Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 ŞUBAT 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Berlinale 58 yaşına giriyor Martina PRIESSNER BERLİN Beş bini aşkın filmin başvurduğu Uluslararası Berlin Film Festivali, bu yıl katılımda yeni bir rekora imza atarken, resmi programda Türkiye’den sadece bir film yer alıyor. Festival kapsamında özellikle İsrail ve Filipin yapımı filmlerin sayıca çokluğu göze çarparken, “Forum” bölümünde Japon filmlerinin ağırlığı görülüyor. Türkiye’den genç yönetmen Seyfi Teoman’ın filmi “Tatil Kitabı” da Forum’da gösteriliyor. ÜRKİYE’DEN RESMİ KATILIM CILIZ KALDI Sinema öğrenimini Polonya’da gören yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi Tatil Kitabı, küçük bir kasabada yaşayan bir ailenin portresini çizen, sakin ve minimalist sinema diliyle dikkatleri üzerine çeken bir film. Forum yöneticisi Christoph Terhechte’nin deyimiyle “biçimsel olarak sıra dışı ve politik anlamda cesaretli yaklaşımlar sergileyen filmlerin” buluşma yeri olan Forum’da, geçtiğimiz yıllarda, Türkiye’den Tayfun Pirselimoğlu’nun Rıza (2007), Semih Kaplanoğlu’nun Meleğin Düşüşü (2005), Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba (1998) gibi uluslararası Taner Birsel Harun Özüağ C 15 Rasgele Konuşunca T alanda büyük beğeni toplayan ve ödüller alan filmleri yer almıştı. Berlinale’nin yarışmalı bölümüne Türkiye’den son katılım ise 2000 yılında Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı ile gerçekleşmişti. Türkiye’den resmi katılımın çok cı lız kaldığı bu yılki Berlinale’de, Türkiye kökenli sanatçıların bir dizi eserini izlemek buna rağmen mümkün olacak. Berlinli genç sinemacı Döndü Kılıç’ın, eşcinsel ve travestilerin karşı karşıya kaldığı devlet, toplum ve aile baskısını konu alan “Das andere Istanbul” (Öte ki İstanbul) adlı belgeseli, etkinliğin ikinci büyük ayağını oluşturan Panorama bölümünde seyirciyle buluşuyor. Generation 14plus adı altında düzenlenen çocuk ve gençlik filmleri bölümünde ise, Türkiye kökenli oyuncuların yer aldığı Danimarka yapımı bir film yer alıyor. Yönetmen Natasha Arthy’nin “Fighter” adlı gençlik filmi, mutlaka tıp okumasını isteyen ailesinin dayatmalarına karşın tek derdi Kung Fu ustası olmak olan 17 yaşındaki Ayşe’nin hikayesini anlatıyor. Türkiye’nin önde gelen sanat küratörlerinden Vasıf Kortun’u ise, Hilal Pelag’ın “A Crime Against Art” adlı filmdeki rolüyle izlemek mümkün olacak. Madrid’de gerçekleştirilen uluslararası bir sanat fuarı kapsamında faaliyetlerinden dolayı mahkeme karşısına çıkarılan bir dizi sanat uzmanının kurmaca hikayesini anlatan film, 2006 yılından beri sinema ve güzel sanatlar arasındaki ilişkiyi ele alan “Forum expanded” bölümünde gösteriliyor. Festivalin sadece sektöre açık olan “European Market” bölümünde ise, yönetmen Abdullah Oğuz’un Mutluluk, Çağan Irmak’ın Ulak, Handan İpekçi’nin Saklı Yüzler ve Selim Evci’nin İki Çizgi adlı filmleri, dış ülkelerde pazar şansı bulabilmek için dağıtımcıların karşısına çıkıyor. Say ve Tanbay’ın dehası ültür sözcüğünün özünde birikim yatar. Birikim, yüzyılların biriktirip bugüne sunduğu değerlerdir. Birikimin günün yenilikleriyle bezenerek sonraki kuşaklara aktarılması ise yarının zenginliğidir. Ne acıdır ki, şu anda Türkiye’de birikimin zenginleşerek yarına evrilmesi yerine çoraklaşmasıyla uğraşıyoruz. Aynı yapıda, benzer eğitimde olan aydınlar dahi zamanını simgesel tartışmalarla harcayıp tarih zincirinin halkalarında onulmaz yaralar açıyorlar. Geçen haftanın en bezgin günlerinde böylesi karamsar düşünceler içindeyken Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Bahar Ayini gösterisini izlemek bir övünç kaynağı oldu. Fazıl Say/ Zeynep Tanbay üretimi olan gösteri, sanatsal başarısının yanı sıra tarihsel açıdan da “kültür” dediğimiz birikimin taş taş üstüne eklendiğinin kanıtıydı: İgor Stravinski ilkel boyların törenlerini inceleyip yirminci yüzyıl başının teknikleriyle donatmış ve Bahar Ayini başlıklı bir bale yapıtı bestelemişti. Fazıl Say, bu yapıtın dörtel piyano uyarlamasına teknolojik katmanlarla bir yenilik getirip aynı piyanoda dört eli de tek kişinin çaldığı bir düzen kurmuştu. Ve Fazıl Say ile Zeynep Tanbay buluşmasında 2008 yılının modern sanat anlayışıyla zenginleşen Bahar Ayini, yarınlara devrolmaktaydı. K LKELCİLİK AKIMI (PRİMİTİVİZM) Çağımızın öncü bestecilerinden Igor Stravinski, Bahar Ayini’ni 191213 yıllarında Paris’te Rus baleleri serisi için yazmıştır. Besteci, ilkel boyları, pagan törenlerini araştırmış, bu insanların esrik devinimlerini müziğe ve dansa aktarmış İ tı. İlkel boyların saflığına özlem aslında 18. yüzyılda başlar: J.J.Rousseau, modern insanın doğadan koptuğunu, yalın duyguları, içgüdülerini ve gizemini yitirdiğini söyler. Romantizmin edebiyatçıları, örneğin Wordsworth, Rousseau’yu bir adım daha öteye götürerek doğadan kopan insanın gerçek benliğini yitirdiğinden yakınır: “Bir pagan olsaydım, aşınmış inançla besli/Durup bu güzelim çayır üzerinde/Bakışlarım daha az umarsız olabilirdi” (Dünya Çoktur Bize1905). 1912’de Kirchner ve Marc gibi Alman ressamlar ilkel boyların tören maskelerini yirminci yüzyılın tuvaline taşırlar. Önceki çağın romantik sanatına bir başkaldırı olan ilkelcilik, plastik sanatlar ve edebiyatta olduğu gibi müzikte de kendini gösterir. Bela Bartok’un 1911’de piyano için yazdığı Allegro Barbaro, piyanonun vurmalı karakterini öne çıkarır. Stravinski’nin Bahar Ayini’nde ki güçlü ritim dokusu, karmaşık akorları ve vurmalı karakteri de 20. yüzyıl müziğinde sonradan daha büyük önem kazanan özelliklerin başlangıcıdır. Stravinski’nin Bahar Ayini, büyük orkestra yapıtı, bale gösterisi ve ikipiyano uyarlaması olarak öncü başyapıtlar arasında yerini almıştır. Nijiski’nin koreografisiyle sahnelenen yapıtın 1913’teki ilk temsili barbarca bulunmuş, ıslıklanmış, domatesler atılarak gösteri durdurulmaya çalışılmış. Yalnız müziğin güçlü vurumsallığı değil, tütüler içinde uçuşan balerinler yerine çuvallara sarılmış çıplak ayaklı dansçılar da tutucu izleyiciyi rahatsız etmiş. Fazıl Say’ın 2000 yılında yayımlanan Teldec etiketli CD’sinde birinci piyanisti ile ikinci piyanistin partileri üst üste kaydedilmişti. Bu CD, Altın Gramofon, Yılın Plağı, En İyi Plak gibi ödüllere değer bulunmuştu. Şimdi konserlerde bilgisayar endeksli bir Yamaha piyanoda Fazıl’ın çaldığı birinci kayıt yer alıyor, o da diğer piyano partisini konser sırasın da aynı klavye üstünde çalıyor. EYNEP TANBAY DANS PROJESİ Bahar Ayini’ni bale yapıtı olarak daha önce İstanbul’da izlediğimizi anımsamıyorum. İlk kez bir modern dans projesi içinde Zeynep Tanbay’ın sunması tarihi bir olaydı. Önce Vivaldi’nin müziklerinden örülmüş bir gösteri sunuldu. Her iki gösterideki ortak payda modern danstı. 18. yüzyılın ve 20. yüzyıl başının müziği, bugünün kültür birikimi olarak sunuluyordu. Akbank’ın dans atölyesi olarak çalışmalarını sürdüren Zeynep Tanbay Dans Projesi’nde çağdaş sanata gönül vermiş dansçılar yer alıyor. Zeynep Tanbay ve Fazıl Say gibi dünya çapındaki iki büyük sanatçımız bu kez Bahar Ayini için bir araya geldiler. Umarız başka projelerde de buluşurlar; dehalarını ve sanat disiplinlerinin birikimini birbirlerine ve yarınlara aktarırlar. Z aşbakan’ın ağzına geleni söyleme huyu olduğunu artık biliyoruz. Dünya sorunlarına ortalama bir mantıkla yaklaşan herkesin söylediklerini kolaylıkla onaylayacağını biliyor oluşundan da kaynaklanabilir bu tutumu. Sarf ettiği lafların çift taraflı bir değerlendirmeye ihtiyaç duyduğunu her defasında hatırlatmak lazım Tayyip Erdoğan’a. Demagojik yaklaşımları öne çıkaran, ilk duyanda “dediklerinde haklı” duygusu uyandıran, ucuz, kolaycı bir üslubu var Başbakan’ın. Bu özelliği çok yazıldı, çizildi, malum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin ilçe kongrelerinde, tümü aynı düşünceye sahip kalabalıklar önünde sarf edildiğinde itirazla karşılaşmayan değerlendirmelerini, tüm Türkiye’yi, o ilçe kongresine katılan delegeler ya da üyelerden ibaret sayarak dile getiriyor, ki artık fazla oluyor bu kadarı. En son yaptığı, “Biz Batı’nın ahlaksız taraflarını aldık” değerlendirmesiydi. Önceki bir yazımda, “Oksidentalizm” olarak bilinen “Batı Düşmanlığı”nın kaynağının Müslüman toplumlar olmadığını, bu düşmanlığın diğer Doğulu toplumlarda baş gösterdiğini yazmıştım. Batı’yı “bizim kültürümüzü zehirliyor” diye suçlayanlar Müslümanlar olmadılar hiçbir zaman. Aksine, İslam tarihinde Batı düşüncesinin temelini oluşturan Yunan medeniyetine hayranlık geniş yer tutar. İlk dönem Müslümanların büyük Yunan düşünürü Platon’dan çok etkilendikleri bilinmez değildir. Öyle ki kullanılan Yunani kavramlar İslam’daki Kelam disiplinini doğurmuştur. Mutezile akımının Yunan medeniyetinden ne kadar etkilendiğini, İslam felsefe tarihinden haberdar olan herkes bilir. ??? Yine de ben Başbakan’ın rasgele konuşmasına takılanlardan değilim. “Düşünmeden konuşarak Batı medeniyetini kötülüyor” diyenlerden hiç değilim. Çünkü, bilmem sevenleri ne der ama, Başbakan Erdoğan’ın, sarf ettiği yukarıdaki sözleriyle aslında Batı’yı eleştirmediğini, onu çok övdüğünü, ciddi bir Batı hayranı olduğunu fark edebildim. Batı’dan, alınabilecek çok şey olduğuna inancının itirafıdır aslında yaptığı. “Ahlaksızlığı aldık” demiş olması, “almamız gereken bir hayli de ahlaki tavır var” demektir. Bu sözlerin ardından Doğu’dan ne alındığını sarf etmesi pek yerinde olurdu ama Erdoğan’ın, tıpkı diğer iİslamcılar gibi, bilinçaltında Doğu kimliğinden uzaklaşma çabası vardır. Batı’nın her yeniliğine karşı çıkan kimi Müslümanların, “aslında hepsi Kuran’da belirtilmiştir” diyerek, Batı kaynaklı buluşlara, keşiflere B Kuran sayfalarında kanıt getirme çabaları bu hayranlığın en üst düzeyini ifade eder. Trajik bir çabadır tabii. Necip Fazıl Kısakürek, şeyhi Abdülhakim Arvasi’nin “İslam terbiyesine en uygun millet İngiliz milletidir” dediğini aktarır. Arvasi bugün yaşasa, İngiliz milletinden ahlakı almadığımız için, tıpkı Erdoğan gibi cümleler kurabilirdi. Yönünü Batı’ya döndürmüş, oradan onay istermiş gibi duran koca bir İslam dünyası var. Yıllar önce, Tony Blair’in “Kuranı inceledim, çok etkilendim” gibi inanmadan sarf ettiği belli olan sözlerini, sanki Kuran’ın Blair’ce onaylanmasına ihtiyaç varmışçasına, yayın organlarının birinci sayfalarında duyuran bir İslami medya var Türkiye’de. Başbakan’ın sözleri gerçekten vahimdir. “Batı’nın ahlaksızlıklarını aldık” demiş olması, “Doğu’dan ahlak adına bir şey almadık” itirafı anlamına gelebilir rahatlıkla. “Doğu Medeniyeti” tutkunları Erdoğan’a sormalılar “Bizde Doğu’dan aldığımız ahlak yok mu?” diye. Erdoğan’ın bu soru karşısında işi zor. “Var” dese, “O zaman ne demeye Batı’dan ahlak dileniyorsun?” sorusuyla karşılaşacak bu kez. ??? Emperyalist Batı’ya hiç muhabbet duymayan biri olarak Başbakan’a sormak isterdim. Rüşveti mi aldık Batı’dan? Türk şairi Fuzuli, Osmanlı kurumlarında rüşvetin yaygınlığını anlatmak isterken “selam verdim, rüşvet değil deyü almadılar” dediğinde Batı bildiğimiz anlamda yoktu bile. Devlet malına gecekondu yapmayı Batı’dan mı aldık? İstanbul Belediye Başkanı olmadan önce devlet arazisine bina kondurmakla suçlanan, ama bu sanki bir suç değilmişçesine belediye başkanı seçilebilen Erdoğan, İngiliz Çalışma Bakanı Peter Hain’in, kendisine yapılan bağışları –cebine attığı için değil zamanında bildirmediği için istifa etmesini bir Doğu ahlakı olarak mı kabul ediyor yoksa? Anadolu’nun bazı yörelerinde, evlenen erkeğin, ertesi sabah evin penceresinden kanlı çarşafı sallayarak, gelinin kız çıktığını, onu artık kadını yaptığını ifade etmesindeki mide bulandırıcılığı da Batı’nın ahlaksızlığı olarak mı görüyor? Sorular çoğaltılabilir elbette. Susunca insan, çok şey biliyor sanılabilir. Pek de işe yaramadıkları anlaşılan danışmanları ara sıra Başbakan’a susmanın daha iyi olabileceği konusunda telkinde bulunmalılar. “Bir söyle bin dinle” öğüdü Doğu kaynaklıdır, hatırlatırım. kemalerdemol@yahoo.co.uk 40. SİYAD adayları açıklandı Kültür Servisi SİYAD’ın (Sinema Yazarları Derneği) her yıl düzenlediği Türk Sineması Ödülleri’nin 40. yıl adayları açıklandı. 70 SİYAD üyesinin 55’inin oylarıyla belirlenen adaylar şunlar: “En İyi Film” dalında “Adem’in Trenleri”, “Kabadayı”, “Mutluluk”, “Sis ve Gece” ve “Yumurta”; “En İyi Yönetmen” dalında Abdullah Oğuz, Barış Pirhasan, Onur Ünlü, Semih Kaplanoğlu ve Turgut Yasalar; “Mahmut Tali Öngören En İyi Senaryo” dalında İsmail Doruk (Adem’in Trenleri); Kubilay Tunçer, Elif Ayan, Abdullah Oğuz (Mutluluk); Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal (Yumurta); Turgut Yasalar (Sis ve Gece) ve Yavuz Turgul (Kabadayı); “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Cem Özer, Haluk Bilginer, Kenan İmirzalıoğlu, Murat Han ve Nejat İşler; “Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu” dalında Fadik Sevin Atasoy, Nurgül Yeşilçay, Özgü Namal, Saadet Işıl Aksoy ve Şenay Aydın. Ayrıca “En İyi Müzik”, “En İyi Kurgu”, “En İyi Sanat Yönetimi”, “En İyi Görüntü”, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ve “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dallarında da ödüller verilecek . umhurbaşkanı, uzun yıllardır rastlanmayan bir uygulama ile çağrılı kimi yazarlarla yemekli toplantılar yapıyor. Bir iki saatlik bir yemekte neler konuşulabilir? Tanışma, hal hatır sorma sonrasında yurt ve dünya, edebiyat ve kültür sorunları mı, ülkenin eğitim düzeyinin nasıl yükseltilebileceği mi? Elbet, aydınların olduğu sofrada suskunluk olmaz, söze bir yerden girilir, laf lafı açar gider. Önemli olan böylesi buluşmalardan beklenen yarar. Yazar dediğimiz insanlar, sözcüklerle kurdukları dünyalarla, getirdikleri farklı bakış açılarıyla içinde yaşadıkları topluma yeni açılımlar sunan kişilerdir. Şaşırtıcıdır yazarlar, beklenmeyeni önünüze koyuverirler. Siz onların açtıkları o pencereden yeni bakışlar, taze görüşler derlersiniz. ??? Yazarların bir başka temel özelliği de, içinde yaşadıkları topluma ve dünyaya karşı muhalif tutumlarıdır. Bir siyasal görüşe bağlanan yazarlar bile, bağlandıkları siyasal akımları eleştirmekten geri durmazlar. Bu yüzden benzer görüşleri de taşısanız, farklı görüşleri de, bir yazar C DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Devlet Sofraları lığı sarayında sık sık sevdiği yazarlarla buluşup konuşmak, tartışmak, görüş alışverişinde bulunmaktan hoşlanırdı. Bu özelliğini daha seçimleri kazandıktan hemen sonra cumhurbaşkanlığı devir teslim töreni sırasında göstererek, törene yeryüzünün kalburüstü yazarlarını davet etmişti. Cumhurbaşkanı olarak yaptığı ilk basın toplantısında da, bir soru üzerine en sevdiği yazarın Yaşar Kemal, son okuduğu romanın da Demirciler Çarşısı Cinayeti olduğunu söyleyerek ünlü yazarımıza olan hayranlığını açıklamıştı. Görevi sırasında ülkesinin kültür hayatıyla da yakından ilgilenerek önemli atılımların yapılmasına önayak olmuştu. Mitterrand’ın bir özelliği de Elysée la konuşmak, zihinsel bir canlanmanın, dirilmenin yolunu açar. Asıl yararı da budur böylesi buluşmaların: Yeni düşünce ufuklarına ulaşmak, oralardan yararlı sonuçlar devşirmek. Elbet bu düşünsel zenginliği tadabilmek için, böyle bir istek içinde olmak da gerekir. Kimi devlet adamlarımızın resimlerle, heykellerle ilgili görüşleri anımsanırsa, böylelerinin sanatçılarla diyalogları bakımından ancak “kısmetsiz” oldukları söylenebilir. ??? Yaşadığı dönemin edebiyat adamlarıyla buluşup konuşmaya meraklı devlet adamlarından biri de Fransa’nın efsanevi cumhurbaşkanı François Mitterrand’dı. İki dönem (14 yıl) kaldığı cumhurbaşkan Sarayı’na davet ettiği yazarlarla baş başa ve zaman sınırlaması olmadan görüşmeyi sevmesiydi. Böylelikle resmi konuşmalardan sıyrılıp gönlünün estiğince, düşüncesinin varabileceği yerlere özgürce ulaşmaya olanak tanıyordu. ??? Ülkemizde, devlet adamlarıyla yazarların yıldızlarının pek barışmadığı bir geçmiş var. Eski kuşaklarda hapse girmemiş, hakkında dava açılmamış yazara pek rastlanmazdı. Sağlıklı, içten ilişkilerin kurulabilmesi için ben olsam, kendime yakın hissettiğim yazarlardan çok, türlü nedenlerle acı çekenleri, muhalif özellikleri öne çıkanları öncelikle çağırmak isterdim. İşte bir yazısı nedeniyle yurttaşlıktan çıkarılmış Demir Özlü, Barış Derneği yönetim kurulunda olduğu için hapis yatan Ataol Behramoğlu, sivri diliyle baş etmenin güç ama zevkli olacağı Leyla Erbil, İsmet Özel... Karşıt görüşlerin tartışmalarından her zaman daha verimli sonuçlar doğar. turgay@fisekci.com Barış Manço ölümünün 9. yılında anıldı Kültür Servisi Pendik Belediyesi, Barış Manço’nun 9. ölüm yıldönümü nedeniyle cuma akşamı Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi’nde bir anma gecesi düzenledi. Gecede Grup Manço Animasyon Ekibi’nin gerçekleştirdiği gösteriden sonra Barış Manço’nun 19 yıllık menajeri Tamer Şahin’in, “Hâlâ Yazıp Çizecek Birkaç Satırım Kaldı” adlı kitabında da yer verdiği anılarını anlattığı bir de söyleşi düzenlendi. Sanatçıyı anma etkinlikleri “Barış Manço 7’den 77’ye Doludizgin Barış ve Sevgi Derneği” İstanbul Temsilciliği’nin düzenlediği “Barış ve Sevgi Günü” ile devam ediyor.