05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAFTA C Redaksiyon/Redaktion: Starkenburg Str. 5, 64546 MörfeldenWalldorf. email:[email protected] Tel: 0610598174446 İmtiyaz Sahibi/Inhaber: İlhan Selçuk (Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’yi temsilen, Cumhuriyet Vakfı adına) Genel Yayın Yönetmeni/ Chefredakteur: İbrahim Yıldız Yazı İşleri Müdürü/ Redaktionsleiter: Osman Çutsay Editör/ Redakteur: Gonca Kanber Yayın Koordinatörü/ Koordinator: Hayri Arslan Reklam/Anzeigen: Ömer Aktaş Yayın Kurulu/Redaktionsbeirat: İlhan Selçuk (Başkan/ Vorsitzender), Prof. Dr. Emre Kongar (Berater), Orhan Erinç, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, İbrahim Yıldız, Orhan Bursalı, Mustafa Balbay, Hakan Kara Baskı/Druck: Hürriyet A.Ş Zweigniederlassung Deutschland, An der Brücke 2022 D64546 MörfeldenWalldorf. Dağıtım/ Vertrieb: ASV Vertriebs GmbH (Der Verlag übernimmt keine Haftung für den Inhalt der erscheinenden Anzeigen) Orhan Pamuk’un mu, yoksa Aziz Nesin’in mi doğup büyüdüğü şehir daha etkileyici? Irak Deyince Mustafa BALBAY Ahh Irak deyince keşke akla, kan, gözyaşı, kin, bomba, saldırı, çatışma sözcükleri değil de; Mezopotamya, Babil, Gılgamış, Ur, Uruk, Samara, Dicle, Fırat, Şattül Arap su yolu gelse... Ne yazık ki uzun süre daha ikinci şıktaki değil, birinci şıktaki sözcüklerle anımsayacağız Irak’ı... Bağdat’taki binlerce yıllık birikimi bugüne taşıyan Bağdat Müzesi de talan edildi. Petrol Bakanlığı olmadığı için, burayı korumaya gerek yoktu! Bugün, Irak’ı, o toprakları bir başka yönüyle anımsayalım... Su ne demek? Yaşam demek, bereket demek, zenginlik demek... Dicle ve Fırat’ın son durağı olan Basra Körfezi, adını buradan alan bir kentle de bütünleşmiştir. Basra kenti öyle sıradan Arap şehirlerine benzemez. Hem bereketli tatlı suyun hem de denizin buluştuğu yerdir burası. Basra’ya yine tatsız bir dönemde gitmiştim. Birinci Körfez Savaşı’nın hemen sonrasıydı. Otellerin en bol içkisi viskiydi. Kuveyt’in yağmalanmasından sonra herkes bulduğunu ilk Basra’ya getirmiş... Basra anlattığım zenginliklerinin yanında bir de ganimet şehri olmuş çıkmıştı. Anadolu’nun o güzelim nohut yemeğiyle viski içmek bir başka tattı. İlk yudumdan sonra mırıldanmıştım: “Oğlum Balbay... Nohut yahut viski... Seç seçebildiğini...” Basra’nın en güzel mekanlarından biri Dicle ile Fırat’ın birleşip Şattül Arap su yoluna dönüştükten sonra kente girdiği yerdir... İki yakada da beton kuşatma var ama, suyun inadı yine de çevresini yeşile bezemiş. Basra’ya gittiğimde mevsim kıştı. Bölgenin iklimi kış mevsiminde ılık, yazın yakıcı sıcak... Ilık bir şubat sabahı Şattül Arap kıyısına vurdum kendimi. Sakin görünüşü altında içinde daireler çizerek ilerleyen suyun kıyısında yeşilin tüm tonları... Bir de heykeller... Tonlarca heykel... Çıplak gözle ilk bakışta 30’a yakın heykel saydım. Tümü erkek ve asker... Anlatılan o ki, Saddam Hüseyin, Irakİran savaşı döneminde yaşamını yitiren üst düzey askerlerinin tümünün heykelini Şattül Arap kıyısına diktirmiş. Savaş bu suyun paylaşımı yüzünden çıktığı için heykellere yer olarak burası seçilmiş. Irak’ı başka türlü anlatalım dedik ama, yine de işin içine savaşı sokmadan geçemedik. Ne diyelim? Coğrafyanın kaderi... Bir gün Irak’ta kan durduğunda DicleFırat, Şattül Arap öne çıkacak... Hayat ırmağı güzel günlere akacak... O günlere! Gezekalın... İki İstanbul’dan tablolar Almanca üzerinden, bir dünya şehrine yönelik yeni yeni şenliklere tanık oluyoruz. İstanbul’u kuran Büyük Konstantin ile ilgili sergi bu yıl Almanya’nın Trier şehrinde açılıyor. 2008 yılında Türkiye, Frankfurt Uluslararası Kitap Fuarı’nda “konuk ülke”, dolayısıyla da İstanbul ilgi odağı olacak. Hemen ardından 2010 yılında da aynı İstanbul, “Avrupa Kültür Başkenti” kimliğini üstlenecek. Osman ÇUTSAY Her zaman büyük bir dünya şehri olan İstanbul’un, uluslararası kamuoyunun ilgi odağına dönüştüğü ve bu ilginin giderek büyüdüğü gözleniyor. Özellikle Almanya’da, İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin üzerine Trier’de düzenlenen sergi öncesinde büyük bir kitap da yayımlanıyor. Ama 2008 yılı daha önemli. Çünkü önümüzdeki yıl Frankfurt Kitap Fuarı, Türk edebiyatını konu ve konuk edecek. 2010 yılında ise İstanbul, Avrupa’nın kültür başkentliğini üstlenecek. İlgi katlanarak büyüyor... Bununla bağlantılı olarak Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sona, kitaplarıyla çok satış listelerine iki kitabıyla girdiğini gördük: “Istanbul” ve “Schnee” (Kar). Her iki kitabın da, ama özellikle “Istanbul”un Noel ve Yılbaşı nedeniyle Almanya’da en fazla rağbet gören armağanlardan biri haline geldiği, örneğin “Der Spiegel” dergisinin “Bestseller” listesinde bir ara üçüncü sıraya kadar çıkmasından anlaşılabilir. Almanya’nın diğer yayın organlarında da Orhan Pamuk ve kitaplarına yoğun bir ilgi olduğunu gördük. Ancak, yayıncıları arasında Helmut Schmidt’in de bulunduğu etkili haftalık gazete “Die Zeit”ın, belki geçtiğimiz yıllarda Kara Kitap’a karşı çok ağır değerlendirmeler kaleme alan Gabriele Killert gibi bir eleştirmenin de etkisiyle, Pamuk karşısında mesafeli kaldığı söylenebilir. Nitekim aynı gazetenin yazarlarından Hilal Sezgin’in ABD’ye gönderilip orada bir söyleşi gerçekleştirmesi, sonuçta, “yasak savma” kabilinden bir değerlendirme oldu. Ama bir ilginin varlığı inkar edilemez. Bu, açık. Tabii, bu ilgi ile uluslararası siyasetteki dalgalanmalar, ABTürkiye ilişkilerinin düzeyi ve Bush ABD’sinin bölgeyi yeniden düzenleme ısrarı arasındaki etkileşimler de göz ardı edilemeyecek kadar belirgin. Bütün bu karmaşanın özellikle sayısı 4 milyona yaklaşan Türkiye kökenli insanın yaşadığı Batı Avrupa’da Orhan Pamuk’un kitaplarına yönelik ilgiyi kışkırttığı ileri sürülebilir. 3 milyon civarında Türkiye kökenli insanın yaşadığı “Almanca konuşulan dünya”, Almanya, Avusturya ve kısmen İsviçre, bu açıdan özellikle şanslı. Şanslı, çünkü bu dilde İstanbul’u sadece Orhan Pamuk’tan değil, asıl önemlisi, Aziz Nesin’den de okumak mümkün. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü “Beş Şehir” kitabındaki “İstanbul” bölümünü Almanca okumak için belki biraz daha beklemek gerekebilir, ama Orhan Pamuk’un sorunlu ve Almancaya cilalanarak girdiği kesin, sevgisiz “Istanbul” kitabının, Alman okurları için bir alternatifi var. Pamuk’un, korkak zenginlerin renksiz ve yanan konak seyri dışında pek bir ufuk sahibi oldukları söylenemeyecek çocuklarını anlattığı “İstanbul” kitabındaki ansiklopedik kuruluktan ve sevgisizlikten sıkılan veya sıkılacak olan Alman okur, bu şehrin ve onun gerçek insanlarını, Aziz Nesin’in “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez”iyle tanıyabilir.“...So geht’s nicht weiter”, 20 yıldır Almancada var ve okurunu bekliyor. Halen “Ikoo Verlag” tarafından dağıtımı yapılan ve Brigitte SchreiberGrabitz tarafından Nesin’in akıcı üslubu zedelenmeden çevrilmiş bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki İstanbul’u, onun emekçilerini, iç acıtan yoksulluklarını, hüzün ve umutlarını, çocuklarındaki yaşama sevincini, “tutunamayanları ve her şeye rağmen tutunabilenleri” Orhan Pamuk’ta hiçbir zaman bulunamayacak olan o büyük sevgileri anlatıyor. Özellikle üçüncü kuşak Türkiye kökenli insanları, Pamuk’la asla anlayamayacakları, belki de utanacakları bir umursamaz dünyayı ve bir dünya şehrinin somut, büyük, itilmiş ama hep umut ve sorumluluk yüklü insan malzemesini Aziz Nesin sayesinde keşfedebilir. STANBUL, KÂR VE “KAR” Yine de Pamuk’a Almancadaki bu “kârlı” yükselişinden hareketle fazla haksızlık yapmamak gerekir. “Istanbul”, Pamuk’un yaşadığı ve anladığı kadarıyla anlatabildiği bir şehirdir sonuçta. Üslubundaki darlık, kuruluk ve buram buram propaganda ettiği sevgisizlik, Almancaya geçerken ne kadar cilalanırsa cilalansın, insana ve ülkesine bakışındaki darlık, kuruluk ve hesaplılıkla uyum içindedir. Çağdaş okurun, bir yazarı dar dünyası nedeniyle suçlaması kabul edilebilir bir şey değildir. Edebiyatta buna da yer var. Hatta belki yeni ve postmodern zamanlarda buna özellikle gerek var. Ama Türkiye’yi simgeleyen İstanbul’u anlatırken dilin ve kalbin bu kadar kuru, sevgisiz ve sığ kalmasına dikkat çekmemek de kabul edilebilir bir şey değildir. Bu şehri, bir sevgisiz, tıkız ve “kâr makinası”ndan daha fazla bir şey olmayan Boğaz manzaralarıyla anlatmaya, başka nedenlerle elbette itiraz etmek mümkündür. Tanpınar, “Beş Şehir” kitabının en önemli bölümünü oluşturan “İstanbul”da, şöyle yazar: “Tabiat bir çerçeve, bir sahnedir. Bu hasret onu kendi aktörlerimizle ve havamızla doldurmamızı mümkün kılar. Fakat bu içki ne kadar lezzetli, tesirleri ne kadar derin olursa olsun Türk cemiyetinin yeni bir hayatın eşiğinde olduğunu unutturamaz. Bizzat İstanbul’un kendisi de bu hayatın ve kendisine yeni kıymetler yaratacak yeni zamanın peşinde sabırsızlanıyor.” Ahmet Hamdi Tanpınar, son tahlilde, İstanbul’daki hasreti, bu hasretin yeni bir toplum kurulurken alacağı şekilleri ve üstleneceği rolü anlatmaktaydı. Ancak çağdaş Türk romanının hâlâ doruğu sayılması gereken bu yazar, Orhan Pamuk için, “hüznü anlatan bir yazar”dan daha fazla bir şey değildir. Hem de yerli bir hüznü... Aziz Nesin, başyapıtı “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez”de Pamuk türünden yapıştırma hüzünler eşliğinde pazarlanan tablolar ve bir “kârhane”den daha fazla önemsenmeyen İstanbul’u değil, bütün somutluğu içinde “capcanlı”, sömürülen, itilen, ama hayatın ortaklaşa bir gelecek için bütün sorumluluğuna da talip olan bir özlemi anlatıyor. Orhan Pamuk’un İstanbul’u ile ülkemiz ve insanımızı tanıdığını düşünecek Almanca okura, kazın ayağının hiç de öyle olmadığını, her nasılsa bu dile girebilmiş olan “...So geht’s nicht weiter” üzerinden göstermek mümkün olabilir. Aziz Nesin’in İstanbul’u, “Ben çocukluğumu bir büyük dünya şehrinde değil, büyük ve yoksul bir taşra şehrinde yaşadığımı hissederek geçirdim” diyen Orhan Pamuk’un İstanbul’undan herhalde çok farklıdır. Demek, İstanbul’u önce Aziz Nesin’le okumak ve öğrenmek mümkün. Bu, çok satan kitaplar listesinde bir ara fazla yükselen Orhan Pamuk’un “Istanbul”una bakınca özellikle önemli oluyor. Almanca, kendi içinde böyle bir sürpriz de saklıyor. İki İstanbul ile okur karşı karşıyadır. Tarihsel olarak baktığımızda, biri Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki hayatı yaratan insanlar İstanbul’udur ve sadece “biçem” değil, bir sevgi ve sorumluluk doruğu olarak da anılması gerekir. Diğeri, Orhan Pamuk’un İstanbul’u, 1950 ile 1970’lerin Türkiye’ye ihanetin planları içinde kuruyan zenginleri sayesinde hayatiyetini yitirmeye hazır, yapıştırma bir İstanbul’dur. Sevgisizliği, yapışkan bir sorumsuzluğu, kupkuru hayalleri propaganda eden, her sıradan üniversite öğrencisinin seminer ödevlerinde rastlanacak “zenginlikte” kaynaklar ve insansızlıkla yüklü, sıra işi bir “Nobel malı”... Almanya’daki üçüncü ve dördüncü kuşak “Türkiye geçmişli” insanlarımızın, belki Orhan Pamuk’la düşecekleri uçurumdan, Aziz Nesin’in bu dile her nasılsa girebilmiş başyapıtı ile çıkacaklarını söyleyebiliriz. Asıl önemlisiyse, böyle bir uğraşa, doğrudan Almanca üzerinden ve dünyanın en güzel sevgi öykülerinden birini anlatan böyle bu kitapla, “...So geht’s nicht weiter” ile girişebileceklerini görmemizdir. ilan renkli İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle