Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 11 OCAK 2008 CUMA Türkiye, Yaşam ve Siyasal İslam!.. ugünün dünyasında Türkiye’nin de içinde yer aldığı geniş bir coğrafyada, yaşamın birçok alanı “siyasal İslam” tehdidiyle karşı karşıya!.. Önceleri “hak ve özgürlük” olarak görülen ya da gösterilen girişimler, artık toplumlarda birer dayatmaya ve demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelmiş bulunuyor!.. Egemenlik yolunda var olduğu her coğrafyada her alanda faaliyet gösteren siyasal İslam, yasal olsun ya da olmasın her hareketin, her kuruluşun her oluşumun içinde yer alıyor!.. Alan ne olursa olsun, gelişmeleri kendi amaçlarına göre şekillendirmekten geri kalmıyor!.. Etki alanını giderek genişletiyor!.. Her kurumsal yapıda faaliyet gösteriyor!.. Her harekete dinsel nitelik kazandırarak; her girişimi dinsel zemine taşıyarak sonuca ulaşmayı amaçlıyor!.. Yöntem; Afganistan’dan Pakistan’a, Endonezya’dan Malezya’ya kadar her yerde aynı: Var olan bir resmi “dinsel simgeler”le bütünleştirmek, Yaşamın her alanını yavaş yavaş dinselleştirmek, Siyasal İslamın “egemenlik alanı”nı genişletmek, “Laik” rejimi sistemli saldırılarla yok etmek Ve sonunda “devlet”i ele geçirmek!.. Siyasal İslam, egemen olmayı amaçladığı her coğrafyada, bankacılıktan sendikacılığa, eğitimden sağlığa kadar her alanda; biri dinsel nitelikli olmak üzere farklı iki yapılanmaya yol açıyor. Laik yapıyı yok etmek ve yönetimi ele geçirmek için demokrasinin sağladığı tüm olanaklardan yararlanıyor!.. Eli her yere uzanıyor: Türkiye’de başlangıçta “MarksistLeninist” ideolojiyle yoğrulan daha sonra “Kürt milliyetçiliği”ne yönelen “bölücü/ayrılıkçı hareket”i din tabanına oturtmak istiyor. Kurduğu silahlı eylem örgütü “Hizbullah”la, din eksenli ayrı bir girişim başlatıyor. Filistin’de özgürlük için mücadele veren “Sol” kilmikli “Filistin Kurtuluş Örgütü”nün karşısına İslamcı “Hamas”ı çıkarıyor. Irak’ta var olan laik rejimi PENCERE Türbancılık Sahteciliğin Tesettürüdür... zdemir İnce köşesine Kuranıkerim’den kimi ayetleri aktarmıştı.. Birinci ayet Bakara 178: “Ey inananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Özgür kişiye karşı özgür.. Köleye karşı köle... Kadına karşı kadın...” Öteki ayetleri de yayımladıktan sonra, İnce yazısını şöyle bitiriyor: “Birinci ayete göre kısas ve intikam olarak öldürmek yasak değil... (Yasak değilden öte, farz... İ.S.) Üç ayete göre kölelik meşru ve eşitlik geçersiz. Şimdi Kuran hükümleri mi, yoksa Cumhuriyet yasaları mı geçerli? Kararsızlara haber vereyim: Bu kafayla Türkiye çok yakında Pakistan ve Malezya olur.” (Hürriyet, 8 Ocak 2008) ? Türkiye bugün öyle bir noktaya gelmiştir ki halka açık seçik sorulması gerekiyor: Kuranıkerim’in tümüyle ve bütün buyruklarıyla uygulanmasını istiyor musunuz?.. Evet mi?.. Hayır mı?.. Çünkü ülkemizde Müslümanlık siyasetinin aldatıcı görüntüsü altında, dinciler, büyük bir sahteciliği politika olarak yürütüyorlar... Türbancılık yapıyorlar... Oysa erkek ilkelliğinin, tahakkümünün, kıskançlığının siyasette dışavurumunu içeren türbancılık, İslamcılık politikasındaki sahteciliğin tesettürünü oluşturuyor... ? Kuranıkerim bir anayasadır; kamu hukukunu da özel hukuku da saptayan kuralları düzenler... Türkiye’nin çağdaşlaşması, uygarlaşması, demokrasiye geçebilmesi için Kuran’ın kimi buyruklarının ve kurallarının yürürlükten kaldırılması gerekiyordu... Atatürk devrimi budur... 1923 Cumhuriyeti, Aydınlanma devriminin Batı’daki işlevini Anadolu’da yürürlüğe koymuştur. ? Atatürk’e düşmanlığı çok partili rejimin olanaklarından yararlanarak demokrasi maskesi altında yürütmeye çalışan İslamcı takımı, ülkenin bugün vardığı aşamada açık seçik yanıt vermeye zorlanmalıdır: Çok mu Müslümandırlar?.. Atatürk devrimleri kadınlara erkekle eşit miras hakkı tanıdı... Evlilikte erkeğin ‘boş ol’ diye tek tümceyle kadını boşamasını yürürlükten kaldırdı... Kadına nafaka hakkı tanıdı.. Kadına oy hakkı sağladı.. Kadının kafasına türbanı geçiren erkek tahakkümünün İslamcılığı, Kuranıkerim’in buyruklarına göre, kadını ikinci sınıf insan mı sayacaktır?.. Yoksa cümle âlemi aptal mı sayıyor?.. ? Atatürk’e düşmanlıkla İslamcı sahtekârlık birlikte, kol kola, el ele yürüyor... Türkiye, dincilerin toplumu, halkı, ulusu, kutsal İslamı kullanarak kim vurduya getirmesine olanak tanımayacak... Bunun içindir ki Kuranıkerim’i açık seçik öğrenmek ve öğretmek İslamcıların sahteciliğini ortaya çıkarmak için en gerçekçi ve doğru yöntemdir. Basını Bekleyen Tehlike nin yeniden iktidara gelmesi ile birlikte sermayenin el değiştireceği varsayımları gerçekleşiyor. Büyük sermaye gruplarının karşısına yeni rakipler çıkmaya başladı. İnşaat sektöründen sanayiye dek uzanan bir alanda yeni yerli yatırımcıları görüyoruz. Çoğunluğu hükümet destekli bu firmalar büyük ihaleleri paylaşıyorlar. Yeni sermayedarların medyaya olan ilgisi de artıyor. Sabah ve ATV’yi alan Çalık Grubu, Türki cumhuriyetlerde kazandığı parayla yurtiçinde de hızlı bir gelişme içerisinde. Medyaya gösterilen bu ilgi, çeşitlilik açısından bakıldığında olumlu gibi gözükebilir. Ancak Turgut Özal döneminde başlayan ücretsiz gazete dağıtımı, bugün büyük oranda pazar payını ele geçirmiş durumda. Bedava gazete dağıtımını ilk başlatan, Enver Ören’in sahibi olduğu Türkiye gazetesi olmuştu. Gazete dağıtıcılarındaki satışı 25 binleri bulan Türkiye gazetesi, süreç içerisinde satış rakamlarını 200 binlere dek çıkardı. Türkiye gazetesini, Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesi takip etti. Yine, gerçek satış rakamları 30 binleri bulmayan Zaman, bugün “bedava dağıtılarak’’ satışını 800 binlere dek çıkardı. Bir süre önce Zaman gazetesi yöneticileri, hedeflerinin 1 milyon gazete “satmak’’ olduğunu açıklamışlardı. Zaman gazetesini Bugün gazetesi örnek aldı. Çıktığı günden bugüne dek Bugün gazetesi de bedava dağıtılıyor. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak ile Star gazeteleri, belediyelerin büyük desteğini görüyor. Toplu alımlar bu gazetelerin satışında ciddi oranda artışlar sağlıyor. Şimdi ise Metro adında bir gazetenin önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacağı biliniyor. Bu gazete tamamen ücretsiz olarak dağıtılacak. Bir süre önce yayımlanmaya başlayan Taraf gazetesi de 56 binlik satışını yükseltmek için bedava dağıtım modelini uygulamaya başladı. Akla hemen gelen soru ise bu gazetelerin nasıl ve kimler tarafından finanse edildiğidir. Böylece, “AKP iktidarı kendi medyasını yaratıyor’’ iddiası da gerçekleşmiş oldu. Aydın Doğan ile Mehmet Emin Karamehmet’in gazeteleri dışındaki gazetelerin hükümet yanlısı olduğunu söylemeye gerek var mı? Bağımsız medyanın olmadığı, özgür gazeteciliğin yapılmadığı bir ortamda Cumhuriyet olarak işimizin daha da zor olduğu bir gerçektir. Okurlarımızın desteğiyle 84 yıllık mücadeleyi sürdüreceğiz. Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi’nin konuyla ilgili söylediklerinin altını çizmek gerekir. İpekçi’nin bedava dağıtılan gazetelerle ilgili görüşlerini birlikte okuyalım: “Bedava dağıtılan gazetelere gelişmiş birçok ülkede meslek grupları karşıdır. Bunların amacını iyi değerlendirmek gerekir. Bu gazeteler kamuoyunu yönlendirip çıkar odaklarının amaçlarını gerçekleştirmesi için yayımlanıyor. Arkalarındaki sermaye gruplarına hizmet verecekleri açıktır.’’ İyi haftalar... B O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU Türkiye Cumhuriyeti’ni “siyasal İslam” tehdidinden kurtarmanın yolu; ? Kendi seçmenini yaratan bu ideolojik sistemin altyapısını parçalamak, ? “Kuran kursuimam hatip lisesişeriat yurdutarikat okulu” zincirini kırıp kopartmak, ? Siyasal İslamın “yeni nesiller” yetiştirmesine engel olmak, ? Yarının seçmenlerini “laik”, “demokratik” ve “çağdaş” düşünce yapısına sahip bireylerden oluşturmaktır!.. ABD desteğiyle yıkarak, “dinsel tabanlı üç bölgeli federasyon”un altyapısını hazırlıyor. Kuzey Irak’ta ki yapılanmayı “Güneydoğu Anadolu”ya taşımaya uğraşıyor!.. ha sonra da “yönetici”ler yetiştirmek ve ülkeyi tümüyle ele geçirmek!.. Bütün bunlar olurken, Türkiye’yi zora sokan ve temelinde “eğitim” olan bu sorun karşısında bir çıkış yolu arayanlar, doğru belirleme yapmakla birlikte doğru yöntemi bulmakta zorlanıyorlar!.. yolu; Kendi seçmenini yaratan bu ideolojik sistemin altyapısını parçalamak, “Kuran kursuimam hatip lisesişeriat yurdutarikat okulu” zincirini kırıp kopartmak, Siyasal İslamın “yeni nesiller” yetiştirmesine engel olmak, Yarının seçmenlerini “laik”, “demokratik”, “çağdaş” düşünce yapısına sahip bireylerden oluşturmaktır!.. Bunu başarabilmek için atılacak adımlar: Bugünkü iktidarı bir “meşru girişim”le yönetimden uzaklaştırmak, Beyni çağdaş düşüncelerle şekillenmiş yeni nesillerden oluşan yeni bir Türkiye yaratmaktır!.. AKP’ Ö BUGÜNÜN RESMİ Türkiye’de siyasal İslam tüm kurumları şekillendiriyor!.. Faizsiz bankacılık yutturmacasıyla sermayeyi kontrol ediyor!.. Toplumdaki işsizlik korkusundan yararlanarak sendikaları ele geçiriyor!.. İnançlı kesimleri kullanarak dinsel eğitimi yaygınlaştırıyor!.. Tarikat yapılanmasıyla sosyal yaşamı baskı altında tutuyor!.. Siyasal İslamın attığı adımlar karşısında endişe duyanlar, korkuya kapılanlar bir çözüm yolu bulmak için çabalıyorlar!.. Bu karmaşık sorun karşısında neler yapılabileceğini düşünüyorlar!.. Resim olanca açıklığıyla ortada!.. Çağdışı bu ideolojik yaklaşımı savunan iktidar, amaçlarını gerçekleştirebilme uğruna topluma “dinsel eğitim”i dayatıyor. Devletin tüm kaynaklarını, tüm olanaklarını yasaların sınırlarını da zorlayarak bu amaçla kullanıyor. Siyasal İslamın bir ideoloji olarak okullarda üslenmesi için ortam hazırlıyor. “Öğretim ve eğitim sistemi”ni dinselleştiriyor!.. Plana göre, oluşturulan bu yapı içinde, beyinleri şekillenmiş nesiller seçmen olduklarında, siyasal İslamın yanında yer alacaklar!.. Siyasal İslamın iktidarda olması ya da iktidarda kalması için oy kullanacaklar!.. İzlenen yol bu!.. Hedef; Türkiye’de beyinleri şekillendirilmiş yurttaşlardan; önce “seçmen”, sonra “temsilci”, da MANTIK ZİNCİRİ Sorununun çözümü; “Türkiye Büyük Millet Meclisi” çatısı altındadır!.. Çözüm; hükümetin alacağı kararlara ve Meclis’in çıkaracağı “yasalar”a bağlıdır!.. Bu yasaların çıkarılması; Meclis’in “laik” ve “çağdaş” düşünce yapısına sahip temsilcilerden oluşmasını gerekli kılmaktadır!.. Bu nitelikteki temsilcilerin Meclis’e taşınması, aynı nitelikteki “seçmenler”in çoğunlukta olmasına bağlıdır!.. Bu yapıda bir seçmen çoğunluğunun yaratılması ise, ancak “ulusal”, “özgür”, “laik”, “çağdaş” ve “demokratik” nitelikli eğitimle sağlanacaktır!.. Sonuçta; “Atatürk”ün belirlemesiyle; “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller”e ihtiyaç vardır!.. Türkiye bugün için bu nitelikte nesiller yetiştirme olanağına sahip değildir. Çünkü siyasal İslam öğretisiyle yetiştirilmiş olan nesiller ve gelecekte onlara katılacak olan ardılları, buna izin vermeyecek bir çoğunluğa erişmişlerdir. Onların, İslam inancıyla bütünleşmiş siyasal düşüncelerinden arındırılmaları giderek güçleşmektedir!.. Türkiye Cumhuriyeti’ni siyasal İslam tehdidinden kurtarmanın GELİNEN NOKTA Siyasal İslamın bugün Türkiye Cumhuriyeti için; “ulus tümlüğü” ve “ülke bütünlüğü” açısından “en büyük tehdit” olma özelliği devam etmektedir!.. Bu tehdit sürerken, Türkiye Cumhuriyeti’ni, anayasal nitelikleriyle ve bağlı olduğu değerlerle yarınlara taşıyabilmek giderek güçleşmektedir!.. Ne var ki hiçbir zorluk; birinci görevi “Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza dek korumak ve savunmak” olan anayasal kurum ve kuruluşları; bu ülkenin aydınlıkinsanlarını bir umutsuzluğa doğru sevk etmemelidir!.. Türkiye’yi laik ve çağdaş yönetimlere teslim etmek; yeni nesiller yetiştirmek ve yeni bir Türkiye yaratmak; onların asli görevidir!.. Ve bu görev, hiç kuşku yok ki yerine getirilecektir!.. HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com Türban ve Kamu Yöneticileri... amu yönetiminde türbanın referans haline gelmesine ve örgütsel yapının da odak olmasına karşın kamuoyu araştırmaları eşliğinde türbanlıların artıp artmadığı meleklerin cinsiyeti tartışmasına dönüştürülerek gerçeklerin üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Kimileri, kırsal kesimden kente göç olgusuyla türbanın görünür olduğunu, kimileri de kadının modern yaşama girmesine olanak sağladığını vb. toplumbilimsel (!) açıklamalarla siyasal simge haline gelmiş olan türbanın tehlike oluşturmadığını kanıtlama çabasına girmektedirler. Oysa kırsal kesimde simgesel giysilerin bulunmadığı ve Cumhuriyetin kazanımlarıyla kadının esasen toplumsal yaşamı içinde bulunduğu unutulmaktadır! Bu bağlamda rektörlerin türban yasağını uygulamamaları halinde haklarında soruşturma açılmaması ya da aynı yöneticilerin kendi hallerine bırakılmaları durumunda yasağın kendiliğinden ortadan kalkacağı gibi hukuk dışı çözümler ciddi bir biçimde en yetkili kişilerce önerilebilmekte ve dahası Anayasa Mahkemesi kararlarının üniversite dışında alındığından, hukuk sistemi göz önünde bulundurulmadan, söz konusu kararların önemli görülmemesi gerektiği ifade edilebilmektedir. Üstelik bu şekildeki söylemler konunun teknik ayrıntısını bi K Hamdi YAVER AKTAN lemeyecek kişilerden de gelmemektedir. Anayasaya göre hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel niteliklerindendir. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına bağlı, onun devrim ve ilkelerine dayanan demokratik ve laik bir hukuk devletidir. Yükseköğretim Yasası’nın 4. ve 5. maddeleri de yükseköğretimin amacı ve ana ilkelerinin Atatürk devrimi ve ilkeleriyle milliyetçiliğine bağlı olarak yapılacağını öngörmektedir. Yükseköğretim Yasası’nın ek 16. maddesinin “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inançlar sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” biçimindeki düzenlemesi, Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 tarih ve 1989/12 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Yüksek mahkeme, laiklik ilkesini odak alarak yasağın kaynağının anayasada olduğunu vurgulamıştır. İptal kararından sonra aynı yasaya bu kez 25.10.1990 tarih ve 3670 sayılı yasanın 12. maddesiyle “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” şeklindeki ek 17. madde eklenmiştir. Anılan bu düzenlemeyle ilgili açılan iptal davasında, Anayasa Mahkemesi, getirilen düzenlemin “dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması ve dinsel nitelikli giysileri kapsamayacağını” açıklayarak yorumlu ret kararını vermiştir. Mahkeme, 9.4.1991 tarih ve 1990/36 esas ve 1991/8 sayılı kararında “yürürlükteki kanun” ibaresinden sadece yasal düzenleme değil, başta anayasa olmak üzere yürürlükteki hukuk düzeninin anlaşılması gerektiğini belirterek laik hukuk devrimine vurgulama yapmıştır. Aynı kararda, normatif düzenlemeden dinsel inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılmasının anlaşılması halinde anayasanın 153. maddesine aykırılık oluşturacağı da açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerinin bağlayıcı olması ve mevcut düzenlemenin de yorumlu ret kararındaki gibi anlaşılmasının gereksinmesine ve bu kararların anayasaya göre “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri” (ay. m. 154/son) bağlamasına ve genel olarak da mahkeme kararlarına uyulmasında zorunluluk bulunmasına ve kararların değiştirilemezliği ile yerine getirilmesinin hiçbir suretle Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi geçiktirilemezliğine karşın (ay. 138/son) uymak ve uygulamakla yükümlü olanların kararları önemli görmemelerinin yanı sıra daha ileri giderek söz konusu kararlara karşı yöneticilerin de uymaması yönünde telkinde bulunmaları, geliş amaçlarına uygun olsa bile, anayasal ilkelere ters düşmektedir. Hangi gerekçeyle ya da güdüyle olursa olsun yargı kararlarına karşı direnç göstermek, kararları uygulamakla yükümlü olanlara haklılık kazandırmaz! Kaldı ki Yargıtay’a göre yargı kararlarını uygulamamak şöyle dursun, kararların uygulanmasını geciktirmek ya da şeklen uygular görünerek hukuksal sonuçlarını etkisiz kılmayı amaçlamak kararlılıkla suç sayılmaktadır. Öte yandan, yasal düzenlemenin anayasaya uygun yorumlanmasının zorunlu bulunması ve anayasadaki laiklik ilkesi gereği 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 217. maddesinin “Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde... cezalandırılır” şeklindeki içeriği karşısında kararları uygulamakla yükümlü olmayanların kararlara uyulmaması gerektiği yolundaki söylemlerinde suç işleme özgürlüklerini kullandıkları da kabul edilmelidir! CUMHURİYET 02 CMYK