Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 MAYIS 2008 CUMA dizi C 13 Deniz Gezmiş, 11 Kasım 1969’da İstanbul Adliye Sarayı’nda başka bir davadan bulunan ve kendisine karşı slogan atan Mücadele Sancağı’na bağlı gençlere slogan atarak karşılık veriyor, (Soldaki fotoğraf). Bir olay sonrası gözaltına alınan Deniz Gezmiş, polis otosuna bindiriliyor. (ortadaki fotoğraf) Son karede ise Deniz Gezmiş, Gemerek’te yakalandıktan sonra polis ve askeri görevlilerin arasında görülüyor. Mahkemenin bağımsız olmadığını söyleyen Çelenk, görevlendirmelerin Guantanamo’yu anımsattığına vurgu yaptı ‘Bu yargılama değil infazdır’ MECLİS TUTANAKLARI ‘Yüce Meclis mahkeme gibi karar vermez’ TBMM’de Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkındaki ölüm cezalarının görüşüldüğü 24 Nisan 1972 tarihli tutanaklardan seçtiğimiz bazı bölümler şöyle: Nuri Erdoğan: Eğer bunlar sadece bir rejim değişikliği istiyor idiyseler, o zaman bunları affetmek mümkün olabilirdi. Ancak onlar bir milleti öldürmek kastıyla hareket etmektedirler. Bu bir kin, nefret, intikam hissinin tezahürü değildir; bu, bir vatan kurtarma mücadelesidir. Necdet Uğur: Yüce Meclis, bir mahkeme gibi karar vermiyor. Yüce Meclis bir başka açıdan karar veriyor, bir toplumun geleceği açısından karar veriyor.(...) Şimdi böyle düşünürsek, 10 sene sonra, 20 sene sonra bu toplumdaki bizim yerimizde oturacaklar, eğer bir başka türlü bakacaklarsa bu olaylara, onların elinden niçin bu hakkı alıyoruz da birtakım insanları ölüm cezasına gönderiyoruz? Bırakalım, onlar da bir baksınlar (AP sıralarından gürültüler). Nihat Erim (Başbakan): Hükümet şu anda Türkiye’deki ölüm cezaları ile ilgili Ceza Kanunu maddelerinde herhangi bir değişiklik öngörmemektedir ve böyle bir tasarı ile huzurunuza gelmek niyetinde değildir (AP sıralarından ‘Bravo’ sesleri, alkışlar). Muammer Erten: Bu kanunun müzakeresine başladığımız saat 15.00’ten beri bu çatı altında gelecek nesillerin ibretle okuyacağı pek çok konuşma dinledik. (...) Memleket bir anarşinin kucağına atılmıştır. Asıl o zamanki iktidar bundan mesuldür. O iktidarın mesuliyetini bir tarafa atacaksınız, iktidarın başındaki başbakan çıkacak, “Demokraside biraz anarşi var” diyecek ve memleket 12 Mart’ın eşiğine gelecek, anarşi başlayacak, karşılıklı çatışmalar, öldürme olayları başlayacak, devlet kuruluşları hükümete karşı yürüyecek... İsmet Sezgin: Çıkaran sizsiniz... Muammer Erten: Yürüyen Yargıtay üyeleri, Danıştay üyeleri, üniversite profesörleri kendiliklerinden mi çıktı sokağa? Ama onları sokağa dökecek kadar olayları o hale getirdiniz ki, niçin kendinizde aramıyorsunuz? (...) Ama ölüm cezası vermekle bunları kahraman yapacaksınız ve bunlar hakkında toplumumuzda gelecekte yeni huzursuzluklara sebep olacağına inanıyorum. Mustafa Kubilay İmer: Bu üç komünist soysuzun idamları hakkındaki karara gelinceye kadar, daha önce çıkan ve sayısı hayli kabarık idam infazlarına ses çıkarmayan CHP ve onun genel başkanı, kamuoyu tarafından çok iyi bilinen sebeplerle adeta af havarisi kesilmiştir. İsmet İnönü: Bunlar, suçlarının karşılığı olan cezaları görmelidirler.. Bu cezalar hususunda özel bir kanaatimiz var. O da “Siyasi suçlardan dolayı idam cezası yapılmasın” davasındayız. (...) Suçluların cezaları müebbet hapse çevrilmelidir, nihayet bunlar genç, tecrübesiz, taşkın insanlardır, taşkınlıklarının hiçbir netice veremeyeceği kendilerine ve emsallerine öğretilmiştir. İlhan Egemen Darendelioğlu: Bugün burada karara bağlayacağımız konu, elini kana bulamış, hıyaneti ve mutasavver cinayeti tespit edilmiş 3 komünist anarşist hakkındaki idam cezasının uygulanmasıdır, daha doğrusu bir formalitenin yerine getirilmesidir. (...) Mehmet Ali Aybar: Eğer, Türkiye demokratik bir ülke yolunda çaba harcamakta ise verilecek idam cezaları hedefimize ulaşmamızda bizi köstekleyecektir (DP sıralarından “vah vah” sesleri). Ne yazık ki kendisini çok güçlü hisseden iktidarlar tüm dünyada yargıyı kendi istedikleri kararlar doğrultusunda yönlendirebiliyorlar. Sözün özü Deniz’leri yargılayan mahkeme bağımsız değildi mi diyorsunuz? Bu görevlendirmeler, bize Guantanamo’da kurulan, bağımsızlığı olmayan, talimatla karar veren sözüm ona bir mahkemeyi anımsatmaktadır. O mahkemeyi bugünün Guantanamo’suna mı benzetiyorsunuz? Evet… Dolayısıyla Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yargılanması diye bir şey yoktur, bu bir infazdır. Yine bu davada 146. maddenin öğeleri bulunmamaktadır. Öncelikli olarak olayda icra hareketleri yok. Yani anayasal düzeni ortadan kaldırmak için Meclis’i basmak ya da buna ait hazırlıklar yapmak gibi. Aksine, gençler dönemin tüm sol siyasal akımları gibi 1961 Anayasası‘nı sürekli olarak savundular. Anayasayı savunmak ve tam olarak uygulanmasını sağlamak üzere Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü yaptılar. Deniz sorgu Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yargılanması diye bir şeyin olmadığını söyleyen Halit Çelenk, “Bu davada 146. maddenin öğeleri bulunmamaktadır. Öncelikli olarak olayda icra hareketleri yok. Yani anayasal düzeni ortadan kaldırmak için Meclis’i basmak ya da buna ait hazırlıklar yapmak gibi. Aksine, gençler dönemin tüm sol siyasal akımları gibi 1961 Anayasasını sürekli olarak savundular” diyor. ifadesinde şunları söylemekteydi: “….İddianamede bizim anayasayı cebren ilgaya teşebbüs ettiğimiz ileri sürülmektedir. (….) Bu ülkede anayasayı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasayı ihlal edenler ise ortadadır. Anayasanın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. (…) İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık savaşına karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘na karşı, reformlara karşıdır. (…) Onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya çalışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil, sizlersiniz. Çünkü Amerika sizin döneminiz sırasında Türkiye’ye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız. (…) Meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek mecburiyetinde kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda idam isteği ile buraya getirildik. (…) Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk, varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. (…) Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum.. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik… Anayasanın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık…“ Çok güncel bir savunma! Ayrıca savunmalarında o dönemde ülkemizde iki cephe olduğunu söylüyorlar. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına göre, birincisi yurtseverlerin, devrimcilerin cephesi, diğeri ise emperyalizm, işbirlikçi sermaye, feodal mütegalibe ittifakından oluşan gerici cephedir. Deniz’ler, savunmalarında karşı devrimci cephenin 1950’de iktidara geldiğini, 1965 seçimleri ile Demokrat Parti mirasçısı olarak yeniden iktidara geldiğini, “1961 Anayasasının ise, DP’yi mahkum etmiş bir hareketin, bir ihtilalin yasası olduğunu” devrin başbakanı Demirel’ in ise yaptığı konuşmalarda DP’nin devamı olmakla övündüğünü yazıyorlar. Ve soruy orlar: “Bu durumda meşru olan, 27 Mayıs ihtilali ve 1961 Anayasası mıdır yoksa AP ve Başbakan Süleyman Demirel’in Başbakanlığı mı?”.Görülüyor ki, onlar gericiliğe karşı 1961 Anayasası‘nın yanındadırlar. Yürürlükteki anayasayı savunan insanlar nasıl olur da anayasayı ortadan kaldırmayı cezalandıran 146. maddeye aykırı suç işleyebilirler? Olaya hukuksal açıdan baktığımızda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bu tür bir eylemle ilgilerinin bulunmadığını söyleyebiliriz. Deniz Gezmiş ve arkadaşları anayasayı ihlalden idamla yargılanırken, 1961 Anayasası‘nın tam olarak uygulanmasını istiyorlar… Peki anayasayı ihlalle ilgili dayanak var mı? Böyle bir eylemin en ufak bir kanıtı yoktur. Yargılanan gençlerde yürürlükteki anayasayı ortadan kaldırma ya da ihlal etme kastı da bulunmamaktadır. Ceza hukukuna göre kastın olmayışı suçu ve cezayı ortadan kaldırır. Çünkü en esaslı unsur kasıttır. SÜRECEK Halit Çelenk, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anlattı Tek amaçları, Türkiye insanlarının mutluluğuydu Ankara’daki törene katılanlara seslenen Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Halit Çelenk’in konuşması: “Değerli Deniz, Yusuf ve Hüseyin dostları, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugün burada toplanan insanları görünce çok sevindim. Bu gençleri sevenlerin bu kadar çok olduğunu bir kez daha öğrendim. Ancak bu konuya dair bir düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum. Burada toplanmak ve onları anmak çok güzel bir şey. Ancak Deniz, Yusuf ve Hüseyin’lerin düşüncelerini, dünya görüşlerini ve benimsedikleri ilkeleri de öğrenmenin gerekli olduğu kanısındayım. Bunun için de onlar hakkında yazılan kitapları, öyküleri, anıları ve şiirleri okumak ve böylelikle onları daha da yakından tanımak gerekir. Hatta bundan da öte, bu öğrenme süreci sonunda onlar gibi antiemperyalist ve bağımsızlıkçı bir tavır da benimsenebilir. Bu üç genç ve arkadaşları eğitimli, kültürlü ve bilinçli gençlerdi. Tüm eylemleri ve çabalarının amacı Türkiye insanlarının mutluluğu, yani halkın baskısız, özgür ve sömürüsüz bir dünyada yaşamasını sağlamaktı. Dünya görüşleri, yani bilimsel sosyalizm, sınıfların olmadığı ve yârin yanağından gayrı her şeyin hakça paylaşıldığı bir düzeni işaret etmekteydi. Hemen söyleyeyim ki onlar ön planda Türkiye’nin bağımsızlığını ve emperyalizmin pençesinden kurtulmasını istiyorlardı. İnsanlığın düşmanı olan ve NATO’suyla, CENTO’suyla, askeri üsleriyle, ikili anlaşmalarıyla, işbirlikçi siyasal iktidarlarıyla, ülkemizin üzerine bir karabasan gibi çökmüş olan emperyalizme karşı mücadele etmeyi kendilerine görev edinmişlerdi. Amerika ile yapılan ikili anlaşmalar nedeniyle, cinayet işleyen Amerikalılar bile Türkiye’de yargılanmamakta, Amerikan askeri üslerine üst düzey askeri yetkililer bile girememekteydi. Örneğin; İncirlik Üssü’ne giden 3. Ordu Komutanı olan Refik Tulga’nın askeri tesise yöneldiğinde; ‘Giremezsiniz! Buraya ancak Amerikan uygruklu kişiler girebilir’ diyen bir Amerikan albay tarafından yolunun kesildiği, ‘Ben ordu komutanıyım. Bulunduğunuz bölgede giremeyeceğim yer olamaz! Bu, hükümranlık haklarımaza tecavüz değil mi’ diyen Tulga’yı, Amerikalının ‘Ama ikili anlaşmalar var. Bir viski almaz mısınız Sayın Paşam’ diye yanıtladığı, komutanın bu yanıt üzerine üssü terk ettiği günler yaşandı bu ülkede. Bu uygulamaların bazıları halen sürmektedir. İşte Deniz’ler, bu nedenle yaşadıkları dönemde Dolmabahçe kıyılarına gelen Amerikan 6. Filosu’nun bahriyelilerini denize dökmüşler ve onların diktikleri Amerikan bayrağını indirerek, yerine Türk bayrağını çekmişlerdir. Bugün Amerikan emperyalizmi, o günlere göre daha da küstahlaşmış, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya ve Çin sınırına dek ülkelerin yeraltı ve yerüstü servetlerine göz dikmiş, bu hedefine anlaşmalarla ya da zorla ulaşmaya çalışmaktadır. Irak ve Afganistan işgallerinin nedeni budur. Bugüne dek yaklaşık bir milyonu aşkın insanın öldüğü Irak’ta, halk açlık ve sefalet içinde yaşamakta ve komşu ülkelere göç etmek zorunda kalmaktadır. Bütün bunlar emperyalizmin zulmünü ve hunharlığını gittikçe arttırdığını göstermektedir. Bir başka deyişle, ‘kuduran’ emperyalizmle mücadele daha da güncel ve zorunlu bir hale gelmiştir. Bize göre, yurtseverliğin ölçüsü tam bağımsızlıkçı ve antiemperyalist bir duruştur. Bazıları soruyorlar: ‘Denizler yaşasaydılar, bugün ne düşünür, ne yaparlardı?’ Bence Deniz’ler bugün yaşasalardı, bağımsızlık ve emperyalizm karşıtı mücadelelerini daha da kararlı ve örgütlü biçimde sürdürürlerdi. 1 Mayıs’larda devrimci işçi ve emekçilerin yanında olurlar ve ayakların baş olma mücadelesini desteklerlerdi. Siyasal iktidarın, emperyalist odakların telkinleriyle, Türkiye işçi sınıfının yıllardan beri yürüttüğü savaşımlar sonunda elde ettiği haklarını elinden alma ve Cumhuriyetin tüm kazanımlarını yok etme girişimlerine karşı, emekçilerin ve onların örgütlerinin yanında saf tutarlardı. Üniversitelerde satırlı ve bıçaklı saldırılara uğrayan sol görüşlü öğrencileri savunurlardı. NATO’nun Afganistan işgalinin, ABD’nin Irak işgalinin karşısında, Filistin halkının yanında saf tutarlar, Güney Amerika’da halkların ABD emperyalizmine karşı yükselttikleri mücadeleleri yürekten desteklerlerdi. İnanıyorum ki onların bağımsızlıkçı ve antiemperyalist ilkelerinin başarıya ulaşması, toplumun hakça bir düzene ulaşmasının yolunu açacaktır.” MYANMAR’DA YENI SUÇLAMA ‘İyiler cuntaya çürükler halka’ Dış Haberler Servisi Nergis kasırgasının yerle bir ettiği Myanmar’da cunta yönetiminin ülkeye gönderilen yabancı yardımların iyilerini kendisine ayırdığı, halka çürümüş gıdaları dağıttığı belirtildi. Şiddetli kasırganın ardından yabancı uzman ekiplerin felaket bölgelerine girişine izin vermeyen cunta, uluslararası baskılar üzerine AB’nin yanı sıra aralarında ABD’nin de bulunduğu yabancı ülkelerden gelen yardımları kabul etmeye başladı. BM, kasırganın üzerinden 10 gün geçmesine karşın bu ülkeye hâlâ çok küçük bir oranda yardım sokabildiklerine dikkat çekerken ABD ordusuna ait su, battaniye ve cibinlik taşıyan iki kargo uçağı Yangon’a indi. Yardım taşıyan AB uçağı da bölgeye ulaştı. BM İnsani İşler Koordinasyon Dairesi’nin sözcüsü Elisabeth Byrs, Myanmar’da ikinci bir felaketin yaşanmaması için kurtarma ekiplerinin kara veya deniz köprüsü kurabilmesi gerektiğini belirtti. Byrs, 1.5 milyon felaketzedenin acil yardıma ihtiyacı olduğunu ve 750 bin insanı üç ay boyunca beslemek için, yarısı ithal edilmesi gereken 55 bin ton pirinç gerektiğini söyledi. Amerikan Foxnews’da yayımlanan haberde ise Myanmar yönetiminin uluslararası yardımların dağıtımının kontrolünü elinde tutma yönündeki ısrarına vurgu yapılarak, uzun süreden beri bu ülkede yaşayan yabancı uyruklu bir kişinin cuntanın bu yardımların iyilerini kendisine ayırdığı yönündeki iddialarına yer verdi. Haberde aynı kaynak, askeri yönetimin Dünya Gıda Programı’nın ilk etapta gönderdiği yüksek enerji içeren bisküvileri ordu depolarına yerleştirdiğini ve bunların yerine halka daha önceden Endüstri Bakanlığı‘nın ürettiği lezzetsiz ve düşük kaliteli bisküvilerin dağıtıldığını söyledi. Güvenlik kaygısıyla adını açıklamayan yabancı, cuntanın Dünya Gıda Programı’nın yolladıklarını karaborsaya mı satacağı yoksa kendisinin mi tüketeceği konusunda bilgisinin olmadığını dile getirdi. Avustralyalı Care isimli yardım örgütünden bir yetkili de bölgede birlikte çalıştıkları yerel ekiplerin ordu tarafından dağıtılan düşük kaliteli pirinci kendilerine gösterdiklerini açıkladı. Aynı yetkili ellerine ulaşan pirincin tuzlu sudan etkilendiğini ve eski mahsul olduğunu söyledi. Nergis kasırgasının vurduğu ülkede 2 milyona yakın kişinin yaşam mücadelesi verdiği tahmin ediliyor. (REUTERS)