23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 C kitap KULE CANBAZI SUNAY AKIN 30 MAYIS 2008 CUMA Bangladeşli bir Atatürkçü yazar Hıfzı TOPUZ Arshad üz Zaman’ı 1953’te, İstanbul’da Pakistan basın ataşesi olarak tanıdım. Akşam gazetesinin yazıişlerinde çalışıyordum, Arshad Paris’te siyasal bilgiler fakültesini bitirdikten bir süre sonra İstanbul’a atanmıştı. Turan Güneş’in de Paris’ten yakın arkadaşıydı. İstanbul’da ilk işi Türkçe öğrenmek için bir öğretmen aramak olmuş ve o yıllarda Notre Dame de Sion’u bitirmiş olan, Vasfiye Kalmuk adında zarif bir hanımdan Türkçe dersleri almaya başlamıştı. Bu dersler gerçekten başarılı olmuş ve bir evlenme dairesinde sonuçlanmıştı. Arshad kısa zamanda gazetelerde, sanat ve politika çevrelerinde kendini sevdirmiş ve dostlar edinmişti. Onun görüştüğü kişiler arasında aklıma Yahya Kemal, Rauf Orbay, Ahmet Emin Yalman, Halide Edip Adıvar, Bülent Ecevit, Melih Cevdet Anday, Abdi İpekçi, Tükkaya Ataöv ve Müşerref Hekimoğlu gibi ünlüler geliyor. İsmet İnönü ve Celal Bayar da kendisine yakınlık göstermişlerdi. ‘İstanbul’ dedim de aklıma geldi gün, tam evin önünde tramvay durur ve kapılar açılır. Abdülhak Hamit “Neden durduk? Durağa gelmedik ki!..” diye sorduğunda, şu karşılığı alır vatmandan: “Beyefendi, bizim için şairlere her yer duraktır...” Sahi, bir şairi tanıyan otobüs şoförü var mıdır İstanbul’da? Yeni camiler yapıldı İstanbul’da. Hiçbirinin minaresinin tepesine “klavye” si ve “maus”uyla birlikte bir bilgisayar konulmadı. Oysa Hattat Mehmet Efendi, yaptırdığı Defterdar Camii’nin minaresine o dönemin yazı araçgereçleri olan hokka ve kalem koydurtmuştur. Bu duyarlığın günümüzdeki karşıtı tam takım bir bilgisayardır. Var mı bunu gerçekleştirecek bir babayiğit?… Ve mahyalar!.. Ramazan ayı boyunca, iki minare arasına yazılan yazılar. Bugün kolay; ampullerle kuruluyor mahyalar. Latin harfleri de kolaylaştırıyor işi. Ama yüz yıl öncesinde öyle miydi?.. Ateşle yazılırdı yazılar. Hem de Osmanlıca!.. Yalnızca yazı mı?.. Hayır!.. Resim de yapılırdı mahyalarda!.. Yanlış okumadınız; iki minare arasına resim çizilirdi ateşle!.. Resmi yasaklayan kurumun tepesine yelkenli gemi, çorba kâsesi, Kız Kulesi, savaş topu ve vazo içinde çiçekler gibi resimler yapardı mahya ustaları. 1826’da mahyacılığa başlayan Hezarfen Abdüllatif Efendi, Süleymaniye Camii’nin üç şerefeli minareleri arasına üç halat çeker. En üste bir at arabası konduran Abdüllatif Efendi, orta halata o dönemin Galata Köprüsü’nü resmeder. En alta ise kayıklar ve balıklar çizer. İlk film gösterisi 22 Aralık 1895’te, Paris’de Lumiere kardeşler tarafından gerçekleştirilir. Sinema sözcüğünün kökeni Grekçedeki “kinema”dır. Kinema, hareket demektir. Bizim Abdüllatif Efendi’nin mahyasına bakanlar, at arabasının köprü üstünde, kayıkların ve balıkların da köprü altında “kinema” yani hareket halinde olduklarını görürler. ALNIZCA İSTANBUL’A ÖZGÜDÜR MAHYA İslam kültürünü yaşayan kentler arasında yalnızca İstanbul’a özgüdür mahya. İlk kez İstanbul’un minareleri arasında yazı olarak görülmüş, sonradan resme dönüşmüştür. Halk öylesine sevmiş ki ateşten resim yapılmasını, Üsküdar Meydanı’ndaki camiye ikinci minare yapılmıştır. Tarihi Eyüp Camii’nin minareleri de alçak olduğundan, mahya kurulabilsin diye birer şerefe uzatılmıştır. Tüm bunlar, gecenin siyah tuvaline ateş kırmızısıyla resim yapılsın diyedir!.. İstanbul, fethinin 555. yılında, kendisini sanat ve aydınlanma kenti yapacak çağdaş fatihini bekliyor!.. İSTANBUL’DAN SONRA Arshad İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Pakistan’ın Paris Basın Ataşeliği’ne atandı, orada da önemli dostlar edindi, General de Gaulle ile dönemin bütün politikacıları ve yazarlarıyla görüştü. Sonra kendisini New York’a, Tokyo’ya ve Bonn’a gönderdiler, her fırsatta Paris’e geldi, buluştuk, çevremizden hiç kopmadı. Zülfikâr Ali Butto’nun bakanlığı ve başbakanlığı zamanında da onun çalışmalarına katıldı. Bangladeş, Pakistan’dan ayrıldıktan sonra Arshad, Bangladeş’in kurucusu Şeyh Mujibur Rahman’ın yanında yer aldı. Arshad bize Mujibur Rahman’ın Atatürk’ten esinlenerek laik ve devrimci bir politika izlediğini anlatırdı. Bir süre sonra da büyükelçi olarak önce Cezayir’e, sonra Dakar’a ve Kahire’ye gönderildi. Oralardaki büyükelçilerimizle yakın ilişkiler kurdu, sonra Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen ve Cezayir Büyükelçisi Faik Melek’in aracılığıyla Cidde’de İslam Birliği Konferansı Genel Sekreter Yardımcılığı’na getirildi. Orada da birkaç yıl Sayın Abdullah Gül, Ekmelettin İhsanoğlu ve Nevzat Yalçıntaş ile birlikte çalıştı. Onların amiri durumundaydı. Arshad bu görevlerden sonra politikaya atıldı. Şeyh Mujibur Rahman’ın partisinde yer aldı. Çok daha sonra da milletvekili seçildi, belki dışişleri bakanı olacaktı, ama bir darbe ile parlamento dağıtılınca milletvekilliği sona erdi. Yazlarını her zaman İstanbul’da geçiriyordu. İki kızı oldu, biri: Yasemin, Londra’ya yerleşti ve İngiliz İşçi Partisi’nde önemli görevlere geldi. Öteki: Arshad üz Zaman’ın en büyük Amberin, şimdi arzularından biri, Cumhuriyetin İstanbul’da The kuruluşundan önce büyük Atatürk için Economist’in bir destan yazmış olan şair Kazi Nasrul temsilciliğini yapıyor. İslam’ı tanıtmaktı. Cankurtaran tren istasyonunun yanında bir mezar vardır. Bu mezarın taşında yazılanları ancak dikkatli gözler okuyabilir: “Fatih şehitlerinden Ali Baba / Ruhuna fatiha”. İstanbul’un fethi sırasında, sur dibinde ölmüş Ali Baba. Görememiş kentin alınışını. Gömüldüğü yer unutulmamış Ali Baba’nın. Bunu, kentin tarihine, kültürüne sahip çıkan yöneticilere mi borçluyuz?.. Hayır!.. Mezar taşında şunlar da yazılıdır: “Uğur Boyahanesi tarafından yapılmıştır.” Ali Baba’nın mezarı yanından geçerken şu soruyu sorarım kendime: “Fatih’in sponsoru kimdi acaba?”… IZ KULESİ’NDEKİ İĞDE AĞACI İstanbul’un yeni yerleşim alanlarına Rumelikavağı, Çınaraltı, Söğütlüçeşme, Sakızağacı, Cevizli, Acıbadem gibi adlar konulamıyor. Çünkü hepsi de kesilen ağaçların yerine inşa edilmişlerdir. Kız Kulesi’nde ağaçların olduğu da unutuldu üstelik!.. Evet efendim, Kız Kulesi’nde ağaçlar vardı bir zamanlar. 1680 yılında yapılan bir İstanbul haritasında sözünü ettiğimiz ağaçlar görülebilir. Bu harita, Ekrem Işın’ın “İstanbul’da Gündelik Hayat” adlı kitabının 37. sayfasında yer almaktadır. Salah Birsel de Üsküdarlı bir halk şairinin, Kız Kulesi’ndeki iğde ağacına yazdığı bir şiirden söz eder denemelerinde!.. Şu sokak adlarına ne buyrulur: “Simitçi Tahir Sokağı”… “Simitçi Şakir Sokağı”… “Simitçi Salih Sokağı”… Günümüzde bir sokağına simitçi adı konulur mu İstanbul’un?.. Hadi simitçiden vazgeçtik, bir kitapçının adını yazabilir miyiz, yeni açılan sokakların tabelalarına?.. Biz en iyisi “Kitapçı Kazım” ve “Kitapçı Mehmet” sokaklarının adlarını koruyalım, yeter!.. Seyyar yoğurt satıcıları geçerdi sokaklardan. Ellerinde çıngırakları bağırırlardı “Kaymak yoğuuuurt” diye… Serencebey Yokuşu’nda oturan Cemal Reşit Rey öylesine etkilenir ki bu sesten, piyanosunun başına geçer ve bir prelüd hazırlar. İstanbul’da yaşayan müzisyenler, güzel havalarda odalarının pencerelerini açtıklarında, markete yoğurt getiren kamyonetin sesini duymaktadırlar. Galata Köprüsü üstünde bir güvercin gagası ya da tavşan ağzıyla küçük kâğıtlara yazılan şiirleri çektiren maniciler de kalmadı artık... Vapurlarda şiirlerini satan “Şiir yazarı Manisa Kırkağaçlı şair” Muharrem Coşkun da görülmez oldu nicedir… Tramvay, Abdülhak Hamit’in evinin önünden geçtikten sonra durakta dururmuş. Şair, durakta iner ve geriye doğru yürürmüş. Bir K Bangladeşli, büyük Türk dostu, Atatürkçü bir gazeteciyazar arkadaşımızı, Arshad üz Zaman’ı yitirdik. SON YILLAR... Arshad anılarını bir kitapta toplayarak 2000 yılında Priviledged Witness adıyla Londra’da yayımladı. Andre Malraux’yu Bengalceye çevirerek Fransızlardan Legion d’honneur nişanı aldı. Yunus Emre’yi de Bengalceye çevirerek yayımladı. Gazete yazarlığını da hiç bırakmadı. Bangladeş’in 1920’li yıllarda Atatürk hayranı ünlü devrimci şairi Kazi Nazrul İslam’ın Türkiye’de tanıtılmasına yardım etti. Önce Türkkaya Ataöv, sonra da büyükelçi Özcan Davaz, onun yaşamını ve şiirlerini yayımladılar. Arshad son yıllarda her çarşamba, Balıkpazarı’nda Cumhuriyet Meyhanesi’nde bizimle birlikte oluyordu. Bütün arkadaşlar onu çok benimsediler, hiçbir konuda bizden ayrı düşünmüyor ve her zaman Atatürkçüleri destekliyordu. Bu toplantılarda Kemal Bekir, Demirtaş Ceyhun, Naim Kılıç, Mücap Ofluoğlu, Nuri Akay, Hüsamettin Ünsal ve Moris Gabbay gibi yeni dostlar edindi. Geçen yaz son görüşmelerimizde bana, “Ne olur beni bir TV kanalına çıkart da Cumhuriyetin kuruluşundan önce büyük Atatürk için bir destan yazmış olan şair Kazi Nasrul İslam’ı anlatayım” diyordu, yapamadım. Arshad’ı geçen ay Dakka’da geçirdiği bir kalp krizi sonucu yitirdik. Seksen yaşlarındaydı. Y Cemal Süreya/ Hazırlayan: Feyza Perinçek, Nursel Duruel/ Can Yayınları/ 352 s. “Ulaştığımız her yeni bilgi bizidaha fazlasını öğrenmeye kışkırtıyordu. Böylece son derece çekici, bir o kadar da ürkütücü bir alanda dolanırken bulduk kendimizi. Ürkütücüydü, çünkü hem biyografi türünün taşıdığı tuzakların, hem de Cemal Süreya’nın boyutlarının farkındaydık. Bir değil, birçok Cemal Süreya vardı karşımızda. Şair, denemeci, dergici, maliyeci olarak bilinen yönleriyle olduğu kadar, hayatının ve kişiliğinin bilinenden çok bilinmeyen yönleriyle farklı Cemal Süreya’lar... ‘İnsan her durumda başka biridir,’ diyen, bunu doğrulayan, yine de hep kendisi olarak kalan Cemal Süreya...” Feyza Perinçek’le Nursel Duruel’in birlikte kotardıkları bu biyografi çalışmasında, sanatçının desenleri ve yaşamının değişik dönemlerinde çekilmiş fotoğrafları da yer alıyor. Fiyasko/ Thomas E. Ricks/ Çeviren: Deniz Başkaya/ Doğan Kitap/ 532 s. “Saddam’ın düşürülmesinden birkaç ay sonra patlak veren gerilla ayaklanması kaçınılmaz bir yazgı değildi. Tam aksine, bu ayaklanma, savaşın mimarlarının hayret verici budalalıklarının bir eseriydi. Ancak yanlış hesaplara, basiretsizliğe ve genel olarak savaş girişiminin başarısızlığına karşı sesini yükseltenlerin başı çoğu kez ezildi, birçoğunun kariyeri sona erdi. Gönüllü bir gaflet, siyasi ve askeri liderleri avucunun içine alırken, karşıt görüşler hoşgörüsüzlükle karşılandı. ABD ordusunun Saddam Hüseyin’i devireceğinden kimsenin kuşkusu yoktu. Ancak, Saddam’ın ardından ne geleceği üzerine enine boyuna düşünülmemişti. Bu gaflet Irak Savaşı’nın tarihe ancak bir fiyasko olarak geçmesinin teminatı oldu.” “Fiyasko”, önüne geçilemeyen mezhep çatışmalarına uzanan askeri harekâttaki hataları araştıran ve aktaran bir yapıt. Seksenlerde Türkiye’de Çağdaş SanatYeni Açılımlar/ Hazırlayan: İpek Duben, Esra Yıldız/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/ 332 s. Bu kitap, İpek Duben’in 2003’te seminer olarak başlayan ve altı ay atölye çalışması olarak sürdürdüğü araştırmasına dayanıyor. Duben, öğrencileriyle gerçekleştirdiği bu araştırmanın esas amacının, Türkiye’de çağdaş sanatta 1960’ların ikinci yarısı ile 70’lerde görülen ve 80’li yıllarda yaygınlaşan kırılmaları 90’larda ve 2000’li yıllarda çalışmalarında sürdüren sanatçıları mercek altına almak olduğunu ifade ediyor. Anzakların Kaleminden Mehmetçik/ A. Mete Tuncoku/ Türkiye İş Bankası Kültür Yay./ 300 s. Daha ilk izlenimlerin ardından Anzakların gözünde Mehmetçik genellikle ‘dürüst ve cesur bir savaşçı’ olarak anıldı ve böyle hatırlandı. Bu anının izini süren Mete Tuncoku, önce üç yabancı ülkenin arşivlerinde, savaş zamanındaki yazışmalarla raporlardan, Mehmetçik’le ilgili ilk izlenimleri derlemiş. Ardından da savaşın 76. yılında Avustralya ve Yeni Zelanda’ya giderek hem arşivlerde Anzakların savaş sırasında yazdıkları mektup ve günlükleri incelemiş, hem de hayattaki son Anzak askerleriyle yaptığı anketle Çanakkale’nin ve Türklerin belleklerde nasıl yer ettiğini saptamış. Dostluk’un Kitabı/ Hazırlayan: Yasemin Gedik/ YGS Yayınları/ 184 s. hayrını da/ İçi temiz dedim ya, has deri kaplama/ Amerikalı değil, sanki dünya kırması/ Uçurumdan atarım, üstüme kayıtlı/ Devlet malına zarar vermekten filan/ Korktum açıkçası/ Üçe beşe bakmam/ Hasarlı bir Hayat – 1958 model/ Sahibinden satılık/ Alacaksan/ Al, artık...” Ahmet Erhan’ın yeni şiirleri okurla buluşuyor. Dostlarım Aşklarım/ Marc Levy/ Çeviren: Ayça Sezen/ Can Yayınları/ 282 s. Marc Levy’nin yeni romanı “Dostlarım Aşklarım”, Londra’nın merkezindeki Fransız mahallesinde geçiyor. Otuzlu yaşlarını süren, boşanmış ve çocuklu iki eski arkadaş, hayatlarını yeniden kurmak için aynı çatı altına yerleştiklerinde bir kural koyarlar: Eve tek bir çocuk bakıcısı veya başka bir kadın bile ayak basmayacak. Biri egoist ve çocuk kalmış; diğeri mükemmeliyetçi ve özverili bu iki adam, kimi zaman çatışarak, kimi zaman uzlaşarak birlikte yaşamaya çalışırlarken, geçmişin izlerini silmeye çalışırlar. “Dostlarım Aşklarım”, hayatlarını başkalarıyla çoğaltmak için, ördükleri duvarları kendi elleriyle yıkma yürekliliğini gösterenlerin öyküsü... Canverenler/ Mehmet Şimşek/ Can Yayınları/ 256 s. Kurtuluş Savaşı dönemindeki Ocak köyünü tanıtmayı amaçlayan bu kitap, köylülerin cephelere uğurladıkları yakınları için yaşadıkları üzüntüyü anlatıyor ve şehitlerle ilgili anılara yer veriyor. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, seferberlik ve savaş yıllarında köyde yaşanan sıkıntıları, yoklukları gören yaşlılardan derlenen anılara yer verilirken; ikinci bölümde Atatürk, vatan ve kahramanlık konularında yazılmış şiirler bulunuyor. Antik felsefeden bugüne kadar felsefenin ilgi alanı içinde olan dostluğun felsefesinin işlendiği “Dostluk’un Kitabı”nda, Platon, Aristoteles, Kant gibi felsefecilerin çalışmalarının yanı sıra Türk yazarların da yazıların yer alıyor. Kitaptaki yazılara Mehmet Ali Türkmen, Tan Oral, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Kayıhan Fırat, Şenol Bezci gibi isimlerin dostluğu yorumladığı çizgileri eşlik ediyor. Sahibinden Satılık/ Ahmet Erhan/ Everest Yay./ 66 s. “Sahibinden satılık/ Hasarlı/ Bir hayat/ 1958 model/ Kaçıncı el olduğu bilinmiyor/ Bana geldiğinde bundan beterdi/ Yedirdim içirdim giydirdim/ Alkolle çalışır – ÖTV hariç/ Sırtında şişe taşımaktan beli büküldü/ Ha, bir de egzoz niyetine cigara içer/ Kanserli/ Bir de ülser/ Tekerleri laçka, benden söylemesi/ Memleketin bütün yollarında/ Bunun yazısı var/ Sahibinden satılık/ markası silik, okunmuyor/ Antika niyetine/ Ama niye/ İçi temiz olmasa dağlara bırakırdım/ Bir kötülüğünü görmedim, yalan olur/ Ama bir Salman Rüştü’den anlamlı teşekkür Çeviri Servisi İngiliz yazar Salman Rüştü, İngiltere’nin edebiyat ve sanat festivallerinden “Hay”de yaptığı konuşmada, Ayetullah Humeyni’nin 1989’da İran’da öldürülmesi için fetva verdiğinde buna karşı çıkıp kendisine destek verenleri saygıyla andığını ve hepsine teşekkür borcu olduğunu dile getirdi. “Şeytan Ayetleri” adlı kitabını yasaklayanların karşısında durup yazmasını destekleyen, yayımlayıp satanların büyük cesaret örneği sergilediklerini söyleyen Rüştü, Hay Festivali’ne Rönesans Floransası ve Büyük Moğol İmparatorluğu üzerine kurulu tarihi bir roman olan son yapıtı “The Enchantress of Florence” üzerine konuşmak için katıldı. Geçen yıl İngiliz Kraliyeti tarafından “sör” unvanı verilen ünlü yazar, geçmişine de değindiği konuşmasında fetvanın kariyerini hiç istemediği bir yönde değiştirerek siyasi bir kimliğe büründürmesinden yakındı. Ve “Bundan böyle kendimi daha çok yazmaya, edebiyatıma vermek istiyorum” diyerek duygularını ifade etti. (BBC) Ahmet Necdet, Rusçada Kültür Servisi Şair ve çevirmen Ahmet Necdet’in M. Beppaev’in kaleminden Rusçaya aktarılan şiirleri, Rusya’da M. ve V. Kotlarov Yayınları’nca yayımlandı. ‘İstanbul’un Üstünde Turna Üçgeni’ adlı kitap, K. Miziev ve M. Beppaev’in kaleme aldığı “Türk Şiirinde bir Usta: Ahmet Necdet” başlıklı bir inceleme ile Necdet’in 40 haikusu ve 6 tuyuğundan oluşuyor. Özenli bir baskıyla okurlara sunulan kitabı Yonca Aşçı resimledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle