28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 OCAK 2008 CUMA dizi Taliban’ı, El Kaide’yi yetiştirdiği Pakistan’da şimdi farklı dengeler ortaya çıkmış durumda. Pakistan 11 Eylül ardından uluslararası terörle mücadele konusunda ABD açısından hem müttefik hem de cephe ülke konumuna geldi. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı “ileri karakol” görevini üstlenmiş olan Pakistan şimdi kendi topraklarında yetişmiş olan radikal İslamcı örgütlerin hedefi... Diğer yandan da ABD’nin “Pakistan terörle yeterince mücadele etmiyor” baskısı, ülkedeki sıkıntıyı en üst noktaya taşımış. Ülke içindeki siyasi dengeler pamuk ipliğine bağlı. Pakistan ılımlı İslam ile radikal İslam arasındaki siyasi/toplumsal sarmal içinde adeta kıvranıyor. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi ülkenin yapısal sorunlarının çözümü bir yana, kısır siyasi gündem bu konuların sağlıklı biçimde ele alınmasını bile engelliyor. Bugün Devlet Başkanı Pervez Müşerref bir yandan ülkesindeki siyasi ekonomik istikrarı korumaya çaba gösterirken diğer yandan da Washington yönetiminin baskısına karşı koyuyor. Pakistan’da 8 Ocak 2008’de hem eyaletler hem de federal düzeyde seçimler yapılacak. Seçimler öncesi ülkede çok ciddi bir siyasi mücadele var. Bu seçimler aslında ülkenin oldukça çalkantılı geçen kısa siyasi tarihinin belki de kırılma noktasını oluşturacak. Bir yanda ciddi bir tehdit olan radikalizm rüzgârı, diğer yanda bulanık siyasi hava ve ABD’nin şekillendirmeye çalıştığı dış politika... Eski başbakanlar Benazir Butto ile Navaz Şerif seçim meydanlarının en önemli siyasileri durumunda. Gazete manşetleri, Benazir Butto ve Navaz Şerif’in demeçlerinden seçiliyor. Ancak seçim sonuçlarına ilişkin öngörülerin tamamı havada kalıyor. Çünkü seçim sandığının sürprizlere gebe olduğunu hemen herkes biliyor. Bu yazı dizisi, Türkiye’yi “uzaktaki yakın dost” olarak gören Pakistan’da bir hafta boyunca hem hükümet üyeleri hem düşünce kuruluşlarının yetkilileri hem de askersivil bürokratlarla yapılan uzun görüşmelerin sonrasında hazırlandı. Bu yazı dizisiyle ülkenin tarihi perspektifi içinde iç ve dış politikasını, toplumsal ve siyasi gelişmelerini de kapsayacak şekilde bütün bir resmini ortaya koymayı amaçladık. Yapılan değerlendirmelerde karşıt görüşler arasındaki dengeleri korumaya çaba gösterdik. Pakistanlılar için ülkelerini ziyaret eden bütün Türkler “baycan”... Baycan Urduca’da “canım kardeşim” anlamına geliyor. Biz de okuyucularımıza uzaktaki bu yakın dostu anlatmaya çalıştık... SUNUŞ nin 11 Eylül saldıABD’ rılarının ardından başlattığı Afganistan operasyonu ve ardından Irak’ı işgali hem Ortadoğu’da hem de İran’dan Çin’e kadar uzanan coğrafyaya işaret eden “alt kıtada” siyasi, askeri, ekonomik bütün dengeleri değiştirdi. Bir zamanlar Washington yönetiminin Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı önemli bir üs olarak kullandığı, mülteci kamplarından topladığı çocuk yaştaki gençlerle C B 13 İİÇİŞLERİ BAKANI HAMİT NAWAZ HAN ‘Bin Ladin ABD tarafından hayatta tutuluyor’ u noktada, seçim hükümetinde İçişleri Bakanlığı görevini yürütmekte olan emekli general Hamit Nawaz Han’ın ABD’nin Afganistan operasyonunun Pakistan’a olan etkilerine yönelik yaptığı değerlendirmelere dikkat çekmekte yarar var. “Türkiye bizi Keşmir’de, biz de Türkiye’yi Kıbrıs’ta destekliyoruz” sözleriyle Türkiye ile Pakistan arasındaki dostluğa vurgu yapan Nawaz Han’a göre Pakistan, Soğuk Savaş döneminde ABD için “Cephe” ülkesiydi. Bu nedenle dönemin ABD yönetimi Pakistan’a büyük destek verdi. Afganistan’da Sovyet işgaline karşı savaşan militanlar Pakistan’a yetiştirildi: “Terorizm bizim için de büyük bir sorun. Sovyetler’in Afganistan’ı işgali döneminde Pakistan tam cephede yer alıyordu. Taliban, ABD’den büyük bir destek gördü. Sovyet işgali bittikten sonra herkes evine döndü ve Taliban Afganistan’ın yüzde 95’inde denetimi eline aldı. Bütün Afganistan halkı Taliban’ın gösterdiği yolda yürümek zorunda kaldı. Bu durum 11 Eylül 2001 tarihine kadar böylece devam etti. Bu tarihten sonra bütün gözler bize çevrildi. ABD El Kaide’yi hedef aldı. El Kaide, ağırlıklı olarak Özbeklerden ve Araplardan oluşuyordu. Afganistan’ın yerli halkından değil elbette. Bu teröristlerin çoğu başka ülkelerden geliyordu. ABD operasyon yapınca, Taliban ve El Kaide dağıldı ve Afganistan’dan kaçarak Pakistan’a yerleşti.” Pakistan 11 Eylül’ün ardından hem terörün hem de ABD’nin hedefi durumuna geldi ‘Gözden düşen müttefik’ int Müslümanlarının önde gelen siyasilerinden Çaduri Rahmet Ali, 1934 yılında hayalindeki ülkenin adını “Pakistan” koymuştu. Çaduri Rahmet Ali, Hint Müslümanlarının bağımsız bir ülkesi olması için faaliyet göstermiş olan Pakistan Ulusal Hareketi’nin kurucusuydu. ‘Pakistan’ sözcüğü Farsçada ve Hint Müslümanlarının çoğunluğunun konuşmakta olduğu Urdu dilinde, “temizsaf ülke” anlamına geliyordu. Çaduri Rahmet Ali’nin hayalinde Pakistan, Hint Müslümanlarının İslami değerler içinde yaşayacağı, İslami kurallara göre yönetilecek bir ülke olacaktı. Adında da zaten İslamiyete atıf vardı. Bu ad diğer taraftan alt kıta olarak anılan ve İran’dan Çin’e kadar uzanan coğrafyada Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadığı bölgeye de işaret ediyordu. ‘Pakistan’ adı o dönemde İngiliz sömürgesi olan bu topraklardaki “Pencap, Afganya (Kuzeybatı Sınır Eyaleti) Sindh” eyaletlerinin başharfleri ile İran sınırındaki “Belucistan” eyaletinin son hecesinden türetilmişti. H ‘MÜSLÜMAN ÜLKE’ 1906 yılında “Sir” unvanlı Seyyid Ahmed Han, Ağa Han gibi liderlerin öncülüğünde Hint Müslümanları “Tüm Hindistan Müslüman Ligi” Partisi’ni kurdu. Müslüman Ligi’nin Muhammed Ali Cinnah başkanlığındaki 23 Mart 1940 tarihli oturumunda Hindistan’ın Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar arasında bölünmesi kararı alındı. Aslında Cinnah, bağımsızlık kazanmasının ardından Hindistan’ın bir bütün olarak kalmasından yanaydı. Ancak en büyük dini azınlık grubu olan Müslümanlar için İngiliz sömürge yönetiminden gerekli garantiler istiyordu. Bu garantileri alamayınca bağımsız bir “Müslüman ülke” kurulması yönünde tavır aldı. 14 Ağustos 1947 yılında Muhammed Ali Cinnah, Pakistan Genel Valisi oldu ve ülke bağımsızlığını kazandı. İngiliz hukukçu Sir Cyril Radcliffe ülkenin sınırlarını Müslüman nüfusun ağırlıklı olarak yaşadığı bölgelere göre çizdi. Bugünkü Bangladeş’in de içinde bulunduğu topraklar “Pakistan” olarak Hindistan’dan ayrıldı. Bangladeş “Doğu Pakistan” olarak adlandırıldı. Ardından milyonlarca Müslüman, Hindu ve Sih’in karşılıklı göçü başladı. Toplam 12 milyon kişi sınırın iki tarafında yer değiştirdi. Göç sırasında Hindular yüzbinlerce kişinin ölümüne neden olan saldırılarla tarihe kanlı bir sayfa da yazdılar. Aralarında sınır bağlantısı olmasa da 1971’de yaşanan iç savaşa ka dar ikisi tek bir ülkeydi. Hindistan’ın da etkin bir rol oynadığı 1971 iç savaşından sonra iki ülke ayrıldı. Doğu Pakistan, Bangladeş adıyla ayrı bir ülke oldu. Hindistan, ayrılmanın gerçekleşmesi ve Pakistan’ın zor durumda kalması için savaşta Bangladeş’in yanında yer almıştı. Hatta bazı Hinduların ülkesine sığınmasını gerekçe gösterip doğrudan müdahalede bulundu. Bangladeş tarafına askeri yardım bile yaptı. Küreselleşmenin desteklemekte olduğu yerelleşmeyi savunan bazı değerlendirmeler Pakistan’ın ikiye bölünmesini hızlandıran en önemli etkenlerden biri olarak, merkezi yönetimin Bengallilere kendi yerel dillerini kullanmamaları yönünde yaptığı baskıyı gösteriyor olsa da Pakistan gibi çok etnikli bir ülkenin gerçekleri göz önüne alındığında söz konusu gerekçe havada kalıyor. Bugünkü Pakistan sınırları içinde çok sayıda dil rahatça konuşulabiliyor. Bunun önünde de herhangi bir yasak bulunmuyor. O nedenden dolayı ki, ülkenin resmi dili olarak herkesin birbirini anlayabildiği İngilizce ortak dil olarak kabul edilmiş. Pakistan bıçak sırtında... akistan, bu dini kimliği ile 21. yüzyılda oynanan küresel oyunun da önemli bir parçası durumunda. Gerek jeopolitik ve jeostratejik konumu gerek ekonomik ve askeri potansiyeli nedeniyle Pakistan, soğuk savaş döneminde küresel oyun kurucuların ilgi odağı oldu. ABD, SSCB’nin Afganistan’ı işgalinin ardından, Kızılordu’ya karşı mücadelesini Pakistan üzerinden yürüttü. Ülkeyi yakından izleyen Batılı ülkelerin diplomatlarına göre 1979’daki Sovyet işgali ile birlikte “Pakistan halkının kimyası bozuldu”. Afganistan’da savaştırdığı İslamcı militanları Pakistan’da eğitti, ülke içinde radikal İslamın gelişmesine zemin hazırladı. Ülkenin çok etnikli yapısı radikal İslama doğru dönüşüm içine girdi. Batı, “cihat içinde olan” Pakistan’ın askeri yönetimlerine verdiği desteği esirgemedi. Soğuk Savaş döneminde İslamabad ve Washington arasında stratejik bağlar öylesine güçlendi ki, ABD Kongresi Pakistan’a yönelik para musluklarını sonuna kadar açmakta bir sakınca görmüyordu. Ancak bu hava Pakistan’ın en büyük tehdit olarak gördüğü Hindistan’a karşı nükleer kapasite geliştirme çabalarıyla bozulur gibi olsa da asıl sarsıntı 11 Eylül saldırılarının ardından yaşandı. Bu tarihten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Pakistan bugün kelimenin tam anlamıyla iç ve dış sorunlar ile kuşatılmış durumda. ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından Türkiye’nin yaşadığı so PAKİSTAN’IN SORUNU Yani Nawaz Han’a göre Amerikalıların bölgeye gelmesinden sonra El Kaide ve Taliban bu kez Pakistan’ın sorunu durumuna gelmişti. “Bu durum biraz sizin Güneydoğu Anadolu’da yaşadığınız soruna benziyor. Afganistan sınırını kontrol altında tutamıyoruz. Eğer kontrol altına alınmazsa, sınırdan sızmalar devam ederse bu örgütler terörist faaliyetlerine devam edecekler. Asker ve polisin terörle mücadelesi için özel bir bütçe ayırmış durumdayız. Ancak ABD’nin terörle yeterince mücadele etmediğimiz yönünde bizi suçlamak yerine daha çok destek vermesi gerekiyor. Şimdi aldığımız önlemler yeterli değil elbette. Bütün ordumuzu sınıra yığsak yine de geçişleri kontrol altına alamayız. Sınırda akraba olan aşiretler var. Bunların arasındaki geçişleri kontrol etmek mümkün değil.” Peki, Amerika Afganistan operasyonunda başarı sağladı mı? Nawaz Han’a göre başarı sağlamak bir yana, bölgeye müdahalede bulunmak üzere gerekçe oluşturmak için Usame bin Ladin’i hayatta tutan yine ABD... P runların bir benzerini de Pakistan yaşıyor. TALİBAN YÖNETİMİ DEVRİLDİ ABD’nin Pakistan’da yetiştirip Afganistan’da iktidara gelmesine göz yumduğu radikal İslamcı Taliban yönetimi ve El Kaide, New York’ta dünya kapitalizminin simgesi olan İkiz Kuleler’e yapılan saldırılardan sonra hedef tahtasına oturtulmuştu. ABD hiç zaman yitirmeden Afganistan operasyonunu başlattı. Taliban yönetimi kısa sürede devrildi. El Kaide’ye yönelik operasyonlar hızlandırıldı. İşte bu aşamadan sonra Pakistan için süreç tam tersine döndü. Bir zamanlar Pakistan’da yetişen ve Sovyet güçlerine karşı silahlı mücadele yürütmek için Afganistan’a geçen radikal İslamcı militanlar, şimdi ABD’nin askeri operasyonundan kaçarak yetiştikleri coğrafyaya geri dönüyorlardı. Yani Pakistan, ABD’nin Afganistan’a girmesinin İSLAMIYETIN ETKISI İslamiyet Pakistan’ın kuruluş ideolojisini oluşturuyor. Ülkenin resmi adı aslında “Pakistan İslam Cumhuriyeti”. Bugün alt kıta Müslümanlarının ağırlıklı olarak yaşadığı bu topraklarda siyasetten ekonomiye, toplumsal yaşamdan kültüre ve sanata kadar hemen her noktada İslamiyetin etkisini görmek olası. Türkiye’den bakışla çelişki gibi görünse de siyasi yelpaze içinde “laikimsi” İslamcılar da bulunuyor, ılımlı İslamcılar da... Sosyal demokrat eğilimli İslamcılar da, muhafazakâr İslamcılar da, radikal İslamcılar da, hepsi bu yelpazenin içinde. “Olmazsa olmaz” tek koşul İslamcı olmak... Sözün özü, İslamiyeti simgeleyen yeşil rengin her tonunu bulmak olası. Dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta ise İslamcı yelpazenin içinde yer alan bütün grupların radikal İslamcıları kendileri için tehdit olarak görmesi. ardından, radikal İslamcı militanlar için en korunaklı liman durumuna gelmişti. Pakistan için ise günde yüzbinlerce kişinin geçtiği sınır bölgesini kontrol altına almak olanaksızdı. Bu durumun Pakistan için iki önemli sorunu beraberinde getirmesi söz konusuydu. Ülke içinde ABD operasyonundan kaçan radikal İslamcıların sayısının ve etkisinin artması, zaten Ilımlı İslam radikal İslam arasındaki dengede zorlukla duran Pakistan’da rejimi tehdit altına sokacaktı. Diğer yandan da yine ülke içine giren radikal İslamcı teröristlere karşı mücadele etmesi için Washington yönetimi Pakistan üzerinde ciddi bir baskı kuracaktı. Bu iki noktada da Pakistan yöneticilerinin korktuğu başına geldi. Afganistan’dan kaçan teröristler Pakistan için ciddi bir tehdit oldu. Yani Pakistan hem radikal İslamcı terör örgütlerinin hem de ABD’nin hedefi durumuna geldi. ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki en önemli müttefiki artık gözden düşmüştü. ABD Başkanı George W. Bush, Pakistan’ın terörle mücadelede yeterince etkin olmadığını ileri sürüp, Pakistan’da bulunan terör odaklarına karşı doğrudan askeri operasyon düzenleyebileceklerini bile söyleyebiliyordu. Ancak Washington yönetimi eskisi gibi önem vermese de Pakistan’ı bölgede kendi çıkarını oluşturan çerçevenin dışına itmeye cesaret edemedi. MEDRESELER BÜYÜK ÖNEM TAşıYOR “ABD güçleri Afganistan’da büyük şehirler dışında kontrolünü genişletemedi. Amerika’nın gerçek amacı neydi? El Kaide’yi yok etmek mi? Yoksa buraları bombalayıp teröristlerin Pakistan’a, Afganistan’a kaçmasını sağlamak mı? Aynen Irak’ta olduğu gibi... ABD Irak’ta da sınırları kontrol altına alamadı. Kendi yapamadığını bizim yapmamızı istiyor. Mesela kimse Usame bin Ladin’in hayatta olup olmadığını bilmiyor. Bin Ladin ABD tarafından hayatta tutuluyor. Böylece buralara müdahale etmek için gerekçe olarak kullanıyor. Benzer şeyi Irak’ta Saddam Hüseyin ile de yapmıştı. Önce kendi tarafında kullandı, sonra da Irak’a müdahale etmek için gerekçe olarak gösterdi.” Nawaz Han’a göre radikal İslamcı teröristlere sağlanan destek konusunda ülkedeki medreseler de büyük önem taşıyor. Pakistan İçişleri Bakanı, ülke içinde dini eğitim veren medreseleri kontrol altına alamamaktan şikâyet ediyor. Haftaya: Pakistan geleceğini arıyor. ‘Demokrasi mi diktatörlük mü?’, ‘Aşırılık mı ılımlılık mı?’ Pakistan’ın zor yılı... Sunday Times’a konuşan eski FBI çalışanı Sibel Edmonds, üst düzey ABD’li yetkililerin, Pakistan gibi bazı ülkelerin nükleer sırları ele geçirmesine aracılık ettiğini öne sürdü. Edmonds, “köstebek ağı” kuran Türk ve İsrailli ajanların, elde ettikleri bilgileri Pakistan istihbaratı ile paylaştığını iddia etti. Dış Haberler Servisi Amerikan Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) eski Türkçe ve Farsça çevirmenlerinden Sibel Edmonds, siyasi istikrarsızlık yaşayan Pakistan ve diğer bazı ülkelerin nükleer silah teknolojisi edinmelerine, bazı ABD’li üst düzey yetkililerden bilgi sızdıran Türk ajanların yardımcı olduklarını öne sürdü. 37 yaşındaki Azeri asıllı ABD’li Edmonds, İngiltere’de yayımlanan Sunday Times gazetesine yaptığı açıklamada, Washington’da FBI ofisinde çalıştığı dönemde çözdüğü yüzlerce telefon görüşmesi kaydından öğrendiğine göre, üst düzey Amerikalı görevlilerin, bazı ülkelerin kilit öneme sahip birtakım bilgilere ulaşmasına aracılık ettiğini iddia etti. Edmonds, Pakistan gibi bazı ülkelerin, askeri ve akademik Amerikan kuruluşların Bilgileri Türk ajanlar verdi ABD’ li yetkililerden sızdırılan nükleer sırların Pakistan’a aktarıldığı öne sürüldü Gazete, Edmonds’ın, El Kaide üyesi bir teröristin 11 Eylül saldırılarında rol alan kişileri Türkiye’de eğittiği yönündeki ifadelerini duyduktan sonra kendilerini aradığını da belirtti. Gazete, Edmonds’ın, yabancı ajanların, ABD’deki askeri ve nükleer tesislerde “köstebek ağı” oluşturmak için üst düzey Amerikalı devlet görevlilerinden nasıl yardım aldıklarını detaylarıyla anlattığına dikkat çekti. Gazete, Edmons’ın, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki üst düzey bir görevlinin nasıl “satın alındığına” ilişkin delilleri olduğunu söylediğini ve bu suçlamaların hedefi durumundaki bir kişinin ABD yönetiminde önemli makamlardan birini işgal ettiğini aktardı. Gazete, söz konusu kişinin iddiaları reddettiğini belirtirken, Edmonds, “Amerikan çıkarlarına aykırı olarak, para, mevdan bilgi sızdıran Türk ve İsrailli ajanlar üzerinden stratejik sırlara ulaştığını anlattı. Eski çevirmen iddialarına, Libya, İran ve Kuzey Kore gibi ülkelere nükleer sırları sattığı öne sürülen Pakistanlı fizikçi Abdülkadir Han ve El Kaide teröristleriyle yakın ilişkide olduğu bilinen Pakistan eski istihbarat şefi General Mahmud Ahmed’in Türk ajanlarıyla sürekli irtibat halinde olduğunu da ekledi. ki ve politik hedefler karşılığında yabancı casuslara, hem Dışişleri Bakanlığı hem de Savunma Bakanlığı’ndan yüksek gizlilik derecesine sahip bilgileri sızdırarak yardımcı oluyordu” dedi. Edmonds, FBI’nın, üst düzey bir ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi hakkında yabancı ajanlara yardımcı olduğu gerekçesiyle soruşturma açtığını belirterek “Bu konuda FBI’nın sahip olduğu tüm bilgiler kamuoyuna açıklansa, çok sayıda üst düzey yetkili mahkemelik olur” diye konuştu. İran doğumlu bir Azeri olan ve bir süre Türkiye’de yaşadıktan sonra ABD’ye yerleşen Edmonds, 2001’deki 11 Eylül saldırılarından yalnızca 9 gün sonra FBI’da Türkçe ve Farsça çevirmeni olarak çalışmaya başlamış, ancak 2002’de görevden alınmıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle