25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Rumların, Türkiye’nin AB ile müzakere başlıklarının açılmasını engelleme çabaları sürüyor C dış haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM 22 HAZİRAN 2007 CUMA Başlıklara Rum koşulu Elçin POYRAZLAR BRÜKSEL Türkiye’nin 26 Haziran’da “kolay” kabul edilen başlıklarda bile müzakerelere başlaması zora girerken Kıbrıs Rum Kesimi’nin önümüzdeki haftalarda görüşülmesi beklenen Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları, Yargı ve Temel Haklar ve Eğitim ve Kültür başlıklarına ağır açılış kriterleri getirilmesi yönünde tutum belirlediği kaydedildi. AB kaynaklarına göre, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ın uluslararası anlaşmalara ve kuruluşlara üyeliğini engellemesi nedeniyle Rumlar, Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları başlığına yönelik “Ankara’nın Kıbrıs’la ilişkilerini normalleştirmesi ve uluslararası kuruluş “Hoop dedik” Lagendijk! gi almak, zemin yoklamak, niyet anlamak üzerine kurulmuştur. Katılımcılar, organize eden kuruluşun hazırladığı senaryolar üzerinde görüş bildirip, tartışırlar. Bu toplantıda dikkati çeken nokta senaryoyu hazırlayan kişinin kimliği. Hudson Enstitüsü’nün Türkiye uzmanı, bir Türk, adı Zeyno Baran. Gazeteci, hem de çok iyi bir gazeteci baba ile yine gazeteci annenin kızı Zeyno. Babası önce Moskova, ardından Atina’da görev yapmış saygın bir isim, Ahmet Uran Baran. Ben kendisini 1988 yılında Atina’ya Sabah gazetesinin temsilcisi olarak geldiğim ilk dönemlerde tanıdım. Sonraki yıllarda dostluğumuz, ikimiz de ayrı basın kuruluşlarının temsilcileri olmamıza rağmen sürdü. Onun başında bulunduğu Anadolu Ajansı Atina bürosu çok kaliteli işlere imza atıyordu. Her yıl Noel yortularında düzenlediği “hindi” partileri, Atina’daki gazeteci taifesini bir araya getirirdi. Kendisine “baba” diye hitap eder, saygı gösterirdim. Şimdi artık rahmetli olan Ahmet Uran Baran ağabey de bundan memnunluk duyduğunu çekinmeden dile getirirdi. Kimseye haber vermeden gerçekleştirdiğimiz Atina gecelerindeki kaçamaklarımız, o Türkiye’ye dönene kadar sürdü. Uzo’lu gecelerde tüm konuştuklarımız Türkiye üzerine idi. Vatanını seven, Atatürk ilkelerine sonuna kadar bağlı, demokrat bir kişilikti. Hayattaki tek varlığı olan kızına adeta tapardı. Biricik evladını en iyi okullarda okutmak için elinden geleni yaptı. Zeyno’yu tatil için babasının yanına geldiği dönemde bir iki sefer gördüm. Cin gibi bir çocuktu. Ahmet Uran Ağabey sonunda bu dünyadan erken göçüp gitti. Kızının İsviçre sonrası okuduğu okulları, ABD’deki “performansını” göremedi. Ancak tüm dileği, Zeyno’nun ülkesine faydalı olacak şekilde yetişmesiydi. Zaman geçti, büyüdü küçük Zeyno. Bugün artık Hudson Enstitüsü’nün Türkiye uzmanı. Geçtiğimiz hafta yapılan toplantıyı organize edip, Türkiye senaryolarını hazırlayan önemli bir isim. Onun hazırladığı Türkiye ile ilgili “kıyamet senaryoları” büyük tepki aldı. Çirkin olan şey, senaryoda Türkiye’nin önemli bir kuruluşu olan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı “terör odaklarına” hedef göstermesi. Başka bir deyimle “şeytanın aklına” getirmesi. Başta Tülay Tuğcu olmak üzere, tüm demokrat çevreler bu konudaki tepkilerini dile getirdiler. Kaleme aldığı senaryoda hedef gösterdiği Anayasa Mahkemesi Başkanı’na yarın öbür gün bir şey olursa bundan kesinlikle “Zeyno” sorumlu olacaktır. Neredeyse “cinayete azmettirmek” denilecek bu tutumun arkasında sadece “Hudson” enstitüsünün olduğunu varsaymak tam bir saflık olur. Bu noktada ABD Dışişleri Bakanlığı’nın üçüncü ismi Matt Bryza’ya dikkat çekmek istiyorum. Bu kişi uzun zamandır senaryoyu hazırlayan Türk kızı Zeyno’nun sevgilisi. İşte bu ilginç aşkın meyvesi karşımıza “Türkiye senaryoları” olarak çıktı. Senin sevgilin ABD Dışişleri Bakanlığı’nın en güçlü üçüncü adamı ve hazırladığın senaryoda onun parmağı olmasın! Kaldı ki bu adamın “ne olduğu”, başta Türkiye olmak üzere, tüm dünya tarafından biliniyor. Nereden nereye? Babasının “Vatanıma faydalı olması en büyük dileğimdir” diyerek her şeyini verdiği kızı Zeyno, bugün ülkesinin varlığını, birliğini, bütünlüğünü bozacak bir pozisyonda görev yapıyor. İyi ki bu dünyadan erken göçüp gitmişsin be “Ahmet Baba”. Kızının bu günlerini görseydin kesinlikle yaşadığına pişman olur, geçmişe lanet okurdun. Demek ki Tanrı’nın sevgili kuluymuşsun. Nur içinde yat. murilem@otenet.gr Rumların, AB üyelerinin önümüzdeki haftalarda görüşeceği 3 siyasi başlığa yönelik “Ankara’nın Kıbrıs’la ilişkilerini normalleştirmesi ve uluslararası kuruluşlara üyeliğine vetosunu kaldırması” şeklinde açılış kriterleri talep edeceği belirtiliyor. lara üyeliğine vetosunu kaldırması” şeklinde açılış kriterleri talep edecek. ÜZAKERELER BAŞLAMAZ’ Rumların taleplerinin kabul edilmesi durumunda bu koşullar yerine getirilmeden söz konusu başlıkta Türkiye’nin müzakerelere başlayamayacağına dikkat çekiliyor. Eğitim ve Kültür başlığında ise Rumların KKTC’deki üniversiteleri ve kültürel miras konularını tartışmaya açmaya hazırlandıklarını dile getiren kaynaklar, bu başlık altında Kuzey Kıbrıs’taki tarihi eserlerin tahrip edilmesine ve Türk üniversitelerinin statüsüne yöne ‘M lik açılış kriterleri talep edebileceğini kaydettiler. Yetkililer “en siyasi” başlık olarak kabul edilen Yargı ve Temel Haklar başlığında üye ülkeler arasında yoğun tartışmalar yaşanacağı mesajını verdiler. Türkiye’de son dönemde yaşanan gelişmelerin bu başlığa yönelik görüşmelerde ele alınacağını kaydeden kaynaklar AB’nin temel ilkelerini oluşturması bakımından bu başlığı “stratejik” olarak nitelendirirken “Her iki taraf için de zor bir başlık olacak” yorumunu yaptılar. AB kaynakları, Türkiye’nin 26 Haziran’da açılmasını istediği Mali Kontrol, İstatistik ve Ekonomi ve Parasal Politika başlıklarını “kolay” başlıklar olarak değerlendiriyorlar. ‘Mavi kasırga’ kopmadı Uğur HÜKÜM PARİS Nicolas Sarkozy’nin net zaferiyle sonuçlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Fransa, gerilimli bir genel seçim yaşadı. Yapılan 2. tur genel seçimlerinden, öngörüldüğü üzere Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin partisi, bir önceki dönemin iktidar hareketi Halkçı Hareket İçin Birlik (UMP) galip çıktı. Ancak sonuçlar beklenen “Mavi kasırga”ya dönüşmekten çok uzaktı. Yüzde 59.9 oranıyla 5. Cumhuriyet tarihinin en düşük katılım rekoru yaşanırken sol, oylarını beklenmedik boyutta yükseltti. Sandıklardan yüzde 50.4 oy alarak çıkan sol, 2 tur toplam ortalamasında yüzde 41, sağ ise yüzde 47 oranında oy kazandı. İki tur arasında kamuoyu yoklamaları 2002 meclisinde 149 milletvekili olan Sosyalist Partisi (SP) ve yakın müttefiklerine 60 ila 185 kişilik bir şans tanırken önceki dönemde 359 koltuğa sahip UMP ve ittifakçılarına da 380 ila 500’ün üstünde bir pay öngörüyordu. Fakat sandık iradesi çok farklı çıktı. Sağ kuşkusuz kazanmıştı, fakat sol yenilmemişti. Sağ bekleneni başarmış, öngörülen “kasırga zafer”i kazanamamıştı. UPPÉ İSTİFA ETTİĞİNİ AÇIKLADI 577 milletvekilliğinden 346’sını alan J UMP ve müttefikleri yalnızca bir önceki dönemden daha az milletvekili çıkartmakla kalmıyor, Paris’te geriliyor, Bordeaux gibi 2. Dünya Savaşı’ndan beri hep sahibi oldukları bir “kaleyi” de yitiriyorlardı. Üstelik kaybeden, geçici François Fillon hükümetinin 2 numaralı ismi, Bordeaux Belediye Başkanı, bir önceki cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın eski başbakanlarından Alain Juppé’ydi. Juppé seçim sonuçlarını öğrenir öğrenmez bakanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı. SP ve müttefikleri, öngörülenin epeyce üstünde, 205 koltuk kazanırken haziran başında yok olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan Fransız Komünist Partisi, biri bağımsız, diğeri parti içi muhalefeti temsil eden 2 kişi dahil 17 milletvekili çıkarttı. Solun ayrılmaz parçası Yeşiller’in de kazandığı 4 koltukla Meclis bünyesinde birleşmeye karar veren komünistler, böylelikle “asgari 20 vekil” barajını aşıp, Meclis’te çeşitli avantajlar sağlayan bir gruba da kavuşabilecekler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı yüzde 18’le sürpriz yaratan François Bayrou ve kurucusu olduğu merkez eğilimli Demokrat Hareket sadece 3 milletvekili çıkarabildi. Aşırı sağ hiç milletvekilliği kazanamadı. SOLUN ‘KISMI’ BAŞARISI Siyaset bilimcileri, sağın “nispi” başarısızlığı veya solun “kısmi” başarısı olarak niteleyebileceğimiz sonuçları iki temel eksende açıklıyorlar: Birincisi, solun, “bütün iktidarın ezici bir çoğunlukla Sarkozy, UMP ve yandaşlarının eline geçmesi demokrasi açısından tehlikelidir...” uyarısı Fransız kamuoyunda etkili oldu. İkincisi ise birinci tur seçimlerin ardından, hükümetin sosyal giderleri karşılamak, bütçe açığı ve işsizliğin önlenmesi amacıyla KDV’ye (TVA) 5 puanlık bir “sosyal” sıfatlı artış ekleyebileceği olasılığının duyulması UMP’ye eleştirel yakınlık duyanları kaygılandırdı. Bu seçimin siyaset hayatına en olumlu katkısıysa Meclis’e seçilen kadın milletvekili sayısının 76’dan 107’ye yükselmesi oldu. 577 koltuktan 61’i sol (49’u sosyalist), 46’sı sağ (45 UMP) toplam 107 kadının eline geçti. SOSYALİST PARTİ’Yİ SARSAN AYRILIK Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden sosyalist aday Segolene Royal, çok sağlam seçmen tabanına karşın milletvekilliği yarışına katılmadı. SP’nin 2008’de yapılacak kongresinde parti liderlik yarışına gireceği ileri sürülen Royal, France Inter radyosundan yayımlanan bir söyleşide, 4 çocuğunun babası, 37 yıllık nikâhsız eşi SP’nin şu andaki birinci sekreteri François Hollande’dan ayrılacağını açıkladı. Gözlemciler çiftin sorunlarının özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerini olumsuz etkilediğini ileri sürüyor. (Fotoğraf: AFP) Dış Haberler Servisi Fransa’da genel seçimlerin ilk turunda ezici bir üstünlük sağlayan merkez sağ, yapılan seçimlerin ikinci turunu önde bitirmesine karşın beklediği oyu alamadı. Resmi olmayan sonuçlara göre iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) ve bu partiyi destekleyen siyasi oluşumların 350 kadar milletvekili çıkarması beklenirken merkez sağın oylarının düşmesinde hükümetin KDV oranında artış yapma isteğinin etkili olduğu belirtiliyor. Fransa’da halk genel seçimlerin ikinci turu için san Fransa’da sağ beklediğini alamadı dık başına gitti. Halkın Cumhurbaşkanlığı seçimine oranla fazla ilgi göstermediği seçime katılım oranı yüzde 60 civarında gerçekleşti. Akşam saatlerinde sandıkların kapanması ve ilk seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından, anketlere göre ezici bir üstünlük sağlaması beklenen merkez sağ büyük bir hayal kırıklığına uğradı. İlk turun ardından yapılan tahminlerde 470 kadar milletvekili çıkarması beklenen UMP ve bu partiyi destekleyen siyasi oluşumlar resmi olmayan sonuçlara göre en fazla 350 kadar milletvekili çıkarabilecek. Yine resmi olmayan sonuçlara göre Sosyalist, Komünist ve Yeşil Parti, bu seçimler sonucunda 214 ile 233 arasında sandalyeye sahip olacak. iyasi partilerin seçim programlarına bakıyorum, parti sözcülerini dinliyorum, aklıma takılan sorulara bir türlü cevap bulamıyorum. Ekonomik karşılığı olmayan vaatler silsilesine baktıkça herkes gibi benim de yüreğim daralıyor. Hâlâ hiçbiri önümüzdeki dört yıl ekonomiyi nasıl yöneteceğini anlatmış değil!. Örneğin: Kuzey Irak’a girilmesi halinde ekonomiyi kimin ve hangi politika araçlarını kullanarak yöneteceği; İşsizliğin hangi kesimler için, nasıl çözüleceği; kentlerdeki genç işsizliğinin yabancıları çalıştırma yasası karşısında nasıl eritileceği; Cari açık ekonominin yumuşak karnı olmaya devam ederken ihracat rekorlarının hangi sektörlerde devam edeceği; Olası küresel dalgalanmalar karşısında kur politikalarına müdahale edilip edilmeyeceği; Kırsaldakilerin yoksulluğunun göçe neden olmadan nasıl çözüleceği; Sağlık sistemini reforme ederken sektörün yönetim ve finansmanı için nasıl bir model önerdikleri, bilinmezler arasında! Gelin görün ki bizim ülkede yüreğinizin daralması sorunların daha da içine düşmeniz demek! Özellikle de AKP’nin gider/gitmezayak TBMM’ye sunduğu yasa tasarısının farkındaysanız. S GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Hatırlayacağınız gibi AKP, diğer partilerden farklı olarak dış dünyanın açık desteğini alarak iktidara ulaşmıştı. Bunda da uluslararası hizmet sözleşmeleri olarak tanımladığımız GATS’ın gereklerini yerine getireceğini taahhüt etmesinin büyük payı vardı. Bu taahhütlerin başında da GATS’ın temel ayaklarından biri olan sağlık sektörünün piyasalaştırılması vardı. Sağlık ile insanın var oluşu doğrudan ve koşulsuz ilişkili olduğuna göre sağlığın GATS’la “hak” olmaktan çıkarılıp piyasalaştırılmasını anlamak mümkün. Özellikle de Türkiye gibi hızlı üreyen ve gösteriş için tüketim meyli yüksek ülkelerde! Ne var ki, sağlık özelleştirilmesi “ben piyasalaştırdım oldu” denilemeyecek kadar zor bir sektör. Bu nedenle de önce temizlik işleri sonra da röntgen, kan tahlili, emar gibi doğrudan sağlık hizmetleriyle ilgili olanlar piyasalaştırılarak halk özelleştirme sürecine alıştırılır. GATS’ın yarattığı bu süreci anlamak mümkün. Ne de olsa globalizmin temel anlaşmalarından biri. Ama, AKP gibi adı AKP’den Sağlığa Son Darbe! nı bile “adalet” ve “kalkınma” sözcükleriyle bezemiş bir partinin bu istemlere ayak uydurmasını anlamak hiç mümkün değil. Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer’in geçen ayki “Sağlıkta İnsan Gücü Paneli”nde yaptığı sunumdaki saptamalarına bakılırsa… AKP’nin “Sağlıkta Dönüşüm” programıyla sağlık harcamaları yükselmiş ve… “SSK’nin tasfiyesi ardından yarıya yakını ilaç harcaması olmak üzere, tıbbi malzeme ve tıbbi teknoloji tüketimiyle birlikte büyük oranda ulus ötesi şirketlere aktarılan kamu sağlık harcamaları 20 milyar dolar”ı bulmuş! AKP’nin de hakkını yemeyelim. Sağlıkta globalizasyona AKP öncesi koalisyonların katkılarını unutmak mümkün değil. Gelin görün ki, AKP gibi fark yaratamadılar; Türkiye’yi sağlıkta açık ve tam bir pazar konumuna getiremediler. Zira, pazar olabilmek için sağlığın yönetiminin de piyasalaşması gerekir. Bu da devletin sağlık hizmetlerinin üretim ve sevkından tamamen çekilmesine bağlıdır. İşte, AKP’nin seçime giderayak yarattığı farklılık bu. Devleti sağlık hizmetlerinin sadece denetiminden sorumlu tutmak! Sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkını tamamen piyasa güçlerine bırakmak! Devletin denetim yapması deyince sakın aklınıza hastanelerin temizliği, fiyat farklılıklarının ortadan kalkması gelmesin. Çünkü onlar piyasa ekonomisinin görevleri, devletinki ise sadece sistemin yürümesini engelleyecek ayrık otlarına karşı durmak! Aslında bunların hiçbiri bilinmedik şeyler değil. 1980’le başlayan değişim ve dönüşümün insan yaşamıyla doğrudan ilgili kısmı. Bugün gazetelere kadar yansıyan hastane yönetim kurulu ve genel müdürleri için yapılan kıyasıya rekabet de bunun en somut göstergesi değil mi? Evet, sağlık özelleşiyor. Yabancı hastaneler, doktorlar, yöneticiler ve finansçılar hepsi de sağlıktan pay almak üzere geliyor. Halk, sağlığının kimin elinde olduğunu, kimin yöneteceğini bilmek istiyor ama… Seçmenin oyunu isteyenlerin ağzından tek bir kelime bile çıkmıyor.! İnsanın aklına, “Acep dışardan sağlık bakanı, sağlık komisyonu üyesi transfer etmeyi mi düşünüyorlar” diye gelmiyor desem yalan olur! turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net u kel kafalı çirkin adamı uzun zamandır izliyorum. Üstelik kendisi “damadımız” olur. Ancak ilgimi çeken, bu adamın, bizim Türk kızıyla evlenene kadar bu kadar Türk düşmanı olmaması. Türkiye’ye gelse bile kısıtlı temaslarda bulunur, çok fazla öne çıkmak istemez, üstüne üstlük doğu ve güneydoğu konusunda biraz daha objektif fikirler sergilerdi. Sonra olan oldu ve bizim Türk kızı TürkiyeAB karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk ile evlenip rüyalarının “prensine” kavuştu. İkisi de birbirlerine inanın çok yakışıyorlar! Hele evde bir kedi ile iki bisiklet de olunca, değmeyin gitsin keyiflerine. Ancak, evlilik imzaların atıldığı o tarihi günden sonra Joost Lagendijk oldu size “hoop dedik” Lagendijk. Önceki yıllara göre o kadar tuhaf davranışlar sergileyip açıklamalar yapmaya başladı ki, bazen kendi kendime “Bizim Türk kızı adama büyü yapmış olabilir mi?” diye sorular sorar hale geldim. Bizim “hoop dedik” enişte son olarak Almanya’daki “medarı iftiharımız” Cem Özdemir’in düzenlediği panelde konuştu. Panelin konusu ilginç mi ilginç! “Aleviler nasıl bir Türkiye istiyor?” Her halde Cem Özdemir efendi bu konuyu bulabilmek için çok düşünmüş olsa gerek. Aslında Özdemir başka bir yazımın konusu olmaya aday. Onun için bu sefer kendisine ufak ufak dokundurup “teğet” geçeceğim. Gerçekte ise öyle üstten üstten kısaca değinilip geçilecek bir adam değil. Tuhaf yaşamı, yolsuzlukları ve çevirdiği dolapları konu alan özel bir yazıyı çoktan hak etti. Bu nedenle “sağlam” bir yazının yüzünü kızartıp, aklını başına getirebileceği düşüncesindeyim. Bu efendiyle ilgili bilgileri toplamaya başladım, hazırlıklı olsun! Bu konuda (ilginç) bilgileri olanların mail adresime göndermeleri de iyi olur. Biz yine dönelim panele. “Aleviler nasıl bir Türkiye istiyor?” konulu panelde konuşan çirkin enişte Hoop dedik Lagendijk, katılımcı Alevi vatandaşlarımızı karşısına almış ve sormuş “CHP, muhtırayı destekliyor. Hâlâ nasıl bu partiye oy verirsiniz?” diye. Bir insan boşuna “hoop dedik” olmaz. Önce kaşınıp bir şeyler ister, sonra onu Cem Özdemir’in organize ettiği panelde olduğu gibi kaşırlar! Peki enişte sormuş da, Alevi vatandaşlarımız ne karşılık vermişler? Onlar Türkiye gerçeğini bildikleri ve Erdoğan, Gül, Arınç üçlüsünü çok iyi tanıdıkları için “Evet, CHP’ye oy atmaya devam edeceğiz” açıklaması yapmışlar. Hem de Lagendijk’in çirkin suratına bakarak bunu dile getirmişler. Ben onlara helal olsun diyorum. Çünkü özellikle evlendikten sonra Türkiye’ye daha da düşman olduğu gözlenen enişteye böyle “tokat gibi” bir cevap gerekiyordu. Ama bizim AP üyesi Cem efendi bununla yetinmeyip aynı soruyu bu defa da o sormuş. Kaşınıyor ya! Tabii o da gerekli cevabı almış! Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selahattin Özel ile Almanya Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker, AKP’yi eleştirip, bu partinin Türkiye’ye “şeriat” getirmek istediğine dikkat çekerek, seçimlerde CHP’ye oy atacaklarını belirtmişler. Bu panelde “hedefledikleri” başarıyı elde edemeyen ikili, inşallah önümüzdeki dönemde durum analizi yaparak politikalarını gözden geçirirler. ??? Türkiye’deki 22 Temmuz seçimleri öncesinde ABD’de ilginç toplantılar yapılmaya başlandı. Son örnek Bush’a yakınlığı ile bilinen “Hudson” Enstitüsünde yapılan ve bazı Türk yetkililerinin de katıldığı gizli toplantı. Dünyanın her yerinde bu gibi düşünce kuruluşlarında “fikir jimnastiği” denilen toplantılar yapılır. Ülkeleri ilgilendiren her türlü konu masaya yatırılıp tartışılır. Amaç, her zaman olduğu gibi bil B AB halkı Türkiye’ye karşı Dış Haberler Servisi Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyeliğine ilişkin 5 Avrupa ülkesinde yapılan bir araştırma, Türkiye’ye verilen desteğin yüzde 40’ı aşmadığını ortaya koydu. İngiliz Financial Times gazetesi ile Haris Interactive tarafından yapılan ankete göre, Fransızların yüzde 71’i, Almanların ise yüzde 66’sı Türkiye’nin üyeliğine “hayır” dedi. Anket, 31 Mayıs 12 Haziran arasında Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya’da 6 bin 169 yetişkinin katılımıyla gerçekleştirildi. Eurobarometre’nin 10 Nisan15 Mayıs arasında yaptığı araştırmaya göre ise AB’de genişlemeye destek verenlerin oranı son 6 ayda yüzde 46’dan 49’a çıktı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle