03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 MAYIS 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K.ERDEMOL C 15 Divanın son yolculuğu Zeynep ORAL MİLANO Viale Maino’da 17 numaralı apartman… Leyla Gencer’in 40 yılı aşkın süredir yaşadığı apartman… Önü çiçeklerle dolu… Avluyu geçerken başımı kaldırıp balkona bakıyorum. O balkondan bin kez bana el salladı. Karşılarken, yolcu ederken… Bu kez, biz onu yolcu edeceğiz, son yolculuğuna uğurlayacağız… Apartman dairesine giriyorum... İçeride herkes fısıltıyla konuşuyor. Sabahın erken saatleri, ama şimdiden ziyaretçi dolu… Gençler, öğrencileri, daha yaşlılar, çok yaşlılar (hayranları, müzisyenler...). Aile yakınları, İstanbul Kültür Sanat Vakfı Müdürü Görgün Taner , Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan, ilk gözüme çarpanlar… Leyla Hanım yatak odasında sanki uyuyor. Çevresi o çok sevdiği beyaz çiçeklerle dolu. Orkideler, leylaklar, zambaklar, en çok da güller, beyaz güller… Yüzü açık. Dileyen yanına gidip onunla vedalaşıyor… Yattığı yerde, o beyaz çiçekler arasanda, sanki Alceste rolüne hazırlanmış gibi… Hani o oynadığı vakit, yalnız dinleyicileri değil, orkestrayı ve sahne arkadaşlarını da gözyaşlarına boğan Alceste… Milano’daki İslami cemaatin temsilcisi ve imamı Sayın Kemal Gül geliyor. Leyla Hanım’ın üzeri örtülüyor. Kemal Hoca çok anlamlı ve kısacık bir konuşma yapıyor ve duasını ediyor. İtalyanlar, Türkler orada kim varsa, kimi ellerini göğe açarak, kimi haç çıkararak amin diyor… kadaşı Mirella Freni ve daha sayısız sanatçı kapıda sarılıyorlar tabuta… Polis duğu toplumla kurum olarak bağını çok uzak tutmak durumundadır. Çünkü başta politize olma tehlikesi olmak üzere birçok “şaibeli” ya da “tehlikeli” ilişki, polishalk yakınlığı üzerinden gelişir. Bu yakınlığın olmaması, sınırları yasalarla çevrilmiş yetkilerle sağlanır. Bu yüzden batıda, bizde zaman zaman yapıldığı gibi polisin karakola vatandaş davet edip çikolata vermesi türünden sözüm ona polismillet kucaklaşması görülmez hiç. Kimsenin bu tür bir çabası yoktur batıda. Polisten beklenen kendisine verilen sınırların içerisinde kalması, kendisini bir cezalandırma ya da yargı mekanizması gibi görmemesidir. Günümüzün, temel felsefesinde bir değişiklik olmadan varlığını sürdüren ender kurumlardan biridir polis kurumu. Antik çağlarda, kralları ya da soyluları korumak amacıyla oluşturulmuş birimler polisin ilk nüveleri sayılıyorlar. Bu nüvelerin görüldüğü Mısır Medeniyeti, bu nedenle ilk “polisli” devlet kabul edilir. Mezopotamya’da Uruk, Umma, Eridu, Lagash ve Ur kentleri medeniyetin ilk doğduğu bölgelerdir. Bu kentlerin polis gücü kölelerden oluşmuştur diye bilirim ben. Bu köle polis gücünün görevi, zengin eliti ya da yönetici soylu kesimi korumaktı. Bunu da aldığı yetkilerle her zaman kullanma hakkına sahip olduğu “sertlik”le gerçekleştirmiştir. Bugün de, sistemin koruyucusu olarak polisin, sistemin tehlikeye düşeceği anda ne yapması gerektiği kendi belirlediği bir iş değildir. Sert yöntemlere çok sık başvurması yasaların izniyle mümkündür ancak. Yani polisin uzaydan gelmediğini, halk değilse bile, en