29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 NİSAN 2008 CUMA müzik YORUMLAR Genç müzisyen Özgün, İskender Paydaş’ın tüm müzik tarzlarının iç içe geçtiği projesinde sahne alacak C Pek Fark Yok Dedik Ya! için de rahat rahat kullanabiliriz. Şu, kesin: Bütün çöküş hızına rağmen, Türkiye’nin, emperyal merkezlerden öğreneceği bir şey bulunmuyor. Çünkü bugün içinde bulunduğu karanlığa, biraz da bu merkezler tarafından hazırlandı ve itildi. Sadece, adı geçen dış merkezlerden Türkiye’ye demokrasi ve insan hakları ithal etmeye çalışanlara baktıkça, içimiz acıyor. Cehaletlerine ve iyimserliklerine üzülüyoruz. Bush Amerikası mı, Merkel Almanyası mı, Sarkozy Fransası mı, yoksa Berlusconi İtalyası mı Türkiye’ye ders verecek? Hepsi birbirine benziyor. Ama en çok Almanya ile Türkiye birbirini andırıyor. ??? Örnek mi? Şu sıralarda 25’inci yılını “andığımız” bir basın skandalı var: Hitler’in Günlükleri... “Stern”, malum, o zaman, 1.4 milyon satışlı bir dergiydi ve sonradan sahte olduğu ortaya çıkan bu günlükler üzerinden patlama yapmak istiyordu. Skandalın filmi bile çekildi falan filan. Peki, Stern battı mı? Bugün hâlâ her hafta 1 milyona yakın satan bir haber dergisidir. Onu çıkaran yayınevinin gücü ise çok daha arttı. Sanki çok farklı: Türkiye’de sahiplerinin hortumculuğu mahkemelerle sabitlenen medya organları var. Bunlardan biri, malum.... Şu Dinç Bilgin hikayelerini falan biliyoruz. Bugün o gazetenin hangi yollardan kimlerin eline geçtiğini de. Peki satışı çok mu fark etti? Bugün ne kadar satıyor? Hâlâ Türkiye’nin en çok satan gazetelerinden biri değil mi? Ya televizyonu? O kadar rezalete rağmen... Geçerken verilmiş örnekler bunlar. Baktıkça görülüyor: İki demokrasi arasındaki farklar, abartılacak kadar değildir. Türkiye’de işlerin yolunda gitmediğini hatta bu satırların yazarına göre ülkenin resmen çöktüğünüileri sürmek, onu bu duruma getirenlerden yardım isteme yüzsüzlüğüne davetiye çıkarmak anlamına gelmiyor. Bunlar kendilerine yardım etsinler. Bizim kendi aydın inadımız, yani solumuz, kendimize yeter. Ama bu bitmez tükenmez yardım (“demokrasi ve insan hakları”) çağrılarının sol bir kisve altında yapılmasını affetmek de bir aydın hasleti değildir. Bir uşaklığa ortaklıktır. Bir çağ yangını bu, yeni ortaçağın semptomu da diyebiliriz, onu söndürecek ve yeni bir hayat kuracak olanlar, böyle ortamlardan çıkmaz, onları kurutan inatlardan çıkar. Peki, tersi? Batı’daki sözde “sol çatı partileri”, bir tür siyasal “knowhow” diyelim, Türkiye’de çare diye pazarlamaya çalışmanın solla ne ilgisi var, anlamış değiliz. Bu “ithalatçı bayağılığın” uzun bir süre daha birilerini meşgul edeceği anlaşılıyor. 7 Müziğin harman yerinde bir arada Hatice TUNCER Popüler müzik dünyasının tanınmış besteci ve prodüktörü İskender Paydaş, pop müziğin son yıllarda parlayan genç ismi Özgün ile aynı sahnede buluşacak. Paydaş’ın müzisyen arkadaşlarıyla oluşturduğu İskender Paydaş Performance, 22 Nisan’da Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde verdiği konserde müzik tarzlarının iç içe geçtiği bir program hazırladı. Paydaş şarkılarının funk, rock, oriental, elektronik seslerle harmanlandığı konserde Özgün, sesiyle konserin konuğu oldu. İskender Paydaş ve Özgün ile Rumelihisarı’nda Muamma Bar’da buluşup hem konser programının ipuçlarını aldık hem de müzik yolculuğundaki hikâyelerini dinledik. Murat Ejder, Toygun Sözen, Murat Yeter, Gökay Semercioğlu, Erdinç Şenol’dan oluşan İskender Paydaş Performance, sanatçının bugüne kadar Türk pop müziğine bestelediği aranjmanlarıyla katkıda bulunduğu şarkıları farklı tarzlarda yorumlayacak. Paydaş ve arkadaşları bu şarkıları kendilerine göre nasıl uyarlamışlar ve sonunda “tanınmaz hale” sokmuşlar! İskender Paydaş, asıl amaçlarının şarkıları bahane ederek kendi istedikleri gibi müzik yapmak olduğunu anlatıyor. Kayahan’dan Mirkelam’a, Ajda Pekkan’dan Şebnem Ferah’a, Emre Altuğ’dan Aşkın Nur Yengi’ye geniş bir müzikal yelpazede sanatçıların albümlerinde prodüktör, aranjör ve besteci olarak imzası olan İskender Paydaş’ın kendisini ifade edebildiği müzik de bu tarzların iç içe geçmesi olabilirdi ancak. 1960’lı ‘70’li yılların öncü müzisyenlerinden Muhittin Paydaş’ın oğlu olan İskender Paydaş, babasının Lordlar Ormine akort ediyorum. Bazı rolleri oynamak için o rollerin havasına bürünmeye çalışan oyuncuların ruh hali gibi. Sonuçta tek amaç bu albümler çıktığında konserler olduğunda insanların takdirini kazanabilmek. Buna ulaşmak için de bazen deli gibi çok çalışıyoruz. Bazen sevmediğimiz ya da çok sevdiğimiz ama insanların anlamasından kuşku duyduğumuz şeyleri de atıyoruz. Çünkü ‘Bir an önce sevilsin ve bir an önce biz alkışları görelim’ diye uğraşıyoruz.” AHNEDE BAŞARILI OLAN KAZANIR İnternet üzerinden müzik dinlenmesi ve çeşitli nedenlerle CD ve kaset satışlarının büyük ölçüde düşİskender Paydaş Performance, mesi nedeniyle “müzik 22 Nisan’daki konserinde Paydaş’ın bugüne sektörü bitti” diyenlere karşın İskender kadar imzasını attığı şarkıları alışılmış formların dışında sunacak. Pop müziğin son yıllarda parlayan Paydaş “kendi istediği müziği yapaismi Özgün’ün solist olarak sahne alacağı konser, kestrası’nın evdeki provalabilmenin” rahatlığıfarklı sesler arayanlar için elektronik denemeler, rının içinde büyümüş. Pernı yaşıyor: küsyon ustası Okay Temiz’in “Bana göre sanat distorşın gitarlar, enstrüman sololarıyla bir İtalya’dan getirdiği davulla, orpara ettiği zaman sanatmüzik ziyafetine dönüşeceğe kestranın Şan Tiyatrosu’ndaki bir lıktan çıkmaya başlıyor. Pabenziyor. konserinde bile çalmış. 6 yaşında başlara etmemeye başladığında gerçekdığı piyano dersleri İstanbul Devlet ten tekrar sanat haline dönüyor. Müzik Konservatuarı’nda devam etmiş, ama zında bir olay meydana getiriyor. Türsadece insanları eğlendirmek ya da ağbir süre sonra bırakmış. kiye’de genellikle şarkılar aslında çok latmak için yapılmıyor. Tarzını koyu1986 yılında Kayahan ile çalışmaya güçlü değil. Sözler iyi olabiliyor ama yorsun, plakçı da gelip ‘Bu çok satar, az başlayan İskender Paydaş, Mirkelam’ın melodi açısından güçlü olmadığı için satar’ demiyor, zaten satmıyor. İyi konilk albümüyle müzikal kimliğini ortaya ser veren her zaman kazanır şu anda aslında orada dinlediğiniz aranjörün koydu ve Türkiye’nin en iyi aranjör ve Türkiye’de. Zamanında aristokrasinin yaptığı bir müzik haline geliyor. Baştan prodüktörlerinden biri olarak müzik destek verdiğine benzer şekilde sokakaşağı roman yazmak gibi bir şey.” dünyasındaki yerini aldı: taki insanın para vermeden müzik dinİskender Paydaş, bu kadar geniş yel“Prodüktör genellikle birkaç istisna lemesini sağlayacak büyük şirketlerin pazede yorumcularla çalışmayı, çok çadışında albümü her şeyiyle belirleyen sponsorlukları gündeme geldi. Yani biz lışarak ve yaptığı işe tamamen kendini insan oluyor. Nasıl şarkı söylenmesi gede ona göre kendimizi adapte ediyovererek başarıyor: rektiğinden repertuvarın nasıl olması ruz ve müzik yapmaya devam ediyo“Ben çok türlü prodüktörüm, her segerektiğine kadar karar verip kendi tarruz.” ferinde kendimi başka bir yaşam biçi OSMAN ÇUTSAY pey olmuş; bu köşeye başladığımızdan beri, hep Batı demokrasileriyle Türkiye demokrasisi arasında öyle aman aman, daha “bilimsel” bir ifadeyle söylersek, “nitel” bir fark bulunmadığına dikkat çektik. Hatta, örneğin “Alman demokrasisi” ile “Türk demokrasisi” arasındaki paralelliklerin 1945 sonrasında, ancak görmek istemeyenlerin göremeyeceği boyutlarda olduğunu vurguladık. Hata mı yaptık? Pek değil. 1970’lerin ortasına doğru, dünya sistemi içinde Türkiye’nin sorumluluğunu büyük patron ABD adına uhdesine alan Almanya ise eğer, siyasal yaşamdaki benzerliklerin, paralelliklerin önemli boyutlara ulaşması normal karşılanmalıdır. Öyle. Daha açığı ise şöyle: Almanya ve Türkiye, 1990’a kadar, ABD için “Sovyet tehdidine” karşı iki cephe ülkesiydi. Antikomünizmin cephe çizgisi, tüm aşırılıkları ile, bu iki önemli ve birbirine yakın demografik, askeri, jeostratejik özelliklere sahip ülkeden geçiyordu. Bunun etkisiz kalması ve söz konusu ülkeleri birbirine yaklaştırmaması mümkün değildi. Farklı bakmaya alıştırırsak gözlerimizi, önemli paralellikleri –farklı yoğunluklarda da olsahemen saptayabiliriz. Yoksa, 70’lerin ilk yarısında, dönemin Alman başkenti Bonn’dan ve örtülü ödenekten, daha açığı istihbarat kaynaklarından İspanya, Portekiz ve Türkiye’ye aktarılan milyonlarca marka bir anlam veremeyiz. Sosyalizm tehlikesine karşı antikomünist güçlere dağıtıldığı sanılan bu yardım, “kayıtsız kuyutsuz milyonlarca mark”, başka türlü nasıl açıklanabilir? Kısıtlı ayrıntılar, ömrünün akşamını sürdürmekte olan ve çocukluğunun bir bölümünü Türkiye’de geçirmiş bir muhafazakar politikacının, Walter Leisler Kiep’in anılarından öğrenilebilir. Kitap olarak da var: “Brücken meines Lebens” (Ömrümün Köprüleri). Ama, “kısıtlı” ayrıntılar... Bugünlerde Siemens’teki kara kasaları ve dağıtılan milyarlarca avroluk rüşveti yazan, Alman araştırmacı gazeteciliğinin yüz aklarından Hans Leyendecker’in, yıllar önceki bir telefon görüşmemizde de belirttiği gibi, böyle şaibeli bir paranın Türkiye’de kimlere ulaştığını, boyutlarını vs hâlâ bilemiyoruz. Leyendecker’e göre, artık öğrenmek de mümkün değil. Eğer yaşayan aktörlerden biri “ifşaatta” bulunmazsa. Neyse... Sonuçta biz, böyle şeylerin “arızi” olmadığını düşünmemek için yeterince gerekçeye sahibiz. Çünkü bu iki ülke arasındaki ilişkiler ağı, ne astüst ilişkisi gibi tanımlanan alışılmış emperyalizm teorilerine ne de Amerikan hegemonyasına sığıyor. Benzerlikleri aklımızda tutmak ve bazen öne çıkarmak zorundayız. ??? Her durumda, “Dinime küfreden Müslüman olsa” veya “Tencere dibin kara, seninki benden kara” gibi anlamlı deyimlerimizi, biri “gelişkin” diğeri “azgelişkin” iki demokrasi E S Klasikten popa Ankara’da kafelerde çalıp söylemeye başlayarak pop müziğe adım atmış. Konservatuvar eğitimini bir yandan yürütürken bir yandan Ankara’da çeşitli mekânlarda çalıp söylemiş. Polonya’da bir konservatuvarda klasik müzik eğitimini sağlamlaştıran Özgün, dört yıl Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda sözleşmeli olarak görev yaparken iki yıl da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda araştırma görevlisi olarak çalışmış. Ama kendi şarkılarını yazıp söyleyerek kendini ifade edebilmek, kendisini daha iyi hissetmesine neden olmuş: “Senfoni orkestrasında uzun yıllar kadro sınavı açılmadı. Ama hayatınızı da devam ettirmeniz gerekiyor. Barlarda da şarkı söyleyerek hayatımı devam ettirmek istemiyordum. Klasik müzikte ya da kendi istediğiniz müziği değil, zaten var olan bir formun içerisinde yer alıyorsunuz. Senfoni orkestrasının o yılki programı belli oluyor, size çalacağınız eserler getiriliyor. Bunlar tabii ki hoşuma gidiyor ama bu şekilde orkestrada viyola çalarak kendini ne kadar ifade edebilirsin? Şu anda Türkiye’de o kadar çok değerli klasik müzik sanatçısı var ki. Ama bir tek Fazıl Say’ı ismen biliyoruz. Say, kendini iyi ifade edebiliyor, kendi bestelerini yapabiliyor. Ama viyola daha çok bir eşlik enstrümanı olduğu için büyük ihtimalle bir orkestrada çalışacaktım. Sınav da açılmayınca kafamda başka düşünceler oluşmaya başladı.” VİYOLAYI BIRAKMADIM Ankara’da sahne aldığı dönemde yazdığı “Elveda” şarkısının çok beğenilmesi, Özgün’e pop müzik çalışmalarını sürdürmek için için cesaret vermiş ve bir albüm yapma fikri doğmuş: “Kendi yaşadıklarımı hissettiklerimi kâğıda, notaya dökebiliyordum. Ben de popüler kısmında daha iyi müzikler yapabileceğimi düşünüyorum. Ama bu viyola çalmayı bıraktığım anlamına gelmiyor. Kendimi müzisyen olarak görüyorum. Hayatımın da bundan önceki 1516 yılında nasıl klasik müzikle haşır neşir olduysam hayatımın bu döneminde bir müzisyen olarak popüler müzikle uğraşıyorum. Belki 5 sene sonra zevklerim çok değişecek.” Tolga Tezsevin’in yapımcılığını üstlendiği “Elveda” albümüyle 40’tan fazla ödül kazanan ve iyi bir çıkış yapan Özgün, ikinci albümü “Nöbetçi Âşık”ta İskender Paydaş ile çalıştı: “Aslında ilk albüm acemiliğimize hem de çok aceleye gelmişti. Ben daha Batı’ya yönelik bir soundumuz olsun istiyordum. İskender Ağabey ile Nöbetçi Âşık’ta çok daha modern, çok daha keyifli bir albüm yaptık. Tabii ki işin mimarı İskender Ağabey.” yılında çıkardığı 2005 “Elveda” albümüyle dikkatleri çektikten sonra geçen yıl Seyhan Müzik tarafından yayımlanan “Nöbetçi Âşık” albümüyle pop müzikteki yerini sağlamlaştıran Özgün, aslında klasik müzik kökenli bir müzisyen. Halen Sakarya Üniversitesi Müzikoloji Bölümü’nde yüksek lisans eğitimi gören Özgün 1967 Eskişehir doğumlu. Anadolu Üniversitesi Çocuk Korosu’nda müziğe başlayan Özgün, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Viyola Bölümü’ne 1990 yılında girmiş. Arkadaşlarının etkisiyle cutsay?gmx.net Türk kadınlar Rice’a mektup yazdı Elçin POYRAZLAR WASHİNGTON ABD’deki Türk Amerikan derneklerinin kadın yönetici ve üyeleri ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a AKP kapatma davasına yönelik Washington’dan gelen açıklamaları eleştiren bir mektup gönderdi. ABD yetkililerinin AKP’yi destekleyen ve kapatma davasını eleştiren açıklamalarda bulunduklarını anımsatan mektupta, Rice’a buna benzer açıklamalardan kaçınma çağrısında bulunuldu. Rice’ın konuya yönelik açıklama yapacağı yönündeki duyumların “dedikodudan” öteye gitmeyeceği ümidi dile getirildi. Araştırmacı Michael Rubin’in 14 Nisan’da National Review Online sitesinde yayımlanan makalesine atıf yapılan mektupta, AKP’nin Türkiye’yi İslam devletine çevirmeyi hedefleyen gizli gündemi olduğu, Fettullah Gülen’in de aynı hedefi taşıdığı ve AKP yönetime geldiğinden bu yana kadınerkek eşitliğinde gerileme yaşandığı gibi görüşlere yer verildi. Türkiye’nin modern, laik ve demokratik özelliklerinden ötürü ABD’nin müttefiki haline geldiğinin belirtildiği mektupta, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini destekleme ve hukukun üstünlüğüne, anayasasına ve hâkim ve savcılarına saygı gösterilmesi çağrısı da yer aldı. Mektubu hazırlayan dernekler arasında Türk Amerikan Dernekleri Kurulu, Colombiya Bölgesi Türk Amerikan Dernekleri, Amerika Atatürk Derneği, Kaliforniya Türk Amerikan Derneği ve Washington Türk Kadınları Derneği bulunuyor. emal Süreya’nın ünlü şiirlerinden “Ülke”, “Saat Çin’i vurdu birden: p i r i n ç ç ç” diye başlar. Halkımızın günlük yiyecek alışkanlıkları içinde önemli bir yeri bulunan pirinç, fiyatı birden iki katına çıkınca, ülkenin başta gelen sorunlarından biri oluverdi. Vurguncular, para piyasalarındaki alsat eylemleri tıkanınca yerine yeni vurgun alanları aradılar ve mal piyasalarına yönelerek petrolden buğdaya, mısırdan pirince her şeyle vurgun amaçlı oynamaya başladılar. Yabancı dilden bize de geçen sözcükle, “spekülasyon” denilen vurgunculuk eyleminin içinde olanlar, paradan para kazanma yollarını yetersiz bulunca, kendine yeni at oynatma alanı olarak mal piyasalarını buldu. Adına kapitalizm denilen sermaye düzeninin ortaya çıkışından bu yana, piyasanın arz ve talep dengesinin sihirli bir el tarafından düzenlendiğine inanılageldi. Oysa Karl Marx, 160 yıl önce, kapitalizmle insanlığın bir yere gidemeyeceğini, bunun aşıl C DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Ayıkla Pirincin Taşını talep dengesiyle kendi kendini düzenleme yeteneği? ??? Kapitalizmin yeryüzündeki üç yüz yıllık tarihine bakınca, baştan aşağı günahlarla dolu bir geçmişle karşılaşıyoruz. Parayı kendi haline bırakınca, yalnızca daha fazla para kazanmaktan başka hiçbir şey düşünmüyor. İnsanlar aç kalmış, ölmüş, hatta hatta dünya batmış, kapitalizmin umrunda değil. Başka bir şey düşünemiyor. Doğası böyle. İnsanoğlunun bu kendine düşman düzenle bir arada yaşayabilmesi olanaklı değil. Bunu artık dünyanın en zengini Bill Gates’ten Kemal Derviş’e dek, pek çok kişi dile getiriyor. Ülkemizin önde gelen işa ması gereken tarihsel bir aşama olduğunu ilan etmişti. ??? Günümüzdeki manzaraya bakanlar, gelinen noktayı “piyasa fiyaskosu” terimiyle açıklıyorlarmış. Yani Türkçesiyle söylersek, düzeni sağlaması beklenen piyasanın gücünün fos çıkması. Piyasa düzeni ilk kez fiyaskoyla karşılaşmıyor. Ama insanoğlunun unutkanlık hastalığı vardır. Krizler gelip geçince, bir yenisi rahatımızı bozana kadar unutuluyor. Bugün gelinen durum, yani insanların günlük yiyeceklerinin vurguncuların insafına terk edilmesi, piyasanın “yetersiz denetim”ine bağlanıyormuş. E, ne oldu, piyasanın arz damlarından İshak Alaton da, bir toplantıda, “Serbest piyasa ekonomisi artık işlevini yerine getiremiyor mu? Adam Smith öldü sanırım. Çözüm için insanlığın Karl Marx’ı yeniden keşfetmesi mi gerekiyor?” sorusunu ortaya atınca büyük alkış toplamış. ??? Bugün pirincin fiyatını konuşuyoruz. Ama kapitalizmle dünyanın geldiği noktada çok daha temel sorunlar var: Küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi sorunlar, insanlığı da yerküreyi de yok olma noktasına yaklaştırıyor. “Piyasa oyuncuları”, bir gün küresel ısınmanın ya da dünyanın batışının para edeceğine inanırlarsa, ona da para yatırırlar, kuşkunuz olmasın. İnsanoğlu, pirinç gibi günlük dertlerinden kurtulup dünyaya ve topluma bütünlüklü bir bakışla yaklaşıp sorunlarına küresel düzeyde sahip çıkmadıkça, bu pilav daha çok su kaldırır. turgay@fisekci.com Paris ‘Elele’de Abidin Dino akşamı PARİS (Cumhuriyet) – Kısa bir süre önce Abidin Dino’nun yaşamı ve sanatı üzerine üç ciltlik dev bir yapıt yayımlayan Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, “Elele” derneğinde düzenlenen bir gecede, ünlü sanatçımızı anlatacak. 25 Nisan 2008 cuma günü gerçekleştirilecek toplantı Prof. Güzel’in, Abidin Dino ve sanatı üzerine kaleme aldığı yapıtlarının yöntemine ilişkin bilgiler vermesiyle açılacak. Daha sonra, dostları Abidin Dino’yu anlatacaklar ve sohbet edilecek. Konuklar arasında Abidin Dino’nun eşi ve yazar Güzin Dino’nun da yer alacağı bildirilen toplantı, Gaye Petek yönetiminde ve “8 rue Martel, 75010 Paris” adresinde etkinliklerini sürdüren “Elele” derneğinde, saat 18.30’da başlayacak. (Tel: 01 43 57 76 28.)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle