Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 AĞUSTOS 2008 CUMA müzik YORUMLAR C 7 Özgün müziğin önde gelen sanatçılarından Hasan Hüseyin Demirel, duygularını bu kez sözsüz ifade ediyor ‘Aşk Coğrafyasından Şarkılar’ Hatice TUNCER Hasan Hüseyin Demirel, 1980 sonrasında kuşatılan sol muhalefetin acılarının ifadesi olarak dönemin müziğine damgasını vuran “özgün müzik” adı verilen tarzın ilk isimlerinden biriydi. Besteci, söz yazarı, prodüktör ve organizasyonlarıyla 1980’li yılların müzik dünyasında önemli çalışmalar yapan Hasan Hüseyin Demirel, uzun süren sessizlik döneminden “Aşk Coğrafyasından Şarkılar” albümüyle çıktı. Ada Müzik tarafından yayımlanan “Aşk Coğrafyasından Şarkılar” albümünde Hasan Hüseyin Demirel’in 1984’ten bu yana çeşitli sanatçılar tarafından seslendirilmiş 12 parçayı, enstrümantal olarak yeni bir düzenleme ile sunuyor. Özcan Deniz’in albümlerinin çalışmalarını yönetir: “1995’te bağlamamı duvara astım.. bir demlenme sürecine girdim. ‘Leylak Zamanları’ kitabıyla yazmaya başladım. İlk iki albümüm Seyhan Müzik tarafından yeniden yayımlandı. Şimdi ‘Leylak Hırsızları’nı yazıyorum. Demlenmemiz yeter, üretim sürecine dönüyorum. Eylülekimde de bestelerimden çalışma düşünüyorum.” Demirel “neden eski şarkıları yeniden sunduğuna” ilişkin eleştirileri yanıtlarken duygunun eski olmayacağını, ifade ediş şeklinin o anda olduğunu, bugün farklı bir şekilde ifade eden bir çalışma yaptığını anlatıyor: “Dolayısıyla bunlar eskinin yeniden piyasaya sunumu değil. Bundan 2025 yıl önce dile getirdiğim duyguları bugün farklı enstrümanlarla, farklı boyutlarla söylüyorum. Sözlerimi geri çekerek enstrümanlarla.. bir başka dille bunu yapıyorum. O bestelerin çıkış notasındaki düşünce, hayal, bugün hâlâ bütün canlılığıyla devam ediyor.” OSMAN ÇUTSAY aman zaman bu köşede değindik, ama yinelemekte galiba yarar var: AKP iktidarının yelkenlerini dolduran bu dış rüzgarı, Türkiye tarihinde alabilmiş bir başka iktidar bulmak zordur. Gerçekten de, bu boyutlarda bir siyasi destek Ankara’daki hiçbir iktidara nasip olmadı. Böylesi görülmedi, duyulmadı. Bu destek, elbette her ilericiyi korkutacak ölçülerdedir. Çünkü bu yoğun desteğin arkasında bir ülkenin, Türkiye’nin tasfiyesi yatıyor. “Nassı yani?” diye soranlar olabilir. ??? Şöyle: Eğer Türkiye’nin tasfiye edilmesiyle ilgili bir –gizli ya da açıkanlaşma olmasa Washington, BerlinParis ekseni ve Ankara’da su başlarını tutmayı başaran devler arasında, bu kadar geniş ve pervasız bir dayanışma sergilenemezdi. Hepsi birbirinden emin. Tasfiye cephesi, başarının eşiğinde olduğunu düşünüyor. Siyasette sürpriz çoktur, ama doğrusu AKP kadar sürprizsiz bir talih kolay kolay bulunamaz: Batı dünyası, bunlara tapıyor. Neden? ??? Batı’daki siyasal sözcüler her fırsatta, şu kapatma davası açıldığından beri, sürekli bir biçimde kayıtsız şartsız AKP’nin arkasında olduklarını açıklıyorlar. Ona daha sonra geleceğiz. Biz, medyada kalalım: Alman medyasında... Biliyoruz ki, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca gibi dillerdeki medya havası da farklı değildir: En solcu geçineninden en sağcısına kadar inanılmaz genişlikte bir cephe, Türkiye’de “Ergenekon” denilen ve ne olduğunu kimsenin açıklama gereği bile duymadığı, bu arada birbirine hiç benzemez birçok insanın bir yılı aşkın bir süre iddianame beklediği, kimilerinin öldüğü ve sağlığını yitirdiği işin, ciddi bir hukuk sorunu olduğuna inanıyor. Batı âlemi için AKP’nin temsil ettiği ve halk desteği de ortada olan bir siyasal hareket, çoktandır faşizm olarak sunulan Kemalizm ile hesaplaşıyor. Bu tür operasyonları biz “Reichstag Yangını”ndan beri iyi tanıyorduk oysa. Unutturulduğunu görüyoruz Yani, AKP, demokrasidir ve Batı da tabii bu temsilciyi destekliyor. Her alanda... Diyelim, Almanca medya. Bunlar, AKP’nin elinde esirdir. Ama belki tersi çok daha doğrudur: AKP, bir büyük sermaye hareketi olarak Almanya Avrupası ve bünyesindeki medya hareketlerinin elinde oyuncaktır. Peki, buna kızmak gerekiyor mu? Batı, bu ortaçağ düşüğü, satılık siyasal hareketi desteklemeyecekti de bağımsız ve ilerici bir Türkiye’yi mi destekleyecekti? Batı, neden kendi çıkarlarına karşı harekete geçsin ki? Türkiye’nin çıkarları ile Batı’nın Böyle Bir Destek Görülmemiştir! çıkarlarını eski haliyle bir araya getirmek mümkün değil madem, gerçeğin altını çizmek zorundayız: AB ve ABD’nin tüm talepleri, Türkiye’nin, tıpkı Yuoslavya veya Irak gibi siyaset sahnesinden çekilmesi esasına dayalıdır. Bütün çaba bu yöndedir. Gazetelerden örnek verebiliriz... “Solcu” gazete “Frankfurter Rundschau”nun Gerd Höhler’inden sağcı “Frankfurter Allgemeine Zeitung”un Rainer Hermann’ına, merkez hatta –kimine göre merkez sol eğilimli “Süddeutsche Zeitung”un Kai Strittmatter’inden sosyal demokrat “Die Zeit”ın Michael Thumann’ına, ondan da sol iddialı “tageszeitung”, hatta sosyalist “Neues Deutschland” ve “Junge Welt”in maşallah “her biri diğerinden solcu” arslan parçası yorumcularına kadar uzanan geniş bir cephe bu. İsteyen, Financial Times’ı, Le Monde’u ve her Avrupa dilinden yüzlerce benzerini ekleyebilir. Hepsi AKP’nin haklılığından emindir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye edilmesi için, elbette “demokratik gerekçelerle”, elinden geleni ardına koymamaktadır. İşte, bu korkunç propaganda hamlesini, bu ağır baskıyı üzerinde duyanların teslim bayrağı çekmesi şaşırtıcı değildir. Böyle geniş bir alanda AKP haklı bulunuyorsa, Türkiye kökenli insanların kendi tarihinden ve varlığından vazgeçmesi, kendini kusması, en azından bu satırların yazarı için sürpriz olmaz. Fakat Türkiye, Ekim Devrimi’nin yan ürünü ve bir aydın müdahalesi olarak doğdu. Aydın, kitlesel delirmeler karşısında ilerici inadını yitirmeyen, emek için eşitlik ve özgürlük ısrarını satmayan insandır. Bazen bütün dünya delirir ve tek bir adam ayağa kalkıp “Hayır” der. AKP ve sağdan sola her türden her dilden şakşakçıları, önemli mesafe kat etmiş bulunuyor. Tamam. Tamam ama, İlhan Selçuk’un Batı’ya yönelik vurgusu da geçerliliğini koruyor: “Bunlar bizi hiç istemedi, ama biz yaptık” diyordu cumhuriyet rejimini ve Cumhuriyet’i anlatırken. Türkiye’yi kusma harekatı başarının eşiğinde. AKP’nin kapatılması, küçük de olsa bir soluk alma şansı yaratacak. Kapatmazlarsa, bunlar Türkiye’yi kapatır. Sonra da, şimdi demokrasi adına “yargı darbesi” diye bağıranlarla onların destekçileri, birkaç on yıl içinde paramparça olmuş bir Türkiye’nin eski yurttaşları olarak Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Iraklı Araplar gibi, dünyanın çeşitli bölgelerinde sokaklarda boş boş dolaşır, fırsat bulduklarında birbirlerine girerler. AKP davası, Batı’nın Türkiye’ye nasıl baktığını gösterdi. Nihai renk bulunmuştur: Türkiye’yi bitirecekler. Z İLK DERS DAİMİ’DEN Düşler yeni bir dünya için asan Hüseyin Demirel, “Halepçe” albümünde de yer alan “Kurbağalar” parçasının sözlerinde 12 Eylül sonrasında Türkiye solunun yaşadığı tartışmaları kurbağakartal imgesi üzerinden anlatıyordu: “Bu bir hesaplaşma şarkısıdır. Dünyayı ne kadar dar bir yerden görürseniz o kadar daralır. Her şeyden önce biz dünyaya yeni bir tasarım sunma üstüne düşleri olan bir süreçten geliyorduk ve yenilgi dönemini hep beraber göğüsleyecektik. Ama asla kartal olduğumuzu unutmayacağız. Dünyaya çok yükseklerden yorumlar yaparak bakmamız gerektiğini anlatan bir çalışmadır.” Hasan Hüseyin Demirel, gazetemizin terasında yaptığımız sohbette kendisini, “ErzincanTunceli ovalarında çok geniş bir aşiretin İstanbul’da doğmuş büyümüş bir insanıyım” diye anlatmaya başlıyor. İstanbul’daki evleri Erzincan’dan gelen ozanların uğrak yeridir ve böylece ilk bağlama derslerini kapı komşuları Âşık Daimi’den alır. 1970’li yıllarda Türk Folklor Kurumu’nda halk oyunları çalışmalarına başlayan Demirel, derlemecilik ve halk bilimi araştırmalarıyla ilgilenir. 1975 sonrasında da “sosyalist mücadele içerisinde” olduğu dönemlerden geçer. Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi Döküm Bölümü’nde okuyan Demirel, bu dönemde üniversiteye giriş kontenjanının arttırılması gibi gençliğin demokratik okuma hakkı eylemlerine katılır.. ama çalıp söylemeyi de ihmal etmez. 1984’te Ahmet Kaya ile Tuncelililerin bir sohbet toplantısında tanışırlar ve birlikte çalışmaya başlarlar. İlk önce Hodri Meydan Kültür Merkezi’nde, Şan Tiyatrosu’nda ve başka mekânlarda Ahmet Kaya’nın konserlerini organize eder. H SENFONİNİN GÜÇLERİ Hasan Hüseyin Demirel, albümün düzenleme ve orkestrasyonunu yapan Mustafa Yazıcıoğlu’nun ilk profesyonel çalışması olmasına karşın çok büyük bir sunum yaptığını söylüyor. “Mustafa Yazıcıoğlu’nun senfonik düzeyde ele aldığı bir çalışma oldu bu. Senfoninin içindeki karşı güçleri, tali ve ana unsurları ve o çarpışmanın yaşam içindeki akışını ifade etti” derken, enstrümanistlerin katkılarının da büyük olduğunu anlatıyor. Elektrogitarda Murat Tambay, klarnette Kirpi Bülent, kanunda Müslüm Karaduman, dudukta Ertan Tekin enstrümanlarındaki ustalığı fark ettiriyorlar. YALNIZLIK VE SİSTEM “Akşamlar” Hasan Hüseyin Demirel’in Sıvas yangınından sonra yaptığı bestelerden biri. Yasemin Göksu ve Cansu Koç’un albümlerinde daha önce söylediği bu parça albümde farklı düzenlemelerle ve yalnızca melodisiyle sunuluyor: “Sözlerinde ‘Akşamlar akşamlar, dost akşamlar, ayrılıktan başka söyle kimim var’ diye bir mısrası vardır. Yalnızlık bence bireysel gibi görünse de toplumsal vaka. Bu sistem bitmediği sürece bu yalnızlıklar bitmeyecektir.” ÖRGÜTLÜ SANATÇILAR Prodüktör olarak özgün müzik yapan sanatçıların albümlerinde çalışan Hasan Hüseyin Demirel, 1988’den 1991’e kadar Doğu Perinçek ve arkadaşlarının Sosyalist Parti’yi kurma süreçlerinde yer alır. Kapatılan ve bugünkü İşçi Partisi’ne dönüşen Sosyalist Parti’nin kuruluşu döne mine, sazıyla Türkiye’nin dört bir yanında dolaşarak katkıda bulunur: “Sanatçının örgütlü olması anlamında bunu vurguluyorum. Başka partililerden de olabilirim. Örgütün ‘insanın önünü kapatacağı’ gibi gerekçelerle ‘Sanatçı özgür olmalıdır’ diye bir tartışma da var. Şöhret sendromuna kapılıp düzenin her türlü saldırısına açık hale gelince, zevk sefa kapınızı çalınca.. bağımsızlığınızı o zaman yitirirsiniz. Her şart al tında sözünü söyleyebilme özgürlüğüne erişebilmem, her şart altında bu örgütlülük noktasındadır.” DEMLENME TAMAMLANDI 1989’da “Halepçe” albümünü çıkaran Demirel, iki yıl sonra “Rüzgâr ve Gül İklimi” albümünü yapar. Prodüktörlüğe devam eden Demirel, Haluk Levent’in ve ‘Sessiz Çığlık’... D emirel, “Sevdalar Ak Mintana Benzer” parçasını “Rüzgâr ve Gül İklimi” albümünde okumuştu. Emre Saltık’ın da kendi albümünde söylediği “Sevdalar Ak Mintana Benzer” parçasını anlatırken Hasan Hüseyin Demirel, dünyaca tanınan yönetmen Tarkovski’nin “İlkelerine bir defa ihanet eden bir daha asla lekesiz tavır alamaz hayatta” sözlerine gönderme yapıyor ve devam ediyor: “12 Eylül’deki genel yıkılış sürecinde sevdalarımıza sahip olmamız, onların kirlenmesine ve kirletilmesini izin vermememiz gerektiğini anlatmaya çalıştım.” İlk albümü “Halepçe”ye adını veren parça, bu albümde “Sessiz Çığlık” adıyla yer alıyor. Hasan Hüseyin Demirel, gazeteci Ramazan Öztürk’ün Halepçe’deki katliamı gözler önüne seren anne ve çocuk fotoğrafının etkisiyle 1989’da yaptığı albümdeki bu parçayı kimseye vermemiş. Yeniden ele alarak da sonraki yıllarda yapılan katliamlara, insanların trajik hikâyelerine dikkat çekmek istiyor. Albüme adını veren “Aşk Coğrafyası” parçası da Halepçe albümünde “Ayışığı Yanmayınca” adıyla yer almıştı: “Biz bu ülkedeki, dünyadaki herkes dünyayı yok etmeye çalışan bir avuç emperyalist zorbaya karşı olanlarız. Aşkımız için ayağa kalkıyoruz, ayaktayız, güveniyoruz, kazanacağız, ölmek pahasına diyoruz.” cutsay?gmx.net Yusuf Şahin yaşamını yitirdi Kültür Servisi Mısırlı sinema yönetmeni Yusuf Şahin Kahire’de 82 yaşında yaşama veda etti. Arap sinemasının önde gelen figürlerinden olan yönetmen ilk sinema filmini 1950’de çekti. Şahin, filmlerinde otorite ve dinde tutuculuğu ele alıyordu. Mısırlı yönetmene Cannes 1997’de ‘Yaşamboyu Başarı’ ödülü verilmişti. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Şahin’in ölümünün ardından düşüncelerini, ‘O ifade özgürlüğünün neferiydi’ diyerek belirtti. Şahin, bir süredir tedavi gördüğü Paris’ten Kahire’ye 10 gün önce dönmüştü. Yönetmenin son filmi ‘Kaos’ bu yılın ilk günlerinde gösterilmiş; Şahin’in bu filmini yönetmen arkadaşı Halit Yusuf tamamlamak zorunda kalmıştı. Mısırlı oyuncu Nur el Şerif, Şahin’in yalnızca Arap dünyası değil, tüm dünyanın önde gelen sinemacılarından olduğunu söyledi. Şahin, sanat yaşamı süresince çeşitli konulara eğildi, başlarda çektiği “Cairo: Central Station”da ahlak değerlerini sorgulamş, dini çevrelerin tepkisini çekmişti. Ancak ilerideki yıllarda, hükümeti eleştiren yapımlara, İskenderiye’yi konu alan filmlere ve ABD’ye ve onun film endüstrisinin kalbi Hollywood’a bakışını yansıtan filmlere de imza attı. Fuat tanıştırmıştı, Yazko günlerimizde. İlk izlenimim yüzündeki insani ışığın karşısındakini kavrayıveren gücü olmuştu. Ancak yakın olmamız on yıl sonra 1991’de Adam Sanat dergisinde düzenli yazmaya başladığında gerçekleşti. Ayda bir yazı vermeye geldiği günlerde ortaya saçtığı yaşam enerjisiyle hepimizi ayaklandırıyordu. Memet Fuat, Cevat Çapan ve Semih Gümüş’le birlikte Kireçburnu’na öğle yemeklerine inmeye başladık. Gerçek Fethi Naci’yi işte o günlerde tanıdım. Konuşmaya başladığında Türk ve dünya edebiyatının altından girip üstünden çıkıyor; bir yandan Türkçe ve Fransızca ağzından dökülen dizelerle öte yandan duyulmamış Karadeniz küfürleriyle düşünceler, duygular hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Herkesle ne çok anısı vardı: Mehmet Ali Aybar’dan Selahattin Hilav’a, Tanpınar’dan Melih Cevdet’e sonu gelmez tartışmalar, serüvenler, kavgalar, dostluklar... Kişisel hesapların olmadığı, hep daha güzel bir dünya, daha nitelikli bir edebiyat için. Siyasetçi olsun, de, “Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değiş1981’ me” yayımlandığı sıralarda, Memet DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ edebiyatçı olsun insanın sahtesiyle gerçeğini ayırmakta üstüne yoktu. Okuduğu bir ürünle, ayaküstü bir konuşmayla nu marasını verir, zaman içinde pek de yanılmadığı görülürdü. Türkiye İşçi Partisi’nin programının yazılmasından, yıllar boyu DİSK’e bağlı sendikalarda eğitim seminerleri verecek kadar inandığı düşüncenin militanıydı. Sosyalizmin, “insanoğlunun yaratabileceği en güzel gerçekleşebilir düş, dünyanın gençliği” olduğuna inanıyordu. Yetmiş yaşında ÖDP’nin seçim kampanyası için on beş gün memleketi Giresun’da kahve konuşmaları yapmış, sokaklarda bildiriler dağıtmıştı. ??? 1995’te onun Gerçek Yayınevi’yle, bizim Adam Yayınları’nın Beyoğlu’na taşınması yakın zamanlarda gerçekleşti. Artık komşu olmuştuk. Kimi gün sa Fethi Naci’li Günler bah kahvelerinde, ama mutlaka cuma günleri buluşuyorduk. “Cuma Akademisi” adını verdiğimiz masada Fethi Naci’nin düzenleyici, tartışmaları yönlendirici bir egemenliği vardı. O yıllardan birinde Tüyap Kitap Fuarı’na ünlü Fransız düşünür Michel Butor gelmiş, bir konuşma yapmıştı. Fethi Naci, konuşmayı çok sıradan bulmuş, çıkışta, “Bizim Cuma masasında daha dişe dokunur şeyler konuşuluyor,” demişti. Tartışmaların hızının kesildiği anlarda en sevdiği şey, Turhan Günay’dan “Dünya Bir Gölgeliktir” adlı türküyü dinlemekti. Tüyap Kitap Fuarı’nın onur yazarı olması kendisine ilk önerildiğinde, “Benden önce Vedat Günyol var,” diyerek sırasını ona vermiş, bu ödülü ertesi yıl kabul etmişti. 1999’da yüzyıl tamamlanırken, daha önce “On Türk Romanı” diye başlayıp altmışa dek çıkardığı roman eleştirile rini “Yüzyılın Yüz Romanı” adıyla bütün bir çağı kapsayacak biçimde genişletmesini önerdim. O yazı bu çalışmayla geçirdi. Kitap otuz sayfalık geniş bir tarihsel bakışlı önsözle açılıp, romanımızın yüzyıla yayılan bütün bir zenginliğini kapsıyordu. Çıkar çıkmaz, bir eleştiri kitabından beklenmeyecek bir başarıyla kısa sürede üç baskı yapmıştı. Eleştiri kitaplarını belki herkes okumaz ama Fethi Naci’ninkiler öyle değil. Çünkü o bir eleştiri yazısı yazarken içine hayatı katmayı da biliyordu. O yüzden onun yazıları dünyaya ve insanlara yazılmış hayat dersleridir aynı zamanda. Dönüp Baktığımda ve Dünya Bir Gölgeliktir adlı anı kitapları günümüz kuşaklarının artık pek tanımadıkları, her alanda militan bir hayata özgü neşe ve yaşam sevincini bugüne ve yarınlara taşıyor. Ben kendimi gülün dibinde buldum Kuru kuru sevda imiş sarardım soldum Sevda bir düş imiş kendime yordum Ay karanlık gece vurdular beni Yarin çevresine sardılar beni turgay?fisekci.com Kara Şövalye rekor kırdı Kültür Servisi Batman serisinin yeni filmi ‘Kara Şövalye’ gösterime girişinin onuncu gününde 300 Milyon Dolarlık gişe geliriyle bir ilke imza attı. ‘Karayip Korsanları: Ölü Adamın Sandığı’ bu rakama 16 günde ulaşmıştı. ‘Kara Şövalye’, ülkemizde de büyük ilgi görüyor. Christian Bale, Michael Caine, Heath Ledger, Gary Oldman, Aaron Eckhart, Maggie Gyllenhaal ve Morgan Freeman’ın rol aldığı filmin yönetmenliğini Christopher Nolan yapıyor.