iyi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bilmektedir. Başbakan’ın varsaydığı gibi, polisin, kendisini eleştirenlerin gözünde gerçekten uzaylı görünmesine yol açan tutumu, yasaların izin verdiği sınırları ihlal etmesi yüzündendir. Bu nedenle kitleler tarafından uzaylı gibi görünen polis değildir. Her defasında püskürtmekle görevli olduğu kalabalıkları “uzaylı“ gibi gören polisin kendisidir. Polis, karşısına çıkanları, hak arayan, sesini yükselten, böyle yapmaya da hakları olan, özgür yurttaşlar olarak görmediğinden olsa gerek, onları “uzaydan” gelen yaratıklar niyetine coplamaktadır. Sendikacılar, işçiler, muhalif kalabalıklar mitinglerinde, bundan böyle, polis okusun diye, “Merhaba dünyalı! Biz dostuz” pankartları açarlarsa sakın şaşırmayalım. kemalerdemol?yahoo.co.uk SON VEDA... Dakikalar ilerliyor. Leyla Gencer’le son vedalaşmalar… (Ayrıntılarını belki bir başka gün anlatırım sizlere.) Tabutuna kondu. Tabutun kapağı yerleştirildi. Tabut görünmüyor, çünkü üzeri bembeyaz güllerle kaplı. Önde cenaze arabası, arkada öteki arabalar, La Scala’nın hemen yakınındaki Santa Babila Kilisesi’ne geldik. Burası hem bir kilise hem de en önemli törenler için kullanılan, Milano kentinin simgelerinden biri olan görkemli bir mekân. Kilisenin önü, beklemediğim denli kalabalık. İçeri girmeden, demek herkes dışarıda bekliyor diye geçirirken içimden, yanıldığımı görüyorum. İçerisi çoktan dolmuş, dışarıdaki kalabalık içeri giremeyenler… La Scala’nın Genel Sanat Yönetmeni Lisner, yılların sopranosu, rol ar AKSAYAN TEK NOTA YOK Kilisede Heandel’in bir ağıdı karşıladı Leyla Gencer’i… Orgun başında La Scala’nın Amerikalı piyanisti James Vaughan. “Norma Operası”ndan “Casta Diva” aryasının melodisi yükseldiğinde orgdan, artık kimse gözyaşlarını tutamıyordu. (Leyla Gencer’in unutulmaz rollerinden biri...) Bakireler Tanrıçası Norma kendini ateşe atarak ölümü seçmişti. Milanolular “Diva”larına “Sen bizim tanrıçamızsın” diyerek veda ediyordu… İtalyanca konuşmalar yapılıyor. Sonra, bu kez plaktan La Scala Operası’nın eski bir kaydını dinliyoruz: Verdi’nin “La Forza Del Destino” (Kaderin Gücü) operasından “La Vergine degli Angeli” aryası... Yine unutulmaz rollerinden biri ve yaşamının son günlerinde Leyla Gencer’in dinlediği tek plak, tek arya… Bütün bu kalabalık nereden çıktı diye bakıyorum. Franca Cella yanı başımda fısıldıyor: “Hayranları, ama en çok meslektaşları” diyor. Sonra ekliyor: “En çok da öğrencileri...” Tek tük Türkçe duyuyorum: “Biz burada yaşayan sıradan Türkleriz” diyenler sıkça… Milano Başkonsolumuz Nihal Çevik, her şeyin yolunda gitmesi için didinip duruyor. Gerçekten de aksayan tek nota yok. Tam Leyla Hanım’ın istediği gibi, her şey mükemmel. Mizansen kusursuz… Törenin sonunda herkes çiçeklerle örtülü tabutun önünden geçiyor, saygı duruşunda bulunuyor ve kilise boşalıyor. Önümden bir duygu seli akıyor… Cenaze arabasındayım. Krematoryuma gidiyoruz. Vasiyet etmişti. Yakılmak istemişti. Burada yetkililere onu teslim etmeden önce, uçsuz bucaksız yeşilliğin bir yerinde, yine Kemal Hoca’nın yol göstericiliğinde cenaze namazı kılınıyor… İşte bu kadar… Onu orada bıraktık. Külleri Türkiye’ye