05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 H A L K L A C L ekonomi İ L İ Ş K İ L E R C İ G Ö Z Ü Y L E 8 ŞUBAT 2008 CUMA Londra’nın hali içler acısı ondra’dayım. Kraliçe’nin ülkesinde, manzara çeşitli yönlerden çok ilginçti. Londralılar henüz genç suçluları yola getirememiş. ABD’de başlayan kriz buraya da gelmiş. İngiliz televizyonunda kapıya dayanan icra memurlarıyla nasıl başa çıkılır dersleri verilmekte. Pencereden girmeye mecbur kalan icra memurlarına da acıdım. Yıllık tatil hakkımdan çalarak gittiğim Kraliçe’nin ülkesinde, manzara çeşitli yönlerden çok ilginçti. Londralılar henüz genç suçluları yola getirememiş. Okullara girerken üst baş aranıyor. Sanki hava meydanlarındaki gibi... Bu konuya tekrar döneceğim. Az sonra... Şaşılacak bir şey yok. ABD’de başlayan kriz buraya da gelmiş. İngiliz televizyonunda, kapıya dayanan icra memurlarıyla nasıl başa çıkılır dersleri verilmekte. Borç içinde nefes almaya çalışan “İngilizlerin hakları nelerdir” anlatılırken bu programı ben de ürkekçe izledim. Bu arada kapı açılmıyorsa pencereden girmeye mecbur kalan icra memurlarına da acıdım. Ben oradayken yılbaşı ucuzluğu devam ediyordu. Özellikle, Oxford Caddesi’nde Beşiktaş pazarı manzaraları hüküm sürüyordu. Ama bu kez “Çantalarınıza dikkat edin” anonsları insanın içini ürpertecek kadar çoktu. “Göç” dev adımlarla ilerliyor. Hollywood’daki senaryo yazarları grevi “Oscar” törenlerini tehlikeye düşürünce, İngiliz Film Endüstrisi’nin devleri sevinç içinde kendi film yarışmaları “Bafta”yı yücelttiler. Gerçekten de bu yıl İngiliz filmleri çok iddialı. Başka bir yazımda, gördüğüm film ve tiyatrolardan söz edeceğim. Aklımdan çıkaramadığım tek bir film var, onun derhal adını vereyim. Mutlaka görün ama mendilinizi hazır tutarak. “Kite Runner” veya “Uçurtmacı” kitabını okumuştum. İlk kez filmi daha çok İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Dinci Demokrasi gibiydi zaten. ABD’nin işgali altında, kukla Irak yönetimine dikte ettirilen politikalarla oluşturulan partilerde, mecliste zaten Müslümanlık üzerinden mezhep çatışması ekseninde ayrışmanın ötesinde bir başka kimlik gündemde yok. Tabii ırkçılık da başta Kürtçülük üzerinden ayrışmada, çıkar çatışmalarında çok belirleyici. Yine de insanın, insanlığın tüylerini ürperten asıl gelişme, hepsi de Müslüman, yani sözde aynı peygambere sonuna kadar bağlı mezheplerden insanların, kadın, çocuk bile ayırmaksızın birbirlerini ibadet yerlerinde toplu katledebilmeleri... ??? Filistinliler, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün önemli lideri Habaş’ı toprağa verdiler. Yaser Arafat’ın El Fetih örgütünden çıkan ikinci lider, Filistin’de, ABD, İsrail oyunlarının tuzağında bölünme, El FetihHamas eksenli iç savaşın, kanlı çatışmaların, elbette bağımsızlık savaşımında başarısızlığın da simgesi. Yine çok çarpıcı görüntülerle yaşadığımız, İsrail ambargolu trajik bir sonuç. İsrail’in kendini savunma adına, Bush’un itirafıyla bile delikli peynir gibi bölünmüş duvarlarla çevrilmiş sınırlar arkasında, aç, ilaçsız, elektriksiz, soğukta kalan insanlar, sonunda bir gece duvarları bombalarla patlattılar. Bir parça ekmek, ilaç için Mısır’a akın ettiler. Batı medyasında durumu özetleyen en trajik karikatürlerden birinde silahla yok edilmeye çalışılan, önü kesilen bir halkın para karşılığı ilaç ve ekmek için koşturma yolunun açılması, emperyalizmin vahşi günümüz tuzakları hicvediliyordu. Şeriatın farklı yorumlarında Filistin Kurtuluş Örgütü ile Hamas iç savaşta, iktidar için çatışırlarken Filistin halkının hakları giderek daha kolay daha acımasız boyutlarda gasp edilebiliyor... İnsan hakları, demokrasi, laiklik, Cumhuriyet, Atatürk devrimleri sayesinde, birbirinden acımasız şeriat yorumları, diktatörlüklerle yönetilen İslam ülkelerinden ayrılabilen tek ülke Türkiye’de, kadının dini inanç üzerinden örtünmeye mahkum edilmesini kimse özgürlük, insan hakkı olarak yutturmaya kalkışmasın... Şeriatın hangi tonundan yorumu yapıldığından bize ne? İnancın gereği olarak, dine göre dayatıldığı varsayılan bir örtünme biçimi, siyasi kimlik, bayrak yapılmış türban, siyasetin odağına yerleştirilmişse, bunun üzerinden siyaset yapılıyorsa neler olabileceği üzerine kadınların iyimser olma, kadın hakkı ve özgürlüğü olarak değerlendirme lüksleri olamaz. Kaybedecekleri çok şey, insan olarak erkeğin yanında eşit birey olma hakları söz konusu... soner?cumhuriyet.com.tr G elelim, suç ve cezalara. 13 yaşında bir genç kızı okulun bahçesinde iki kez bıçakladılar. Nedeni, uyuşturucu trafiğindeki bir çete liderine rakip çetenin uyarısıymış. Dikkatinizi çekerim çete liderinin kız arkadaşı 13 yaşında! Polise soruldu: “Yaralar ölümcül değil, kimse tevkif edilmeyecek” diyerek içimizi rahatlattılar(!). Dosya rafa kaldırıldı. ve gelinine zamanında tavsiye etmiş. Diana da boşandıktan sonra dahi, onu on yıl yanında tutmuş, ona güvenmiş. Şimdi Paul, hayatını kaleme alacakmış. Paranın gücüne ne demeli? Gelelim ünlü manken Kate Moss’a... Otuz dört yaşına bastığı için tam otuz dört saat devam eden bir davet düzenleyen Kate’in, basındaki resimleri içler acısıydı. “Yaşlıdır” diyenlere cevap basitti: Küçük hanım ilk kez 15 yaşında podyumda yürümeye başlamıştı. Eski zamanlarda herkesin büyükannesi 13 yaşında evlendiği için, biz kocamanken bile onlar hâlâ ellilerine varmamışlardı. O hesap... Dönelim başa, suç ve cezalara. 13 yaşında bir genç kızı okulun bahçesinde iki kez bıçakladılar. Nedeni uyuşturucu trafiğindeki bir çete liderine rakip çetenin uyarısıymış. Dikkatinizi çekerim, çete liderinin kız arkadaşı 13 yaşında! Gençler, “Öfkemizi arttırmak için çete liderimizin sevdiği kızı yaraladılar. Daha kötüsünü biz yapacağız” diyorlarmış. Polise soruldu: “Derhal hastaneye kaldırıldı, yaralar ölümcül değil, kimse tevkif edilmeyecek” diyerek içimizi rahatlattılar(!) Dosya rafa kaldırıldı. Manavın biri, portakal çalan bir gencin arkasından bağırmış: “Ne oluyor yahu, geri getir şu portakalı!” Birazdan dört kişiyle dönmüş, portakal meraklısı adamı dövüp oracıkta öldürüvermişler. Matemli aile “Canımızı kurtarmak için Afganistan’dan kaçıp geldik. Düştüğümüz hale bakın” diye boğuşurken, polis, “Olayı gören var mı” diye şahit avına çıktı. Eski dostlar, yeni dostlar derken günler geçti. Ülkeme döndüm, sizi özlemiştim. Sahi, ne var ne yok? BETÛL MARDİN beğendim. Yazar: Afgan Khaled Hosseini. Film çoğunlukla Afganistan’da geçiyor. Bir bölümü de Los Angeles’da. Oyuncular Afganlı, filmin yarısı Afgan dilinde. Bir şaheser... Diğer taraftan ciddi olarak yoğurdumuzu, dolmamızı Yunanlılara, isterseniz uyanın veya uyumaya devam edin “kebap” kelimesini de Hintlilere kaptırmışız. Televizyondaki “Kim Milyoner Olmak İster?” programında “dolmadis”in ülkesi sorulduğunda “Yunanistan” diyen kazandı. Kebapçılarla ilgili bir yazıda ise “kelime kebap değil, kabal veya cebab”dır ve ilk olarak 17. yüz yılda Hindistan’da karşımıza çıkmaktadır deniyor. Yine ben oradayken Prenses Diana’nın “neden, nasıl ve kim” tarafından öldürüldüğü konusu tehlikeli boyutlara ulaştı. İri yarı bir uşak önce “Elimde önemli mektuplar var, ağzınız açık kalacak. Hele bir de günlüğümü görseniz” diye söze başladı ve sonra “Ver bakalım görelim şu günlüğü” denince de mahkemeden bir günlük izin istedi. Allah Allah, uşak günlerce evini aradıktan sonra “bulamadım” diyecek kadar herkesi aptal yerine koydu. Bir söylentiye göre, Paul Burrell adlı bu uşağı, “iyi namuslu, ağzı sıkı” diye Kraliçe’nin kendisi oğluna Kate Moss Krize düşen ‘politbüroya’ sarıldı Ekonomi Servisi Dünya Bankası (DB) küresel ekonomideki durgunluk ve krize yönelik çözümleri, Çinli bir ekonomistten alacak. Merkezi ABD’nin başkenti Washington’daki Dünya Bankası’nın Başkanı Robert Zoellick, bankanın baş ekonomi danışmanı olarak Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) yetiştirdiği uzman Justin Yifu Lin’i atadı. Justin Yifu Lin, 1979’da Çin anakarasının 58 yıllık asi adası Tayvan’dan Çin’e kaçarak başkent Pekin Üniversitesi’nin Ekonomi Araştırmaları Okulu’nda doktora yaptı. Yifu, Çin Komünist Partisi ve politbürosuna yıllarca baş ekonomi danışmanı olarak hizmet vermişti. Yifu Lin ile birlikte ilk kez ABD ve Avrupa dışından bir kişi DB’nin baş ekonomisti olmuş oldu. Dünya Bankası’nın yeni baş ekonomisti artık bir Çinli. nsan hakları, demokrasinin olabilmesi için devletin, kamusal alan düzenlemelerinin dinsel inançlardan, ırksal seçimlerden arındırılmış olmasının olmazsa olmaz koşul olduğu elbette tartışılamaz. Gelin görün ki yeni dünya sömürü düzeni çarklarında, günümüzde emperyalizm gücünü dinler ve ırklar üzerinden siyaset yapılması, insanların öncelikle yoksul ülkelerde, bu eksenlerde çatıştırılmalarından alıyor. Dünyamızın kan gölüne dönüşmesi, deyimin tam anlamıyla en çok yoksul ülkelerde, petrol bölgelerinde kıyametin kopması ırklar, dinler eksenli siyaset eliyle gerçekleştiriliyor... Dünya barış örgütleri etkin bir biçimde sürdürmeye çalıştıkları imza kampanyasıyla 23 yaşındaki Afgan Said Pervez’in idamdan kurtarılabilmesi için seferber oldular... ABD’nin işgaliyle demokrasi adına kurtarılmış(!) Afganistan’da Said Pervez, kadın haklarına ilişkin bir raporu internet sitelerinden indirip çevresinde dağıtmaya kalkışmış. Eylemi dini inançlara, şeriata karşı idamı gerektiren bir suç sayılmış. Söz konusu rapor, ABD işgaliyle Afgan kadınının burkadan kurtarıldığı ilan edilmişken Afganistan’da kadınların nasıl da insan sayılmadıklarını, şeriat adına devam eden ağır sömürüleri anlatıyormuş... Said Pervez’in idamını durdurmak için dünyanın her yerinde imza toplanıyor. Gazete haberlerine baktım da BM adına Afganistan’da görev yapmış Hikmet Çetin’in arabuluculuğuna, telefonlarına da bel bağlanmış. ABD’nin kukla yönetimi Afganistan hükümeti, şeriata teslim; dünya çapındaki ayağa kalkışın bir etkisi olursa belki idamı durdurabilir... ??? İnsan hakları, demokrasi, laikliğin ortaya çıkış noktası, Fransız Devrimi’nin yaşandığı Fransa’da, bugün İngiltere’nin sözde sol partisi kadar ABD yönetimine bağlı sağ iktidarının Cumhurbaşkanı, hafta içinde birkaç konuşmasında birden din kimliği sömürüsü üzerinde kendi kendiyle yarıştı. Bir yandan AB’nin Hıristiyan birliği olduğunu, Müslüman ülke Türkiye’nin AB içinde üyelik yerinin olamayacağını ilan ediyor, diğer yandan laikliğin olmazsa olmaz ilkesi devletin dininin olmamasını ayaklar altına alıp, tüm devletleri dini kimlikli ilan ediveriyor. Bununla yetinmiyor, siyasi geleceğini din üzerinden yürütmek, oy toplamak üzere Hıristiyanlık eksenli politikasını yürütürken göçmenleri kullanmaya, düzen