Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 C B dizi 8 ŞUBAT 2008 CUMA Elif karabasandan kurtulmayı bekleyen genç kızlara ‘Çıkış’ oyunuyla yol gösterdi ‘Bir gün uçup gideceğim’ aba kızını eve kapamış. Camlar kapalı. Kepenkler indirilmiş. Dışarıdan gelen hiçbir hava sızıntısı yok. Evde ağır bir koku... Karanlık... Kızın elinde süpürge, su kovası, sabunlu bezler, fırçalar, evdeki kokuyu bastırmak için dört yana sabunlu sular döküyor, silip süpürüyor. Ama her köşeden kara kara böcekler çıkıyor. Böcek ilacı da bitmiş. Baba ile kız sürekli tartışma halindeler, sesler yükseliyor. Bağrışmalar, kavga... Babanın gür ve otoriter sesinin kızın ince, yalvaran sesine karışması... Kız çekip gitmek istiyor. Bu kokuşmuşluktan kurtulmak... Ama dışarısı genç bir kızı tuzağa düşürecek binbir tehlikeyle dolu. Tek güvenceli yer, bu karanlık ev... Baba ahtapot gibi kızı dört yandan sarıp sarmalarken, sahnenin ön planında duran oyuncak taşbebek gözlerini bir açıp bir kapıyor, en sonunda da donuk gözlerle taş kesilip kalıyor. Uzakta kapalı camın önünde ise erotik bir dans sahnesi havada süzülen bir bulut gibi uçup gidiyor. Kız bir gün çekip gidecek... Ama nasıl?.. Yaşadığı karabasandan nasıl kurtulacak? Çıkış nerede? ELİF’İN UYARLADIĞI ‘ÇIKIŞ’ Theater an der Ruhr’un Deneme Sahnesi’nde Adalet Ağaoğlu’nun ‘Çıkış’ oyunundan esinlenerek Elif’in hazırladığı uyarlamayı izliyoruz. ‘Çıkış’ herkes gibi Elif’e de çok şey söylüyor. Çünkü bizde hemen her kızın yaşadıklarını o iki katı yoğunlukla yaşamış. Oysa ailesi diğer göçmen kökenli ailelerden tutucu değil. Dahası, babası yalnız yaşamasına izin verdiği gibi onu sonuna değin destekliyor. Elif’in kıvır kıvır saçlarına, uçuk giysilerine, mini eteklerine, son moda sivri uçlu ayakkabılarına da kimsenin bir şey dediği yok. Bir erkek arkadaşı olduğunu ailesine açıkça söylemese de, Elif’e göre bunu da herkes biliyor. 14 YAŞINDA BAŞKA DÜNYADA AĞLAMAMAYA VE DİRENMEYE KARAR VERİYOR Almanya’da kültür şoku yaşıyor lif’in özgürlüğünü kazanması kolay olmamış. On dört yaşında Almanya’ya gelişini ve burada geçen ilk yıllarını bir karabasan gibi anımsıyor. “Birden modern, özgür bir ortamdan çıkıp türlü baskılar, yasaklar, konu komşu ne derlerle örülü bir işçi gettosunun içine düştüm. Giyimime, yürümeme, konuşmama, her şeyime karışılıyordu. İşin kötüsü, ağzımla kuş tutsam, gene de kimseyi memnun edemiyordum. Yaptığım her şey yanlıştı.” Elif’in o dönemde yaşadığı bunalımın nedeni, doğumunda annesi ölünce çocukluğunun Ankara’nın modern bir semtinde muhasebeci olan dedesinin ve anneannesinin yanında son derecede özgür bir ortamda geçmiş olması, sonra da Almanya’da tam tersi bir ortamın içine düşmesi. Elif’in anlattıkları, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerden gelenlerin yaşadıkları. Nice düşler ve hayallerle Almanya’ya geldiklerinde kendilerini birden bu yabancı ülkede, Anadolu’nun ortasında, inanılmayacak derecede tutucu ve bağnaz bir ortamda buluveriyorlar. Zorla Almanya’ya getirilen Elif, tam bir kültür şoku yaşıyor. TİYATRO OYUNUYLA DEĞİŞEN HAYAT zor döneminde Elif bir tiyatro oyunu izliyor. Oyun, bakıcı bir ailenin yanında ezilen bir çocuğu anlatıyor. Çocuk en sonunda ne kadar acı çekerse çeksin, bir daha hiç ağlamamaya karar veriyor. Artık o da ağlamayacak. Dayanıklı, sağlam ve dengeli olacak. Direnme gücünü geliştirecek. Böylece Elif’in suskunluk dönemi başlıyor. Ne olursa olsun, tek damla bile gözyaşı dökmüyor artık. İki yıl boyunca tek sözcük bile konuşmuyor evde... yaşam alanına dönüşüveriyor. “Sabahakşam okulda kalabilsem ne hoş olurdu. Eve hiç gitO dönemde Elif’e yol gösteren iki mek istemiyordum.” Öğretmenlekitap var. Erdal Atabek’in ‘Kırmızı ri de onu seviyorlar. Işıkta Yürümek’ ve Bach’ın ‘Martı’sı. Çünkü inanılmaz çaba göste‘Kırmızı Işıkta Yürümek’ tam onun sorunuriyor. Belki de sezgisel olarak nu dile getiriyor. “Babamın bana zorla dayatduyumsadığı, okulu bitirmenin maya çalıştığı değerleri bu kitapta okuduklatek kurtuluş olabileceği. Bu rımla karşılaştırdığımda başım dönüyordu. İki duygu, göçmen kuşağından dünyanın arasında nasıl da bir uçurum vardı!” gelen, özellikle genç kızların Onu en şaşırtan da bu kitabın bir erkek tarafından ortak duygusu. yazılmış olması. Kendisine zorla dayatılmaya çalıAileler okuyan kızlarına belşan rolle özdeşleşmeyi reddetmesi onun için tek çıli bir özgürlük alanı bırakıyorkar yol. Diğer martılardan farklı olup kendi yolular çünkü. nu bulmaya çalışan Martı Livington’ın öyküsü ise Elif’i etkiliyor. “Özgürlüğe doğru zahANSLI metli ve yorucu bir yolculuğu anlatan bu öykü, benim öykümdü. Tüm güçlükÜÇÜK KARDELEN’İN Anlattıklarından, onun iyi bir lere ve engellere karşın kendi yoÖYKÜSÜ okula gittiği ve insancıl öğretmenlumu bulabileceğimi anlalerle karşılaştığı sonucunu çıkarıyotıyordu bana.” Elif’in ailesine tepkisi, aslında rum. Bu açıdan da şanslı. kendilerini baskı altında duyan göçÇünkü göçmen çocuklarının içinmen kökenli çocukların gösterdiklede, özellikle de kızların arasında ri tipik bir tepki. Örneğin küçük Belki de onun çocukluk döneonun yaşadıklarının tersini yaşayanKardelen’in öyküsü de Elif’in öyküminde göçmen çocuklarının psikolar da sürüsüne bereket. “Okuyup süne çok benziyor. Kardelen de Elif lojik sorunları alanındaki gelişmeler da ne yapacaksın?”, “Sizin kültürügibi tutucu bir göçmen işçi ailesinin bugünkü kadar ilerlemiş değildi. nüzde kızlar hemen başgöz edilmikızı, okulunda parlak, uyanık, zeki. Bugüne özgü tipik bir gelişme de yor mu”, “Sen boş ver çalışmaya, Ama tam altı yıldır, yani altı yaşınyeni yetişen göçmen kökenli çocuknasılsa ev kadını olacaksın!” gibi dan beri evde tek sözcük bile koların sorunlarına çözüm üretebilsözlerin altında ezilen nice genç kız nuşmuyor. Hiçbir psikolog onun mek için gene benzer sorunları yaşavar. Böylece ataerkil aile yapılanmasırrını çözemiyor. Suskunluk duvarı mış olan bir önceki kuşaktan yararsının getirdiği koşullanma, kadınlabir türlü aşılamıyor. Kardelen’le, lanılması. Kim bilir belki Elif de bu ra yapılan ayrımcılık ve yabancı düşElif’le benim ortak arkadaşımız, zor döneminde kendisini anlayacak manlığıyla da birleşince bir kuşatılsosyal danışman Nur ilgileniyor. biriyle karşılaşsaydı, bunalımlı dömışlığın içinde duyuyorlar kendileElif’in onunla arkadaşlık yapacak nemi atlatması kolaylaşabilirrini. Çoğu cesaretini yitirip okubir Nur Ablası olmamış. di.Okul, Elif için sığınabileceği bir maktan vazgeçiyor. Duvarları nasıl yıkabiliriz O ELİF’E YOL GÖSTEREN İKİ KİTAP G E Ş K öçmen kökenli gençlerle yaptığımız yaratıcı çalışmalarda uzun bir süre duvar imgesi üzerinde duruldu. Duvar nedir, benim için ne anlama geliyor? Duvarın katılımcıların birçoğu için kendine ait bir alan, bir sığınak, bir yaşam alanı anlamına gelmesi, hem göçmen kökenlilerin gelgitli yaşamlarıyla hem de topluma tam uyum sağlayamamanın yarattığı korkularla ilgili olmalı. Çünkü aynı deneyi İÜ Dramaturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği öğrencileriyle uyguladığımızda tersi sonuçlar çıkmıştı. Duvar onların gözünde yalnızca özgürlüğün kısıtlanması anlamına geliyordu. Elif başarılı bir ‘Duvargeçen’ olarak tiyatro atölye çalışmalarında duvarların uyandırdığı olumsuz çağrışımlar üzerinde haftalarca durdu. Beni hangi duvarlar, nasıl sınırlıyor, kafamızdaki duvarlar neler? Beton yığınlarının içinde sıkıştırılmış bir yaşam bize ne sağlayacak, bizden ne götürecek? Betonlaşmanın getirdiği huzur ve güvenceyle götürdükleri arasında nasıl bir oranlama var? Duvarlar nasıl aşılabilir? Duvarları nasıl yıkabiliriz? ? E L İ F ‘Karanlıkta olmak iyi bir şey mi’ ? A L İ “ ‘KÖLELİK YAŞAM’ Babası ve üvey annesinin onun için düşündüğü sıkı eğitim programı: Genç bir kız nasıl davranmalı, oturmalı, kalkmalı, giyinmeli, konuşmalı, ne söylemeli, ne söylememeli, ne yapmalı, ne yapmamalı... Bitmek tükenmek bilmeyen ne ve nasıllarla örülü buyruklarla dolu bu paket programı, zincire vurulma gibi yaşıyor. En ağırına giden de erkek kardeşleriyle aralarındaki ayrımcılık. Erkekler kıllarını bile kıpırdatmazken, ondan yemek pişirmeye yardım etmesi, sofrayı kurması, kardeşlerinin yataklarını yapıp arkalarından dağınıklıklarını bile toplaması bekleniyor. “Kölelik yaşamımın en korkunç yanı, özel yaşamım diye bir şeyin kalmamış olmasıydı. Her şey bana dar ve kapalı geliyordu. Tutukevinde gibi.” ÖZEL YAŞAMI YOK Odasını kardeşleriyle paylaşıyor. Kendine ait bir köşesi bile yok. Üvey annesi sürekli eşyalarını karıştırıyor. Bir kez günlüğüne yazdıklarından dolayı evde kıyamet kopuyor. Ona söylenen, annesi ve babasının onun ne düşünüp ne duyumsadığını bilmeye hakları olduğu. Özel yaşam diye bir şeyin ise söz konusu olamayacağı. Her okul dönüşü evde yeni bir olay... Eşyaları dağıtılmış, günlüğü karıştırılmış, ona gelen mektuplar okunmuş... Aşağılanma duygusu, öfke, çaresizlik... Bitip tükenmek bilmeyen soruşturmalar, uyarılar, azarlar, cezalar... Zehra İpşiroğlu gençlerle birlikte ‘Çocuğumu özgür yetiştireceğim’ ir gün çocuğum olursa özgür yetiştireceğim. Diyalog önemli. Bunun eksikliğini çok çektim. Yani evet ya da hayır demek, kurallar ve yasaklar yerine açıklamaya çalışmak. Çocukta ciddiye alındığı, kabul edildiği ve sadece onun iyiliğinin istendiği duygusunu uyandırmak. Çocuğun yeteneklerini keşfedip onun o yönde gelişmesini sağlamak.” Bugün Elif kendisiyle de, geçmişiyle de barışık. Üvey annesiyle aralarındaki buzlar erimiş, şimdi onu, içinde yaşadığı ortam ve koşulları göz önüne alarak çok daha farklı değerlendirebiliyor. “Belki en SORUNLU ÇOCUK GÖZÜYLE BAKILIYOR En kötüsü de Elif’e konu komşu herkesin sorunlu çocuk gözüyle bakması. Annesi olmayan şu zavallı yetim çocuğa acıması. Konuklar geldiğinde kendi aralarında sürekli onun hakkında fısıldaşıp konuşuyorlar. Sorunlu çocuk Elif, herkesin ilgi odağı. Elif’in içinde büyüyen karanlık, bu havasız ortamda soluk alamama duygusu, boğulacakmış gibi bir duygu... “B kötüsü de çevrenin, konu komşuların baskısı” diyor. “Zavallı yetim çocukla başa çıkılamadığı dedikoduları... Kız çocuğu yetiştirmenin sorumluluğu... Ben çevrenin ne kadar önemli olduğunu Almanya’ya geldikten sonra gördüm. İnsanlar birbirleriyle yapış yapış yaşıyorlar. Sözgelimi etnik ayrımcılığa da ilk kez Almanya’da rastladım. Daha önce Kürt, Yezidi, Alevi, bu kadar çok gruplar olduğunu ve her bir grubun kendi içine kapalı bir yaşam sürdüğünü bilmezdim bile.” Bugün Elif’i en çok şaşırtan, arkadaşlarının çoğunun ne istediklerini çok iyi bilmeleri. Nasıl bir evlilik yapacaklar, kaç çocuk sahibi olacaklar, çocukların adı ne olacak, evin döşemesi nasıl olacak, nasıl bir araba alacaklar, her şeyi kafalarında tasarlamış olmaları. Yaşamlarında hiçbir gizemin, hiçbir heyecanın olmaması. Elif’i şaşırtan sıradanlık, rutinleşme... Yaşam, önceden programlanacak basit bir bilgisayar programı değil ki. Elif’in düşü, Martı Livington gibi uçup gitmek. Dünyayı karış karış dolaşmak. Yeni ülkeler, yeni insanlar tanımak. Hiçbir yere ait olmamak. Bakalım bunu başarabilecek mi? İnsan yıllar yılı başkalarıyla birlikte iç içe yaşayınca, kendi içine dönüyor. Bana ait olan, kimsenin girmeyeceği tek yer benim beynim. Bu açıdan karanlık bir mağaraya benzetiyorum kendimi. İsteyen gelip mağaranın en kuytu yerinde saklanabilir. Dileyeni konuk etmeye hazır iyi bir dinleyici, iyi bir gözlemciyim. Yıllar yılı başka türlü olamayacağını düşündüm... Hiç konuşamayacağımı, kendimi ifade edemeyeceğimi... Sonra birden her şey değişti...” Ali ilk kez üniversitede sürdürdüğümüz yaratıcı yazma çalışmalarında, özellikle de otobiyografik yazmada konuşabildiğini ayrımsıyor. İlk kez korkmadan duygularını dile getirebiliyor. Artık mağaranın karanlığında gizlenmesi gerekmiyor... Artık dilediği zaman o da ışığa çıkabilir... Artık özgür... 14 yaşındayken sığınmacı olarak Almanya’ya gelen Ali: “Okula başladığımda öğretmenlerimi çok sevdim. Benim için şaşırtıcı olan, ilk kez bizlere iyi davranan Almanlarla karşılaşmamdı. Yabancılar polisinde, konsoloslukta, hastanede gördüğüm Almanlar ya hep asık bir yüzle yüksek sesle konuşuyorlar, ya bağırıyorlar ya da bizleri görmezden geliyorlardı. Hepsi birbirinden itici ve korkunçtu. Öyle olduğu için de iki yıldır Almanya’da yaşamamıza karşın Almancayı doğru dürüst öğrenememiştim... Öğretmenlerim bana yepyeni bir yol açtı. Almanca öğrenmeye, derslerimde başarılı olmaya ve liseyi ne yapıp yapıp bitirmeye, onları tanıdıktan sonra karar verdim.” Ali’nin düşü iyi bir öğretmen olmak. Yalnız Türkçe, spor gibi dersleri değil, gerekirse başka dersleri de üstlenmek. Örneğin din dersi. O zaman dünya dinlerini de öğretebilir. Çocukların, hacılarınhocaların söylediği her şeye inanmamalarını sağlayabilir. Dahası, eleştirel bir duruşla dinleri de sorgulamalarına yol açabilir. Ali her bir öğrencisiyle özenle, ayrı ayrı ilgilenecek, ailesiyle de ilişki kurup görüşecek, karşılıklı güvene ve sevgiye dayanan bir diyalog kuracak. Çünkü bu çocuklar, onun çocukları... S Ü R E C E K