Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 Server Tanilli’den ‘Din ve Politika’ C kitap KULE CANBAZI SUNAY AKIN 25 NİSAN 2008 CUMA Türkiye, İslam dünyasında laikliğiyle tek örnek Server Tanilli’nin yeni kitabı ‘Din ve Politika’, laikliğin iktidarların kargaşasından doğduğu ve bu çözümün ilk kez Fransa’da uygulamaya konuluşuyla başlıyor. Batı’daki ve Türkiye’deki laiklik uygulamalarıyla süren yapıt, laiklikteki çözülmenin durdurulmasının halk eğitimi ile mümkün olduğunu ve bunun önündeki engellerin neler olduğunu gösteriyor. Laiklikteki gelişmeleri ve laikliğin felsefi temellerini anlatan kitap, “Laik Barış”ın dostlarının ve düşmanlarının kimler olduğuna ilişkin bilgilerle sona eriyor. Server Tanilli’nin kitabına yazdığı ‘Önsöz’ü sunuyoruz sizlere. aiklik, yaygın bir söyleyişle, din ile devlet ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması; bir başka deyişle, devlet ve kamu etkinliği alanının din alanındaki kuruluşların yetkesinden bağımsız kılınması, birbirine karışmamaları anlamınadır. Türkçeye Fransızcadan aktarılan “laik” teriminin, Yunancadaki laikos ve Latincedeki laicus kelimelerinin kökünü oluşturan laos’tan (Yunancada “halk”) türetildiği de gösteriyor ki, eski çağlardan bu yana, dinin dışında bir alan olagelmiştir. Ancak, din alanı ile dünya ve kamu işleri alanının birbirinden ayrılmasının bir devlet anlayışına dönüşmesi, modern çağın bir ürünüdür ve kişileri de yakından ilgilendirir: Laik devlette, bireyler dinsel inanç ya da inançsızlıktan, din buyruklarını yerine getirip getirmemekten dolayı kınanmazlar, ayrımcılık görmezler; serbestçe ibadet ederler ya da ibadete zorlanmazlar. İbadet özgürlüklerinin çerçevesi de kamu düzeni anlayışıyla çizilmiştir. Üç mumlu oyuncak pasta!.. Ellerine sağlık sevgili Sunay. Yürekten kutlar, sevgiler ve saygılar sunarım.” Zavallı kardeşim Metin Uca!.. Davetli olarak gittiğimiz pek çok Avrupa kentinde, benimle birlikte sabahın erken saatinde kalkıp, gün boyunca antikacılarda oyuncak aramak zorunda kalan bir dostum da O’dur!.. Metin kardeşim de şunları yazmış ziyaretçi defterine: “Hayatımda hep oyuncaklar vardı… Ama, seninle onlara daha güzel bakmayı öğrendim. Günışığının soluklaştığı bir sonbahar günü, uzak bir Avrupa kentinde harıl harıl oyuncak ararken, ben ilk kırdığım oyuncağı bulmuştum. Daha doğrusu sen bana bulmuştun!.. Ve artık oyuncaklar sadece çocukluk günlerimin anıları değil, aynı zamanda bana hayatı öğreten büyük dersler aldım. Canım arkadaşım, hayatımı güzelleştiren, anlamlandıran girişimler arasında bu müzenin ayrı bir yeri var. Sağol, bana hayatın başka yüzünü de gösterdiğin için!..” İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Dr. İsmail Karamut her konuda danıştığımız ve bilgisini, yardımını hiçbir zaman esirgemeyen dostlarımızdan biri oldu. Yalnızca o mu?.. Hayır… İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin denetçi arkeologları bilgi birikimlerini büyük bir sabır ve içtenlikle aktardılar Oyuncak Müzesi’ne… Onların ışığı altında devam ediyoruz yolumuza… İşte, Sayın Karamut’un ziyaretçi defterindeki düşünceleri: “Oyuncağın insan yaşamındaki önemini ve müzelerin toplumdaki yerini bilen Sayın Sunay Akın’ı yaptıklarından dolayı kutlar, tüm müzelere örnek olmasını dilerim.” Tiyatro sanatının ustalarından Kenan Işık hemen arka sayfaya şunları yazmış: “Oyuncak olmasaydı ‘oyun’, oyun olmasaydı ‘hayat’ olmazdı. Hayal gücümüzü tetikleyip bize hayatı anlamamızı bağışlayan ‘oyuncak’a saygıyla… Ve elbette, bize böyle bir müzeyi bağışlayan Sunay Akın’a da...” O ki tiyatro kokusunu aldık, defterin sayfalarında Salih Kalyon da çıkıyor karşımıza: “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi? Başarının sevilmediği, hatta suç olarak kabul gördüğü bir toplumda ‘işte gerçek insan davranışı’ denebilecek türden bir yaklaşım!.. Yaşamımda ilk kez ‘hemşeri’ olarak övünebileceğim ve ben, sevgili şair kardeşim Sunay Akın’ın hemşerisiyim, diyebileceğim!..” Müzenin defterinden son olarak Sevgili Anjelika Akbar’ın duygularını okuyoruz: “Dünyanın oyuncaklar sayesinde iyileşebileceğine inanıyorum! Çok duygulandım gezerken… Ağladım, güldüm… Müthiş bir seyahat gerçekleştirdim… Herkes, büyük, küçük görmeli, hem de defalarca!!!” 23 Nisan günü, İstanbul Oyuncak Müzesi 3 yaşına giriyor… Kitaplarımı okuyanların, tek kişilik sahne gösterimi izleyenlerin övgüleri, sevgileri bana yetiyor… Sanatçı emeğinin karşılığı olsa da, elime geçen maddi gücü asla kendime ait görmedim, göremedim… Antika oyuncak satın aldım yıllarca ve hâlâ da almaya devam ediyorum… Neden mi?.. Ulusal egemenliğimiz ve çocuklarımız için yarınlarımız bayram olsun diye!.. L Batı’da, önce Fransa’da yeşeren ve oradan yayılan laiklik, Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın bir ürünüdür; ve özellikle Katolik Kilisesi’nin merkezi ve baskıcı yapısına karşı duyulan tepkiden doğdu. Gelişmelerin duraklarında, Akılcılığın ardından Siyasal liberalizm ve Pozitivizm de laikliği savundular. Ancak, şu da önemli: Bu fikri kaynaklardan beslenen laikliğin sınıfsal bir anlamı da vardı; laiklik, feodalaristokratik toplum ve siyaset anlayışına karşı çıkarak iktidara yürüyen burjuvazinin ideolojik, siyasal ve kültürel özlemlerini dile getiriyordu. Özellikle tanrısal egemenlik anlayışına dayalı mutlak monarşilere karşı çıkan ve kapitalist değerlerin yaygınlaşmasında somut çıkarları olan bu orta sınıflar, egemenliğin kaynağının ve kullanılışının dünyevileştirilmesi (milli egemenlik ilkesi) ve toplumdaki değer yargılarının dinsel temellerinden uzaklaştırılarak laikleştirilmesi sürecini başlattı. Laiklik ilkesine yöneliş özellikle Fransa’da (1793) militan bir nitelik kazandı; İspanya (18681876), Portekiz (19081917), Fransa etkisindeki Meksika (XIX. yüzyıl) ile cumhuriyetçi rejimlerde oldukça köklü değişmelerle hayata geçirildi. Çağımızdaki liberal devletler, bazen anayasalarında açıkça belirtmiş olmasa da, laik niteliktedir. Türkiye’de laiklik, çok daha başka özellikleriyle önemlidir: Halifelikle sultanlığı birleştiren teokratik Osmanlı monarşisi, Tanzimat’tan başlayarak Batı etkisinde attığı bütün adımlara karşın, çökmesine değin dinle iç içe devlet olma niteliğini sürdürdü. Ne var ki, Türkiye’de ulusal devlet ve cumhuriyet dönemindeki laik atılımlar, eskileri çok aşan bir sıçrayışa dönüştü. Sonuçta, bir “laik devrim” ortaya çıktı. Ve Türkiye’de laiklik, klasik Batı örneğinden ayrılan önemli özelliklere büründü. Batı’da Sanayi Devrimi, kentleşme ve burjuvazinin yükselişi gibi olgularla birlikte yürüyen laikliğin, azgelişmiş bir tarım toplumunda kökleşebilmesinde büyük zorluklar vardı; bu hep hissedildi. Çok partili yaşama geçildiğinde de, laiklik uygulamasında yeni verilerle karşılaşıldı: Siyasal alandaki liberalleşmenin yol açtığı esnekliklerin yanında, genel oy mekanizması da dinin siyasal alana geri dönmesine ve siyasal amaçlarla kullanılmasına yol açtı. 1950’lerle beraber laiklikten verilen ödünlere, 1961 Anayasası dürüstçe karşı çıktı. 1982 Anayasası, sözde birtakım önlemler alırken barikatları da yıkmış oldu ve gerici akımlara meydanı açtı. Özellikle AKP olayı, başlı başına bir olaydır. Türkiye, İslam dünyasında başta laikliğiyle tek ve örnekti; bugün de öyledir. Ancak, onu laiklik düşmanlarından kurtarmak gibi bir görev de vardır. Din ve Politika/ Server Tanilli / Cumhuriyet Kitapları / 248 s. ÇYDD’den Say’a ödül Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), “Çağdaş Yaşam Cumhuriyet Ödülü”nün ikincisini Piyanist Fazıl Say’a verdi. İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Yerleşkesi’nde düzenlenen törende Say’a ödülünü ÇYDD Başkanı Türkan Saylan sundu. Saylan, ülkemizde milyonlarca Atatürk çocuğu olduğunu belirterek, “Kapatılan Köy Enstitülerini onarıp kültür merkezleri yapacağız. Türkiye karanlık bir dönem yaşıyor. İstiklal marşımız ‘korkma’ diye başlıyor. Bizler korkmayacağız” dedi. Ödül töreninin ardından Say, izleyicilere bir resital sundu. Törene, akedemisyen, işadamı ve sanat dünyasından tanınmış isimler katıldı. (Fotoğraf: VEDAT ARIK) Yaşam İle Ölümün Akrabalığı Antigone’nin İddiası/ Judith Butler/ Çeviren: Ahmet Ergenç/ Kabalcı Yayınevi/ 116 s. Antigone’nin suçu, ağabeyinin cesedini, dayısı Kral Kreon’un yasağına rağmen gömmesidir. Kreon’un huzuruna çıktığında failin kendisi olduğunu inkâr etmeyi reddeder, eyleminin arkasında durur. Yasaklanmış bir yası tutar Antigone. Bu nedenle başkaldırısı, kendisini ölüme sürükleyen bir karakter olarak tartışma konusu olur. Feminizm eksenli tartışmaların isimlerinden Judith Butler, bu kitabında, “Antigone, belirli bir feminist siyaset türünün temsilcisi haline getirilebilir mi?” sorusunu irdeliyor. Butler’a göre Antigone, temsil ile temsil edilebilirliğin, aile ile devletin, yaşam ile ölümün eşiğinde bir karakter. Bu yönüyle yasaya başkaldırının bir sembolü. Gereği Düşünüldü/ Cihat T./ April Yayıncılık/ 320 s. “Ayrıntılarına kadar gördüğü ve bir zamanlar insana ait olduğu. başka Avrupa ve Biz/ İlber Ortaylı/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/ 246 s. “Bugün, Türkiye’de Avrupa Birliği denen iktisadî ve siyasî oluşumun kültürel boyutu çok az tartışılmaktadır. Kültür bir hayat tarzını ve geçmiş kuşakların mirasını ifade ettiğine göre, Avrupa ve Türkiye bir uyum içinde midir? Tarihsel geçmiş, hal ve gelecek açısından bu uyum sorununun tartışılması şarttır. Oysa toplumumuzda hem idare edenler, hem de idare edilenler, Avrupa Birliği’ni sadece iktisadî refah, serbest işgücü dolaşımı konuları etrafında ve bir kısım çevreler de insan hakları gibi kurumlar açısından düşünmekte olup; asıl önemli sorunun tartışılmasından herkes kaçınmakta, belki de hoşlanmamaktadır. Alman ülkesinden Kohl diye bir başbakan, ‘Biz bunları ne biliriz?” diyor.18. yüzyılın sonunda, bunu hiç çekinmeden söylerim, bizimkinden edebî bakımdan daha kaliteli bir Kur’an çevirisi yapılmış bir ülkede bunu söylüyor! Haberi yok o mirastan, o büyük oryantalist mirastan; yani biz de onları tanımıyoruz, onlar da bizi tanımıyorlar, tanımamakta ısrar ediyorlar.” Prof. Dr. İlber Ortaylı, bu yapıtında, okuyucuyu karşılaştırmalı bir siyasal, toplumsal ve kültürel tarih gezisine çıkarıyor. stanbul Oyuncak Müzesi 3 yaşında!.. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda 3. yaşımızı kutlayacağız. Geride bıraktığımız üç yıl içinde, oyuncak tarihinin en önemli eserlerini müzemize kazandırdık. İstanbul Oyuncak Müzesi, dünyadaki örnekleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bizi yalnız bırakmayan ziyaretçilerimize tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Müzenin ziyaretçi defterlerinde yazılanları sizlerle paylaştım zaman zaman… Bu hafta, defterdeki tanıdık simaların düşüncelerini sunuyorum. İlkine çok şaşıracağınızı biliyorum! Okuyoruz: “Annemi sevdim. Eşimi evdim. Sizin de eşinizi sevmenizden öte saygılı desteğine ne kadar teşekkür ettiğinizi tahmin edebiliyorum. Çocuklar ve anneler… Oyuncakları bile anneler sevdirir insana. Çocukluğumu ve annemi hatırladım. Size ve eşinize teşekkür ediyorum. Sunay Bey, inanıyorum bir daha veya defalarca ziyaretinize geleceğim.” Geldi!.. Gerçekten de defalarca geldi… Hatta, Dubai’den geldiği İstanbul’da, havaalanında kendisini Kars’a götürecek uçağı üç saat havaalanında beklemek yerine, bu dar zamanı Oyuncak Müzesi’ne ayardı. Hiç üşenmeden, Yeşilköy’den Göztepe’ye geldi ve alınan yeni oyuncaklarına hayranlığını dile getirdi. Kim midir bu esrarengiz ziyaretçi?.. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç!.. Bir insanın bedenen zayıf yönlerini, sağlık durumundan dolayı eksikliklerini dile dolamak hiç sevmediğim, hatta tiksindiğim bir tavırdır. Bir gazeteci, “Uyuyan bir Kültür Bakanımız var, ne diyorsunuz?” diye sorduğunda şu yanıtı vermiştim: “Beni bu ülkede Kültür Bakanı’nın gördüğü rüya ilgilendiriyor!”.. Sayın Koç, Oyuncak Müzesi’ne yaptığı ziyaretler sırasında onu takip eden bir tek haberci yoktu!!!... Kültür Bakanı’nın bir şairin kurduğu müzeye yaptığı ziyaretler sırasında neler yaşandığında haber niteliği görmeyen bir basınımız varken, sizce “uyuyan” kim olmaktadır? Duyarlı, nitelikli gazetecilerin alınmadığını, yukarıdaki düşüncelerimden dolayı bana hak verdiklerine inanıyorum. Bunlardan biri de Sayın Uğur Dündar’dır. Yıllardır haberciliğini alkışladığım Sayın Dündar, şunları yazmış müze defterine: “Bugün, eşim ve çocuklarımla müzeyi dolaşırken, sarı renkli otomobilimi ve o günlerde hayal edebildiğim tüm otomobilleri gördüm. Anılarımı ve düşlerimi doya doya yaşadım. Çocuklarımın gözlerinden hayranlıklarını okurken, ben de bu sonsuz emek, sabır ve çabaya hayran oldum. Sözcüklerin yetersiz kalacağına inandığım bu büyük başarı karşısında büyülendim. Akın ailesini yürekten kutluyorum. Demek ki Türkiye’de sadece yolsuzluklar, vurgunlar, hortumcular yok. Çocukların engin hayaller kurabilecekleri böyle bir müzemiz var!..” Spor yazarlığının büyük ustası Cem Atabeyoğlu da müzemizi onurlandıranlar arasında… Her spor sahasına bir heykelini dikecek olsak, hakkını ödeyemeyeceğimiz Sayın Atabeyoğlu’nun düşüncelerine kulak veriyoruz: “İnsan ‘müzelik’ çağa geldiğinde müzeler ve camekândakiler daha büyük önem kazanıyor. İ koşullar altında söylense inanmakta zorlanacağı yüz, birçok yönden tanınamayacak haldeydi. Her şeyden önce, beden sıvılarının neredeyse tamamı bir şekilde çekilip alındığından cesedin yüzü buruşup kafatasına yapışmıştı. İkincisi, boynun duruş açısı, kafaya çok korkunç bir etki veriyordu; adam öğürürken ölmüş gibi ileriye olabildiğince uzanıp, öylece katılıp kalmıştı...” Bu kitap, toplumsal yaşamda gitgide yükselen yozlaşmaya tepki vermeye kararlı ama hastalıklı bir beynin yönettiği katilin, topluma gönderilen birer mesaj olduğuna inanarak işlediği cinayetleri anlatıyor. Yeni Atlantis/ Francis Bacon/ Çeviren: Çiğdem Dürüşken/ Kabalcı Yayınevi/ 158 s. Francis Bacon’ın ölümünden sonra, özel danışmanı ve sırdaşı Guillelmus Rawley, Bacon’ın önce İngilizce kaleme aldığı, ardından Latince yazılan eserlerin ölümsüzlüğüne olan inancıyla birçok ekleme ve değişiklik yaparak Latinceye çevirdiği “Yeni Atlantis”i, 1638 yılında yayımlar. Bu kitap, doğa felsefesiyle ilgili çalışmalar yapan bir enstitüyü tanıtmakla birlikte, bütün yaşamını felsefe ve bilime adamış bir filozofun düşüncesindeki ideal devlet yasalarını ve kurumlarını belirtiyor ve adeta felsefi bir devlet modeli yaratmayı amaçlayan Bacon’ın felsefebilim utopyasını gözler önüne seriyor. İmparator/ Stephen Baxter/ Çeviren: Gamze Özfırat/ Berçem Yayıncılık/ 444 s. Brica, Roma İmparatorluğu’nun soğuk kuzey ucunda yaşar. Latinceyi daha önce ne duyan, ne de konuşan Brica, zor bir doğum sırasında, acıyla kıvranırken, bir dizi Latince sözcük sayıklamaya başlar... “İmparator”, Britanya’nın yerli kabileleriyle, Roma lejyonları arasındaki çarpışmadan, Roma’nın kalabalık caddelerine uzanıyor... Zübeyde Hanım’ın balmumu heykeli evinde İZMİR (AA) Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Mustafa Kemal Atatürk’ün Latife Hanım ile tanıştığı yıllardaki görüntüsünü yansıtan ilk balmumu heykelini, Karşıyaka’daki Latife Hanım Köşkü için yaptı. Köşkte, Zübeyde ve Latife hanımların ilk balmumu heykellerinin de sergileneceği açıklandı. Büyükerşen, daha önce Londra’daki Madam Tussauds Müzesi’nde sergilenen Atatürk’ün balmumu heykeli yapımında çalıştığını, Anıtkabir, Kayseri, Samsun, İnebolu ve Harp Akademileri için de Atatürk’ün balmumu heykelini yaptığını belirtti. Büyükerşen Köşkte sergilenecek Latife Hanım ve Zübeyde Hanım’ın balmumu heykellerinin de Türkiye’de ilk defa yapıldığını kaydetti. (Fotoğraflar: AA)