dışına atmaya yönelik olarak da camiler, tarikat, kıyafet özgürlükleri eksenli ödünlerle uyutmanın yollarını seçiyor. ABD, Bush iktidarında Irak’ı işgal ederken bile Evangelizm üzerinde haçlı seferi ilan etmiş İ ÜSİAD, “AKP ve MHP’nin kurdukları türban koalisyonuna” çok kızmış. “Bu laikliği bozar” diyor, doğru söylüyor. Ancak, “AB sürecindeki Türkiye’ye zarar veriyorsunuz; siz AB’ye karşısınız” beyanı ile de yanılıyor. Ardından “MHPTÜSİAD atışmaları başlıyor”. “Sen Türkiye’den yanasın, ben Türkiye’den yanayım” yarışına giriyorlar. Yanlışlar ve doğrular o kadar iç içe girmiş ve karıştırılmış ki, herkes ayrı telden çalmaya başlıyor. Neoliberaller ve kimi Atatürkçüler TÜSİAD’ı alkışlamaya başlıyorlar; “TÜSİAD nihayet Atatürkçülüğü savunmaya soyundu, AKP’nin gerçek yüzünü gördü” diyorlar. Sempatizanları “MHP’nin, TÜSİAD’ın dersini verdiğini” söylüyorlar…Kim haklı? Sıralayalım bakalım: 1) TÜSİAD, “MHP’nin AKP ile birlikte Türkiye’yi dinci bir yapıya götürdüğünden yakınır görünüyor.” Ancak, dinci (ve İslamcı) partinin 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007’de iktidara taşınmasında en büyük desteği TÜSİAD’ın baş patronlarının ABD ile birlikte verdiğini cümle âlem biliyor. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. TÜSİAD’ın, “AKP ile koalisyona başladı diye MHP’yi eleştirmeye hakkı var mı”? Hem İslamcı partiyi iktidar yap hem de Türkiye’yi İslamlaştırıyorlar diye eleştir; biraz çelişki olmuyor mu? 2) Gelelim “AB süreci” üzerindeki TÜSİAD eleştirisine; “AKP ve MHP’nin türban koalisyonu,Türkiye’nin AB sürecini T BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI bozuyormuş!”… Hoppala… Aman efendim bu da nereden çıkt?.. AKP’yi TÜSİAD’la birlikte iktidara taşıyan ABD ve AB değil mi? “Türkiye’ye Atatürk cumhuriyeti yerine İslamcı bir iktidar (ve yapılanma) gerekir” diyenler ve bunu planlayıp uygulayanlar ABD ve İngiltere. İnanmayanlar Rand Corporation’ın 1996 Türkiye raporunu okusunlar. (*) Hal böyle iken MHP’nin, AKP’nin iktidarını güçlendirecek şekilde hem Cumhurbaşkanlığı’nda hem türban sorununda ona arka çıkması, Batı’yı neden rahatsız etsin ki? AKP iktidarını destekleyen Batı… İktidarın gücüne güç katan MHP… ABD ve AB’nin MHP’ye teşekkür etmeleri gerekmez mi? Her istediklerini veren AKP iktidarı MHP sayesinde daha güçlü hale gelmiş. TÜSİAD’ın kalkıp, “AKP ve MHP’nin kafalara taktırdıkları türban AB sürecimizi baltalar” demesi çok garip. Batı bağıra bağıra, “Biz Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Lozan’ı istemiyoruz; onun yerine İslam devleti istiyoruz” demiyor mu? Bush, Gül’ün gözlerinin içine baka baka söylemedi mi? İslam devleti olunca türban da olacak. Yine insaflı davrandılar, “ılımlı İslama uysun diye çene altına bağ koydular”, da Çatışma mı? Atışma mı? Sataşma mı? ha ne yapsınlar? Alın size “ılımlı İslam”, çeneler açık, daha ne istiyorsunuz!.. “Gül’ü seven dikenine katlanır”. Hem Batı’nın tekelleri Türkiye’de istedikleri gibi, çok özel ayrıcalıklarla pazarı işgal edecekler; Ankara’dakiler BOP’a angaje olacaklar, her istediğinizi yapacaklar. Bütün bunlardan sonra “Vallahi türbanınıza katlanamayız” demeye hakları var mı? “Gül’ü seven türbanına katlanır”. Arap kralının entarisine katlanıyorsunuz da sizin rahibelerinizden kopya ettiğimiz Versace marka türbanlı kızlarımızı bize çok mu görüyorsunuz demezler mi adama? TÜSİADMHP atışması bana biraz şike gibi geldi. MHP “Patronlar Kulübü”nü eleştirirken “sermayeye ve Batı’ya karşıymış gibi” bir tavır sergiliyor. Ancak inandırıcı olabilmesi için şöyle demesi gerekirdi. “Türkiye ABD ve AB tarafından BOP ile tehdit ediliyor; Türkiye’nin bu tehdide karşı koyup Lozan’ı ve Cumhuriyeti koruyabilmesi için Rusya ve Çin ile dış politikasını dengelemesi gerekir. Avrasya açılımı kaçınılmazdır.” Sermayeye ve Batı sömürgeciliğine çatarken bunları söyleyemiyor ise “soğuk savaştaki Amerikan milliyetçiliği” sınırları içinde kalır ve inandırıcı olamaz. MHP, ABD ve AB’nin desteklediği AKP’ye, içerden arka çıkarak Batı’yı yeterince memnun etmiş olmuyor mu? Şimdi bakalım: TÜSİAD gözü kapalı ABD ve AB saflarında. AKP, ABD ve AB tarafından tam destek alıyor. Hem TÜSİAD hem AKP BOP’a karşı çıkmıyorlar; destek veriyorlar. MHP, AKP ile koalisyona giderek Abdullah Gül ve türban konusunda onun yolunu açıyor. AKP’nin iktidarını güçlendirmesi ve onun çizdiği yolda ilerlemesi, Washington ve Brüksel tarafından destek alıyor. Bu durumda AKP, MHP ve TÜSİAD’ın aynı cephede olmadığını nasıl söyleyebiliriz? Batı üçünden de memnun… Sanki ortalıkta şike bir maç oynanıyor. Kimileri iyi poliskötü polis numarasına soyunmuşlar. Garip bir iktidarmuhalefet oyunu oynanıyor. Hâkim de, savcı da, avukat da aynı tarafta… Ben TÜSİAD Başkanı Sayın Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın yerinde olsam bir jest yapardım: Türbanı eleştirmek yerine, Versace marka fiyakalı bir türban takıp, Tayyip ve Devlet beylerin ortasırda gazetecilere poz verirdim… Time’a kapak olacağına bahse girerim, işte Türkiye’nin tanıtımı böyle yapılır; reklamın iyisi kötüsü olmaz, reklam reklamdır…Ertuğrul Özkök de Hürriyet’in ön sayfasının tamamını, bir güzel bu resme ayırırdı… (*) AKP, Ordu, Amerika Üçgenindeki Türkiye, sayfa 28, Truva, 2008 www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Kişi başına ilaç tüketimi 134 dolar Genel Sekreteri Güner genel harcamaların artmasına karşın tüketimin düşük olduğunu belirtti AİFD Ekonomi Servisi Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği Genel Sekreteri (AİFD) Engin Güner, genel ilaç harcamalarında, SSK ve yeşil kartlılara eczanelerden alım olanağı tanınmasının ardından yaşanan artışa karşın, Türkiye’de kişi başına yıllık ilaç tüketiminin halen yaklaşık 134 dolar düzeyinde olduğunu belirtti. Bu rakam, Çek Cumhuriyeti’nde 300 dolar, diğer Avrupa ülkelerinde 500 dolar seviyesinde. SD: YASALARA AYKIRI BİR UYGULAMAMIZ YOK Güner, sektördeki gelişmeleri değerlendirirken ilaç tüketiminin artmasının beklendiğini ve kişi başına tüketimin pek çok OECD ülkesinin de hayli gerisinde kaldığını ifade etti. Engin Güner, 2007 itibarıyla hacmi 10 milyar dolara ulaşan Türkiye ilaç pazarının, dünyanın pazarlarından biri durumuna geldiğini söyledi. Öte yandan aynı etken madde ve neredeyse aynı katkı maddesi içeriğiyle farklı tarihlerde, değişik kullanım alanları için ruhsatlandırdığı Proscar ile Propecia adlı ilaçları arasında 12.3 kat fiyat farkıyla gündeme gelen Merck Sharp & Dohme (MSD) Türkiye yetkilileri, Propecia’nın zaten sosyal güvenlik kurumlarının ödeme kapsamı dışında olduğunu belirtti. Cumhuriyet’in gündeme getirdiği konuyla ilgili olarak yaptıkları açıklamada, aradaki fiyat farkını da kullanım alanları farklılığı ile klinik araştırmalara yapılan harcamalara bağladı. MSD Türkiye, fiyatlarının Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan tebliğlere uygun olarak Avrupa Birliği referans ülkelerindeki en düşük fiyat esas alınarak Sağlık Bakanlığı onayı ile belirlendiğini ifade etti. M
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle