02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2C EVET/ HAYIR OKTAY AKBAL olaylar ve görüşler 16 MAYIS 2008 CUMA Yargı Reformu mu Dediniz? B’ye giriş sürecinde hukukumuzu yeniliyoruz. Büyük bir çaba içinde temel yasalarımızı yeniden yapıyoruz. Bunun AB üyeliği için önemini biliyoruz. Son dönemde, reform çalışmalarında hız kestiniz, biçimindeki eleştirileri de biliyoruz. Güncel konu Adalet Bakanlığı bünyesinde yapılan yargı reformu çalışmasıdır. Hazırlanan taslakta yargıç bağımsızlığı, savcıyargıç mesleklerinin ülkemizdeki durumu, bu mesleklere giriş başta olmak üzere, yargılama sistemimizde yargıçsavcıavukat üçgenine ilişkin inceleme ve değerlendirmelerin yapıldığını, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısının değiştirilmek istendiğini basındaki haberlerde okumaktayız. Bu çalışma yapılırken başta üniversiteler ve yüksek yargı organlarının görüşlerinin alınmamış olması temel bir eksikliktir. Bu eksiklik elbette giderilebilir; yeterli zaman vardır. Ancak şayet doğruysa, taslağın öncelikle AB’deki efendilerimize (!) sunulması kabul edilebilecek bir tavır değildir. Taslağın başlığında reform sözcüğünün kullanılması da bir talihsizliktir. Reform iddialı bir terimdir, gelişigüzel kullanılması doğru olmaz. Taslakta bu açıdan reform sayılabilecek normlar yoktur. Daha önce de yapıldığı üzere, bu kez yukarıda sıraladığım kavramlarla ilgili “makyaj” yapılmaktadır. Oysa bu kavramları temelden ele almak ve ülkemizde yeni bir yargı sistemi oluşturmak şarttır. Geçmiş dönemde reform niteliği taşıyan bir proje çalışması yaptım. Bunu kamuoyu ile paylaştım. Devletin yetkili makamlarına gönderdim. Bugün, bu projenin ele alınmasının zamanıdır. Bu nedenle bu yazıyı kaleme aldım. Projenin konusu, ülkemizin adalet sistemini tek çatı altında toplamak, bu hizmetin vazgeçilmez üç meslek gru OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Tek Başına Ne Yapılır ki! iz kaç kişiyiz”. Bu bir soru değil, bir çağrı! Birlikte olmaya, güce güç katmaya, bütünleşmeye, yalnızlığımızdan kurtulmaya... “Ben tek başıma ne yapabilirim” diye düşünmek, bir arayışın belirtisidir. Ama yetmez kendi kendimize üzülmek, çırpınmak işe yaramaz... Dostça, sevgide, umutta anlaşmak, sonra dağınık özlemlerimizi, isteklerimizi bir araya getirerek büyük bir güç oluşturmak... “Ben tek başıma ne yapabilirim/Diye düşündü biri/Ve hiçbir şey yapmamaya karar verdi. Ben tek başıma ne yapabilirim/Diye düşündü biri/Ve yalnızlığının/Kuytuluğuna çekildi” ??? Sevgili Ataol Behramoğlu ‘nun Cumhuriyet Yayınları‘nda çıkan “Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar” adlı kitabını okurken günün en önemli sorununa, hem de şiir yoluyla bir çözüm, bir çıkış önerisi buldum! Tek başına kalmak zaman zaman istenir belki... Daha iyi düşünmek, daha iyi çalışmak, daha iyi dinlenerek güç kazanmak için... Ama tek başınalık, hiçbir zaman ne kişiye, ne de topluma yarar sağlar. ??? Atalol Behramoğlu elli yıldır yazıyor. Ben gençlik yıllarında tanıdım, umutlandım onun ilk şiirlerini okuduğumda.. Hem savaşçı bir kişiliği var, hem de duyarlı, anlamlı bir ustalığı... Bir çeşit özel antoloji sayılabilecek bu kitapta, yüz şiirini bir araya getirmiş... İşte “Tek Başınalık Şiiri” de ordan: Ataol bu şiiri 1988’de yazmış... Demek o günlerde de “Tek başınalık” toplumu, insanı kandıran, uyutan, boyun eğilmişliğe sürükleyen bir tür hastalık imiş! Uyandırmak, kendine getirmek, birtakım kötülüklerden, tersliklerden, yenilmişliklerden kurtarmak gerekmekteymiş. O gün bugün durumda ne yazık ki bir değişme yok!.. ??? Ataol Behramoğlu’nun şiirinin son bölümünü de birlikte okumakta yarar görüyorum. Bu güzel şiir şu günlerde siyasal alanda yalnızlaşmış, umutsuzluklara kendini kaptırmış olanlara, bir güç aşılar diyerek... “Ben tek başıma ne yapabilirim/Diye düşündü yüz binler/Tek başınalıklarını/ Sürdürdüler. Ben tek başıma ne yapabilirim/Diye düşündü milyonlar/Milyonlarcaydılar/Ve tek başınaydılar. Bu arada/Birileri/Onlar adına/Kararlar vermekteydi. Tek başına olduklarını sananlar Topluca ortadan Kaldırıldılar” ??? Tehlike çanları çalıyor, duymuyor musunuz? İşte bir şair size sesleniyor. “Tek başınalıklardan kopun, milyonlarla birleşin, kurtuluşu yalnızlıkta değil, dostlukta, sevgide, bir araya gelmede bulun... Hem de elinizi çabuk tutun”. A Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi 84. Yılımız azetemizin kuruluş yıldönümünü 7 Mayıs akşamı okurlarımız ve Cumhuriyet dostlarıyla birlikte kutladık. Aynı gün, Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi adına düzenlenen yarışmanın ödül töreni de yapıldı. Bilindiği gibi son iki yıldır kuruluş günüyle ödül törenini aynı gün yapıyoruz. İki törenin birlikte yapılmasının temel nedenini okurlarımız merak ediyor. Cağaloğlu’ndaki binamızın bahçesinde kuruluş günleri pilav, döner ve biradan oluşan yemekli bir kutlamayla yapılırdı. Gelenekselleşmişti. Yunus Nadi ödülleri ise 28 Haziran’da farklı mekânlarda yapılan törenle yine okurlarının katılımıyla gerçekleşirdi. Şişli’deki yeni binamızda bahçe kutlamaya uygun olmadığından iki törenin birlikte yapılması kararlaştırıldı. Bundan böyle her iki töreni birlikte yapmayı sürdüreceğiz. Kuruluş günümüzle ilgili çok sayıda mesaj alıyoruz. 7 Mayıs akşamı da buna tanık olduk. Katılım yalnız İstanbul’da değil, İzmir ve Adana’da da oldukça yoğundu. Okurlarımızın gazeteye olan bağlılığı bizleri sevindiriyor. Bu kez bir ilki daha başlattık. 84 yıllık Cumhuriyet arşivini, fotoğrafları, gazete ciltlerini, çeşitli belgeleri daha da önemlisi dizgi makinesini Akatlar Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde sergiledik. Büyük ilgi gören sergiyi dileyenler 15 Haziran’a dek gezebilirler. Aldığımız çeşitli mesajlar içerisinden seçtiğimiz bir iletiyi sizlerle paylaşmak istedik: “7 Mayıs 1924 tarihinde bize ışık tutmak için yola çıktın. Adını sevdamız olan ‘Cumhuriyet’imizden aldın. İlk nüshanda ilkelerini açıkça ifade ettin: ‘...gazetemiz ne hükümet gazetesi, ne de bir parti gazetesidir. Cumhuriyet sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi fikir ve esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir. Memlekette her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için gazetemiz bütün varlığı ile çalışacaktır. Memlekette halkın halk tarafından, halk için idaresi bizim idealimizdir. Ve biz yalnız bu idealin esiriyiz, başka hiçbir kuvvetin değil’ diyerek. Tam 84 yıldır ilkelerinle birden fazla neslin evine girdin. Tirajı yüksek olan, gün geçtikçe artan tüm gazetelere inat ne siyahbeyaz renginden ödün verdin ne de bilgiyi açıkça önümüze seren gerçek siyahbeyazların üstünü kapadın. Bağımsız gazete olma ilkenden asla taviz vermedin. Türkiye’nin yaşayan en eski gazetesi oldun. Cumhuriyet tarihimizin ansiklopedisi olarak hayatımızda var olmaya özen gösterdin. Var olmaya devam ettin, edeceksin. Zor dönemler geçirdin. Bombalandın. İmtiyaz sahibi yazarlarının bir gece yatağından söküldüğüne tanık oldun. Ama ürkmedin. Cumhuriyet’e yakışır duruşunla, çizginle hayatımızda olmaya devam ettin. Uyardın! Okuyucularına yön verdin. İlk gün bir söz verdin ve 84 yıldır da sözünü tutuyorsun. Sen hep YAŞAYACAKSIN! Dürüst ve bağımsız haber anlayışınla yolumuzdaki ışık olmaya devam edeceksin. Güne seninle başlamaktan gurur duyuyoruz. Sana söz veriyoruz. Bundan sonraki nesillerimiz de güne seninle başlayacak. Aynı gururla...” Okurlarımızın dikkatinden kaçmayan ve “Ankara’da neden tören yapılmadı” sorusunun yanıtına gelince. Ankara büromuzun bulunduğu şimdiki yerimizin darlığı bizi yeni bir yer aramaya itti. Çankaya bölgesinde edindiğimiz 4 katlı binanın düzenleme çalışmaları sürüyor. Kısa süre içerisinde yeni binaya taşınacağız. Yeni büromuzun açılışıyla birlikte kuruluş günümüzü yine okurlarımızla birlikte kutlayacağız. Okurlarımızın ısrarla sorduğu bir başka soru ise, “İlhan Selçuk’un sağlık durumu...” İmtiyaz Sahibimiz ve Başyazarımız İlhan Selçuk, gözaltı sonrası geçirdiği rahatsızlık sonrası başarılı bir kalp ameliyatı oldu. Bir ayı aşkın bir süredir hastanade de tedavi olan İlhan Selçuk’un herhangi bir sağlık sorunu kalmadı. Doktorlar, İlhan Selçuk’u pazartesi günü taburcu etti. İyi haftalar... “B Bu proje orijinaldir; başka bir ülkede böyle bir model yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olması hedefi dikkate alınarak yapılan bir çalışmadır. bunu, yargıçları, savcıları ve avukatları bir kurum içinde mütalaa etmek, buna uygun hukuki düzenlemeleri gerçekleştirmektir. Bu kurum, Yüksek Adalet Kurumu’dur. Kurumun yapılanmasını aşağıda kısaca özetleyeceğim. Ayrıca belirtmek isterim ki bu kurumun adalet sistemimizdeki yerini alabilmesi için gerekli olan “hukuk metinleri” hazırdır. Projenin hareket noktasını, 12 Eylül’le başlayıp bugüne gelinen süreçte, yargıç bağımsızlığı, savcı güvencesi ve avukatlık mesleğine ilişkin yakınmalar oluşturmuştur. Bu yakınmaların temelini, ülkemizde yargıcın bağımsız olması, savcının yeterli güvencelere sahip olmaması, avukatlık mesleği açısından temel sorunların varlığı oluşturmaktadır. Yeni bir modelin ortaya konulmasının amacı, sorunları ortadan kaldırmak ve amaca uygun çözümler üretmektir. Bu noktada ilk belirtmem gereken husus, bu konunun önce anayasa değişikliğini, sonra yasa değişikliklerini gerekli kılmasıdır. Bu nedenle konu iki bölüm içinde ele alınmalıdır. Önerilen modelde adalet hizmetinin üç temeli olan, yargıçlık, savcılık ve avukatlık, Yüksek Adalet Kurumu içinde toplanmaktadır. Bu nedenle anayasamızın 159. maddesinde yer alan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yerine bu kurum yerleştirilmekte, bu konudaki temel noktalar belirtildikten sonra, diğer hükümlerin yasalarla düzenlenmesi öngörülmektedir. Bu düzenleme ile bağlantılı olarak, anayasanın 159 ve 144. maddeleri yürürlükten kaldırılmaktadır. Özellikle belirtmek gerekir ki, anayasanın 144. maddesinde yer alan, yargıç ve savcıların Adalet Bakanlığı müfettişlerince denetlenmesi yöntemi terk edilmektedir. Bu görev kurumun içinde yapılmaktadır. Önerilen modelde avukatlık, kurumun içinde yer almaktadır. Bu nedenle anayasanın 135. maddesinde de değişikliğe gerek vardır. Bu maddede kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları düzenlenmektedir. Ancak avukatlık kurum içine alınınca, anayasanın 135. maddesine bir fıkra eklenerek Yüksek Avukatlar Kurulu için bu maddenin uygulanmayacağının belirtilmesi, yasama tekniğine uygundur Projede, adalet hizmetinin üç temel mesleği olan yargıçlık, savcılık ve avukatlık, kurumun içinde toplanmaktadır. Kurum, kamu tüzelkişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip bir kuruluş olarak düşünülmüştür. Kurum, adalet hizmetinin görülmesi görevini üstlenmekte, bu bağlamda yetkileri kullanmakta ve yasanın öngördüğü her türlü tasarrufta bulunabilmektedir. Kurumun karar organı Yüksek Adalet Kurulu’dur. Bu kurul 21 üyeden oluşmaktadır. Üç meslek grubu eşit temsil ilkesi çerçevesinde, meslekten 5 temsilci ile kurulda yer almaktadır. Kurulun oluşumuna katılacak 6 üye daha düşünülmüştür. Bu üyelerin kurulda yer almalarının temel nedeni, adalet hizmetinin toplum için bir hizmet olduğu hususunun dikkate alınmasıdır. Kurumun ayrıca 3 organı bulunmaktadır. Bunlar, Yüksek Hâkimler Kurulu, Yüksek Savcılar Kurulu ve Yüksek Avukatlar Kurulu’dur. Bu kurullarla ilgili temel ilkeler şunlardır: Yargıç bağımsız olur. Bu nedenle bu amaç çerçevesinde, bu meslekle ilgili olarak, stajdan başlayarak mesleğin sonuna kadar tüm konular bu Yüksek Hâkimler Kurulu’nun görev ve yetkisi içindedir. Savcının güvenceli olması noktasından hareketle, yukarıdaki yaklaşım, savcılar için kendi kurulunun görevlendirilmesi olarak düşünülmüştür. Avukatlık açısından temel nokta, bir yüksek kurulun oluşturulmasıdır. Bu nedenle Türkiye Barolar Birliği’nin yerini bu kurul almaktadır; barolar varlıklarını korumaktadır. Kurulun gerek oluşumunda gerekse görev ve yetkilendirilmesinde Adalet Bakanlığı ile vesayet bağı kesilmektedir. Bu proje orijinaldir; başka bir ülkede böyle bir model yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti olması hedefi dikkate alınarak yapılan bir çalışmadır. Türk anayasal sisteminde, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde temel taşlardan birini oluşturan “yargı”nın sağlam temeller üzerine bina edilmesi, siyasal iktidarların yargı üzerindeki egemenliğini ve etkinliğini ortadan kaldırma amacı taşımaktadır. Son sözüm Adalet Bakanı’nadır. Sayın Bakan, bu projenin hayata geçirilmesi çalışmasını lütfen başlatınız. Türk yargısının temel taşları olan yüksek yargı organlarının ve üniversitelerin temsilcileri birlikte çaba harcadıklarında, amaca uygun bir model yaratılabilecektir. Buna inanıyorum. G ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Atatürkçü Dış Politikaya Uyuluyor mu?.. umhuriyetimizin kuruluşunda yeni Türk devletinin dış politika alanında uygulayacağı ilkeler, bizzat büyük Atatürk tarafından saptanmış ve yine kendisi tarafından uygulanmıştı. Bugün şöyle bir soru aklıma geliyor: Acaba günümüzde Atatürkçü dış politika ilkelerine uyuluyor mu, yoksa AKP hükümeti, kendi ilkeleri çerçevesinde mi bir dış politika uyguluyor? Bu sorunun yanıtını, sanırım aşağıda bulacaksınız. Atatürk’ümüzün belirlediği başlıca dış politika ilkeleri nelerdi? 1) Gerçekçilik: Atatürk’ün dış politikasının temel niteliği, gerçekçiliği, yani hedef saptamadaki ustalığıydı. Kurtuluş Savaşı sırasında Misakı Milli’de ifadesini bulan hedefler, gerçekçi biçimde saptanmıştı. Atatürk’ün, panİslam, panTürk ve Turancılık hareketlerine iltifat etmeyişi, gerçekçiliğinin doğal sonucuydu. Bu “gerçekçilik”te, “ödün vermek” ya da “sindirilmek” söz konusu değildi. Bu “gerçekçi” yaklaşım doğrultusunda, hangi koşullarda olursa olsun, herhangi bir baskıcı güce karşı direnişte bulunulacaktı. 2) Taktikte Ustalık: Atatürk, karşılaştığı sorunların hepsine birden el atmayıp bunları öncelik sırasına koymasını çok iyi biliyordu. Atatürk’ün, yeni Türkiye için zihninde oluşturduğu yapıyı adım adım gerçekleştirmesi de taktikteki ustalığının göstergesiydi. 3) Diyaloğa Açık Olmak: Atatürk, düşmanlık ilişkisinde aşırılıktan kaçındığı gibi, dostluklara gereğinden fazla bel bağlamamak gerektiğini de biliyordu. Uluslararası ilişkilerin da C Doç. Dr. Hüner TUNCER Gerçekçi bir dış politika, maceracılıktan uzak bir dış politikaydı. Yeni Türk devleti, gücünün ve olanaklarının bilincinde olarak dış politikasını saptamalıydı. Ayrıca diğer devletlerin de güçlerinin bilincinde olmalıydı. yandığı temel ilke, ulusal çıkarlardı ve Türkiye’nin dış politikası da bu ilke göz önüne alınarak saptanmalıydı. 4) Dünü, Bugünü ve Yarını Başarılı Kavrayış: Atatürk, dünü çok iyi bildiği için bugünü ustalıkla kavrayabiliyor; böylece yarını da ustalıklı biçimde önceden tahmin edebiliyordu. 5) Tam Bağımsızlık: Türk devleti, öteki devletlerle olan ilişkilerinde tam bağımsızlığını hiçbir zaman yitirmemeliydi. Atatürk’e göre, “tam bağımsızlık” siyasal, ekonomik, mali, yasal, askeri ve kültürel bağımsızlık demekti. Eğer bu alanlardan herhangi birinde bağımsızlık söz konusu değilse o zaman devlet tam bağımsız sayılamazdı. 6) Barışçı Dış Politika: Atatürk, Nisan 1920’de şöyle diyordu: “Dış politikanın iç örgütle uyum içinde olması gerekir.” Atatürk, “Bir toplumun iç örgütü ne denli güçlü ve sağlam olursa, dış politikası da o ölçüde güçlü ve sağlam olur” demekteydi. Uluslararası politikanın temel ilkelerinden biri olan, “dış politika, iç politikanın uzantısıdır” ilkesini, büyük Atatürk, bu ilkenin ortaya atılmasından hemen hemen otuz yıl önce nasıl bilip de söyleyebilmişti?.. İşte, bu büyük insanın dehasını kanıtlayan bir örnek daha! 7) Güvenlik Politikası ve İttifaklar Sistemi: Atatürk’ün görüşüne göre Türkiye, öncelikle kendi gücüne dayanacaktı. Atatürk, Osmanlı devletinin çöküş nedenlerinden birinin, kendi gücüne dayanmaktan uzaklaşmak olduğunu çok iyi saptayarak aynı yanlışlığa sürüklenmemeye özen göstermişti. Türkiye’nin barış içinde yaşayabilmesi için güçlü olması gerekiyordu ve bunun için de öteki ülkelerle işbirliği içinde olmalı ve bölgesindeki devletlerle ittifaklar kurmalıydı. Atatürk, büyük devletlerle ittifaklardan uzak kalmak istiyordu, çünkü büyük bir devletle ittifak durumunda, iki müttefik devlet arasındaki ilişkiler, kolaylıkla “koruyucu devlet” ve “koruma altındaki devlet” ilişkilerine dönüşebilirdi ve bu ittifakların karşılığı, çoğunlukla güçsüz ulusların sırtından çıkarılırdı. 8) Ulusalcılıkİnsaniyetçilik: Atatürk, yeni Türkiye’ye ulusal bir yapı kazandırmaya çalışmış; ancak “ulusalcılık” düşüncesini hiçbir biçimde aşırılığa götürmemişti. Atatürk, dünya toplumunu tek bir aile gibi görüp herhangi bir ülkenin sorunlarının bütün insanlığın sorunu gibi değerlendirilmesi gerektiği inancıyla hareket etmişti. 9) Çağdaşlık: Yeni Türk devleti, çağdaş uygarlık düzeyine erişmeli ve hatta onun ötesine geçmeliydi. Çağdaş uygarlığı hangi devletler temsil etmekteyse, Türkiye o devletlerle yakın işbirliği içinde olmalıydı. Çağdaşlaşma, bir Batı taklitçiliği ya da Avrupa’ya benzeme özentisi değildi. Bu, yüzyıllarca bağımsız yaşamış, köklü devlet geleneği olan bir ulusun, değişen dünyada layık olduğu yeri alması ve bu yeri koruması davasıydı. Atatürk, çağdaş uygarlığı şöyle tanımlamaktaydı: “Çağdaş uygarlık öyle güçlü bir ateştir ki ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. Ülkeler çeşitli, ancak uygarlık birdir ve bir ulusun gelişmesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir.” 10) Akılcılık: Atatürk’ün dış politikası, ideolojik dogmalar ve önyargılar yerine, akla ve bilime dayanıyordu. 11) Eşitlik: Atatürk’ün dış politikada titizlikle savunmuş olduğu bir ilke de eşitlik ilkesi, yani Türkiye ile başka egemen devletler arasında yasal açıdan mutlak eşitliğin var olmasıydı. Bugün iktidarda bulunan AKP hükümetinin uyguladığı dış politikanın, yukarıda saymış olduğumuz Atatürkçü dış politika ilkelerini temel aldığı ve bu çerçevede yürütüldüğü söylenebilir mi?..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle