05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 2 MART 2007 CUMA Cumhuriyetten Bir Çınar Daha... rof. Dr. İsmet Giritli’yi 3 Şubat günü yitirdik... Cumhuriyet bir çınarını daha sonsuzluğa uğurladı. Onun çok eski bir öğrencisiydim. 17 Nisan 1924 tarihinde Sivastopol’da doğmuştu. Babası, Rizeli Kaptan Giritlioğlu Emir Ahmet’ti. 1917 yılındaki Bolşevik devriminden sonra, Lenin’in 1921 yılında başlattığı, tarımda ve ticarette liberalleşmeyi öngören “Yeni Ekonomik Politikası”ndan yararlanarak, aileye ait “Ceylanı Bahri” adlı 250 tonluk teknesi ile Kırım’a gitmesi ve orada evlenmesi nedeniyle, doğum yeri Sivastopol’dü. Stalin’in iktidara gelmesi ile Giritli ailesinin gemileri dahil tüm malvarlığı ellerinden alınmıştı. Aile, 19281934 yılları arasında Rusya’da büyük sıkıntılar çekmişti. İlköğretimi bir Rus okulunda bitirmişti. Giritli 10 yaşında Türkiye’ye gelmiş ve yeniden ilkokula başlamıştı. Ancak 15 yaşında ilkokulu bitirmişti. Olgunluğunu ve başarısını bu gecikmeye borçlu olduğunu söylerdi. Hocanın yaşamında 1942 yılında kaydolduğu Kabataş Lisesi’nin çok önemli bir yeri vardı. Liseyi birincilikle ve her yıl iftihar listelerine girerek bitirmişti. Etüt ağabeyi olarak okulda yemek yemiş, yatıp kalkmıştı. Belki çektiği bu sıkıntılar nedeniyle Hoca, üniversitedeki öğrencilerine hep iyi davranırdı. Öğrencilere çok yakındı. İsmet Hoca 50 yıldır yazılı ve görsel basının içindeydi. Düzenli yazıları 1950’li yıllarda başlamıştı. “Dünya” ve “Vatan” gazetelerinde sürekli yazılar yazmaya başlayan Hoca, 1960 yılının sonlarına doğru Nadir Nadi’nin daveti üzerine “Cumhuriyet” gazetesinde makaleler yazmaya başlamıştı ve bu durum 1964 yılına dek sürmüştü. Daha sonra, Milliyet gazetesinde “Düşünenlerin Düşünceleri” sütununa yazılar yazdı. Giritli bu yazılarında, sosyalizm ile sosyal devlet anlayışını birbirinden ayırıyordu. Bu durum, sosyalist düşünceli kimi yazarların ve aydınların tepkisini alıyordu. Oysa, Giritli hep demokra PENCERE 28 Şubat Neydi?.. Herkesin bildiği gibi Türkiye bugün İslam dünyasında tek laik Cumhuriyettir ve Avrupa Birliği’ne aday tek Müslüman toplumudur. Peki, nasıl olmuş bu?.. ? Askersivil bürokrasinin ve aydınların başını çektiği ‘Kemalist Devrim’le Türkiye çağdaş bir hukuk yapısına kavuştu... 29 Ekim 1923’te padişahlık kaldırıldı, Cumhuriyet ilan edildi... 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı, Öğretim Birliği Yasası (Tevhidi Tadrisat Kanunu) yürürlüğe girdi... 25 Kasım 1925’te tekkeler ve zaviyeler kapatıldı... 26 Aralık 1925’te uluslararası takvim ve saat sistemi kabul edildi... 17 Şubat 1926’da Medeni Kanun (Yurttaşlar Yasası), 22 Nisan 1926’da Borçlar Kanunu benimsendi... 1 Mart 1926’da Türk Ceza Kanunu, 4 Ekim 1926’da Ticaret Kanunu yürürlüğe girdi... 1 Kasım 1928’de Latin harflerine geçildi... Laik hukuk devrimi gerçekleşirken kadın erkek arasındaki eşitlikle birlikte, kadınlara oy hakkı Avrupa’da çoğu ülkeden önce Türkiye’de hayata geçiriliyordu... ? Ancak birkaç noktasını vurgulayabildiğim Kemalist Devrim durmadı... 27 Mayıs’la hayata geçirilen 1961 Anayasası devlete şu kurumları getirdi: Sosyal devlet.. Anayasa Mahkemesi.. Yüksek Hâkimler Kurulu.. İdarenin bütün karar ve işlemlerine yargı yolunun açık olduğu ilkesi... Üniversitelerin özerkliği.. Sendikal haklar.. Devlet televizyon ve radyosunun bağımsızlığı ve tarafsızlığı.. Grev hakkı.. Toplusözleşme düzeni.. Yargı bağımsızlığı.. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı.. Sosyal güvenlik hakkı... Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne aday devlet konuşlanmasına ve düzeyine getiren hukuk devrimi, Kemalizmin tarihe yazdığı “İslam dünyasındaki tek Aydınlanma” atılımıdır. ? 28 Şubat bugün... Herkes mezhebine meşrebine göre 28 Şubat’a ilişkin bir şeyler söyleyecektir; sivildir, askerdir, darbedir, değildir, iyidir, kötüdür gibi vesaire ki tümü fasafisodur... Bir soru: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok partili rejime geçtik. Dünyada 5 yıllık zorunlu öğretim birkaç ilkel ülke dışında tarihe gömülmüşken Türkiye’de neden 28 Şubat’a (1997) dek sürdü?.. Uygar dünyada geçerli akılbilim üzerine en az 812 yıllık öğretimi Türkiye’de çok partili rejim niçin en aşağı yarım yüzyıl dışladı?.. Yanıt açık: Kemalist Devrimin ardından gelen çok partili rejim, Türkiye’nin özel tarihsel koşullarında, sola ve ileriye açık demokrasiyi değil, daha çok sağa ve geriye açık karşıdevrimi öngören bir siyasal içerik taşıyordu... Kuran ve hafız kurslarıyla, imam hatip okullarıyla, Öğretim Birliği’ni temelde yıkan karşıdevrim başarı kazanmıştır. ? Türkiye’de yaşananları anlayabilmek için uygar dünyanın tarihindeki “Aydınlanma Devrimi” ölçeğine başvurmak gerekir... Yoksa tüm olan bitenler karmakarışık, anlamsız, içeriksiz, yüzeysel bir siyasal çatışma edebiyatının gargarasında boğulup gidecektir... Ülkemiz bugün açıkça dışarıdan destekli bir karşıdevrim sürecinde “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne oturtulmak isteniyor... Karşıdevrimin arkasında Amerika’nın Bush yönetimi var... Sürüklenişimizi görmemek için kör olmak gerekir... OKTAY AKBAL ‘Neden Yaptın? Nerden Buldun?’ erak etmez misiniz? Beş yıl önce seçilenlerin, bakan, başbakan olanların, beş yıl sonra hangi çizgide olduklarını?.. Nerden nereye geldiklerini? Bir zamanlar iki yasadan söz edilirdi: Biri, “neden yaptın”, biri “nerden buldun”?.. Tek parti döneminden bugünlere kadar uzanır bu tür kuşkular, araştırmak, bilmek, öğrenmek... Politika dünyasında ad yapmış kişilerin servetleri, nerden, nasıl zengin oldukları!.. Arada bir, bu konu canlanır, sonra birden püf diye söner! Başbakanlar, bakanlar gelir gider, böyle konular bir türlü aydınlatılamaz. Adam orta halli bir durumdayken, milletvekili, bakan olmuş, derken çoluk çocuğuyla gösterişli bir yaşama kavuşmuş! Nasıl olmuş, neden olmuş? ??? Kimi, annemin yastık altındaki torbadan çıktı, der. Kimi oğlumun sünnetinin, kızımın düğününün armağanları, der... Çoğu da hiçbir şey söylemez! Bir de bakarsın, kendini Yüce Divan’da bulmuş!.. Ver bakalım şu hesabı, demişler!.. Bugünkü Meclis’te yüzlerce adalet kaçağı var! Uzun listeler halinde yayımlandı. Ben de birkaç kez bu sütunda sözünü ettim, adlar vererek... Dokunulmazlık denen zırhı bir türlü sırtlarından çıkarmayanlar yine de aldırmadılar. ??? Maliye Bakanı’ndan Başbakan’a, bakanlara, milletvekillerine kadar adalet önünde hesap vermeleri gereken bir iktidarla karşı karşıyayız! Şimdi, yeni seçim var; bakacaksınız, bu kişiler bir kez daha seçilip yeni zırhlara bürünüp dokunulmaz olacaklar. Bekle, beş yıl sonrasını!.. Maliye hesap sormalı. Ama en baştaki kişiden nasıl hesap sorulur? Her şey elinde, her şey emrinde, “Git şu televizyon kanalının hesabını incele, git şu yazarın, gazetecinin banka hesaplarını didikle, ama bizi koruyan, savunanlara, bizden çıkar bekleyenlere dokunma! ‘Elimde dosyalar var bir gün açıklarız’ diye korkut”... AKP iktidarının lideri TBMM’de yüzlerce militan önünde uzun mu uzun konuştu. Her cümlesi alkışlarla, övücü sloganlarla kesilerek... Bağrışmalarla, gülücüklerle, kendinden geçen bir politikacı görüntüsü!.. Belli ki, seçimleri kazanmak, bu arada Çankaya’ya çıkıp, devleti deriniyle derin olmayanıyla ile ele geçirmek uğruna yapmayacağı yok!.. ??? Öte yandan, en başta CHP’siyle tüm muhalefetle şaşkınlık içinde bir kadro!.. Hele CHP’nin beş yıl önceki yüzde on sekiz oyu bile alamayacağı beklentisi... Ama Baykal takımına vızgelir seçimde yenilmek, nasıl olsa barajı aşıp kırk elli ahbapla Meclis’e girmek elde bir, yeter onlara!.. ??? “Neden yaptın, Nerden buldun” yasası bu ülkede kesinlikle çıkmayacaktır! Herkes elde ettiğiyle kalacaktır. Bizler de halkımızı sürekli uyandırmakta direneceğiz, ama olan olacak!.. P M tik rejimi, planlı kalkınmayı, sendikaları ve sosyal demokrasiyi savunuyordu. Bu yüzden tutucu çevreler onu “solcu” olarak nitelemişlerdi. MarksizmLeninizm’e karşı çıktığı için de radikal solcular hocayı “sağcı” olmakla suçluyorlardı. Ancak, hocanın çizgisi belli idi. Hoca katıksız bir “Atatürkçü” idi. Atatürkçülükle yakından ilgilenenler bilir ki, Prof. Dr. İsmet Giritli Atatürk’ü en iyi anlayan ve anlatan kişilerden biriydi. Atatürkçülüğün bir ideoloji olduğunu savunan ilk Türk aydınıydı. ATATÜRKÇÜLÜĞÜN SAVUNUCUSU Hoca Atatürkçü ideolojiyi katı bir düşünce sistemi olarak ele almazdı. Esnek bir öğreti ve yaşam biçimi olarak ele alırdı. Yabancı bilimadamlarından kimilerinin yaptığı gibi, ideolojileri “dogmatiktotaliter” ve “pragmatikdemokratik” olarak ayırırdı. Dogmatiktotaliter ideolojilerin kimi tartışılmaz, karşı çıkılamaz dogmalara (naslara) dayandığını söylerdi. Faşizm’in üstün ırk, güçlü devlet, Marksist ideolojinin sınıf olgusu; teokratik anlayışın ise tartışılamaz din kuralları (dogmalarınasları) üzerine kurulu olduğunu vurgulayarak, aralarında demokratik solun ve demokratik kapitalizmin de bulunduğu, siyasi yelpazedeki tüm görüşlerin, akla ve bilime dayanan, pragmatik, ampirik, rasyonalist anlamda bir ideoloji olduğunu savunurdu. Atatürkçülüğün bu bağlamda bir modernleşme (çağcıllaşma) ideolojisi olduğunu söylerdi. UNESCO’nun, 1978 yılında almış olduğu ve Atatürk’ün gelecek kuşaklar için örnek oluşturacak üstün kişiliğini, uluslararası anlayış ve işbirliği çabalarını ve öteki evrensel değerlerini vurgulayan kararını çok önemserdi. Özellikle, bu kararda yer alan, Atatürk’ün “emsalsiz bir ulusal bağımsızlık savaşı gerçekleştiren ilk liderlerden biri olmasını, hiçbir renk, din, cins ve ırk ayrımı Prof. Dr. Tayfun AKGÜNER gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağına olan inancını, insan haklarına saygılı bir tutum içinde bulunmasını”, Atatürk’ü, çağdaşları Stalin, Mussolini ve Hitler’den farklı olarak, “barışçı ve meşruiyetçi bir çağdaşlaşma lideri” olarak görmesine gerekçe olarak gösterirdi. Ne kadar sevindiricidir ki, bugün birçok yabancı üniversitede ve siyaset çevrelerinde Atatürk Devrimi, İngiliz, Fransız, Rus ve Çin Devrimleri arasında gösterilmektedir. Çünkü, O’na göre Atatürkçü modernleşme, sadece ekonomik ve siyasal açılardan değil, kültürel ve toplumsal değişimleri, zihniyet değişikliğini de içerdiği için bütünseldir (totaldir, kapsayıcıdır, toplayıcıdır, bütünleştiricidir). “Vatandaşlık bağına bağlı bir ulusçuluk anlayışı” nın, Türk halkına yakışan en önemli nitelik olduğunu belirtirdi. Türkiye’ye ilk televizyonu İsmet Hoca getirmişti. 19641968 yılları arasında TRT Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmıştı. Giritli başkanlığındaki yönetim kurulu, iktidarın ve DPT’nin tüm engellemelerine karşın, Almanya’nın elinde bulunan ve teknik yardım olarak başka ülkelere vermeye çalıştığı 5 milyon marklık TV vericilerinin TRT’ye getirilmesini ve televizyon yayınlarının başlatılmasını sağlamıştı. İsmet Hoca, yaşamına çok önemli şeyler sığdırmıştı. 1961 Anayasası’nın hazırlık aşamasında ve Kurucu Meclis döneminde önemli görevler üstlenmişti. Askeri hareketin yapıldığı 27 Mayıs 1960 tarihinde, sabahın erken saatlerinde, henüz Milli Birlik Komitesi bile oluşturulmadan, anayasayı yapmak için davet edilen yedi kişilik (Sıddık Sami Onar, Ragıp Sarıca, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı, Tarık Zafer Tunaya ve İsmet Giritli) İstanbul Anayasa Komisyonu’nun en genç öğretim üyesi (doçenti) ve ölene kadar yaşamdaki tek üyesiydi. Daha sonra Barolar Birliği temsilcisi olarak, 1961 Anayasası’nı kabul eden Kurucu Meclise seçilmişti. Giritli, 1961 Anayasası’nın da kimi eksiklikleri olduğuna inanmakla birlikte, bu anayasayı ilk kez tüm kurumlarıyla “hukuk devleti” ve “sosyal devlet” ilkelerini getiren hukuksal bir belge olarak nitelerdi. BİLİMİN EFENDİSİ ÇALIŞMANIN KÖLESİ İKÜ’deki Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevi yanında fakültemizde İdare Hukuku dersleri okuturdu. Eğitimöğretim yılı içinde hemen hemen her ay, Atatürk ve Atatürkçülük üzerine bilimsel toplantılar düzenlerdi. Bu toplantılara öğrencilerin etkin olarak katılmasını sağlardı. Yaşamı boyunca Atatürk üzerine yapıtlar vermeye devam etti. Tüm siyasal ve sosyal olaylara Atatürk penceresinden bakmayı bize İsmet Hoca öğretmişti. Yazdığı yazılar ve gençlik örgütlerinde başkanlık yapmış olması nedeniyle, yaşamı boyunca altı kez, çeşitli siyasal partilere katılma önerisi almıştı. Bu önerilere sıcak bakmadı. Kendisini hep bir bilim adamı olarak görür ve yaşamını böyle bitirmek isterdi. Hoca bu konuda şöyle derdi: “... Konum, idare hukuku, anayasa hukuku ve siyaset bilimi olduğu için, esasen politikanın kurumsal yönü ile ilgiliyim ve siyasal literatür ile medyayı izliyorum... Yaşamda en büyük zevkim durmadan yeni şeyler öğrenmek ve bunları öğrencilerimle ve toplumla paylaşmaktır. Bu konuda, Balzac’ın şu sözünden esinleniyorum: “Bilimin efendisi olmak istersen, çalışmanın uşağı olacaksın...’’ İsmet Giritli’den çok şey öğrendik. İzlediği yol ve bilimsel anlayış bize hep yol gösterecek... Işıklar içinde yatsın... HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com 28 Şubat’ın Onuncu Yılı Bugün 28 Şubat kararlarının 10. yıldönümüdür. 28 Şubat 1997’de 1015 yaşında olan çocuklar bugün 20, 25 yaşına geldiler. Ama biz hâlâ, 28 Şubat kararlarını tam özümsemiş değiliz... Gazete ya da TV’lerde birçok köşede, ikinci Cumhuriyetçiler, liboşlar, bölücüler, dönekler yine 28 Şubat’a çatacaklar.. kimi bu hareketi postmodern bir darbe, kimi de demokrasi karşıtı bir hareket olarak gösterecektir. Oysa daha önce de yazdığımız gibi 28 Şubat, demokrasi karşıtı değildir. Yıllarca dini politikaya alet ederek iktidara gelen, feodaliteye dayanarak siyasal güçlerini sürdüren, ancak kendilerini demokrasi yandaşı gibi gösteren, aslında demokrasiyle bağdaşmayan bir zihniyete karşı yapılmış bir harekettir. Özal’ın da büyük desteğiyle, 20 Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başkanlığında toplanarak “Türkİslam sentezini temel alan bir kültürün bütün millete kabul ettirilmesine yönelik’’ bir raporu kabul etti. * 12 Eylül yönetimi, Eğitim Birliği ilkesini deldi ve 16.6.1983 tarihinde 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası’nda bir değişiklik yaparak (md.10) imam hatip liselerinden mezun olanların, üniversitelerin istediği fakültesine girmesi olanağı yarattı. Bu konu çözülemeyen bir sorun olarak bütün yoğunluğuyla hâlâ gündemdedir. Daha önceki 195060 ve 196570 dönemlerindeki uygulamaları izleyen ve 12 Eylül’ün açtığı yoldan ilerleyen, kutsal din duygularını politikaya alet ederek ve feodal kalıtıların destekleriyle siyasal iktidarı ele geçiren oluşumlar birbirini izledi. Sonunda 1997 yılına kadar gelindi. 28 Şubat öncesi,Tansu Çiller ile Erbakan’ın kurdukları REFAHYOL koalisyon hükümeti siyasal iktidardır. Başbakan Erbakan’dır. Erbakan her vesile ile her hareketinde din motiflerini kullanıyordu. Çiller, “Siyaset dinin emrindedir’’ diyecek kadar aklını yitirmiş, ihtirasının emrine girmişti. Başbakanlık konutunda Erbakan’ın tarikat şeyhlerine verdiği iftar yemeği bardağı taşıran son damla olmuştur. Artık, bıçak kemiğe dayanmıştı. Siyasal iktidarın Atatürk devrimlerini hiçe sayan tutumuna karşı sivil toplum örgütleri, “Sürekli aydınlık için, bir dakika karanlık’’ eylemini başlattılar. Akşam belli bir saatte bütün büyük kentlerde elektrikler bir dakika kapatılıyor, özellikle kadınlar balkonlara çıkıp ellerindeki tavalara kaşıklarla vurarak iktidarın Atatürk devrimlerine karşıt politika ve davranışlarına tavır koyuyorlardı. Bu hareket çok büyük bir halk desteği toplamıştı. Harekete sivil toplum örgütleri (TÜRKİŞ, DİSK, KESK, TOBB, Esnaf Dr. Alev COŞKUN ve Sanatkârlar Odası, ADD, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, kadın kuruluşları) büyük destek verdi, bir toplumsal mutabakat doğdu. Bekir Coşkun’un belirttiği gibi “28 Şubat süreci toplumun tepkisinden doğmuştur. Toplum tepkisini gösterdiği için, Erbakan’ın gidişi bir küçük formaliteye kalmıştır. Toplumun tavası tanktan daha güçlüdür.’’ bunu askerler dayattı diyorlar... Pekiyi, neden sivil iktidarlar bunu yapmıyorlar. Türkiye, sivil iktidarlar kesintisiz eğitimi 8 yıla çıkarsın diye 20 yıl30 yıl daha beklemeli miydi?.. O iktidarların doğuş ve yükseliş nedeni de din duygularının kötüye kullanılması olduğundan hiçbir zaman 8 yıllık eğitim gerçekleşemeyecekti. Ne olacak!.. Türk çocukları 8 yıllık eğitimden geçmesin, nasıl olsa demokrasi var mı denmeliydi!.. Böylesi bir demokrasi gerçek değildir, aldatmacıdır.. Eski sistemdeki beş yıllık ilkokul, üç yıllık ortaokulla birleştirildi ve “zorunlu sekiz yıllık ilköğretim okulları’’ oluşturuldu. Avrupa’da ortalama 912 yıla varmış bir uygulamaya geç de olsa girildi. Bu, özellikle laik temel eğitim bakımından büyük bir kazanımdır. Daha kapsamlı bir söyleyişle: 28 Şubat’la, “Milli Eğitim’in hedefinin siyasal İslam değil, Cumhuriyet ideali olduğu’’ anımsatılmış ve demokrasinin önü açılmıştır. 28 Şubat hareketine karşı çıkan çokbilmiş tatlı su demokratları yukarıda belirttiğimiz konulara dokunmazlar; onlar, varsa yoksa sayısal demokrasiden yanadırlar. Oysa sayısal demokrasi, çoğunluk demokrasisi yerine günümüzde, “çoğulcu katılımcı demokrasi’’ geçerlidir. Onlar ne demokrattır, ne de demokrasiye inanıyorlar.. onlara “şekilci ve sayısal demokrasici’’ denmesi en uygun olandır. 28 Şubat 1997 kararlarından sonra Refah Partisi hakkında Anayasa Mahkemesi’nde dava açıldı ve parti, laiklik ilkelerine karşı davranışları nedeniyle, 9 Ocak 1998’de kapatıldı. Bu partinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtığı dava da reddedildi ve AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ka SORUNA ÇÖZÜM 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nun toplantısında, Cumhuriyet tarihi için çok önemli kararlar alındı. Altında askersivil bütün yetkililerin imzaları bulunan kararların en temel maddesi şöyle özetlenebilir: Eğitim, Öğretim Birliği Yasası’na uygun duruma getirilmelidir. İmam hatip okullarının sayısı olağanüstü artmıştır; ihtiyaç fazlası olanlar “teknik meslek okulları’’na dönüştürülmelidir. Temel eğitim 8 yıl olmalıdır. İşte 28 Şubat’ın en önemli kararları. Şimdi olayın biçimine bakıp “demokratik içeriğini’’ gözden kaçıran kimi kafaların “antidemokratik bir dayatma’’, “postmodern bir darbe’’ diye eleştirdikleri işte bu kararlardır. İlk ürün Ağustos 1997’de yasalaşan 4306 sayılı Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Kanunu’dur. Yasa, çocuklara küçük yaşta din eğitimi vermek isteyenlerce uzun süre engellense de sonunda gerçekleşti. Zaten bütün dünyada 5 yıllık kesintisiz ve zorunlu eğitim sadece Türkiye’de ve birkaç Afrika ülkesinde kalmıştı. Şimdi sormak gerekir: Kesintisiz 8 yıllık eğitim istemek demokrasiye aykırı mıdır? Ama efendim, KARŞI DEVRİM Karşıdevrim nedir? Karşıdevrim, çağdaşlığa, ilerlemeye, Atatürkçülüğe, Aydınlanma devrimlerine karşı çıkan, uygarlığa giden yolu tıkayan 50 yıllık bir harekettir. Kimi zaman çok yükselmiş, kimi zaman bir adım gerilemiştir. Ne yazık ki, en güçlü dönemlerinden birisini 12 Eylül 1980 askeri hareketi ile yaşamıştır. Bu nedenle kısaca değinmekte yarar var: * 12 Eylül’ün; soğuk savaşın ve ABD’nin yeşil kuşak kuramının bir ürünü olduğu asla unutulmamalıdır. * 12 Eylül Atatürk’çü değildir. Onun Atatürkçülüğü içi boş, sadece kasabalarda Atatürk heykelleri dikmeye yönelik bir Atatürkçülüktür. * 12 Eylül’de iman hatiplere, Kuran kurslarına gösterilen hoşgörü, ortaöğretimde din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, Askeri hareketin başı Evren’in, din eğitimi gören insanlardan terörist olmaz, önyargısının sonuçlarıydı. * 12 Eylül 1980 yönetiminin kurduğu Atatürk Yüksek Kurulu, Devamı 18.Sayfada CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle