Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 ŞİLİ ŞİLİ 17 Mars’ın dünyadaki yüzü, Atakama Çölü Yazı ve fotoğraflar: Mustafa Andıç dını duyduğum anda bile beni heyecanA landıran dünyanın en kurak yeri olan Atakama Çölü’nün derinliklerine doğru bir an önce dalmak için Şili’nin kuzeyindeki Antafagosta liman kentinden yola çıktık. Peru’nun güneyi ile Kuzey Şili arasında bin kilometre boyunca uzanan Atakama Çölü, dar kıyı şeridinden yükselerek And Dağları’na kadar mineral çökellerle kaplı derin vadilere inen ve hiçbir yaşam belirtisinin görülmediği düzlüklerden oluşuyor. İklim bilimcilerin gerçek ve mutlak çöl dedikleri yer olan Atakama, yeryüzünün en kurak yeri olarak diğer bütün çöllerden ayrılıyor. Bu da bir çok çöl araştırmacısının diğer çöller yerine buraya karargah kurmalarına neden oluyor. Büyük Sahra da dahil olmak üzere diğer bütün çöller az da olsa hemen her yıl yağmur alıp geçici vahalar yaratırken, ölçümlere başlandığından bu yana hiç yağmur almayan verimsiz, ürkütücü alanlarda ilerliyoruz. Bu çöle son yağmurunu 400 yıl önce yağdığı tespit edilmiş. Tüm çöller acımasız birer katil olabilir, ama Atacama Çölü diğer çöllerin aksine aynı zamanda iyi bir korumacı niteliği de taşıyor. Burada zerre kadar nem olmadığı için var olan hiç bir şey çürümüyor. Bir canlı nasıl ölmüşse olduğu gibi kalabiliyor. Mısırlılar Sahra Çölü’nde de hiç nem olmasaydı ölülerini mumyalama gereği duymayacaklardı. Dünyanın bir çok bölgesinden gelip Atakama’nın çeşitli kesimlerinde gözlemevi kuran uluslararası astronomlardan oluşan ekipler burada evreni bulutsuz, pırıl pırıl bir gökyüzünden araştırıyorlar. Araştırmacılar Atakama’nın yüzeyinin Mars’ın yüzeyiyle çok benzer yanı olduğu konusunda birleşiyorlar. Ölmeden önce mutlaka görülmesi gerekenler listesinde buranın da adı geçiyor. Özellikle çöl kıyısında bulunan Tulor köyü, bu kıtadaki en eski yerleşim birimi olarak dikkati çekiyor. Buradaki insan ve diğer canlıların arkeolojik kalıntıları hiç bozulmadan günümüze kadar geldiği için geçmişteki yaşamlar hakkında sağlıklı bilgiler almayı mümkün kılıyor. Calama’dan otobüsle bir saat uzaklıktaki San Pedro kasabasına kaymak gibi bir yoldan gittik. Çöl ortası bile olsa bu durum Şili’de kara yolu ağının modernliğini yansıtıyor. Hiç hayat belirtisi olmayan garip bir doğada bir süre ilerledikten sonra Güney Amerika’nın Büyük Okyanus kıyısında ince uzun uzanan ülkesi Şili’ye gelen tüm gezginlerin çöl ortasında bile olsa mutlaka geldikleri küçük bir vaha köyü San Pedro’ya sıcaklık farkı ve rüzgardan aşınmış ilginç şekilli yüzeyler arasından geçerek ulaştık. İki bin 500 kişinin yaşadığı söylenen bu küçük yerleşim birimindeki evler çöl koşullarına uygun olarak tek katlı ve kerpiçten yapılmış. Salar da Atakama’nın (Atacama tuz gölü) batı kıyısında bulunan bu köyde insanların yegane bulunma sebebi aynı: Çöl turizmi... Başlangıçta birer köy evi zannettiğim yapılar meğer birer küçük otelmiş. Buradaki insanlar kendilerine birer göz kerpiç oda yapmışlar orada kalırken, hemen onun yanına birer ikişer gözlü başka odalar yaprak, bu odaların geliriyle geçimlerini sağlıyorlar. Hepsinin önünde de güzel tabelalar koymuşlar. Her evin mutlaka bir konaklama yeri ve yine mutlaka bir bakkalı veya küçük lokantası bulunuyor. En çok şaşırdığım şey ise bütün bunları çalıştıranların çoğunun Avrupalı olması. Aslında bu Avrupalıların hiç biri başlangıçta buraya çalışmak için gelmemişler. Gezmeye gelip bir süre kalmışlar, ya da gezerken parası bitenler burada bir süreliğine kalıp sonradan gelenlere rehberlik yaparak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlar. San Pedro şimdilerde sadece turistik bir yerleşim olsa da kasabanın geçmişi binlerce yıl öncesine dayanıyor. Bunu anlamak için Belçikalı bir araştırmacının burada kurduğu San Pedro Arkeoloji Müzesi’ne gitmeniz gerekiyor. Müzedeki eserler buranın binlerce yıl öncesine ait bir yerleşim olduğunu gösteriyor. Başlangıçta göç eden insanlar için geçici uğrak yeri iken çölün ilk sakinlerinin 5 bin yıl önce And Dağları’nın soğuklarından kaçıp vahaya sığındıkları belirtiliyor. Bu bölgenin en eski sahiplerinin Atacamenos diye adlandırılan bir uygarlık olduğu belirtiliyor. San Pedro kültürünün ilk kurucuları Atakama ?