28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 OCAK 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Hükümetin vergideki karışık ve çelişkili uygulamaları birçok sektörü sıkıntıya sokuyor KDV’ye AKP ayarı ? Hükümete yakın bir grubun finansal kiralama şirketini satmasının ardından bu alanda da özel tüketimde de kullanılıyor ve vergi kaçağına neden oluyor gerekçesiyle KDV oranı yüzde 1’den yüzde 18’e çıkarıldı. Sarko’nun Medyayla Dansı C 9 ? Bu uygulamadan yeni istihdam sağlayan küçük ölçekli şirketler büyük darbe yedi. Leasing’de KDV arttırılınca yeni yatırımlardaki başlangıç maliyeti 18 kat artmış olacak, işsizlikle mücadele daha da güçleşecek. Devlet bu yıl da vergi gelirlerinin büyük bölümünü “dolaylı” vergi kalemlerinden sağlayacak. 2008’de toplam 171.2 milyar YTL vergi toplamayı hedefleyen Maliye, gelir ve kurum kârı elde edenler ile servet sahiplerinden 56.6 milyar, tüketimden ise 114.5 milyar vergi almayı planlıyor. Buna göre devlet bu yıl her 100 YTL’lik vergi gelirinin 66.9 YTL’sini belli bir gelir, kâr ya da servetin karşılığı olmayan ve herkesten aynı oranda alındığı için vergi adaletini bozan dolaylı vergilerden elde edecek. Alkollü içki kullananlar 2 milyar, dayanıklı tüketim malı satın alacaklar 1.3 milyar YTL özel tüketim vergisi ödeyecek. Cep telefonu abonelerinden toplam 4.6 milyar, banka ve sigorta işlemi yaptıranlardan 3.9 milyar, şans oyunu oynayanlardan ise 400 milyon YTL vergi tahsil edilecek. Akaryakıt ve doğalgaz tüketenler toplam 25.8 milyar, sigara tiryakileri 11 milyar, yeni taşıt alacaklar 4.6 milyar YTL özel tüketim vergisi ödeyecek. ANKARA (ANKA) günlük yeme, içme ve yatak ücretleri de dahil tüm ödemeler üzerinden yüzde 3 “konaklama vergisi” alınacak. Ayrıca bar, gazino, gece kulübü, diskotek gibi yerler de günlük 80 YTL “eğlence vergisi” verecek. Hükümet turizmcilere KDV indirimiyle verdiğini yeni vergilerle geri alacak. ? Pamuk üreticileri ve iplikçiler de 2008 yılına, KDV şoku ile girdiler. Özellikle kütlü ve elyaf pamuktaki KDV oranının toptan teslimlerde yüzde 1’den 8’e çıkarılması sonucu iplikte ithalat ve kayıtdışılık artacak, üretici sayısı ve üretim gerileyecek. ? Firmalar iş makinesi, fırın, bilgisayar gibi üretime katkıda bulunacak araç gerece finansal kiralama yöntemiyle sadece yüzde 1’lik KDV’lerini ödeyerek sahip oluyor, daha sonra bunları çalıştırıp kâr ettikçe, her ay kira öder gibi bedellerini ödüyorlardı. Leasing’de KDV arttırılınca yeni yatırımlardaki başlangıç maliyeti 18 kat artmış olacak, işsizlikle mücadele darbe yiyecek. Murat KIŞLALI ANKARA Hükümet yılbaşında yürürlüğe soktuğu KDV indirimlerinde akollü içkileri dışarda bırakırken buna karşın kendisine oy olarak geri dönecek erzak, yiyecek gibi yardımları vergi dışında tuttu. Buna karşılık tezek, tükenmez kalem, çocuk emziği gibi ana ihtiyaç maddelerinin KDV’si yüzde 18’de bırakıldı. İnsan sağlığı için kullanılan kanın KDV’si ise yılbaşından itibaren yüzde 1’den, yüzde 8’e yükseltildi. Hükümete yakın bir grubun finansal kiralama şirketini satmasının ardından bu alanda da özel tüketimde de kullanılıyor ve vergi kaçağına neden oluyor gerekçesiyle KDV oranı yüzde 1’den yüzde 18’e çıkarıldı ve yeni istihdam sağlayan küçük ölçekli şirketler büyük darbe yedi. Hükümetin yurttaşlar kadar ekonomiyi de sıkıntı içinde bırakan çeşitli KDV uygulamaları şöyle: ? AKP hükümeti, turizmde KDV indirimine ideolojik bakış açısını yansıtarak alkollü içkilerle ilgili kalemlerde indirim yapmadı. Otel, motel, pansiyon ve benzeri konaklama tesislerinde sunulan geceleme hizmeti bedeline dahil edilen alkollü içeceklerin KDV tutarları bile indirim Sigara içen 11, cepten konuşan 4.6 milyar YTL ödeyecek dışı bırakıldı. ? AKP döneminde bazı tarikat ve cemaatlerin vakıf ve derneklerine yapılan bağışların tamamı vergiden muaf hale getirildi. İki yasada yapılan değişikliklerle, “gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan gıda, temizlik, giyecek ve yakacak maddelerinin maliyet bedelinin tamamının gider olarak indirilebilmesi’’ sağlandı. ? Buna karşın Mehmetçik Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi vakıf ve derneklere yapılan bağışlarda ise ancak Bakanlar Kurulu izni veya “kamu yararı olması’’ şartıyla ve sadece ‘’yüzde 5’lik bir vergi indirimi’’ sağlanıyor. ? Et toptancıları yeni yıla şokla girdi. Tavuk, hindi, kaz, kuzu, koyun ve dana gibi küçük ve büyükbaş hayvanların eti ve bağırsağının, toptan satışında yüzde 1 olan KDV’si de yüzde 8’e yükseltildi. ? Seçim nedeniyle ertelenen belediye gelirleri tasarısı yasalaşırsa turistik tesislerde 2008 yılına enflasyon stoku Fiyatlar hiç artmasa bile 12 aylık ortalamalar bazında yüzde 4.1 yükselecek Ekonomi Servisi 2007 yılından 2008’e devreden “enflasyon stoku”, Merkez Bankası ve hükümetin bu yıl için öngördüğü enflasyon hedefinin üzerinde gerçekleşti. ANKA’nın haberine göre, Merkez Bankası 2008 için yüzde 4’lük enflasyon hedefini korurken, tüketici fiyat endeksinin (TÜFE) 12 aylık ortalamasına göre 2007’den 2008’e yüzde 4.1 oranında enflasyon stoku devretti. Buna göre bu yılın tümünde fiyatlar hiç artmasa bile 12 aylık ortalamalar bazında enflasyon bu oranda çıkacak. ÜFE bazında 2008’e devreden enflasyon stoku da yüzde 2.5 oldu. İSMMMO: İddialı hedef çalışanı mağdur ediyor MERKEZ UMUTLU Merkez Bankası, bazı mal ve hizmet kalemlerinin KDV oranlarında, ocak ayında yapılan indirimin etkilerinin yakından izleneceğini bildirdi. Merkez’in “Aralık Ayı Fiyat Gelişmeleri’’ değerlendirmesinde, diğer taraftan, elektrik ve doğalgaz fiyatlarındaki artışların enflasyonu olumsuz etkileyecek olsa da, orta vadede enflasyondaki düşüşün devam edeceğinin tahmin edildiği belirtildi. İşlenmiş gıda fiyatlarında yılın ikinci yarısından itibaren gözlenen yüksek artış eğiliminin, kısmen yavaşlamakla birlikte aralık ayında da sürdüğü Ekonomi Servisi İstanbul Serbest Muhasebeciler Mali Müşavirler Odası (İSMMMO), 2008 yılı için konulan üçer aylık hedeflerin “oldukça iddialı” olduğunu belirterek bu hedeflerin tutturulabilmesi için çeyrek dönemlik enflasyonun daha önce hiç görülmemiş seviyelere inmesi gerektiğini bildirdi. “Enflasyonda Hedefler ve Gerçekler” başlıklı raporda, 2008’in ilk çeyreği sonunda TÜFE’yi yüzde 7.1’e düşürmek için ilk üç aylık dönemde enflasyonun sadece yüzde 1.1’de kalması gerekiyor ancak kuraklık nedeniyle tarım fiyatlarındaki artışın sürmesi, elektrik ve doğalgaz zamları ve asgari ücrette yapılan artış nedeniyle bu oranın tutturulması “hayal gibi görünüyor.” Raporda, “Bu hedefler tutarsa memur enflasyon farkı almayacak, ancak eğer enflasyon hedeflerin 2 puan üzerinde giderse ilk çeyrek sonunda yüzde 3 olacağından daha yarıyıl gelmeden memurun zammı eriyecek. Enflasyon farkları temmuzda yansıtıldığı için de yüzde 1.9’luk enflasyon farkına hak kazanacak olan çalışanlar yılın ikinci çeyreğini enflasyona yenilmiş olarak geçirecek” denildi. kaydedildi. İşlenmiş gıda fiyatlarında kuraklığın gecikmeli etkisiyle devam eden yüksek artışların özel kapsamlı TÜFE göstergelerini olumsuz etkilemeye devam ettiği belirtilen Merkez açıklamasında, diğer yandan, kira ve ulaştırma hizmetlerindeki olumlu seyirle birlikte hizmet grubu enflasyonunun aralık ayında yeniden gerileme eğilimi gösterdiğine dikkat çekildi. tılım, yenilik, değişim, yaratıcılık istiyorsak, sıradanlığa karşı çıkmamız, sıradanlıktan kurtulmaya çabalamamız gerekir. Devrimcilik, belki sıradanlıktan kurtulmanın en yüksek düzeyde itici gücüne ulaşmanın sonucudur. Kaliteli yaşamın, kalkınmanın, daha iyi bir dünya düzeninin temelinde insan ve insan kalitesi yatar. Fazıl Say, Osman Yağmurdereli polemiği sıradanlıkdışı ile sıradanlığın çatışması olarak görülebilir. Fazıl Say, davranışları, değer yargıları, yetenekleri ile toplumumuzda sıradandışılığı; Osman Yağmurdereli ise sıradanlığı, temsil eder. Türkiye’nin temel sorunu, Fazıl Say’ların azlığına karşı, Osman Yağmurdereli’lerin bolluğudur. Halkımızın önemli bölümünün, gerek siyasal tercihleri, gerek toplumsal davranışları, beğenileri, izledikleri TV programları dahil sıradan davranışlar içinde olduklarını ileri sürmek yanlış olmaz. Bununla beraber bazı vatandaşlarımızda umut verici davranışlar gözlemek, geleceğe bir ölçü de olsa umutla bakmamıza olanak veriyor. Bireysel olarak görülse de bende iyimserlik yaratan üç olayı aktarayım. Geçen Kurban Bayramı’nın ilk günü Atatürk Havaalanı’nda Antalya’ya uç A YORUM ÖZTİN AKGÜÇ Sıradanlaşmaya Karşı ci, anlamlı gelir. Olanak ölçüsünde vatandaşlarla kısa süreli söyleşiler yapmaya çalışırım. Trafik karmaşasında taksi sürücüleri ile çoğu kez söyleşi olanağı bulurum. Kimi zaman da sürücüler, içlerini dökecek, görüş alacak birini ararlar. Yakın geçmişte bir taksi sürücüsü bana dert yandı. “Ben TV’de eğlence programları, dizileri izlemem. Bilgimi arttırmaya, eksiklerimi gidermeye çalışırım. Ancak bazı açıklamalar, bana, cahil kafama bile bir şey katmıyor. Sonra bakıyorum hep prof. doktor... Hep doktorlar mı prof. oluyor, bir doktorun ekonomi, hukuk konularında geniş bilgisi olabilir mi?” Baktım sürücünün kastı tıp doktorları, açıklamaya çalıştım; “Doktorluk bir akademik unvan, her bilim dalının doktoru var” diye. “Peki bu hocalar, prof. doktorlar arasında niçin bu kadar ayrı görüşler oluyor?” diye sordu. Ben de “Sen sü mak için oluşan kuyruklarda sıra beklerken, arkadan bir ses duyuldu: “Beşiktaşlı futbolcular geldi” diye. Kısa bir süre sonra bizler sıra beklerken, önümüze geçmiş futbolcuları görünce, söyledim “Bu ülkede ayrıcalıklı muamele görmek istiyorsan ya politikacı, ya futbolcu, ya da zengin olacaksın” diye. Önümde bulunan bir taşıyıcı bana dönüp, “Bu ülkenin futbolcudan, politikacıdan önce bilim adamına gereksinimi var” diye biraz da sertçe tepki vermesi beni gerçekten çok sevindirdi. Böyle düşünen vatandaşların bulunması, sayılarının artması, Türkiye’nin sorunlarını çözmesini kuşkusuz kolaylaştıracaktır. ??? Vatandaşların düşünceleri, değerlendirmeleri, bana çoğu köşe yazarının, medya yorumcusunun, tek yanlı, yüzeysel yorumlarından daha öğreti rücüsün, sürücüler arasında fark var mı” diye bir karşılık sorusu yönelttim. “Tabii var.. hem de dağlar kadar” yanıtını alınca ben de, “Sürücülükte bile bu denli farklar olursa bilim adamlarında farklar daha da büyük olur” yorumunu yaptım. Prof. dr. çok ama prof. dr.’ler arasında da bilgi, kültür, kişilik, yaratıcılık, araştırma yetisi, hatta eğitim açılarından da ölçülemeyecek kalite ve düzey farkı var. ??? Antalya’da Meltem Mahallesi’nde halen Melisa marketi işleten ve sahibi bakkal Hüseyin’i yıllardır tanırım. Sabahları dükkâna girdiğimde, kulağıma hep klasik Batı müziği ezgi ve dinletileri gelir. Hüseyin, TRT Radyo 3’ün sürekli dinleyicisidir. TRT Radyo 3 yayını yeterli değilse, kaset koleksiyonundan seçmeler yapar. Hüseyin bu konuda o denli ileri adımlar attı ki, artık aynı eserin farklı icralarını eleştirebiliyor. Sıradan davranışları bir yana bırakalım. Toplumumuzda bilimin önemini vurgulayan bir taşıyıcı; kendini yetiştirmeye çalışan prof. dr.’lerin eleştirisini yapan bir sürücü; Çankırı’dan gelme klasik Batı müziği tutkunu bir bakkal size sıra dışı gelmiyor mu, sizlere de umut vermiyor mu? aris 15. mahallesindeki Charles Michel metrosunun çıkışındaki gazete bayiini yaklaşık 2 yıldır İranlı bir aile işletiyor. Artık benim çalıştığım saatlere denk geldiği için mi bilemiyorum ama, o 0.50 metrekarelik daracık alanda en sık, 60 yaşlarında görmüş geçirmiş bir insan halli, ailenin annesi olduğunu tahmin ettiğim gözlüklü bir hanım görüyorum. Çoğu zaman orta yaşlı veya yaşlı Fransız, yabancı kadınlarla tatlı tatlı sohbet ediyor. Geçenlerde, yılbaşından sonraydı sanırım, işe yine metroyla gideceğim tuttu. Önü açık, üç tarafı afiş ve plastik vitrinlerle kaplı küçük boy “Kiosque”un (Türkçe ‘Köşk’ sözcüğünden türetilmiş büfe, baraka, gazete bayii ve kulübesi anlamında) dibine tünemiş iki 7075 yaşlarında Fransız bayan bıdı bıdı konuşuyorlardı. Bir yandan yan vitrin ve raflarda duran bazı dergi ve gazetelere bakıyorlar, öte yandan da gazete satıcısı kadına dönüp dönüp ciddi edalarla hayıflanıyorlardı. Sarkozy adını duyunca dikilip kalıverdim. Raflardaki dergi ve gazetelere bakıyormuş gibi yapıp çaktırmadan kulak kabarttım. “Vah vah bu günleri de mi görecektik !” gibisinden laflar ediyorlardı... ??? Bayinin reyonlarında sergilenen, çoğunluğu ParisMatch, Point de Vue, Voici, Closer gibi haftalık, az zevzeğinden aşırı sulusuna, “Pipol” (Fransızların İngilizce ‘people’ kelimesinden türeterek gündelik terminolojiye, basın literatürüne kendi aksanlarıyla kazandırdıkları medyatik zevat sayesinde ekmek paralarını çıkartan yayınlar) dergilerinin, “boyalı” (Olmayan kaldı mı diyeceksiniz, ama...) bulvar basınının kapaklarını inceliyor ve yorumlar getiriyorlardı. Şöyle yan gözle bir baktım. Neredeyse silme bütün dergilerin kapağında Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve yeni büyük aşkı eski manken, şimdilerde şarkıcı Carla Bruni ile el ele, yanak yanağa, Kızıldeniz’de teknede, Mısır’da çarşıda, Disneyland’in sokaklarında vs çekilmiş fotoğrafları vardı. Hatta arada bir Bruni’nin 6 yaşındaki oğlunun Sarkozy’nin omuzuna oturmuş üçlü fotoğrafları da yer alıyordu. Aslında turistik geziye çıkmış genç, mutlu âşık bir çiftten pek farkları yoktu. İnsan, bu kadar tantanada neden, diye sormadan edemiyordu... ??? Bir de madalyonun öteki yüzü vardı. Yazar gazeteci Laurent Greilsamer 7 Ocak tarihli Le Monde gazetesinde yayınlanan makalesinde çok hoş anlatıyor. 194344 yıllarında savaş zenginlerine “BOF” lakabı takılmışmış. “Beurre, Oeufs, Fromage” (Tereyağ, Yumurta, Peynir) sözcüklerinin baş harflerinden çıkan kısaltmaymış. Halen de sonradan görmeler için kullanılan bir deyimdir. Fakat son yıllarda Rusya, Çin, Brezilya, Türkiye gibi hızla “çağ atlayan” (!) ve ya da “çoktan” çağ atlamış ama yine de fazla kolayca para kazananlara bolca rastlanan ülkelerde türeyen yeni zenginleri tanımlamak için kullanılan bir sıfat var: “Blingbling” (Şıngırşıngır). Ortak özellikleri 4x4 arabalara binip, koca koca Rolex saatler takıp, sülün gibi manken veya manken eskileriyle paparazzilerin cirit attığı mekanlarda sıkça boy göstermek. Dedikodulara göre bizim başkanın da benzeri “zevkleri” var. Üstelik “şeffaflık” (!) adına bunları saklamaktan hiç çekinmiyor. Tam tersine... Öyleyse? Fakat bu arada beklen(me)dik gelişmeler oldu. Libération gazetesinin “Blingbling Başkan” unvanını yakıştırdığı kişilik son günlerde yayınlanan üç kamuoyu yoklamasının üçünde birden 7 puana kadar prestij ve güven kaybına uğradı. Ancak gündemde iyi bir fırsat mevcuttu. 5. Cumhuriyet’in kurulduğu 1958’den beri düzenlenen, başkanların diledikleri gibi kullandıkları basınla yılbaşı buluşmaları vardı. Genelde yeni yıl dileklerinin sunulduğu bu randevu bazen ülkenin durumunun tartışıldığı sorucevaplı toplantılara da dönüşebiliyordu. Örneğin, bir önceki cumhurbaşkanı Jacques Chirac 12 yıllık iktidarında gazetecilerle bu düzensiz geleneği 4 kez uygulamıştı. Ülke ekonomisinden yansıyan işaretler pek de parlak değildi. Ticaret açığı rekor seviyedeydi. P Kalkınma hızı yüzde 2’nin üstüne çıkamıyordu. Fransızların morali 1995 yılı düzeyine düşmüştü. Enflasyon yükselme eğilimine girmişti. İşsizlik tüm zorlamalara, istastiki manevralara karşın bir noktanın altına inemiyordu. Yeni yıl fırsatı iyi kullanılırsa kamuoyu eğilimleri değişebilir, karşıt görüşlere etkili bir darbe vurulabilirdi. Her yerde hazır ve nazır başkan, her şeye kadirdi de... ??? Başkan 8 Ocak salı günü saat 11’i 5 geçe 40 ülkeyi temsilen 600’ü aşkın gazetecinin önüne geldiğinde heyecan zirvedeydi. Çoğu zaman 1520 dakika süren yeni yıl konuşması 52 dakikaya uzamış, gazeteciler Putin veya Castro söylevi gibi bir söylevi izlemişlerdi. Ancak “artist” daha kıvrak, daha oynak, daha parlaktı. Söylediklerinin keyfinden kendinden geçen konuşmacı “Yeni Yıl Tebriği”ni bile unutuyordu veya unutuyormuş gibi yapıyordu. İtalyan bir gazetecinin dediği gibi “Scapin’in Dolapları”ndan esinlenen “Berlusconi’nin Dolapları” bile “Sarkozy’nin Dolapları” yanında hafif kalmıştı. 2 saati aşan soru cevaplı tek yanlı ping pong maçından başkan hükmen galip çıkıyordu. Uluslararası bir radyoda çalışan deneyimli bir Fransız gazetecinin deyimiyle, “Sarkozy diyalektiğe mükemmelen hakimdi. Soruyu yönelten muhataplarının karşı görüş belirtme hakkı olmadığı için soruları arzu ettiği ucundan alıp, dilediği gibi evirip çevirip, zaman zaman küstahlığa, aşağılamaya varan bir stille, kimin kötü, kimin iyi olduğuna tek yönlü olarak karar verip basın toplantısını tam bir propaganda makinesine çevirmeyi başardı.” Tipik bir ev sahibini kovan yaman hırsız edasıyla, sanki 15 yıldır bakan seviyesinde iktidarı paylaşmış kişi o değilmiş, iktidar partisinin başkanlığını o yapmamış gibi, daha o sabah iktidara gelmiş “taze bakir” başkan havasıyla konuşuyordu. 8 ay önce cumhurbaşkanı seçilene kadar “satın alma gücü” şampiyonluğu yapıp, Fransızların haftada ortalama 35 saat çalışmaya mecbur olduklarından ötürü az kazanıp az tükettiklerini iddia eden adam gitmiş, yerine “pek gerçekçi”, elinde sihirli değnek taşımadığını ima eden, ama şimdi hangi “bir vakte kadar” gerçekleşeceği meçhul, sol düşünürlerden araklama yeni bir “medeniyet siyaseti” vaat eden, “azla yetinmenin nimetleri”nden dem vuran bir sahte “filozof” gelmişti... ??? “Boşalmış kasaları tekrardan boşaltacak halim yok. Ben bir tek bu iş için seçilmedim...” Ekonomik çıkmazlar karşısındaki iktidarsızlığının itirafını inanılması güç bir “inandırıcılık”, pişkinlikle vurguluyordu. “Hani ‘Satınalma Gücü’nün Başkanı olacaktın? Hani çÇok çalışan çok kazanacaktı’?” sorularını es geçen “atom karınca” dinamik başkan, soru sevgilisi Clara’ya gelince, “Ben de insanım benim de canım var. Üstelik aşkımı, meşkimi kendimden öncekiler gibi saklı, gizli veya devletin parasını harcayarak yapmıyorum” deyip zeytinyağı gibi üste çıkarak, kendinden önceki başkanları isim vermeden kötüleyip, ahlak ve felsefe dersleri vermekten çekinmedi. Bizim Charles Michel metro istasyonundaki gazeteci “Kiosque”nun önündeki Fransız teyzeler, Carla ile Sarko’nun resmine bakıp bakıp, “Ayıp, ayıp bu kadar da olmaz ki. Koskoca devlet başkanına yakışmıyor. Hale bak, Carla’nın çocuğu bile fotoğrafçıları gördüğünde gözlerini örtüyor!” diye yakınıyorlar. Onların uzaklaşmasını bekleyip, İranlı bayii kadına yanaştım. Ne iş yaptığımı, iyi kötü gidişat hakkında neler düşündüğümü biliyordu. “Sormayın” dedi, “Bu hanımlar oylarını Sarkozy’ye vermişlerdi. Şimdi adamın bayağılığı, patavatsızlığı konusunda demediklerini bırakmıyorlar. Bir de emekliliklerine dokunursa...!” Sarkozy medya kanalıyla çok tehlikeli bir dansa girdi. Bakalım Fransızlar iki ay sonra yapılacak Belediye seçimlerinde “Şıngırşıngır” biriyle dans ettiklerinin farkına varabilecekler mi? ugur.hukum@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle