06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1AĞUSTOS 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K.ERDEMOL C 15 Medyatik zamanın peri masalı Uğur HÜKÜM Yakınlarının ağzıyla “Carlita”, geçen 2 Şubat 2008’e kadar resmen Carla Gilberta Bruni Tedeschi bu tarihte soyadına bir de Sarkozy ekleyerek tam bir Avrupalı çağdaş asilzade kızına yaraşır, şimdiki tam ismine kavuştu, Carla G.B.T. Sarkozy. Neredeyse 68’li (!) de olsa köklü bir İtalyan sanayici aileden gelmek, zahir insanın bazı üstünlüklerini adeta doğal kılıyor! Kimi kaynaklara göre 23 Aralık 1967, kimilerine göre 23 Aralık 1968 Torino doğumlu Carlita, 68’liliğini (!) gönlünün oldu bitti ‘sol’a (cüzdanı sağda, ne yapsın) yatkın olduğunu söyleyerek kanıtlarmış. Nicolas (Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy) ile tanıştıktan ve de hayatını birleştirdikten sonra, ilerde ‘gönlünün pusulası’ hangi siyasi doğrultuyu gösterir bilemeyiz. İtalyan vatandaşı olması hasebiyle Fransa’da oy kullanmamak gibi bir avantajının olduğunu da ekleyiverelim. Fransa’da oy verebilseymiş sosyalist aday Sègolene Royal’i seçeceğini söyleyebilecek denli de cesur. Ancak 2012’ye kadar ülkenin Bir Numarası’nın öteki yarısı, Fransa’nın “Birinci Madamı / Baş Hanımı” olmanın doğallığını kullanır da Fransız olur mu, Fransız olur da siyasi duyarlılıklarını değiştirir mi bilinmez. Gözüken ve bilinen tek şey Carlita’nın, kamuoyunda feci biçimde ‘irtifa kaybeden’ Nico’nun medyatik imajına az biraz destek olduğu... alınmasın), magazin yayınlığı müptelalarının bilebileceği bu bilgileri çoğaltmak olası. Hatta kartviziti ismi CGBTS gibi kalabalık, mankenşarkı sözü yazarısinema oyuncusubestecişarkıcıfirst lady Carla’nın başta 7 yaşındaki oğlu Aurélien’in babası genç filozof Raphaël Enthoven olmak üzere hayatına giren kısa ve uzun süreli bağlarını dahi, sıradan ve meraklı bir internet izleyicisi kolaylıkla ve ayrıntılarıyla öğrenebilir. Biz yine de ‘İnternet özürlüler’ için malum basının “Kelebek” lakabını taktığı Carla’nın geçmiş resmi ilişkilerini özetleyelim. Oğlunun babası Raphaël’den önce, Raphaël’in yayıncı ve işadamı babası JeanPaul Enthoven varmış. Medyatik müzisyenler Mick Jagger, JeanJacques Goldman, Louis Bertignac (Téléphone), medyatik aktörler Charles Berling, Vincent Elbaz ve Fransa’nın en medyatik avukatı, Sarkozy’ye özel raporlar hazırlayan Arno Klarsfed ciddi aşkları arasında. Söylentilere bakılırsa aralarında Donald Trump, Kevin Kostner, Laurent Fabius’ün de (eski sosyalist başbakanlardan) olduğu okkalı bir kısa vadeli sevgili koleksiyonu da cabası. SiyahBeyaz siyah kültürü yansıtan özellikler taşıyordu. Bir beyazda siyah özellikler görülmesi ilginç gelmiştir İngiliz siyahlarına. Prenses Diana’nın ölümüyle boşalan “icon” ihtiyacını fazlasıyla gideren karı koca Beckham’lar, iyi birer beyaz olarak siyahlığı, siyah kültürü, siyah yaşam tarzını bir aksesuvar gibi kullandılar. Sürekli beyaz kaldıkları sürece bu elbette, “İngiliz beyazlığı” açısından, İngiliz faşistleri dışında, kimse için sorun da olmamıştır. Martin Luther King’ler, Malcolm X’ler, Muhammed Wallace’lar, Jesse Jackson’lar, çok acı yollardan geçerek, zaman zaman birbirilerini de boğazlayarak, siyahların önünü bir hayli açabildiler Amerika’da. Siyah mücadelenin, çok uzun sayılmaz ama, çok güçlü bir geçmişi var. Az deneyim değildir bu. İnsan hakları mücadelesinde, ulaşılan düzey, siyahların Amerikan politikasındaki ağırlığını da arttırdı doğal olarak. (Saygın İngiliz Marxist Eric Hobsbawm, “America, War, And Global Supremacy” adlı kitabında, “İnsan Hakları Emperyalizmi” diyerek şu insan hakları kavramına biraz kuşkulu yaklaşır onu da belirteyim bu arada). Amerika’da siyah politikacıların kabulünde/benimsenmesinde yine de sorunlar yaşandığını unutmadan, siyah Colin Powell’in, siyah Condoleezza Rice’ın politikadaki yükseldikleri önemli yerleri anımsayalım. Siyahlar adına kayda değer bir iş yapmadıklarını da belirtelim. Zaten, böyle olabilecekleri bilindiği için Amerikan siyaset mekanizmalarının tepe noktalarına gelebildiler, bilelim. Siyahların mücadelesi ciddi kazanımlar getirdi elbette ama, bu kazanımlar ABD’de karar makinesinin başındaki beyazları getir getire Sam Philips’in yöntemine getirebilmiştir bugün. Çok açıktır bu. Phillips, yıllar önce siyahlara olan önyargıdan çekindiği için, “sesi siyah, ruhu siyah ama kendisi beyaz” müzisyenleri aramıştı. Günümüzün, insan hakları mücadelesinin kazanımlarına ters düşmeyi göze alamayan karar mekanizmalarındaki Amerikan beyazı da, “düşüncesi beyaz, ruhu beyaz ama kendileri siyah politikacıları aramış”, bulduklarını Savunma ya da Dışişleri Bakanı yapmıştır. Birisini de Başkan yapmak üzeredir, dengeler çok ciddi olarak değişmezse. Karar mekanizmasındaki Amerikan beyazı, belki her şeydir, ama asla renk körü değildir. Beyazı siyahtan, siyahı beyazdan ayırmayı iyi bilir. kemalerdemol?yahoo.co.uk HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ Ailesi, İtalyan “Kızıl Tugaylar”ın korkusuyla 1973 yılında Fransa’ya yerleşir. 2006’da vefat eden ağabeyi Virginio ve bugün Fransız sinemasının en başarılı yeni nesil sinema oyuncu ve yönetmenlerinden ablası Valeria Fransa’da büyürler. Küçük kardeş başladığı mimari eğitimini 19 yaşında terk ederek mankenliğe girişir. 1987 – 1997 arasında parlak bir uluslararası mankenlik kariyeri yaşayan Carla, 1997 – 2007 arasında şarkı sözü yazarlığı ve şarkıcılık, 2007’den itibaren cumhurbaşkanlığı sevgilisieşi kariyerine başlar. Onar yıllık dilimlerine 2017’de yeni bir eş, farklı bir iş katar mı bilemeyiz, fakat medyaya bakılırsa Carla şu anda yeni mesleğiyle, paraleldeki hobilerinden hoşnut göründüğü tartışma götürmez bir gerçek. 11 Temmuz’da çıkarttığı 3. ve yeni albümünün, “Comme si de rien n’était / Hiç Bir Şey Olmamış Gibi”nin başlığından anlaşılacağı üzere Carlita, her durumu tam bir medya çocuğu olarak hiç bir şey olmamış gibi doğallık içerisinde yaşıyor, en azından o izlenimi veriyor. KİM KİMİ KULLANIYOR 1,76 metre boyuyla 10 santim tepeden baktığı eşi Nicolas’ya olan hayranlık ve aşkını her vesileyle vurgulayan Carla Bruni Sarkozy 20 yıldır tam bir ‘Peri Masalı’ prensesi misali yaşıyor. Ablası Valeria’ya göre gözü hep daha yukarlarda, hep daha güç, nüfuz ve merkezlerde olan ‘maviş gözlü, melek yüzlü küçük kız’ gerçekte muradına ermiş gözükse de, masal bitmedi. İsviçreli fotoğrafçı Michel Comte’un 1993’te çektiği ‘Nü’ fotoğrafı, Çinli bir hayranı tarafından NY Christie’s de geçtiğimiz Nisan ayında 91 bin dolara satın alınan manken dilberin, Mart ayında üstünde Dior yapımı son derece zarif bir gri tayyör, ayağında düz siyah balerin E SKİ BİR KOLEKSİYONER! Annesi Marysa Borini oyuncu ve piyanist, resmi babası Alberto Bruni Tedeschi sanayiciliğinden fazla opera besteciliğiyle tanınmış bir kişilik. 9 Ocak 2008’den beri alenen bilinen biyolojik babası Maurizio Memmert ise Brezilya’ya yerleşmiş bir iş adamı. Biyolojik dedesi 88 yaşındaki Giorgio Memmert de geçenlerde kızı yaşında bir başka Carla, Carla Silverti ile evlenmiş. Boyalı basın (ciddi boyalılar ayakkabılarla İngiltere Kraliçesi II. Elisabeth’in önünde kibarlığın zirvesinde reverans yapan Fransa’nın “Birinci Madam”ının aynı kişi olduğunu tahayyül etmek medyatizmin manyetizmine kapılmamış olanlara anlatmak epeyce zor. ‘Top Model’in 2 milyon satan ‘Top Album’ü “Quelqu’un m’a dit / Biri Bana Dedi”nin müzikal başarısını teslim etmek bizim gibi amatörler için kolay olsa da, piyasada tam bir fiyasko kabul edilen 2. CD’si İngilizce “No Promises”den (200 bin satmış yine de) sonra başkan eşi sıfatıyla yeni bir albüm çıkartmak cüretini veya cesaretini gösterebilmek de kayda değer bir performans açıkçası. Devlet başkanın eşi sıfatıyla, bazı parçalarını keyifle dinlediğimiz yeni albümünün tüm gelirini insani yardım kuruluşu “Fondation de France” bırakacağını açıklaması Nicolas Sarkozy’nin kamuoyu araştırmalarında yükselmesini sağlar mı, sanmıyoruz. Fransızların yüzde 68’i Carla’dan memnun olduklarını, yüzde 64’ü Fransa’yı yurtdışında iyi temsil ettiğini söylerken, yüzde 55’i de Sarkozy’nin Carla’yı kullandığını belirtiyormuş. Türkiye Yazarlar Sendikası’dan kamuoyuna açıklama ‘Karar Ulusal Komite’nin’ Kültür Servisi Türkiye Yazarlar Sendikası(TYS), Nihat Behram’ın sayfamızda 25 Temmuz’da “Uluslararası Frankfurt Kitap FuarıKonuk Ülke: Türkiye” projesi çalışmalarındaki kimi gelişmeleri AKP ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile ilişkilendirerek TYS’yi tepki göstermeye davet etmesi” üzerine bir açıklama yaptı. Sendika açıklamasında, “Nihat Behram’ın böyle bir açıklamayı eksik bilgilenme nedeniyle yaptığını düşündüklerini ve kamuoyunu bilgilendirmek için bu açıklamayı yapma gereğini duyduklarını” belirtiyor. Projenin sivil bir inisiyatif olan Ulusal Komite tarafından yürütüldüğü, bu komitenin üyelerinin alt komiteler tarafından seçilmiş olduğu ve bu komitelerde yer alan kişilerin yetkin ve etkin olan kuruluşlarca belirlendiği vurgulanıyor. Açıklama şöyle devam ediyor: “Proje kapsamında davet edilen bütün yazarlar, bu grupça belirlendiği için, yazar seçimlerinde AKP’nin ya da Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın herhangi bir ilgisi, etkisi ya da sansürünün olması Daha önce basına açıklanan taslak programda yer alan ve daha sonra asıl programdan kaldırılan oratoryo ile ilgili kararı Ulusal Komite almıştır. Bu kararın alınma nedeni ise sansür vb gibi dış etkenler değil, bütçenin olanaklarıdır. mümkün değildir. Aynı durum, ‘Nâzım Hikmet Oratoryosu’ için de geçerlidir. Daha önce basına açıklanan taslak programda yer alan ve daha sonra asıl programdan kaldırılan oratoryo ile ilgili kararı Ulusal Komite almıştır. Bu kararın alınma nedeni ise sansür vb. gibi dış etkenler değil, bütçenin olanaklarıdır. Müzik moderatörümüz Görgün Taner’in, kendisine ayrılan bütçenin olanakları çerçevesinde ülkemiz müziğinin farklı bo yutlarını en geniş biçimde yansıtabilmemiz için, yüksek bütçeli bu projeyi programdan kaldırma yönündeki önerisi, Ulusal Komite’de yapılan tartışmalar sonunda uygun bulunmuştur. Bu kararın alınmasında, elbette ki Nâzım Hikmet ve Fazıl Say’a karşı bir tavır söz konusu değildir. Kaldı ki, fuar sırasında Nâzım Hikmet’le ilgili bir etkinlik gerçekleştirilecektir. Ayrıca fuarın kimi etkinliklerinde Nâzım Hikmet’e ayrılmış bölümler vardır. Önümüzdeki yıl Fransa’da gerçekleştirilecek ‘Türkiye Yılı’ programı etkinliklerinde ise, Nâzım Hikmet Oratoryosu yer almaktadır. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın ‘Nâzım Hikmet Oratoryosu’ ile ilgili yaptığı açıklamada, anıt şairimiz Nâzım Hikmet’e hakaret içeren herhangi bir ifade yer almamaktadır. Ayrıca, TYS Genel Başkanı Enver Ercan’ın da yer aldığı Ulusal Komite’yi kesinlikle bağlamayan bu açıklama, bakanın kişisel görüşleridir.” ğer, bir siyahın sesine ve ruhuna sahip bir beyaz müzisyen bulabilirsem milyonlarca dolar kazanabilirim.” İlk okunuşta hiçbir özelliği olmayan bu ifadeler, düşündüğü projelerin başarı şansını “eğer” edatıyla şarta bağlayan beceriksiz bir girişimcinin cümleleri olarak görülebilir rahatlıkla. “Eğer şu olsaydı, böyle yapardım” diyerek, bir şey yapamamayı, o “olması gerekenin” yokluğuna bağlayan ne kadar çok insan vardır etrafımızda. O olması gereken her neyse, bir türlü olamadığı için kendini kanıtlayamadığına inanan kişi ya da. İyi ki bu gerekçeler var da, çoğumuz, o “olmayan” sayesinde, bir şey yapamayışımızın bizden kaynaklanmadığını söyleyebiliyoruz. Girişteki cümlede ise, elbette fark ettiniz, di’li geçmiş zaman kullanılmış değil. Cümlenin sahibi “bulabilirsem” demiş sadece. Çünkü, bunu söylemekle kalmamış, herhalde bir hayli aramış istediği özellikleri taşıyan müzisyeni. ??? Kötü bir cümledir bu aslında, uğursuz bir arayışı ifade eder. Siyah bir ses, siyah bir ruh, demek ki milyonlar kazandırabilecek özelliklerdir, ama işin içinde “siyah”a toplumsal bir karşıtlık olduğu için bu lafı eden zat, gidip siyah bir müzisyen arayamamıştır. İnsanlığın en büyük suçlarından biri olan ırkçılık, işte budur. Zatı suçlayamasak da o toplumsal yargıya boyun eğdiği için ayıplamak hakkımızdır. Bu sözleri eden, tanınmış bir müzik stüdyosunun sahibi olan Sam Phillips’dir. Kendisine gerçekten milyonlar kazandıracak, aradığı özellikleri taşıyan müzisyeni de bulur sonunda: Elvis Presley. Presley, ilgilileri daha iyi bilirler şüphe yok, AfroAmerikan müziğinden en çok etkilenen, hatta kimilerine göre bu müziği bir hayli benimseyen ilk beyaz müzisyendir. Sonra onu, Rolling Stone, hatta Beatles izlemiştir denir. Elvis Presley, sesinin tınısıyla, müziği ile, canlılığı ile siyahlara ait özelliklere fazlasıyla sahip bir beyaz olarak, renk avantajıyla milyonlar kazanmıştır. Dinleyicileri, aslında bir beyaz adama hayran sanırlar kendilerini ama, alkışladıkları o ses, o parçalar siyah acıya, siyah kültüre aittir. O nedenle, ukala da görülmüşümdür muhtemelen, Presley için, “varlığını siyah kültüre borçludur” demişimdir hep, fikrim sorulduğunda. İngiltere’de bir zamanlar fırtına gibi esen Beckham modasını anımsayın bir an. Beckham’ı da en çok siyahlar sevdi denir. Çünkü, bir dönemler giydiği –o, yanları çok bol– pantolonlar, saç kesimi, hep “E TÜRKİYE ONUR KONUĞU eçenlerde bir arkadaşım, “biri milletçe bizi sınıyor” diye söze girdi, “bakalım ne kadar dayanabileceğiz”? Ona göre insanların olduğu gibi milletlerin de bir bağışıklık sistemi var ve bu sistem çökmek üzere. Ben de bu sözler üstüne düşünmeye başladım. Vardığım sonuç milletçe bağışıklık sistemimizin oldukça güçlü olduğu, nedenlerine gelince hep birlikte düşünelim. Birincisi herhalde balık hafızalı olmamız. Unutuyoruz. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi bilemiyorum. Ama bana göre iyi ki unutuyoruz, aksi takdirde hepimizin delirmiş bir halde oradan oraya koşturması gerekir. Sadece yaşadığımız şu çok sıcak yaza bir bakın. Ergenekon davası, AKP’nin kapatılma davası, Hakkâri’de emniyet saldırıları, gece uçuşları, İstanbul’un göbeğinde korkunç patlamalar, kapılarda beliren icra memurları, işsizlikten kendini eve kapatan ya da içkiye, uyuşturucu haplara vuran gencecik insanlar.. bu liste uzayıp gider, şimdi biraz da baş G AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Fazla Sıcak Bir Yaz fazlasıyla benimseme, evet bütün bunlar ne yapalım ki genlerimizde var ve bu nedenle hiçbir şey bize yabancı gelmiyor, kötü gelmiyor. Hatta bunlara şaşıranları ayıplıyoruz: “Yahu kardeşim sen nerede yaşadığını sanıyorsun”? Bağışıklık sistemimizin güçlü olmasının nedenlerinden biri, belki de en önemlisi temel bir içgüdüden kaynaklanıyor. Bağışıklık sistemimiz çökerse ölümün yakın olduğunu içgüdüsel olarak bildiğimizden onu hırpalayacak her şeyi görmezlikten geliyoruz. Gördüğümüz, yaşadığımız, tanık olduğumuz her şeyi anında siliyoruz. Beynimizi öyle programlıyoruz, Irak’ta Amerika binlerce Müslüman mı öldürmüş, olabilir ben beş vakit namazımı kılarım gerisi beni ilgilen ka yerlerde dolaşalım. Hepimizle alay eder gibi nikâh yüzüğünün özel bir paraşütçüyle nikâh masasına getirildiği düğünler, kıyı kentlerinde torunları yaşındaki kızları kollarına dolamış erkekler, şöhret için yüzünü illa da Tansu Çiller’e benzetmek isteyen mankenler, onları ameliyat eden doktorlar, kimin eli kimin cebinde olduğunun belli olmadığı bir eğlence ortamı. Ama biz yaşamayı başarıyoruz öyle ya da böyle. Bağışıklık sistemimizin güçlü olmasının ikinci önemli nedeni ise, genlerimizde pek çok uygarlığın izlerinin bulunması. Rüşvet, entrika, iktidar hırsı, adam kayırma, uzun uzun düşünmeden birilerinin peşinden gitme, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” atasözünü dirmez. Aynı aileden üç kişi mayından mı ölmüş, benim işim olmaz, benim işim yarışmaya girmek, gerisini sil! Türkiye fuhuş ve insan ticaretinde Filipinlerden sonra ikinci duruma geçmiş. Ne var bunda demek ki, talep var, elbette arz da olacak. Elektrik zamlandı, doğalgaz zamlandı, benzin zamlandı; kışın ne yapacağız? Ay dertlendiği şeye bak, kızım şimdi yaz. Kardeşim kredi kartların tavan yapmış, şimdi alışveriş yapmanın zamanı mı? Boşver, daha limiti dolmamış üç kartım var, idare ederiz. Vallahi bize helal olsun! Bizdeki bağışıklık sistemini kimseler çökertemez, üstüne üstlük bir de tembelliği pek bir seviyoruz. Başkaları bizim yerimize çalışsın, düşünsün çalışıp da ne olacak. Varoluşumu neden sorgulayıp kafa patlatacağım, yaşayıp gidiyoruz işte. Ne demişler çıkmayan canda umut vardır. Ben de bunları neden yazıyorum, bağışıklık sistemim zayıflayacak, aman dikkat! isilozgenturk?gmail.com Frankfurt’un yazar listesi kesinleşti ANKARA (ANKA) Türkiye’nin onur konuğu olarak katılacağı 60. Frankfurt Kitap Fuarı etkinliklerine katılacak yazarların isimleri kesinleşti. Açılış konuşmasını Nobel Edebiyat Ödüllü Orhan Pamuk’un yapacağı fuarın, kapanış konuşmasını şair Gülten Akın’ın yapacağı fuarda paneller de gerçekleştirilecek. PEN, Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, Yazarlar Birliği, BESAM, EDİSAM ve İLESAM’dan oluşan Frankfurt Kitap Fuarı Komitesi’nin davetine “evet” diyen 300 aşkın yazarlardan bazıları şunlar: “Fikret Adanır, Adalet Ağaoğlu, Behiç Ak, Ahmet Altan, İnci Aral, Oruç Aruoba, Erendiz Atasü, Beşir Ayvazoğlu, Ataol Behramoğlu, İlhan Berk, Nalan Barbarosoğlu, Onur Caymaz, Jaklin Çelik, Arif Damar, Gülten Dayıoğlu, Güngör Dilmen, Atilla Dorsay, Nedim Gürsel, Tarık Günersel, Feyza Hepçilingirler, Müge İplikçi, Muzaffer İzgü, Pınar Kür, Yekta Kopan, Zülfü Livaneli, Perihan Mağden, Etyen Mahçupyan, Murathan Mungan, Yılmaz Odabaşı, İpek Ongun, Zeynep Oral, İlber Ortaylı, Altay Öktem, İskender Pala, İlhan Tekeli, Ece Temelkuran, Vedat Türkali, Yalvaç Ural, Metin Üstündağ, Gündüz Vassaf, Hilmi Yavuz.” 60. Frankfurt Kitap Fuarı 1419 Ekim tarihleri arasında Frankfurt’ta gerçekleştirilecek. Yazarlar listesinin tamamına www.fbf2008turkey.com adresinden ulaşılabilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle