemekte, iç dekorasyonda kullanılmış olan neorönesans öğeler bu yapıyı adeta bir saraya dönüştürmektedir. 1989 yılından bu yana, Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne de ev sahipliği yapan başkonsolosluk binası, aynı zamanda Türkiye sınırları içindeki en uzun vize kuyruklarının oluştuğu yer olmakla da nam salmıştır. Türkiye ile Almanya arasında sağlam bir köprü oluşturan, “gastarbeiter” işçilerimizle, önemli ekonomik bağlantılar; iki ülke arasındaki geliş gidişlerde eskiden beri var olan trafiği daha da arttırmış, bu nedenle de, Türkiye’den Almanya’ya giden vatandaşlarımız, kendilerini gece yarılarında başlayan vize kuyruklarında bulmuşlar, bir zamanların “Kuşlu Sarayı”, misafir işçi yakınlarının dilinde “Çile Sarayı’na dönüşmüştür. Ansiklopedik Yazı ve fotoğraflar Haldun Aydıngün lplere yaptığım bir tırmaA nış gezisini bir gün önce bitirince kendimi Cenevre’de fazladan 24 saat sahibi olarak bulmuştum. İlk önce kentin en görkemli müzesi olan Sanat ve Tarih Müzesi’ne gittim. 1903 ile 1910 seneleri arasında yapılmış binası her bakımdan yapıldığı dönemin izlerini ve Avrupa görkemini yansıtıyordu. İçerdiği konulara gelince bir ansiklopedi müze idi, yani insanın oluşturduğu sanatı mağara devrinden başlayarak günümüze kadar ge tiriyordu ve de bir anlamda “ansiklopedi” şeklinde bir müzeydi. Öncelikle tarih öncesi çağların eserlerinin sergilendiği bölümü gezdim. Tarih cetvelinde en aşağıda kaldığı için olsa gerek binanın en altına koymuşlardı. Cenevre’nin en batı ucunda yer aldığı Leman Gölü tarih öncesi çağlarda da güzel bir yerleşim imkanı sağladığı için olsa gerek çok erken çağlardan kalma insan izleri bizzat bugünkü kentin içinde yapılan kazılarda ortaya çıkmış. Kenarda oturan kelli felli bekçiye koleksiyonlarında bronz çağına ait figürün olup olmadığı sorduğumda uzun bir tirada başlayıp nasıl da aslında gümüşler bölümünde olduğunu ama buraya ilk kez geldiğini anlatmaya başladı. Bir üst kattaki Mısır bölümüne çıktım. Fena bir kolek