Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER ki ayağı kırık, üç ayaklı masa ayakta durabilir mi? Bir ayağı kırık olsa bile duramaz. Son seçimden ve Cumhurbaşkanlığı AKP tarafından fethedilmeden önce; yasamanın, yürütmenin emrinde, biat etmiş kararlarının anayasal düzen ve hukuka uygunluğu hiç değilse Cumhurbaşkanlığının denetiminden geçiyordu. Yargıya müdahaleler bu densiz boyutlara vardırılamamıştı. Yani masa çatlak ayaklarla sallanıp dursa da, yere devrilmemişti. Emperyal çıkarlarına öyle uygun düşüyor diye, demokrasi adına ABD’den, AB’den verilen fetvaların, talimatların, Türkiye’nin demokratik düzeni açısından bir noktadan sonra ne anlamı ne de hesabı olabilir. Türkiye, seçmenin emanet oyunu çoğunluk diktatörlüğü için vize sayan, demokrasi algılaması kıt siyasetin acı bedellerini ödüyor. AKP iktidarı bu gidişle DP iktidarını mumla aratacak. Siyasetin dünya ve ülkemiz ölçeğinde çok daha fazla kirlendiği, demokratik algılamalarının iyice çarpıtıldığı bir süreci yaşıyoruz. İdeolojilerin rafa kaldırıldığı, bilimsel teknolojik devrimin olanaklarını ele geçirmiş piyasa düzeni, yeni emperyalizmin algılamalar, kavramlar yabancılaştırmasında, ırkçılık ve dincilik üzerinden siyaset yapılanmasında demokrasinin çarkları dönemiyor. Bizde küresel saldırıya ek olarak 12 Mart, 12 Eylül’ün katkıları var. İlişkilendirilmiş, emperyal tekellerin ideolojik güdümünde medya, tekellerin kuklası olmuş, giderek kalite erozyonu yaşayan başta siyasi partiler, demokratik örgütlenmeler sayesinde, insan hakları, demokrasi, sosyal devlet, sendikal haklarımızın tümünden kaybettiklerimizin, yitirilen değerlerimizin algılamasında bile değiliz. İç ve dış odaklı emperyal çıkarlar, piyasa düzeni öylesini öngörüyor diye liderin biri gidiyor, arzulanan vitrine göre bir diğeri pazarlanıyor. Şöyle bir 1520 yıl geriye doğru baktığımızda bile giderek daha kalitesiz, kimliksiz, içeriksiz bir siyasi iktidar erki ile, kuklalar düzeni eliyle yönetildiğimiz gerçeğini görmek, hem içimizi acıtıyor hem de çaresizlik duygusunu besliyor. ??? Başbakan Erdoğan, iç ve dış odakların yargı bağımsızlığına, birbirinden ağır baskılarına karşı yargıdan gelen uyarı açıklamalarına yine esip gürlemiş. Sandıktan iktidarlarına verilmiş 16 milyon oyla devletin sahibi oldukları havalarını basıyorlar. Kapatma davasının suçlamalarına konu olan iktidar icraatının, anayasal hukuk düzeni, Cumhuriyet rejimi, laiklikle uygun düşüp düşmediğinin hesabını vermek yerine, yargı bağımsızlığına 30 MAYIS 2008 CUMA Varil fiyatının 200 dolara çıkması, Türkiye’nin 35 milyar dolarlık fatura ödemesi anlamına geliyor Petrolün ateşi yakacak Küresel ekonomideki belirsizlikler yüzünden yabancı sermaye akımlarının hız kesmesi, Türkiye’nin son yıllarda rekor düzeyde büyüyen cari işlemler açığının finansmanını zora sokarken, ham petrol fiyatlarında yaşanan artışların hızlanarak sürmesi de cari açığı büyütücü etkisi nedeniyle Türkiye ekonomisini tehdit ediyor. ANKARA (ANKA) Dünya piyasalarında, ABD’nin Irak işgaliyle birlikte 2003’te başlayan, son aylarda ise iyice hızlanan pahalanma sürecinde, ham petrolün varil fiyatının 200 dolara kadar çıkabileceği konuşuluyor. Türkiye’nin petrol ithalatı faturasının da petrol ülkelerine yakınlık ve önceden kontrata bağlanmış alımlar sayesinde, dünya fiyatlarının oldukça altındaki alımlara rağmen, son beş yılda 22.6 milyar dolar şiştiği, yıllık ithalat miktarı değişmezken tutarının yaklaşık üç katına çıktığı dikkati çekiyor. Yılda yaklaşık 170175 milyon varil ham petrol ithal eden Türkiye için varil fiyatının 200 dolara çıkması, pahalanma sürecinde 2007’de 11.8 milyar dolara yükselen yıllık petrol ithalatı faturasının 35 milyar dolara fırlaması anlamına geliyor. TÜİK verilerinden yapılan hesaplamaya göre, 1 Ocak 200331 Ocak 2008’i kapsayan dönemde Türkiye, toplam 120.8 milyon ton (891.2 milyon varil) ham petrol ithalatı gerçekleştirdi. Yapılan bu ithalat karşılığında toplam 43.4 milyar dolar döviz ödendi. İthalat miktarının azalmasına rağmen, fiyatlardaki artışlara bağlı olarak bu dönemdeki toplam petrol ithalatının faturası bir kattan fazla büyüdü. 20022007 döneminde yıllık ithalat faturası ise yaklaşık üç katına çıktı. Petrolün varil fiyatı 2002 düzeyinde kalsaydı, Türkiye beş yılı aşkın bu dönemdeki itHam petrolün 2002’de 23.4 dolar olan varil fiyatı, izleyen dönemde değişmeseydi, petrol ithalatının yıllık faturası, miktarın yaklaşık aynı düzeylerde gerçekleşmesi nedeniyle 44.1 milyar dolar dolayında seyredecekti. Buna göre beş yıllık dönemde gerçekleştirilen toplam 891.2 milyon varil ham petrole ödenen toplam döviz tutarı da 20.8 milyar dolar düzeyinde kalacaktı. Türkiye’nin yıllık ithalat miktarı çok değişmezken, varil fiyatındaki artış nedeniyle petrole fazladan ödenen dö Ayakları Kırık meydan okuyorlar. Yasama, yürütme yargı bağımsızlığında, üç ayaklı olarak ancak ayakta kalabilecek demokratik düzen masasının tek ayaklı olarak ayakta tutulabileceği gibi akıl dışı bir savla, sandıktan çıkmış çoğunluk oyu ile iktidar erkinin tek ayağı ile istediklerini yapabileceklerini varsayıyorlar. Başbakan Erdoğan’ın besbelli zorda kalınırsa kendi iktidar grubu tarafından da feda edilebileceğinin sayısız siyasi örneği karşısında canı sıkkın. (Ne de olsa haklı ya da haksız, en son kendileri Erbakan’ın ve Refah Partisi’nin siyaseten kendi ekipleri tarafından terk edilmesi gerçeğini yaşamış konumdalar.) Şimdiden Anayasa Mahkemesi’nin verebileceği cezalarla bağlantılı üretilebilecek siyasi alternafitleri medya tartışıp durmakta. Günümüzde kirli çıkar düzeni, siyaset örgütlenmesine yönelik olarak giderek daha acımasız “değiştir” kuralını işletiyor. AKP, Erdoğan’ın siyasi liderlikleri birkaç ay içinde iç ve dış odaklı olarak yaratılmamış mıydı? Başbakan’ın kendisine, kimi parti kadrolarına yönelik bu büyük tehdit karşısında gerilimde olması, savunma refleksi ile çözüm arayışları tabii ki şaşırtıcı değil. Demokrasinin olmazlarını, ilkelerini ayaklar altına almasa, bildiği, görerek, yüzlerce değil binlerce olayla tanıklık edildiği üzere, demokrasi algılamalarında büyük bir çarpıklık, sandık diktatörlüğü eğilimleri söz konusu olmasa. İktidarlarının balayı aylarında, en parlak günlerinde bile, en küçük bir hak istemine, eleştiriye karşı üslupları, öfkeleri, hakarete dönüşen tepkileri, saldırganlıkları ortada. Geçmiş iktidarları mumla aratan partizan kadrolaşmaları, “ben yaptım, istedim oldu, olacak” uygulamaları çok daha can yakıcı yine ortada. Özellikle 12 Eylül düzeni sonrasında lider diktatörlüğünün önü alabildiğine açılıp, şımarıklığın dozu sınır tanımaz olunca, halkın milletvekilinin seçilmesi olasılığı kalmamıştı. Yine de bu boyutlarda pervasız diktatörce iktidar yönetimi yaşanmış, Meclis kararlarına yansımış değildi. Hele ikinci seçim ve iktidarlarının ardından, hükümet icraatları ve Meclis kararlarının onay makamı gibi çalıştırılan Cumhurbaşkanlığı olgusundan sonra işin çivisi çıktı. Yasamayı ele geçirmiş yürütme, yargıdan gelebilecek en küçük bir bağımsız sese tahammülsüz. “Ne anayasal düzen, cumhuriyet, laiklik ne de yasama, yürütme, yargı bağımsızlığı, demokrasinin olmazsa olmaz ilkeleri. Devlet biziz, biz kralız, biz her şeyiz, biz istersek rejimi değiştirir, kendi düzenimizi, iktidarımızı kurarız” haykırışı bu. soner?cumhuriyet.com.tr İ Ek fatura 22.6 milyar dolar viz her yıl katlanarak arttı. İthal edilen ham petrolün fiyatındaki artışlar, 2003 yılında 635 milyon, 2004’te yaklaşık 2 milyar, 2005’te 4.6 milyar, 2006 yılında 6.6 milyar, 2007’de de 7.7 milyar, bu yılın sadece ocak ayında da 1.1 milyar dolar ek fatura getirdi. Böylece bu dönemdeki fiyat artışlarına bağlı olarak petrol ithalatına beş yılda toplam 22.6 milyar dolar tutarında bir ek fatura ödenmiş oldu. halatına 43.1 milyar dolar yerine 20.8 milyar dolar ödeyecekti. Petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle Türkiye’nin ithal ettiği petrole ödemek zorunda kaldığı ek fatura, 2003’te 8 milyar dolar dolayında gerçekleşen cari işlemler açığının yüzde 7.9’unu oluşturdu. İzleyen dönemde büyüyen ek fatura, cari açığı da büyüten bir etki yaptı. Petrol ithalatına, 2004 yılında 15.6 milyar dolarlık cari açığın yüzde 12.6’sı kadar ek fatura ödendi. 2005 yılında petrol zamlarının yüklediği ek fatura, 22.6 milyar dolara ulaşan cari işlemler açığının yüzde 20.4’ü düzeyinde gerçekleşti. Cari açığın 32.2 milyar dolara ulaştığı 2006 yılı için hesaplanan ek fatura bunun yüzde 20.5’i düzeyinde gerçekleşti. 2007 yılında da cari açık 38 milyar dolara yaklaşırken, fiyat artışları nedeniyle petrole ödenen ek faturanın bunun yüzde 20.6’sı düzeyinde olduğu belirlendi. 2002’deki varil fiyatının değişmemesi varsayımına göre bu yıl ocak ayında petrol ithalatına fazladan ödenen tutar, bu ayki cari açığın yüzde 26’sını oluşturdu. 1 Ocak 200331 Ocak 2008 döneminde petrole ödenen 22.6 milyar dolarlık ek fatura, aynı dönemde toplam 117.6 milyar dolar olan cari işlemler açığının yüzde 19.2’si düzeyinde gerçekleşti. Diğer bir deyişle petrol zamları, anılan dönemde Türkiye’nin cari açığını yüzde 16 büyüttü. Avustralyalı Doka’nın yeni üssü Türkiye Ekonomi Servisi Türkiye üzerinden Orta Asya’ya açılmayı planlayan Avusturyalı Doka Kalıp, yeni üs olarak Türkiye’yi seçti. Her türlü bina, tünel, baraj, köprü, sanat yapıları ve altyapı gibi inşaat işlerinde kullanılan Doka Kalıp, bugüne kadar yapılmış en yüksek yapı rekorunu eline geçiren Burj Dubai, 2010 yılında Güney Afrika’da düzenlenecek Dünya Futbol Şampiyonası için inşa edilen Green Point Stadyumu ve Marmaray Tüp Geçidi gibi projelerde kullanılan kalıp markası olma özelliğine sahip. Doka Kalıp’ın Türkiye’de 1980 yılından 1999 yılına kadar çeşitli firmalarla temsil edildiğini söyleyen Doka Genel Müdürü Suavi Gürel, Gebze’de 17 bin metrekarelik alanda bulunan bina ve depolama alanlarının bu yıl hizmete girdiğini belirtti. Suavi Gürel, Doka Kalıp’ın Türkiye yerleşimlerini tamamladıklarını ve sektörde kalıcı olmak istediklerini dile getirdi. 3 aylık işsizlik yüzde 24’e dayandı Ekonomi Servisi Birleşik Metalİş tarafından yapılan araştırmada, yılın ilk 3 ayında işsizlik oranının yaklaşık yüzde 24 düzeyine ulaştığı ileri sürüldü. İş bulma umudu olmayan, iş arayıp son 3 ay içinde iş arama kanallarını kullanmayan ya da işe başlamaya hazır olup iş aramayanlar ve “mevsimlik işsizlerin” de dikkate alındığında 2008’in ilk 3 ayı için işsizlik oranının yaklaşık yüzde 24 düzeyine ulaştığı öne sürülen araştırmada, “Toplam işsiz sayısı da 5 milyon 403 bin düzeyine ulaşıyor” denildi. Araştırmada, iş bulma umudunu kaybettiği için iş aramayanların oranının 2002’den bu yana 10 kat arttığı belirtildi. ürriyet’in 24 Mayıs’taki haberine göre Ahmet Öner adındaki bir organizatör Küba’dan kaçırdığı boksörü Türkiye’ye hediye ediyormuş. Lara Erislandy adındaki sporcuyu, mülkiyetindeki bir eşya gibi armağan edecek. Kübalı, Türkiye’yi çok mu seviyormuş? Adama bunlar sorulmuyor ki.. önemli olan Ahmet Öner’in ne düşündüğü. Lara’nın Afrika’dan Amerika’ya eskiden pamuk tarlalarında çalıştırılmak için kaçırılan zencilerden hiç farkı yok. O alınıp satılan, hediye edilen “bir nesne” sadece. Spor piyasasının insana, sporcuya bakışı; futbolcular da kaçırılıp saklanmıyor mu? Dağa kadın kaldıran zebaniler misali “vahşi piyasanın zincirleri arasında öğütülmüyorlar mı”? Köleliği farkında olmadan meşrulaştırdığımız zaman ülkemizde demokrasiden, çağdaşlıktan, özgürlükten bahsedemeyiz. Türkiye içimizdeki oligarşi tarafından ABD ve AB’nin arka bahçesi haline getirilirken de 70 milyon, uyuşturulmuş yığınlar haline gelir ve tepki veremez. Kübalı boksörün bir mal gibi Türkiye’ye ithalini, olağan bir iş gibi kabullendiğimiz zaman “kendi toplumsal anormalliğimizi” meşrulaştırmış oluruz. İşin kötüsü insanların farkında olmadan sistemin bir parçası haline gelmeleridir. 24 Mayıs’ta Hürriyet’te man H BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Köle Ticareti, Sporcu Ticareti, Din Ticareti nedir. Atatürk devrimleri toplumda “onurlu ve ekmeği olan” insan yetiştirmeye yönelikti. Ulusal iktisat, ulusal kültür, çağdaş toplum, sömürgeciliğe karşı çıkan bir düzen esas amaçtı. Nazilli Bez Kombinası’nda geçmiş yıllarda, yalnız bez değil çağdaş insanın da yetiştirildiğini yazmıştım. “Üretimi insan için değil de, insanı üretim (ve piyasa) için planlayan vahşi kapitalizm”, postmodern köleler yetiştirmektedir. Sporcular, köle ve fildişi ticareti gibi mal haline dönüştürülüp piyasaya sürülüyorlar. Öğrenciler, sistemin ve vahşi piyasanın emrine, “emeklerini ve kafalarını nasıl sunacakları” konusunda eğitim görüyorlar. Dev tekellerin köleleri oluyorlar. At ile arabanın yeri değişmiş; her şey insan için değil, “insan piyasa için” dayatması yapılıyor. İnsan adı altında yeni “robotekler”, piyasaya özel olarak sistem tarafından üretiliyor. Vahşi kapitalizmin acımasız piyasasına, münafıklar tarafından din de dahil edilmiş. Kübalı boksör Lara’yı satanlar gibi “dini imanı da bir meta ha şette yer alan bu haberi okuyan kaç kişi tepki göstermiştir acaba? Hiç umursamayanların, normal sayanların, sevinenlerin veya benim gibi tepki gösterenlerin acaba oranları ne? Bir bilebilseydim çok sevinirdim. Ama gazetenin bunu biraz da sevindirici bir olay gibi sunması en azından medyadaki genel algılamanın bir ölçüsüdür. Yetmişli yıllardan beri Hürriyet’te benim de birçok imzalı yazım ve açıklamam çıktı. Bunu, genel bir eleştiri olarak yapıyorum; Hürriyet’e özel bir şey değil… Kübalı boksörün, Afrika’da vurulan bir filin “dişlerinin” kaçırılışı gibi ele geçirilip üstelik hediye olarak sunulması, “postmodern vahşi kapitalizmin en olağan işlevidir”. İnsan, “vahşi piyasanın zincirsiz ama elektronik köleleri haline getirilmektedir”. Elinizdeki cep telefonunuzdan bankanıza vereceğiniz bir para transferi ile insanları kaçırıp hediye edebilirsiniz. Spor organizatörü olarak insanları alır, satar ve armağan olarak sunarsınız, onlar sistemde sadece bir nes line dönüştürmüşler”, piyasada alıp satıyorlar. Dini, “dünya nimetlerinin bir aracı haline dönüştüren işbirlikçiler” türemiş. “İnsan alınıp satılır da iman niye satılmasın” diyerek din ticaretine başlamışlar. Vahşi kapitalizmin insanı köleleştirmesi için “dini onun emrine vermişler”. Bu dinciler, emperyalizmle işbirliği yaparak kendi toplumlarını sömürgeleştiriyorlar. Bu arada çok merak ediyorum; Obama ABD’nin başkanı olursa ne yapacak? Köle ticaretinin malları olan büyük dedelerinin yaşadıklarını Ortadoğu’da insanlara yaşatacak mı? ABD sistemi vahşi kapitalizmi ayakta tutarak varlığını sürdürebilir. Obama da aynen Rice gibi bu sistemin parçasıdır. O ancak, “ilkel köle ticaretinden modern köle ticaretine geçişte”, sadece son halkalardan birisidir. Sistem onu iktidara, “ancak vahşi piyasa düzenini sürdürmek koşulu ile getirir”. “Hayır” demek lüksü kesinlikle yoktur. O da Irak’ta ve Ortadoğu’da vahşeti sürdürmek isteyecektir. Büyük dedelerinin çektiklerini, bölgenin mazlumlarına yaşatmak zorundadır, ta ki durduruluncaya kadar… Vahşi kapitalizm kan emmeden yaşayamaz. Amerika’da başkanlık için yemin eden, ona bu gıdayı vermekle yükümlü hale gelir, ister zenci ister beyaz olsun hiç fark etmez… www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisalı İngiliz şirketlerden Türkiye’ye AB desteği Ekonomi Servisi İngiltere’nin iş dünyası liderleri arasında yapılan araştırmalar, AB’nin genişlemesine büyük destek verildiğini gösterdi. İş dünyası liderlerinden oluşan Business For Europe tarafından gerçekleştirilen ankete göre, şirketlerin büyük bir çoğunluğu, Türkiye’nın AB’ye girmesi gerektiğini düşünüyor. Araştırma, büyük şirketlerin yüzde 67’si, Türkiye’nin kriterleri yerine getirmesi halinde diğer yeni üye ülkeler gibi AB’ye katılmaya izin verilmesi gerektiğini söyledi. The Telegraph gazetesi, bu konudaki haberinde İngiltere’nin en büyük şirketlerinin bazılarının Doğu Avrupa ekonomilerinin çok kârlı iş olanakları sağladıkları gerekçesiyle AB’nin genişlemesinden yana tavır koyduğuna dikkat çekti.