gelecek. Bugün onu Boğaz’ın sularına uğurlayacağız... Törenin sonunda herkes çiçeklerle örtülü tabutun önünden geçiyor, saygı duruşunda bulunuyor ve kilise boşalıyor. Önümden bir duygu seli akıyor…Cenaze arabasındayım. Krematoryuma gidiyoruz. Vasiyet etmişti. Yakılmak istemişti. Burada yetkililere onu teslim etmeden önce, uçsuz bucaksız yeşilliğin bir yerinde, yine Kemal Hoca’nın yol göstericiliğinde cenaze namazı kılınıyor… Leyla Gencer için Milano’da düzenlenen törene Gencer’in dostları ile İşte bu kadar… Türkiye ve İtalya’dan çok sayıda sanatsever katıldı. (Fotoğraf: AA) 10. ULUSLARASI ESKİŞEHİR FİLM FESTİVALİ SONA ERDİ Tarık Akan ve Hale Soygazi’ye Onur Ödülü Senem ÖZCAN ESKİŞEHİR 2 Mayıs’ta başlayan 10. Uluslararası Eskişehir Film Festivali sona erdi. Bu yılki onur konukları Tarık Akan ve Hale Soygazi olan festivalde “Hollywood Filmlerinde Entelektüel Kimliklerin Temsili” yazısı için Hüseyin Köse’ye “En İyi Sinema Yazısı” ödülü; “Kadına Melodram YakışırTürk Melodram Sinemasında Kadın İmgeleri” adlı kitabı için Hasan Akbulut’a “En İyi Sinema Kitabı” ödülü; “Hayatım Sinema” programının sunucuları Defne Alphan ve Muammer Brav’a “Televizyonda Yayımlanan En İyi Sinema Programı” ödülü, yapımcı Arif Keskiner ile sinema yazarı Sevin Okyay’a “Sinemaya Emek” ödülü verildi. Festivalde film gösterimlerinin yanı sıra yapılan söyleşilere katılan pek çok konuk arasından Yetkin Dikinciler, festival için yaptığı değerlendirmede, “Bu tür festivallerin en güzel yanı, filmin gösterimi sırasında orada olup seyircinin görüşünü öğrenmek, seyirciyle sohbet edebilme şansı yakalamaktır” dedi. Feride Çetin ise yerel film festivallerinin çoğalmasının güzel olduğunu, ancak bu tür festivallerde atölye çalışmalarına da yer verilmesi gerektiğini, yoğun katılımın oyuncu ve yönetmenlerle birebir ilişki kurma fırsatından kaynaklandığını belirtti. Festival Başkanı Prof. Dr. Gülseren Güçhan, 1998’de başlayan “Sinema Günleri”nin 10. yılını bulmasıyla gurur duyduklarını, festivalin uzun yıllar süreceğini, ilginin çoğalarak artmasının kendilerini sevindirdiğini ve önümüzdeki yıl da herkesi festivale beklediklerini söyledi. aşbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın her sözünden yola çıkarak, sayfalar dolusu değerlendirme yapılabilir gerçekten. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin karşıtlarına en çok malzeme veren başbakanı olduğu kanısı herhalde doğru gibi. Danışmanlarına fırsat bırakmadan karşıtlarına laf yetiştirme çabası gerçekten çok garip Erdoğan’ın. Sadece danışmanlarına bırakmış olsa, belki daha derli toplu ifade edilecek düşüncelerini uluorta söylemesinde, doğruları sadece kendisinin bildiğini sanması etkilidir belki de. Başbakan’ın, tüm tersini kanıtlama gayretine karşın, dikkatli gözlerden kaçmayan hayli “mağrur” bir edası da var. Etrafını küçümser tavırlar içinde olduğu artık saklanacak gibi değil. Uluorta konuşmayı “dobralık” ya da halk ağzıyla konuşmak sanıyorsa, herhalde birilerinden, ciddi bir yanılgı içinde olduğunu duyar bir gün. Halk ağzıyla konuşmayı Erdoğan’dan çok çok iyi becerdiği için, bugün neredeyse bir “halk bilgesi” diye anılması boşuna değildir Süleyman Demirel’in. Hakkını yemeyelim, taşı gediğine koyma konusunda eline su dökülemeyecek bir demagoji ustasıdır Demirel. Ama bunu, köydeki vatandaşın hem “hissiyatına” denk düşen hem de “mantığına” uyan bir “söylemle” yapar. Recep Tayyip Erdoğan’ın, önünde duran böylesi bir örnekten yararlanmaması bana garip gelir gerçekten. ??? Son açıklaması, polisin 1 Mayıs önlemlerinde aşırıya kaçan, can yakan tutumuna kamuoyunda, gösterilen tepkilerle ilgili oldu. Polisi savunurken Başbakan, “Polis kardeşlerimizin üstüne neden bu kadar çok gidiliyor? Polisimiz uzaydan mı geldi?” deyiverdi. “Polisimizin üzerine gidenler” arasında, kendi hükümetinin Çalışma Bakanı‘nın olduğunu da gündemi izleyen herkes biliyor. Başbakan, “Polisimiz uzaydan mı geldi?” diye sormakla, “Ne bekliyordunuz? Şiddet dolu bir toplumun polisi olsa olsa böyle olur” demek istediyse eğer, sanırım pek itiraz eden çıkmazdı buna. Ancak başbakan, sertliğin tabii ki, toplumumuzun bir “gerçeği” olduğunu ifade etmek amacıyla sormadı bu soruyu. Derdi “polisimizin” toplumun bir “parçası“ olduğunu vurgulamak. Bu soru ile arkasındaki mantık, sosyolojik gerçeklerle uyumlu değildir. Çünkü, birçok kişi katılmayacak biliyorum, polis toplumun “içindedir” ama bir “parçası“ değildir. Olması da gerekmez. Polis, içinde bulun B ukarıdaki başlık size çelişkili gibi gelebilir, ama değil… AKP’nin “feminizm” konusunda cehaleti ve bilgisizliği bir yanda, zaten savundukları zihniyet öte yanda, ikisi arasında hem kadınların insan hakları mücadelesi büyüyor hem de “feminizm” sözcüğünün kullanımı yaygınlaşıyor! “Feminizm” sözcüğü (kavramı değil, sözcüğünden söz ediyorum), bizde çok kimseyi korkuturdu. “Ben kadın haklarından yanayım ama feminist değilim”, “Kadınlar elbet eşit olmalı, ama feminizm aşırılıktır”, “Kadına karşı ayrımcılığı savunmam ama feminist de sayılmam” gibi saçmalıkları çoook duymuşumdur hem kadınlardan hem erkeklerden! Ama şimdi bakıyorum, AKP’nin olur olmaz “feminizm” sözcüğünü ağızlarına dolamaları, üstelik ne olup ne olmadığını bilmeden dolamaları; Diyanet’in internet sayfalarında “feminizm ahlaksızlıktır” saptaması; Başbakan’ın kadınlara en az üç çocuk doğurun talimatı; AKP’nin her fırsatta feminizmi aşağılamaya çalışması tam bir ters tepki yarattı! Eskiden kadının insan haklarını savunan ama kendini feminist diye tanımlamayan insanlar bile feministim der oldu, feminizm sözcüğüne sahip çıkmaya başladı! Y ESİNTİLER ZEYNEP ORAL AKP Sayesinde Feminizm Güçleniyor! rak kadına bakış açımız diğer partilerden, toplumun diğer kesimlerinden çok farklı. Kadın ile erkek arasında feminist düşüncenin yarattığı felsefi inancın, çatışma ortamının yaratılmasından yana değiliz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kadınları, feminist ideolojinin kölesi olmadılar, olmayacaklardır.” Dengir Bey’e feminizmin kadınların insan hakları mücadelesi, yaşamın her alanında (ekonomi, politika, toplumsal, kültürel her alanda) var olma mücadelesi olduğunu ve bu mücadelenin erkeklere karşı değil, kadın ya da erkek, bir zihniyete (vurgulayayım: Bir ZİHNİYETE) karşı verildiğini şu minik köşede ben öğretemem! Ama gerçekten feminizmin ne olduğunu öğrenmek istiyorsa, ülkemizde gani gani bulunan kaynak kitaplara ulaşabilir. Dengir Mir Mehmet Fırat, sözünü şöyle sürdürüyor: “Biz kadın ve erkeğin birbirinden ayrılmaz birer par Birçok kimse de (özellikle erkeklerde izliyorum bu tavrı) AKP bunca kötülüyorsa, feminizm o kadar da kötü olamaz havasına girdi! AKP’lilere göre en büyük öcü, feminizm! Bunlar, feminizmden korkar mı oldular, yoksa Vakit yazarı Hüseyin Üzmez olayına sinirlenip onun etkisiyle mi bilinmez, feminizme çullandıkça çullanıyorlar. Hani bir zamanlar “Komünizm geliyor” diye korkutulurdu insanlar, şimdi de “Feminizm geliyor!”... AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, hem partisinin zihniyetini hem de bu konudaki cehaletini ortaya koyan bir laf etti. “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kadınları, feminist ideolojinin kölesi olmadılar, olmayacaklardır” dedi. Bu lafı neden mi etti? Meğer Dengir Bey “Feminizm”in kadınerkek çatışması olduğunu sanırmış… Partisinin İl Kadın Kolları Kongresi konuşmasındaki sözleri şöyle: “AKP ola ça olduğu ve birbirini tamamladığı inancındayız. Dolayısıyla ona karşı saygımız sözde değil özde.” Yaa, işte saygıları sözde değil de özde olduğu için 341 milletvekilinden sadece 30’u kadın… Bu saygıdan dolayı hükümette sadece bir kadın bakan var… Bu saygıdan dolayı kadın vali yok… Bu ne biçim saygıdır ki kotayı reddeder. (Bu konuşmasında Dengir Bey, kota ile kontenjanı da birbirine karıştırmış, bu konuda bilgisizliğini de ortaya koymuş ama artık ona girmeyeceğim, kendisi doğrusunu öğreniversin!) Bu ne biçim özde saygıdır ki, kadını kapatıp, çarşafa, türbana sokup, güneşten, rüzgârdan, Allah’ın ve doğanın nimetlerinden yoksun bırakır; eve kapatır, dışarıda çalışmasını “ahlaksızlık” diye niteler… Uzatmayayım, hepiniz biliyorsunuz! Son zamanlarda ülkemizde kadına yönelik şiddetin hızla arttığına tanık oluyoruz. Öldürmeler, tecavüzler, tacizler… İster istemez AKP zihniyetinin, yani kadını ikinci sınıf, erkekten geri ve aşağı görmesinin, kadını “günah, ahlaksızlık” kaynağı olarak değerlendiren zihniyetin bunda büyük rolü olduğunu düşünüyorum. zeynep?zeyneporal.com Behçet Çelik ödülünü Darüşşafaka Cemiyeti Başkanı Zekeriya Yıldırım’ın elinden aldı. Sait Faik Ödülü Behçet Çelik’e verildi Kültür Servisi 44. Sait Faik Hikâye Armağanı ödül töreni önceki akşam Hasköy’deki Rahmi M. Koç Müzesi’nde yapıldı. Darüşşafaka Cemiyeti ile Yapı Kredi Yayınları’nın (YKY) birlikte düzenlediği ödülü “Gün Ortasında Arzu” adlı kitabıyla Behçet Çelik’in kazandığı geçen hafta açıklanmıştı. Kararı oybirliğiyle aldığı bildirilen Seçici Kurul Doğan Hızlan (başkan), Hilmi Yavuz, Füsun Akatlı, Nursel Duruel, Jale Parla, Murat Gülsoy ve Beşir Özmen’den oluşuyordu. YKY Genel Yayın Yönetmeni Raşit Çavaş’ın açılış ve Seçici Kurul Başkanı Doğan Hızlan’ın ödül gerekçesini açıkladığı konuşmalarının ardından Darüşşafaka Cemiyeti Başkanı Zekeriya Yıldırım öykücü Behçet Çelik’e ödül plaketini sundu. Ödül töreni ve kokteyle yazın ve basın dünyasından kalabalık bir çağrılı topluluğu katıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle