05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 MAYIS 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Cannes Film Festivali yalnızca sinemasever61. lere güzel bir 7. sanat örneği, Fransa’ya 21 yıl aradan sonra bir ‘Altın Palmiye’ kazandırmakla kalmadı. 47 yaşındaki Fransız yönetmen Laurent Cantet’nin “Entre les murs / Duvarlar Arasında”, İngilizce adıyla “The Class / Sınıf” başlıklı eseri insanlığın yarınını kuracak çocuklarımız, çocukların, gençlerin nasıl yetişmesine değil, nasıl yetiştirilmemesine, eğitilmemesine dair köklü, düşündürücü ipuçları, özlü kanıtlar getiriyor. Bu film ahlakı katıksız itaat, disiplini mutlak tapınma, eğitimi salt ezberde gören; geleceğin toplumunu yaratmayı dünya cemaat ve ümmeti hayallerinde tasarlayan, bunu bir tanrıya kulluk, bir kitaba kölelik, bir ideolojiye bağımlılık bağlamında arayanlara bir tokattır. Bu film eleştirellik, karşılaştırma ve sorgulama temelindeki çağdaş aklın yolunu dogmatik ‘PederPapa’, ‘HacıHoca’ pusulalarıyla şaşırtmaya çalışanlara; ‘HaçlıCihat’ ikilemiyle toplumsal ilerlemeyi karartma kavgası verenlere karşı dengeli bir bireykolektif ikilisi , içten bir saygıhoşgörü ilkesiyle cevap arayanların mücadele aracıdır. Bu film insanlığa aydınlık bir yarın bırakmak isteyen bir eğitim inancının alçakgönüllü ve ustaca oluşturulmuş silahıdır. ??? Aslında “Duvarlar Arasında” çok basit bir hikayedir. Kamera adeta ağırbaşlı bir gizlilikle genç bir Fransızca edebiyat öğretmenin sorunlu bir semtte yaşayan, çoğunluğu farklı etnik kökenlerden gelen 24 öğrencisiyle bir sınıf ve bir okulun dört duvarı içersinde yaşadıklarına film boyunca tanıklık eder. İzlediğimiz her sekans anlatması zor bir doğallık, bir belgesel gerçekçiliğinde, ‘belgeci’ destekli ama konulu akıcı, yalın bir hayatın zenginliğinde yansıtılır. Mükemmele yakın bir lezzette anlatılan olay ve gelişmeler sıralamasında mükemmel bir kişilik, mükemmel bir değer, mükemmel bir ortam yoktur. Filmde ne ünlü ve profesyonel yıldızlar (oyuncuların hepsi amatör) gösterişli özel efektler, ne kameramontaj oyunları, ne olağanüstü gerilim sahneleri, ne tutkulu aşklar, ne derin nefretler, ne her görüntüye müzik makyajı, ne de benzeri fazladan unsurlar mevcuttur. Yapımın toplamı 2,5 milyon avronun biraz üstüne mal olmuştur. Yani Fransız filmlerinin ortalama maliyetinin bile altındadır. Emek, sabır, itina ve profesyonelliğe eklemlenen dünyaya insancıl bir bakış, angaje bir duyarlılık ortaya enfes bir sinema yaratısı çıkartmıştır. ??? Film Paris’in sosyoekonomik açıdan en hassas semtlerinden 20. ‘Arrondissement’*, mahallesinin Pyrénnées sokağında bulunan, bir ZEP ** birimi, FrançoiseDolto Orta Okulu’nda (F. Dolto / 19081988/ Ünlü bir Fransız çocuk doktoru ve çocuk psikanalizi teorisyenidir) geçer. Okulun seçimi tamamen rastlantıdır. Yönetmen Cantet’nin asistanı oralarda oturmakta, çocuğu burada okumakta ve okul müdürüyle veli sıfatıyla resmi tanışıklığı vardır. Ancak filmin serüvenini tanımak için biraz daha geriye, 2006’ya gitmek gerekir. Filmin başrolünü oynayacak François Bégaudeau (d. 1971) edebiyat öğretmenidir. Boş zamanlarında roman yazarlığı ve sinema eleştirmenliği yapar. Dreux ve Paris’in ZEP bölgelerindeki lise ve orta okul öğretmenlik deneyimleri, 175 bin adet satan “Duvarlar Arasında” adlı 3. romanında otobiyografik biçimde yansır. Eylül 2006’da FranceCulture / Télérama edebiyat ödülünü kazanan kitabı için davet edildiği bir radyo programında Laurent Cantet ile tanışır. Kendi anne ve babası da öğretmen olan Cantet bir kaç gün sonra bir Café’de buluştuğu Bégaudeau’ya romanının bir bölümünü sinemaya uyarlamak istediğini söyler. Daha önce çektiği üç filmde *** Fransız sinemasının yeni “Yeni Toplumsal Gerçekçilik” akımının en ciddi ve tutarlı temsilcisi olduğunu kanıtlayan Cantet ile öğretmeneleştirmenyazar arasında, Fransızca deyişiyle ‘cereyan geçmiş‘tir. Olay şimdi ‘üç nalla ata kalmıştı‘. ??? Önce yukarda belirttiğimiz ilişkiyle Bégaudeau’nun çalıştığı okullarla sosyopedagojik istatistiki benzerlikler gösteren FrançoiseDolto okuluyla bağlantı kurulur. Senaryoyu inceleyen okul yönetimi konunun tümüyle eğitime ilişkin olması nedeniyle tasarıyı onaylar. Aralık 2006’da okul bünyesinde yasalara, yani çocukların eğitim programlarına uygun bir biçimde ders saatleri dışında bir “TiyatroSinema Atölyesi” oluşturulur. Her hafta Çarşamba günleri, öğleden sonraları üç saat süreyle yaşları 14 ile 16 arası değişen, 5060 civarında orta son sınıf öğrencisinin katıldığı doğaçlamaartistik ders çalışma C 9 Londra merkezli Standard Chartered Bankası uyardı: 69 ay ekonomik mücadeleyle geçecek Türkiye’nin ‘altın çağı’ bitti Enflasyonun yüzde 12 olacağının dile getirildiği raporda, IMF çıpasının yokluğunda hükümetin işinin zor olduğuna dikkat çekildi. Murat KIŞLALI ANKARA Londra merkezli Standard Chartered Bankası, “Büyüme Kırılganlığı” başlıklı raporunda “Türkiye’nin güçlü büyüme, düşen enflasyon ve hızla iyileşen mali durumdan oluşan ‘altın çağı’nın bitmiş gözüktüğünü” belirtti. Çok uzun dönemde Türkiye’nin güçlü bir potansiyel olduğunu ifade eden banka “Ancak önümüzdeki 69 ay, düşen reel gelir, daralan krediler, yavaşlayan AB talebi ve politik belirsizlik nedeniyle ekonomik mücadele ile geçecek” değerlendirmesini yaptı. Standard Charte Ekonomi geçen yıl potansiyelinin altında büyüdü. Tarımdaki hasadın düşük kalmasının yanı sıra 2006 krizindeki faiz artışlarının etkileri ve 2007 boyunca faizlerin yüksek seyretmesi de yatırımları kısıtlayarak, önceden patlayan inşaat sektörünü yavaşlattı. Son dönemdeki üretim ve ihracat rakamlarının yüksek çıkmasına karşın, hızlanan enflasyon ve yeniden ortaya çıkan politik belirsizlik ortamında, iş dünyası ve tüketici güveni ciddi biçimde ters yöne dönerken kredi büyümesi de daralıyor. Bu etkenlerin 2008’in kalan bölümünde daha sıkı para politikası, daralan banka kredileri ve zayıflayan küred’ın 22 Mayıs 2008 tarihli raporu “Tüketici ve iş dünyasında güvenin azalması ekonomiyi tehdit altına soktu”, “Merkez Bankası açmazda”, “Se CANNES’DA EĞİTİMİN SIFATI ‘AYDINLIK’ ları yapılır. 6 ayın sonunda kararlılık, düzenli katılımları ve yetenekleri saptanan 24 yetişme çağında, çoğu Fransa doğumlu göçmen (gençlerden bir tanesi de Türk kökenli Burak Özyılmaz) genç ve yine atölye çalışmalarına katılmış okulun bir kısım öğretmenleriyle çekimlere başlamaya karar verilir. 2007 Temmuz ve Ağustos ayına yayılan 5 haftalık çekimden sonra Cantet Cannes seçici komitesini ikna mücadelesine girer. Komitenin filmi kabul etmesi pek kolay olmayacaktı. Asgari yerli film kotası zorunluluğu olmasa, “Duvarlar Arasında”nın değil 30 Nisan yani festivalin başlamasında iki hafta öncesi Resmi Yarışma’ya dahil edilmesi belki de herkesin böylesi önemli bir filmi keşfetmek için ticari gösterime gireceği Ekim 2008’i beklemesi gerekecekti. ??? Laurent Cantet daima kolektif ve angaje bir çalışma anlayışını taçlandırmış bir sanatçı. “Beni belirleyen üç kolektif çevrem oldu. Hayat boyuluğuna biçimlendiğim ‘Laik ve Cumhuriyetçi’ ailem. Sinema ve çalışma hayatımı dostluk ve paylaşma yaklaşımı üzerine kurduğum sinema okulum IDHEC’teki (yeni adıyla FEMIS) dostlarım. Alfonso Cuaron (Meksika), Ira Sachs, Jonathan Nissiter, Lodge Kerrigan (ABD) ve benzeri alternatif meslekdaşlarla oluşturduğumuz sembolik uluslararası dayanışma ve işbirliği örgütümüz, Dependant Cinema”, diyor. Son filminin başarısına yönelik bir soruyu da, “Hep aynı ilkelerin ışığında çalıştık. Ancak filmin büyük gücü gençlerin ve öğretmenlerin enerjisi ve filme olan inançlarından kaynaklanıyordu”, şeklinde cevaplıyor. “Kendi yaşadıklarımı değil, beni çevreleyen evrene katabileceklerimi yansıtmaya uğraşıyorum. Filmlerimde fazla didaktik olmamak için romanlardan hareket etmeyi tercih ediyorum. Romansılık (romanesk) yakınlık, mahremiyet ve duygusallığı kolaylaştırıyor. İşte siyasi boyut bu alaşımın içinde canlanmalı. Önemli olan sosyal gerçeğe sadakat, güçiktidar ilişkilerini yani şiddet, ötekini ret ve dışlamacılığı doğuran o hassas noktayı yakalayabilmek.” ??? Filmin, senaryonun gerçek kahramanı ve canlandırdığı başrolde beklenmedik oranda başarılı bir kompozisyon çizen, öğretmen oğlu yazaröğretmen François Bégaudeau’da “Çocukların büyük bir beceri ve yetenekle katıldıkları kolektif oyunun verdiği mutluluğu” vurguluyor. Kendini “Umutsuzluğun egemenliğine karşı vuruşan ‘realist aktif / gerçekçi eylemci’”, diye tanımlayan kişilik öğretmen veya militan olarak hayata “moralist değil pedagog / ahlakçı değil eğitici” olarak baktığını söylüyor. Karşısındakini düşündürten, eleştirten, karar verme sürecine katmaya çabalayan, kısacası yurttaş bilincinde, demokrat bir yaklaşımın adamı. Bégaudeau sinema eleştirilerinin dışında haftada bir de Le Monde gazetesinde futbol kritikleri yazıyor. ??? Filmin Fransa’da sağ iktidarın gelenekselci ve tutucu reformlara giriştiği, başta öğrenci ve öğretmenler olmak üzere eğitim ordusunun aylardır bu tasarılara karşı eylemler koyduğu bir döneme denk gelmesi ülkedeki tartışmalara yepyeni ve güçlü bir soluk getirmesi bekleniyor. Tabii ki Ekim ayında vizyona girdikten sonra... Laurent Cantet kendisiyle söyleşen bir televizyon gazatecisine mutlu ve huzurlu bir gülümsemeyle şöyle konuşuyor: “Okulu eşitlik soruları; iş, iktidar, kültürelsosyal uyum ve fırsat eşitsizliği sorunlarının sorgulandığı, benzersiz altüstlükler yaşayan bir dünyanın aynası, mikrokosmosu, küçük evreni olarak yansıtmak istedim... Basın gösteriminden sonra dakikalar süren heyecanlı, alkışlı desteğe, özel davetlilere yapılan gösterimin ardından da yarım saate yakın ayaktaki alkışlara bakılırsa, galiba niyetimi uygun bir dille aktarabildim.” Evet, sevgili Laurent, François ve çocuklar siz adını koymasanızda mesajınız geçmiştir. Teşekkür ederiz. Elinize, beyninize sağlık... * Merkez kent kendi içinde 20 arrondissement = idari bölge veya yerel yönetime ayrılmıştır. ** ZEP (Zone d’Education Prioritaire / Öncelikli Eğitim Alanı) okulları sorunlu ve hassas yerleşim yörelerinde kurulmuş bir cins özel donanımlı eğitim birimleridir. Özünde normal herhangi bir kamu okulundan farkı yoktur. *** “Ressources humaines / İnsan Kaynakları“ (1999), “Emploi du temps / İş Yok Zaman Çok” (2001) ve “Vers le sud / Güneye Doğru” (2005) tamamen sosyal içerikli eserler ve çeşitli ödüllerle taltif edilmişlerdir. Sanatçının 1998’de çektiği bir de televizyon filmi var. ugur.hukum?gmail.com ‘Enflasyon yüzde 12’ye çıkar’ resel piyasalar ile birlikte Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki (GSYİH) büyümenin yavaşlamasına yol açacağını düşünüyoruz. Enflasyonun üçüncü çeyrek itibarıyla (temmuzağustoseylül) yüzde 1112 seviyelerine çıkmasını ve Merkez Bankası’nın faizleri, ilki 16 Haziran’daki toplantıda olmak üzere, gelecek 23 ay içinde 100 baz puan daha (yüzde 1) arttırmasını bekliyoruz. 2006 krizinin aksine, bu sefer yüksek faiz oranları kredi sıkılaştırması ve yavaşlayan küresel talep ile birlikte gerçekleşeceği için ekonomi açısınçim öncesi mali disiplinin sigortası mı patladı?”, “İhracatçılar için Amerika’daki yavaşlama değil Avro’nun zayıflaması sorun olur”, “Dış açığın RAPORDAN dan önemli oranda bir risk oluşturacak. Sıkı bir IMF çıpasının yokluğunda, hükümetin mali politikalarda “ayağının kayması” olası gözüküyor. Yerel seçimlerin ve gittikçe daha olası ara seçim öncesinde hükümetin harcamalarının sıçraması risk. Siyasetin güç şartlarda devam etmesi, dış açık finansmanının belirsizliği, mali açıdan piyasaların Türkiye’ye güvenini kaybettiriyor. Dış açığın GSYİH’nin yüzde 6’sı civarında, yüksek seviyede seyretmesini bekliyoruz. Geçen yıl bu açığın yüzde 60’ı doğrudan yabancı yatırımlar ile kapatılmıştı. Bu yıl bu kalem düşük gelecek. büyük kalması YTL’yi kırılganlaştırıyor”, “Önümüzdeki 69 ayda siyasi ortam zorlu geçecek” bölümlerinden oluştu. Tuzla’da kapatmaya karşı yürüyüş Ekonomi Servisi İş kazalarının önlenmesi konusunda bir hayli ağır davranan işveren, tersane kapatılmasına karşı çıkılması konusunda oldukça refleksif bir şekilde hareket etti. Tuzla tersaneleri ender görülen gösterilerden birine sahne oldu. Gemi Mühendisleri Odası’nın başkanlığında yürütülen ve Gemi Sanayicileri ile Tuzla’da örgütlü Türkİş’e bağlı Dok Gemiİş Sendikası’nın desteğiyle 3 bin civarında kişinin katılımıyla tersane kapatılması kınandı. Ağırlıklı olarak “İş Kazaları Dursun, Tersaneler Kapatılmasın” sloganının atıldığı yürüyüşte, “Bölücüler Tuzla’dan Elini Çeksin” pankartları da görüldü. Dok Gemiİş Başkanı Necip Nalbantoğlu, Gemi Mühendisleri Odası’nın liderliğinde yapılan yürüyüşe kendilerinin de destek verdiğini dile getirerek, 500’ün üzerinde işçinin çalıştığı Selah Tersanesi’nin kapatılmasının işçileri tedirgin ettiğini, özellike taşeron çalışanların iki Başta Selah Tersanesi işçileri olmak üzere gösteriye 3000 kişi katıldı. (AA) gündür yevmiye alamadığını, durumlarının belirsizliğini koruduğunu dile getirdi. Yürüşüye başta Selah Tersanesi işçileri olmak üzere örgütlü tersanelerden işçilerin yanı sıra gemi sanayicilerinin de katıldığını dile getiren Nalbantoğlu, tersanelerde bölücülerin bulunduğuna inanmadığını vurguladı. ‘İŞ CİNAYETLERİNİN SORUMLUSU AKP’ İstanbul Haber Servisi KESK İstanbul Şubeler Platformu, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu, İSMMMO, Limterİş Sendikası, İstanbul Tabip Odası’nın da aralarında bulunduğu meslek örgütleri gerçekleştirdikleri ortak basın toplantısıyla Tuzla tersanelerindeki iş cinayetlerinin sorumlusunun AKP hükümeti olduğunu vurguladı. Ortak açaklamada Tuzla’daki cinayetlerle igili olumlu bir adım atılmadığı takdirde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik hakkında suç duyurusunda bulunulacağı belirtildi. BAKANA GÖRE ‘DIŞ MİHRAKLAR’ İŞİN İÇİNDE! KOCAELİ (Cumhuriyet) Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, Tuzla’da meydana gelen işçi ölümleriyle ilgili olarak Türkiye dışındaki mihrakların büyüyen sanayiyi engellemek için bu tür provokasyonları yapabileceğini dile getirdi. Çağlayan, “Bir provokasyon var mı? Bunun da iyi kontrol edilmesi gerekir” diye konuştu. CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen de bakana yanıt olarak “Sorumluluk başkalarına atılarak Tuzla’da ölümler önlenemez, sorumlu mihrak hükümettir” dedi. 4 AYDA YÜZDE 8 DÜŞTÜ YTL en çok değer yitiren ikinci para elir dağılımı düzeltilmeden ne ekonomideki bunalımlar, dalgalanmalar önlenebilir; ne içsel, bölgesel hatta dünya savaşları engellenebilir; ne gerçek demokratik bir düzen kurulabilir; ne de insan hakları kâğıt üzerinden uygulamaya geçirilebilir. Günümüzde dünya nüfusunun yüzde 10’u yaratılan gelirin üçte ikisinden fazlasını tüketiyor; en alt yüzde 20.0 gelirden yüzde bir pay alarak yoksulluk, hatta açlık sınırı altında yaşıyorsa, böyle bir dünyada çatışmalar önlenemez; yayılmacılık sürer; örtülü faşizm, sermayenin egemenliği demokrasi diye alalanır, yutturulur; insan hakları yalnız beyannamelerde yazılı olarak, düzenin paralı askerinin dilinde de persenk olarak kalır. Günümüzde ekonomik dalgalanmalar, büyük ölçüde talepteki iniş ve çıkışlardan kaynaklanmaktadır. Hem tüketim hem yatırım malları talebindeki dalgalanma, ekonomik dengesizliğe, istikrarsızlığa yol açmaktadır. Dengeli bir gelir dağılımı, talepteki dalgalanmanın boyutunu en azından hafifleterek, dünya ekonomisini bunalım riskinden korur. Gelir dağılımının düzeltilmesi, varsıl kesimin yoksullar üzerindeki mad Ekonomi Servisi Uluslararası Vergi ve Danışmanlık Şirketi KPMG’nin “Türkiye Ekonomisi Görünümü ve Beklentileri” raporunda, ocaknisan döneminde YTL’nin yüzde 8 değer yitirdiği, Güney Afrika’dan sonra parası en çok değer yitiren ikinci ülkenin Türkiye olduğu ifade edildi. Türkiye’nin 2008’de, 2007’ye göre küresel dalgalanma dışında da bazı olumsuzluklar taşıdığı ifade edilen raporda, 2008’de doğrudan yabancı sermaye akışı ve özelleştirme açısından da başarılı olunamayacağı vurgulandı. ABD’de borsanın krizden bu yana yüzde 12 değer yitirdiği, İngiltere’de de kaybın yüzde 12 olduğu belirtilen raporda, Türkiye’de ise borsadaki kaybın yüzde 25 düzeylerine ulaştığına işaret edildi. Cem Uzan davayı kaybetti Ekonomi Servisi Telsim Mobil Telekomünikasyon Hizmetleri (Telsim) ve yöneticileri aleyhine, Cem Uzan tarafından New York Yüksek Mahkemesi’nde açılan davanın Uzan aleyhine kesinleştiği bildirildi. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) yapılan açıklamada, davacı (Cem Uzan) tarafından ABD New York Güney Mahkemesi’nin Cem Uzan aleyhine 2.9 milyar dolar maddi tazminat ödenmesine yönelik verdiği kararın (Rakoff Kararı) Telsim’in katılımı ile icrası ve Telsim yöneticilerinin ağır ihmali dolayısıyla uğranılan zararın tazmininin talep edildiği belirtildi. Söz konusu davanın, mahkemenin 14 Kasım 2007 tarihli kararı ile reddedildiği kaydedildi. Kararın masraflarıyla birlikte onandığı ifade edildi. G YORUM ÖZTİN AKGÜÇ Gelir Dağılımı ve Demokrasi nin, insan haklarına saygılı düzenin ekonomik temeli, düzgün bir gelir dağılımıdır. Gelir dağılımının düzelmesi bir dilek olarak kalmamalı, yaşama geçirilmelidir. Gelir dağılımının düzelmesi için, işgücüne katılma oranının artması; başka bir deyişle bağımlılık oranının düşürülmesi, işsizlik oranının azalması ve eğitim düzeyinin yükselmesi gerekir. Kamu olanaklarının, gelirlerinin, altyapı ağırlıklı olarak iş olanakları yaratacak ve eğitim yatırım ve harcamalarını arttıracak biçimde kullanılması gerekir. İş olanakları yaratılırken, şu iki ekonomik gerçeğin gözardı edilmemesi gerekir. Muhasebe maliyeti ile ekonomik maliyet birbirinden farklıdır. Ekonomik kararlarda alternatif maliyet, fırsat maliyeti, daha açık bir deyişle yoksun kalınan gelir dikkate alınmalıdır. İşsiz bir kişinin alternatif maliyeti toplum için sıfırdır. Bir değer yarat di baskısını da azaltır. Maddi baskının hafiflemesi, kişilerin haklarını daha özgürce kullanmasına olanak verir; kişilerin yönlendirildiği, baskı altında tutulduğu bir düzende, kişilerin belli aralıklarla sandığa giderek oy atmaları, egemenliğin halkta olduğunu, toplumsal iradenin sandığa yansıdığını, sandıkta tecelli ettiğini söylemek, sadece bir alalama, bir kandırmacadır. Kişilerin siyasal haklarını özgürce kullanabilmeleri için, ekonomik bağımsızlıklarının olması, düzenli ve güvenilir gelirlerinin olması gerekir. İnsanın insana kul olduğu bir düzende ne demokrasi, ne insan haklarına saygı, ne onurlu, saygın bir yaşam olur. Gelir dağılımının düzeltilmesi, yalnız ekonomi politikasının bir amacı değil; ulaşmak istediğimiz insanca yaşamanın altyapısıdır. Göstermelik değil de gerçek bir demokratik düzen amaçlıyorsak; demokratik düze mamaktadır. Böyle bir kişiye iş olanağı yaratmak muhasebe giderini arttırır; ama ekonomik açıdan da bir değer yaratır. Çalışan kişi bir değer yaratıyor, yaratılan katma değere bir katkıda bulunuyorsa, bu ekonomik bir kazançtır. Yeni istihdam, iş olanakları yaratılması kamuya otomatik gelir sağlar; büyük ölçüde kendi kendini finanse eder. Çalışan kişi, kamunun vergi ve sosyal güvenlik primlerini arttırır. İstihdam arttırıcı politikalar, önlemler, dinamik etkileri ile değerlendirilmelidir. Türkiye’de, israf, gösteriş yatırımları, yolsuzluklar, yüksek faiz politikası, kamunun finansman dengesini olumsuz etkilemekte; kamu açığını büyüttüğünden, kamu kesiminin fonlanması abartılı bir sorun olarak görülmektedir. İsraf, gösteriş, yolsuzluklar önlendiğinde iç borç yönetimi etkin hale getirildiğinde, kamunun istihdam yaratmaya, sağlık ve eğitim hizmetlerine daha fazla kaynak ayırabileceği kuşkusuzdur. Gelir dağılımının bozukluğu, işsizlik oranının yüksekliği, eğitim ve sağlık harcamalarının göreceli azlığı, kaynak yetersizliğinden çok, kaynakların kötü kullanımının sonucudur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle