26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 HAZİRAN 2007 CUMA söyleşi Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı İbrahim Yetkin’den hükümetin tarım politikasına ağır eleştiriler: C R T R E 11 AKP’yle sandıkta hesaplaşacağız SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin’le ülkenin tarımda düştüğü acıklı durumu konuşuyoruz. Yetkin AKP hükümetinin tarıma olan yaklaşımı ve üreticinin durumuna kayıtsız kalmasını şiddetle eleştiriyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın üreticinin dertlerine karşılık “Ananı da al git” söylemlerine hiç değinmeden hükümetin, yeniden tarım kesiminden oy almak için göstermelik iyileştirmeler yapmaya çalıştığını söylüyor. Şu önemli tespiti de üstüne basa basa vurguluyor: AKP’nin kırsal kesimde, geleneksel ilişkilere dayandığı yöreler dışında büyük bir oy kaybına uğrayacağı açıkça görülüyor. Hükümetin, kefalet borçlarının affı, düşük faizli krediler, hayvancılık alanında teşvikler, bütçeden tarıma ayrılan payın artırılması gibi bazı önlemlerle oy kaybını durdurmayı amaçladığını, ancak bunların bir işe yaramayacağının altını çiziyor. AKP’nin yaklaşık beş yıldır uyguladığı ekonomik politikaların tarım kesimi açısından doğurduğu sonuçlar sizce neler? YETKİN Henüz 2007 sezonunun başında olduğumuzu göz önüne alarak 2006 sezon sonu rakamlarına dayanarak sorunuzu yanıtlayayım: En başta girdi fiyatları ürün fiyatlarındaki artışın çok üzerinde gerçekleşti. Bunun sonucunda da çiftçi genel olarak yoksullaştı. Bilirsiniz, tarımda en temel girdi mazottur. 20022006 yılları arasında mazot fiyatlarındaki artış yüzde 63’tür. Bir diğer temel ürün olan pancar fiyatındaki artış ise yüzde 20.27 oranında kaldı. İlaç, gübre, tohumluk gibi girdiler açısından da benzer bir oransızlık var. Son yıllara geldiğimizde durum daha da vahimleşti. Örnek verebilir misiniz? Örneğin buğday fiyatları yaklaşık üç yıldır aynı düzeyde. Pamuk, narenciye gibi birçok ürün için aynı durum geçerlidir. Pancar fiyatları bu sezon başında Türk Şeker AŞ aracılığıyla yüzde 10 düşürüldü. Türk Şeker piyasada yüzde 60 oranında paya sahip olduğu için fiyat belirleme açısından belirleyicidir ve bir şirket statüsünde olsa da Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na yani hükümete bağlıdır. Dolayısıyla bütün bu yapılan siyasi bir tercihtir. Çiftçinin kullandığı traktör başta olmak üzere üretim araçları açısından duruma baktığımızda benzer bir tablo görüyoruz. Örneğin tek bir traktör için 2002 yılında 56 ton buğday satan üretici 2006’da 70 ton buğday satmak zorunda kaldı. Biraz önce şeker pancarı üreticisinin durumuna işaret ettim. Fakat çiftçi, bir tüketici olarak şeker kullandığında yine benzer bir gelir kaybına uğramaktadır. Bir kilo toz şekerin karşılığı 2002’de 4.5 kilo buğday iken 2006’da 5 kilo 200 gram buğday olmuştur. Bir de tarımsal kredi faizlerinin enflasyon oranı üzerinde olması da çiftçiyi olumsuz etkilemedi mi? Örneğin kredi faizi 2005’te yüzde 20’ye, 2006’da yüzde 17.5’e indirilmiştir. Ama 2006 enflasyonu yüzde 11.72’dir. Oysa tarımsal kredi faizleri kural olarak enflasyon oranının altında tutulur. REDİ ÇİFTÇİLERİ İFLASA SÜRÜKLEDİ Siz bu saptamaları yapıyorsunuz, ama hükümet yetkilileri de rakamlara dayanarak kendi dönemlerinde verilerin düzeldiğini, tarımda büyümenin arttığını iddia ediyorlar. Bu nasıl oluyor? AKP bir bakıma çok şanslı bir dönemde iktidara geldi. Biliyorsunuz, 2001’de Türk ekonomisi tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşadı. Bunun bir sonucu olarak faiz oranlarından enflasyon oranlarına kadar üretici aleyhine veriler tarihimizin en yüksek düzeyine çıktı. Buna karşılık yatırım oranlarından ürün fiyatlarına kadar üretici lehine olan veriler tümüyle dibe vurdu. 2001 krizi tarımsal kredi faizlerini yüzde binlere çıkarırken kredi kullanan tüm çiftçileri iflasa sürükledi. Yine aynı dönemde Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) alımları en ‘ Hükümet kefalet borçlarının affı, düşük faizli krediler, teşvikler bütçeden tarıma ayrılan payın artırılması gibi önlemlerle oy kaybını durdurmayı amaçlıyor. Ama bunlar bir işe yaramayacak. ’ düşük noktaya indi ve tarımsal krediler durma noktasına geldi. Sübvansiyonların kaldırılmasından dolayı gübre fiyatları iki misline çıktı. Ve gübre tüketimi büyük ölçüde düştü. Bütün bunların sonucu olarak birçok üründe rekolte ve fiyat gerilemeleri yaşandı. Bu tablo göz önüne alınmadan 2002 sonrası dönem anlaşılamaz. 2002’den başlayarak verilere bakıldığında önceki dönemle yani 2001 verileriyle kıyaslandığında belirli bir düzelme varmış gibi görünüyor. Ancak bu yanıltıcıdır. Çünkü dibe vurmuş ekonominin bir süre sonra belirli bir toparlanma dönemi yaşaması kaçınılmazdır. İşin esasını anlayabilmek için uygulanan tarım politikalarını değerlendirmek gerekir. Peki, bu politikalar kırsal bölgelerde nasıl bir siyasi sonuç doğurdu? Doğal olarak büyük bir tepki yarattı. Şunu iddia ediyorum: Bugün Türkiye’nin en ücra köyüne gidip insanlarla konuşun. Herkes IMF’yi de bilir Kemal Derviş’i de… Bu hükümetten önceki DSPMHPANAP koalisyon hükümeti Tarım Reformu denilen tasfiye paketini yürürlüğe koyduğu ve 2001 krizine yol açtığı için tümüyle barajın altında kaldı. Koalisyonun en büyük ortağı DSP’nin oyları yüzde 20’lerden yüzde 1.5’e kadar düştü. Bu arada İç Anadolu’da, Karadeniz bölgesinde geçen dönemde AKP’ye yönelen oyların büyük kısmının MHP’ye kanalize olacağı anlaşılıyor. CHPDSP ortaklığı bu seçimlere geçen seçimlerden farklı bir söylemle giriyor. Bu partiler geçen seçimlerde kırsal alanda kaybettikleri oyları geri alacaklardır. AKP’nin ise kırsal kesimde, geleneksel ilişkilere dayanan yöreler dışında büyük bir oy kaybına uğrayacağı açıkça görülüyor. İFTÇİLERİN YOKSULLAŞMASI AKP’nin seçim öncesinde kefalet borçlarının affı, düşük veya sıfır faizli bazı krediler, hayvancılık alanında uyguladığı teşvikler, bütçeden tarıma ayrılan payın artırılması gibi bazı önlemlerle bu oy kaybını durdurmayı hedeflediği anlaşılıyor. Bu uygulamaların başarı şansı nedir? Çiftçi borçları çiftçinin giderek yoksullaşması ve tarım kesiminden diğer sektörlere yıllardır kaynak aktarılmasına yol açmıştır. 2001 krizinden bu yana çiftçi borçlarının tahsil edilebilmesi ya da bu borçların bir bölümünün affedilmesi yönünde birden fazla girişimde bulunulmuştur. Ne var ki sorun çözülememiş, derin Ç desteklerin yüzde 70 oranında azaltılmasından övgüyle söz ederken tarımsal yatırımların, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının bile yarısına düşmesini eleştirmişti. Rapora göre toplam kırsal yurtiçi hasılanın yalnızca yüzde 1.2’si veya kırsal yerleşimci başına yıllık 30 ABD Doları kırsal yatırımları ayrılıyor. Bu yatırımların karşılaştırılabilir, yani gelişmekte olan ülkeler düzeyine ulaşması için en az iki katına çıkarılması gerekiyor. Bu yılki bütçe rakamlarına baktığımızda eleştirilen bu oranların aynen korunduğunu görüyoruz. Dikkatinizi çekiyorum. Bu uyarıyı yapan Dünya Bankası’dır. Yani durum o kadar vahim bir hal almıştır. Bu durumda AKP’nin kırsal alandan nasıl oy alması beklenebilir? İyi de tarımda büyüme rakamları yüksek çıkıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? TÜİK’in yılın son çeyreğine ilişkin olarak açıkladığı yüzde 9.7’lik tarımsal büyüme oranı hiç kimseye inandırıcı gelmedi. Bir süre önce TÜİK tarafından açıklanan tarımsal üretim rakamları, tarımsal üretimde önemli bir düşmeye işaret etmekteydi. Ekilen alanlarda daralma, tarımsal istihdamda düşme, gübre, ilaç kullanımında azalma vardı. Hal böyleyken yılın ilk nın tarıma etkileri neler? Türkiye’de yirmi yıllık kuraklık haritaları, yağışta azalma ve kuraklıkta artış gösteriyor. Bunun en büyük nedeni küresel ısınmaya bağlı olarak dünya çapında faaliyet gösteren faktörler. Meteoroloji uzmanları kuraklık artarken dengesiz yağışların zaman zaman sellere yol açacağını, küresel ısınmaya bağlı olarak yağış rejimindeki dengesizliğin giderek artacağını, ülkemizin bu durum karşısında acil önlemler alması gerektiğini ısrarla vurguluyorlar. Nitekim, ülkemizin güneydoğu bölgesi başta olmak üzere son sel felaketinin yaraları henüz sarılmamışken bu kez aşırı sıcaklık ve kuraklıktan kaynaklanan yeni bir felaket kapıyı çaldı. 2007 sezonu için tarlalara atılan buğday, arpa, mercimek gibi ürünlerin tohumları yeterli şişmeyi gösteremedi. Kuraklık nedeniyle Türkiye’nin buğday ambarı olarak tanımlanan Konya bölgesinde rekolte kaybının yüzde 50’ye ulaşacağı tahmin ediliyor. Genel buğday rekoltesinde yüzde 20 dolayında kayıp bekleniyor. Bu durum gerçekleşirse uzun yıllardan beri ilk kez Türkiye’nin buğday üretimi tüketimini karşılayamaz hale gelecek. Bu durumda ne gibi önlemler alınması gerekiyor? P O İBRAHİM YETKİN Hatay, 1956 doğumlu. Ortaöğrenimini Çayırova Meslek Lisesi’nde, yükseköğrenimini Hacettepe Üniversitesi Sosyal BilimlerSevk ve İdare Bölümü’nde yaptı. 1949’da kurulan Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin 1986’dan beri genel başkanı. Aldığı pek çok ödülden bazıları şunlar: Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) Tarıma Katkı Ödülü, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) Dayanışma Ödülü, Türkiye Ormancılar Derneği’nin Doğaya Katkı Ödülü ve Başbakanlık GAP İdaresi Başkanlığı’nın İşbirliği Ödülü. ‘ Türkiye’de tarım küçülüyor. Ama küçülmenin ana nedeni tabiat değil, uygulanan tarımsal politikalar. ’ K ‘ Genel buğday rekoltesinde yüzde 20 kayıp bekleniyor. Bu olursa uzun yıllardan beri ilk kez Türkiye’nin buğday üretimi tüketimini karşılayamayacak hale gelecek. ’ Kullanılan oylar tahlil edildiğinde bu partilerin oylarındaki en keskin düşüşlerin kırsal alanda olduğu çok açık görülecektir. Tabii bu arada bir başka talihsizlik oldu. 2002 seçimlerine gidilirken Türk çiftçisinin uğradığı felaketle özdeşleşen Kemal Derviş gibi bir figür CHP vitrinine konulmuş ve kırsal alandaki tepki oylarının CHP’ye yönelmesinin önü kesilmiştir. Bu saptama, antiIMF sloganlarıyla seçime giren Genç Parti’nin kırsal alandan topladığı sürpriz oylarla da kanıtlanmaktadır. Özellikle Ege ve Trakya bölgeleri gibi sosyal demokrat kesimin güçlü olduğu yörelerde bu durum çok belirgindir. AKP ise 2002 seçimlerinden önce ikili bir politika uygulamıştır. Bir yandan güç odaklarına gerekli talimatlar verilirken öbür yandan köylere yönelik çalışmalarda IMF karşıtı bir söylem kullanılmış, bol bol vaatlerde bulunulmuştur. Bunun sonucunda özellikle geleneksel yapının ağırlıklı olarak muhafaza edildiği bölgelerde AKP kırsal alanda oy patlaması yapmıştır. AKP hükümetinin bugün uyguladığı tarım politikalarını göz önünde tutarsak önümüzdeki seçimlerde durumu nasıl görüyorsunuz? Türkiye, son aylarda büyük bir ulusal ve toplumsal uyanış süreci içine girmiş bulunuyor. Bu uyanış süreci doğal olarak kırsal alana da yansımaktadır. Özellikle Ege, Akdeniz ve Trakya bölgelerinde bu uyanışın kendisini çiftçiden yana tarım politikaları öneren siyasi partilere yönelme şeklinde olacağı açıktır. leşmiştir. Son çıkarılan kefalet borçlarının affı, çiftçinin asıl borcunun bu yılın sonuna kadar ödenmesi koşuluna bağlanmıştır. Çiftçi her yıl ekip biçtikten sonra ürününü satamaz ya da zarar ederken borcunu nasıl ödeyecek? Asıl sorun burada. ÜTÇEDEN TARIMA AYRILAN PAY Bir de teşviklerin siyasi destek ve rant amacıyla yozlaştırıldığı yönünde ciddi şikâyetler var. Bunlar ne kadar doğru? Dediğiniz gibi bu konuda pek çok şikâyet var. Bu tür uygulamalar kimi zaman ters tepebiliyor. Bütçeden tarıma ayrılan payın artırılması konusuna gelirsek… Rakamlarda bir artış var ama oranlar değişmiyor. Geçen yıl bütçeden tarıma ayrılan pay binde 7’ydi. Bu yıl binde 9. Bu rakam genel bütçenin iki yıldır yüzde 2.5’una denk geliyor. Bütçe büyüyor, rakamlar artıyor ama oran değişmiyor. Oysa AB bütçesinin yüzde 40’ı tarıma ayrılıyor. Fark bu kadar keskin. Ya tarımsal yatırımlar ne durumda? Türkiye yıllardır, tarıma yapması gerekenin yarısı kadar yatırım yapıyor. Bu durum, Dünya Bankası tarafından 2005’te yayımlanan “Türkiye: Tarımsal ve Kırsal Kalkınma İçin Politika ve Yatırım Öncelikleri” başlıklı raporda da vurgulanmıştı. Rapor 1999’da “Tarım Reformu” adı verilen IMF/Dünya Bankası politikalarının uygulanmasıyla üreticilere verilen B üç çeyreğinde yüzde 1.2 daralan tarım sektörünün son çeyrekte birdenbire yüzde 9.7’lik gelişme gösterdiği iddiası inandırıcı değildir. Türkiye’de büyüme rakamlarının gerçekçi olup olmadığı sıkça tartışılan bir konudur. Peki, bu rakamların gerçekçi olmadığını savunanlar nasıl bir açıklama getiriyorlar? Bu rakamların gerçekçi olmadığını savunanlar reel ekonomiye katkısı bulunmayan birçok faaliyetin yol açtığı harcamanın büyüme oranlarını şişirdiğini, üretici olmayan ürün ve hizmetlerin büyüme unsuru olarak gösterildiğini belirtmektedirler. Ben de TÜİK’in açıkladığı son büyüme rakamları karşısında bu eleştirilere hak verir noktaya gelmiş bulunuyorum. Sanıyorum, bu durumun esas amacı tarım sektörünün içinde bulunduğu zor durumu gözlerden saklamaktır. Son büyüme rakamları açıklanmadan önce AKP hükümetinin ekonomi politikalarını onaylaması ve tarım sektörüne karşı görüşleriyle tanınan bir ekonomist bile şunları söylüyordu: “Gözüken o ki tabiat tarım sektörünün büyümeye katkı yapmasına 2006 yılında pek izin vermemiş. 2004 ve 2005 yılı reel büyümeye katkı tablosuna bakılırsa ve 2006 yılının ilk çeyreği de incelenirse tarım, büyümeyi aşağı çeken bir faktördür.” Tarım küçülüyor ama küçülmenin ana nedeni tabiat değil uygulanan tarımsal politikalar. Tabii o ekonomist bunu söyleyemiyor. Peki, tabiatın, yani küresel ısınma YETKİN Alınabilecek önlemleri kısa vadeli ve uzun vadeli olarak ikiye ayırmak mümkün. Kısa vadede yapılabilecek olanlar şöyle sıralanabilir: Sulama birliklerini işlevsel hale getirmek, Devlet Su İşleri’ni (DSİ) güçlendirmek, sulama şebekelerini gözden geçirerek su kaybını önlemek. Kaçak su kuyularını en kısa zamanda belirleyerek kapatmak; bunu yaparken yasal sulama üzerinde ağır bir yük teşkil eden sulama ve sulamada kullanılan elektriğin fiyatını ucuzlatmak; çiftçinin su ve elektrik borcu konusunda yeni bir açılım getirmek. Kuraklıktan etkilenen bölgelerde kriz masaları oluşturarak çiftçiyi iklimsel değişimler ve bu değişimlere yönelik üretim politikaları konusunda bilgilendirmek; bir üründen zarar gördüğü için başka ürüne yönelen çiftçiye rehberlik hizmeti vermek. Akıtma sulama yerine damla sulama tesisleri kurulması için kişilere ve üretici kuruluşlarına teşvikler sağlamak. Kuraklığa dayalı tohumluk üretimi ve kullanımı yönünde gerekli önlemleri almak. Tarım Sigortaları Yasası’nda tarım sigortalarının kuraklık ve sel gibi felaketleri de kapsamasına yönelik değişiklik yapmak. Orta ve uzun vadede ise bir su yasası çıkararak sulama alanında tek bir otoriteyi söz sahibi kılmak ve sulama projelerine kaynak ayrılmadığı için fiilen durmuş olan yatırımları, başta GAP ve Konya Ovası olmak üzere canlandırmak gerekiyor. Sinan DİNÇER İSTANBUL Irak Emniyet Genel Müdürü Akil Said, büyük ölçüde Şiilerden oluşan Irak polisinin Sünni Araplara karşı şiddet eylemlerine giriştiğini yalanlayarak polis kuvvetlerinde yaşanan sorunlardan ABD’yi sorumlu tuttu. 2. İstanbul Demokrasi ve Küresel Güvenlik Konferansı’na katılan Irak heyetine başkanlık eden Akil Said, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Irak’ın işgalinin ardından oluşturulan yeni polis gücünün performansını değerlendiren Said, “güvenlik güçlerininin yeniden yapılanması konusunda ilerleme kaydedildiğini’’ öne sürerek “ilerlemenin kimi dönemlerde yavaşladığını’’ söyledi. Said Irak güvenlik güçlerinin ABD’nin çekilmesinin ardından ülkede güvenliği sağlayıp sağlayamayacakları sorusuna karşılık “Irak polis kuvvetleri, koalisyon güçleri olmaksızın güvenliği sağlayabilecek güçteler’’ iddiasında bulundu. Bremmer’e suçlama Akil Said, basında geniş yer bulan, Mehdi Ordusu ve Bedir Tugayları gibi Şii örgütlerinin Irak polisinin içine sızdıkları ve Sünnilere karşı katliamda bulundukları yönündeki haberleri yalanladı ve “Polis kuvvetlerinde iki mezhepten de insan var” dedi. Akil Said, ABD Temsilciler Meclisi’nde ifade veren Korgeneral Martin Dempsey tarafından dile getirilen, Irak polisinin önemli bir kısmının firar ettiği veya kaybolduğu, kayıp polislerinse ABD askerlerine karşı düzenlenen saldırılarda ve mezhepler arası çatışmalarda yer alıyor olabilecekleri iddialarıyla ilgili olarak işgalcileri suçladı. Said, “Bana göre, eski rejim devrildikten sonra yeni güvenlik güçlerinin oluşturulması sırasında bazı hatalar yapıldı. Polis kuvvetlerinin kuruluş aşamasında koalisyon güçlerince önerilen ve Paul Bremmer’in onayladığı kişiler doğru tercihler değildi. Bu sü reçte İçişleri Bakanlığı’nın önerileri de dikkate alınmadı’’ dedi. Akil Said, basında geniş yer bulan, Mehdi Ordusu ve Bedir Tugayları gibi Şii örgütlerinin Irak polisinin içine sızdıkları ve Sünnilere karşı katliamda bulundukları yönündeki haberleriyse yalanladı. Said, “Polis’in mezhep savaşlarında taraf olarak yer aldığı doğru değil, çünkü polis kuvvetlerinde iki mezhepten de insan var’’ iddiasında bulundu. Said, El Askeriye Türbesi’nin hafta içinde ikinci kez bombalanmasının ardından 13 Iraklı polisin gözaltına alındığı hatırlatıldığındaysa bu kişilere “görevlerini yerine getirememiş olmaları dışında’’ herhangi bir suçlama getirilmediğini, polislerin yalnızca soruşturmanın sağlıklı yürümesi için gözaltına alındıklarını söyledi. Said, ABD’nin El Kaide’ye karşıdireniş içindeki kimi unsurlarla işbirliği yapma planına dair “Bu konu ABD’yi ilgilendiriyor. Iraklılar buna kesinlikle karşı” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle