05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 AÇI C Berraklık haberlerin devamı Sezer’e sunulan raporda özellikle ortaöğretimin hedeflerden uzak kaldığı vurgulandı 2 MART 2007 CUMA MÜMTAZ SOYSAL Eğitim sistemi verimsiz Baştarafı 1. Sayfada YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç başkanlığında oluşturulan Strateji Komisyonu’nca hazırlanan rapor, kitap haline getirildi. Teziç tarafından Cumhurbaşkanı Sezer’e sunulan raporda yer alan bazı saptamalar şöyle: 4 Türban diye adlandırılan ve “İslami simge’’ haline getirilen, genç kızların örtünme biçiminin kamusal alanda kullanılmasının yasaklanması ile ilgili bir ön tespit yapmakta yarar vardır. Zira bu örtünme biçiminin kamusal alanda yasaklanması, önce ulusal yargı organlarımızın, ardından da uluslararası mahkemelerin bağlayıcı kararlarına dayanmaktadır. Üniversiteler de diğer bütün kurumlar gibi, bu kararlara uymakla yükümlüdür. Hemen ekleyelim, bu tür yasaklamalardan hoşnut olmayanlar, bunların değiştirilmesinin hukuki yollarını hiç kuşkusuz kullanabilirler. Ancak bir hukuk devletinde, kurallara ve mahkeme kararlarına uymak bir yurttaşlık görevi olduğu gibi, aksi yöndeki tutum ve davranışlar karşısında uygulanacak yaptırımlara katlanma sorumluluğu da vardır. Bu açıklamalar dikkate alınmadan YÖK’ü ve üniversiteleri sürekli olarak töhmet altında bırakmak isabetli olmamaktadır. ? Hiçbir ayrım yapmadan, bütün lise mezunlarına üniversiteye girişte tek bir katsayı uygulaması yapmak, koşulları eşit olmayan bir yarışma yaptırmakla eşanlamlıdır. Bu iki konu etrafında kümelenen tartışmalar, yeni ufuklar açmaktan çok, tıkanıklıklar ve gerilemeler yaratmıştır. ? Üniversiteye girişte uygulanan öğrenci seçme sınavının, kendini ifade etmede zorlanan, sorun çözme becerisi yeterince gelişmemiş, sosyal etkinlik deneyimi olmayan, toplumdan kopuk, ortaöğretimin temel amaçları ile yoğrulmamış bir lise mezunu profilinin yetişmesine yol açmaktadır. ? Sadece bir sınavın sonuçları ile ortaöğretim başarı puanının ölçüt olarak kullanılması, öğrencilerin di GÜNDEM MUSTAFA BALBAY AFA KARIŞIKLIĞI yalnız bilgisizliğin, eğitimsizliğin, bilinçsizliğin sonucu değildir; iyi eğitildikleri halde, insanları şaşırtmak için sinsi niyetlerle sürdürülen çabalardan etkilenip kafaları karışanlar da var. Çünkü, bugünün Türkiye’sinde “ulusalcılık” yaygınlaştıkça, bunu Mussolini ve Hitler dönemlerinin “ırkçı ve otoriter milliyetçilik” akımlarıyla aynı kefeye koyup kafa karıştırmaya kalkışanlar çoğalmıştır. Onların işini kolaylaştıran etken, ilk bakışta ulusalcılığı Avrupa dillerindeki “nasyonalizm” sözüyle tıpatıp aynı sayanların ve bu yüzden hep İkinci Dünya Savaşı öncesindeki faşizmi ya da Naziliği akıllarına getirenlerin çok olmasıdır. Aynı tehlike, eskinin “milliyetçilik” sözü için de vardı. Böyle olduğu içindir ki, Altıok’taki oklardan birini “Atatürk milliyetçiliği” diye belirlemek gereği duyulmuştu ve şimdi de duyulmakta. Bu klasik anlamıyla milliyetçilik, ümmetçiliğin ya da ırkçılığın tersi olarak, aslında “ulus” denen ve din, mezhep, ırk, dil ayrılığı ya da etnik köken farklılığı gözetmeksizin eşit vatandaşlardan oluşan bir kavramı devletin temeli sayan anlayışın adıdır. Ulusalcılık sözcüğü, galiba, böyle bir terim karışıklığını hem bu doğru anlayış lehine giderme hem de o eski kavrama yeni bir çağdaş boyut ekleme gereksinimi yüzünden gündeme girmişe benziyor. Bu gereksinim, yeni emperyalizmin büründüğü küreselci, ulusdevleti ufalayıcı ve insanları şaşkınlaştırıcı çabalara karşı ulusal çıkarları ve her ulusun kendine özgü kalkınma yöntemlerini bir ölçüde koruyabilme endişesinden kaynaklanmakta. Çünkü, ABD ve AB’yi yönlendiren çıkar çevreleri, kendi güçlü devletlerinin güçsüzler üzerinde kurmuş olduğu ekonomik ve teknolojik egemenliği yeni yöntemlerle pekiştirip sürdürmek için bizimki gibi toplumlar üzerinde müthiş bir beyin yıkama çabası içindedirler. Bu bakımdan, güçlüler ne derse desin, çağdışı olduğu söylenen “ulusdevlet”i yaşatma, uyutulmak istenen ulusal bilinci uyanık tutma ve yabancı ekonomik çıkarlara bağlanarak sulandırılan ulusal çıkarları koruma boyutları bugünkü dünya ortamında her zamankinden daha çok önem kazanıyor. Öylesine zorunlu yeni boyutlar ki bunlar, ister istemez eski milliyetçiliği tamamlayıcı bir niteliğe bürünerek onun yandaşlarınca da benimsenmekte ve geçmişte solsağ zıtlaşmasıyla birbirine hasım duruma sokulan siyasal kanatlara sosyoekonomik konularda kendiliğinden oluşan doğal bir yakınlaşma getirmektedir. Ümmetçileri, küresel çıkarların yerli uzantılarını, AB yandaşlarını ve İkinci Cumhuriyetçileri telaşlandırıp tekrar “nasyonal sosyalizm” suçlamalarıyla kafa karıştırıcı çabalara sürükleyen de budur herhalde. K ‘YÖK’ün yetkileri kısıtlanmalı’ ? YÖK’ün bir organ olarak varlığı korunmakla birlikte, görev ve yetkilerinde bugüne göre önemli bir sınırlama yapılması yararlı olacaktır. ÖSYM’nin gerek bütçe gerekse yönetim bağlamında YÖK’ten ayrılması, sistemin bütünlüğü açısından sakıncalıdır. Bütçe bakımından getirilen uygulama, düzeltilmesi gereken bir durumdur. ÜAK birçok ülkede olduğu gibi rektörler komitesine dönüşebilir ve yalnızca rektörlerden oluşabilir. ? Üniversite bütçelerinin (döner sermayeler dahil) üniversite kamuoyuna açık hale getirilmesi ve saydamlaştırılmasında yarar vardır. Döner sermaye kazançlarına hükümetlerin emrivakiler halinde el koymasının yolları tıkanmalıdır. Ne Kadar Sabancı Ne Kadar Yabancı? abancı Holding’in aileden yönetici kadrosunun önde gelen isimlerinden Suzan Sabancı Dinçer, 23 Şubat Cuma günü Milliyet gazetesi ailesiyle yaptığı sohbette şunu söyledi: “Yabancının gelmesi çok iyi, ama bir dengesi de olmalı!” Okuyunca “hah” dedim kendi kendime, “biz de onu diyoruz ya”... Özellikle AKP iktidarı sürecinde kamu yatırımlarının satışına özelleştirme demek olanaksız. Buna en uygun tanım şu olur: Yabancılaştırma... Kimi büyük kamu yatırımlarının “özelleştirilmesi” sırasında ihaleyi yerli firmalar kazanınca, AKP iktidarı ve onun bürokratları çok üzüldüler. Bu üzüntü o boyutlara vardı ki, sözünü ettiğimiz bürokratlar, ihaleyi kaybeden yabancılara hangi maddelerden dava açarlarsa işlemin iptal edilebileceğini öğretmeye giriştiler. Buradan bir şey çıkmayınca, o güne dek selam bile vermedikleri özelleştirme karşıtı kurumları arayıp, onların dava açmasını sağlamaya çalıştılar. Samimi düşüncemiz şu: Günümüz ekonomisinde bir ülkenin bütün kapılarını yabancılara kapatması, duvarlar örmesi olanaksız. Ancak, küresel dalgalara karşı sağlam bir iç bünye oluşturması şart. Almanya, Fransa kendi girişimcisini, işadamını ne kadar kolluyorsa, Türkiye de o kadar kollamalı. Yabancı sermaye için de şunu söyleyebiliriz: Yeni bir istihdam sahası yaratacaksa, ülke üretimine katkı sağlayacaksa, yukarıda sözünü ettiğimiz ilke çerçevesinde buyursunlar. Ama, mevcut kâr eden yatırımlarımızı satın alıp üzerine konacaklarsa, buna yabancı sermayenin Türkiye’ye gelişi denmez, yatırımlarımızın yabancılaşması denir! ??? Suzan Sabancı Dinçer’in sözünü ettiği denge bankaların yabancılaşmasıyla ilgili. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Eylül 2006 finansal piyasalar raporuna göre, bankacılık sektörünün yüzde 35.5’i yabancıların elinde, yüzde 36.2’si yerli özel sektörde, yüzde 28.3’ü kamuda. Hükümetin yaptığı planlamaya göre kamunun payı bu yılın sonunda daha da azalacak... Bu konuda BDDK’nin içinde de değişik tartışmaların yaşandığını duyuyoruz. Yabancılaşan bankalardan Finansbank Yunanistan’a satıldı. Tekfenbank’ın da Yunanlılara satışı gündeme gelince BDDK’nin ne kadar kaldığını bilmediğimiz “ulusal refleksi” ortaya çıktı. Sızan haberlere göre BDDK içinde şöyle bir tartışma var: “Biz Yunanlılara sürekli banka satıyoruz ama, onlar değil bize banka satmak, bizim bankalarımızın şube açmasını bile güçleştiriyorlar. Bunun bir dengesi olmalı... Karşılıklılık ilkesine benzer bir uygulama gündeme getirilmeli...” Dünyadaki uygulamalara baktığımızda özellikle gelişmekte olan ülkeler, kurallarını sıkı koymazsa finans sektörünü kısa sürede yitiriyorlar. Bugün Macaristan’dan Polonya’ya, Meksika’dan Arjantin’e kadar pek çok ülke bankacılık sektöründe yüzde 50 barajını çoktan yabancılara teslim etti. Biz de aynı hızla ilerliyoruz... ??? Telekomünikasyon sektörünün yüzde 80’den fazlasını yabancılaştıran AKP’ye bunun dengesini anlatmak olanaksız... AKP açısından denge şöyle kurulmuş görünüyor: Anadolu’yu öylesine muhafazakârlaştırıyorlar ki, pek çok yerde AKP’ye oy verenler “ne yapalım kardeşim, bunlar hiç değilse Müslüman” diyor! Sanki ötekiler başka dindenmiş gibi... İstanbul’u ve iş çevrelerini de öylesine muhafazakârlaştırdılar ki, onlar da “ne yapalım kardeşim, bunlar hiç değilse neyi satın dersek satıyorlar” diyor! Bu dengede güme giden bir şey var: Vatan... Ondan da söz etmek suç! S YÖK’ün Cumhurbaşkanı’na sunduğu raporda türbanın ‘İslami simge’ haline getirildiğine vurgu yapıldı. ğer niteliklerinin göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Çoktan seçmeli sorularla, öğrencilerin analiz, sentez ve değerlendirme yapabilme yeteneklerini ölçmek son derece zorlaşmaktadır. Yerleştirmede, adayların sınav ve okul başarısı dışındaki özellikleri göz önüne alınamamaktadır. ? Dershane sektörü devletin ortaöğretim kurumlarındaki iyi yetişmiş öğretmenleri kendine kanalize etmektedir. Ayrıca sınavların tek amaç haline gelmesi sonucu, öğrencilerin okullarına devam etmeyerek dershanelere gitmesi ve ortaöğretimin son sınıflarını boşaltan etkiler yaratmasına yol açmaktadır. Bu etkileşme sonucu, özel dershaneler, ortaöğretimin açıklarını kapatacak bir işlev görmek için yola çıkarken ortaöğretimin kalitesini daha da düşüren etkiler yaratmakta, kendine olan gereksinmeyi güçlendirmektedir. Günümüz koşullarında öğretmenler ve okul yöneticileri, dershaneye ihtiyaç bırakmayacak öğretim verme iddiasını taşıyamamaktadır. OPÜLİZM NİTELİĞİ DÜŞÜRDÜ P ? Ortaöğretimde rutin hale gelen “afla sınıf geçirme”, “devamsızlıkta gösterilen hoşgörü” gibi popülist hesaplara dayanan uygulamalar, eğitimde niteliğin düşmesine yol açmış, sınıfta kalmak, neredeyse sınıf geçmekten daha da zor hale getirilmiştir. Bu durum, öğrencileri lise eğitimi yerine, onları üniversite sınavlarına hazırlamada daha etkili öğretim veren dershanelere yönlendirmiştir. ? İmam hatip liselerinin sayıları, bu okulları, liselere alternatif konumdan çıkaracak biçimde sadece “din görevlisi yetiştirmekle sınırlı” meslek okulu olarak programları yeniden düzenlenmelidir. Din görevlisi olarak atanacaklarda, imam hatip liselerinde verilen eğitimin yeterli görülmemesi halinde en azından açıköğretim ilahiyat ön lisans derecesi aranmaya başlanmalıdır. Araştırmacı nitelikler kazanmak ve akademik yaşamda ilerlemek isteyenler, ilahiyat lisans ve lisansüstü programlarını almalıdır. Sayıları ve yerleri yeniden düzenlenirken, ilahiyat fakültelerine ve ilahiyat ön lisans programlarına öğrenci kaynağı olabilecek imam hatip liselerinin büyük kentlerde bulunmasına özen gösterilmesinde yarar vardır. DİSK’in 40. yılına coşkulu kutlama İstanbul Haber Servisi DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, geçmiş yıllardan bugüne işçi sınıfının sendikal haklarının yok edilmeye çalışıldığını belirterek “Çağdaş ve demokratik bir ülke, örgütlü bir topluma dayanmalıdır. Çalışanların sendikalı, örgütlü olmadığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez” dedi. 1 Mayıs’ın, emeğin bayramı olarak yasalaşması ve resmi tatil ilan edilmesi gerektiğini belirten Çelebi, TBMM’de 1 Mayıs 1977 katliamının aydınlatılması için Meclis soruşturma komisyonu kurulmasını istedi. DİSK’in 40. yıldönümü etkinlikleri kapsamında Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen “DİSK Kırk Yıllık Dostlarıyla Buluşuyor” gecesi coşkulu geçti. Geceye, Prof. Dr. Erdal İnönü, SHP lideri Murat Karayalçın, DSP lideri Zeki Sezer, ÖDP lideri Ufuk Uras, KESK Başkanı İsmail Hakkı Tombul, CHP Milletvekili Bülent Tanla, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Gençay Gürsoy, gazeteciyazar Altan Öymen, sanatçı Meral Okay, gazetemiz yazarı Şükran Soner’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sendika genel başkanı, üyesi ve yurttaş katıldı. Gecenin açılış konuşmasını yapan Çelebi, 12 Eylül faşist cuntasının tek tip insan yaratma amacının, kardeşliğe vurulan en büyük darbe olduğunu belirterek yaşanan sorunların tohumunun o günlerde ekildiğini söyledi. [email protected] 28 Şubat’ın Onuncu Yılı Baştarafı 2.Sayfada rarı onaylamıştı. AİHM’nin kararı, demokrasinin kendisini koruma hakkından, “mücadeleci demokrasi’’ kavramından doğmaktadır. Alman hukukçusu Leibholz’un belirttiği gibi “Hiçbir anayasadan, kendisini ortadan kaldıracak koşulları onaylaması ve böylece intiharını yasallaştırması beklenemez.’’ Hiçbir demokraside yıkım için özgürlük (freedom to destroy) yoktur. Gerek tatlı su demokrasicilerine, gerekse laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel esaslarını değiştirmek isteyen siyasetçilere önerimiz şudur: * Siyasete dışarıdan “müdahale’’ istenmiyorsa, öncelikle beş yılda bir yapılan seçimle iktidara gelen seçilmişlerin, gerçek demokrasiye inanmaları ve kendilerine düşen görevleri yerine getirmeleri gerekir. * Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde Atatürk’ün laik, demokratik aydınlanma devrimleri vardır. Siyasal iktidarlar bu temel ilkelere karşı çıkmamalı, kendilerini değişmiş gibi göstererek dini siyasete alet etmemelidir. * Türkiye Cumhuriyeti çağdaş, uygar ve laik temellere dayanır; Türkiye, tarikatlar cumhuriyeti ve tarikatlar demokrasisi olamaz. Cumhuriyet’in temeli; olan laik ilkesinin korunması demokrasinin korunmasından daha önemlidir. Demokrasi her zaman kurulur.. ama laik Türkiye Cumhuriyeti bir kez yıkıldı mı onu tekrar yaratmak çok zordur. Bunun herkes bilincinde olmalıdır... DİSK’in 40. yıldönümü etkinlikleri kapsamımda düzenlenen “DİSK Kırk Yıllık Dostlarıyla Buluşuyor” etkinliği Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi. Geceye, siyasetçi, sendika başkanları ve yurttaşlar katıldı. (Fotoğraf: VEDAT ARIK) ği bir toplumda ise etnik ve dinsel kimlikler toplumsal nefretin fitili olarak kullanılabilir. Bu düşüncemizi nasıl savunduysak, bugün de aynı kararlılıkla savunacağız. Çünkü bu ülkenin demokratik, çağdaş, aydınlık geleceğine her zamankinden daha fazla inanıyoruz” dedi. Aydınlara sahip çıkmanın, Türkiye’nin aydınlık geleceğine sahip çıkmakla eşdeğer olduğuna da dikkat çeken Çelebi, “Buradan bütün siyasal partilere, bütün örgütlü güçlere, bütün sivil ve resmi kurumlara ve özellikle de ‘Aydınların ne kadar ikiyüzlü ve omurgasız olduğunu gördüm’ diyebilecek kadar hezeyan içinde olan ‘Adaletsizlik Bakanına’ seslenmek istiyorum. Bu ülkeye yazık etmeyin. Bir kuşak daha ömrünü tüketmesin. Aydınlarımıza özgürlükçü koşulları yaratmak devletin temel görevidir. Emekçiler aydınlarına, aydınlarda emekçilere sahip çıktığı takdirde, gerçek demokrasi bu büyük buluşmadan doğacaktır” dedi. ‘TÜRKİYE PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR’ Şair ve gazetemiz yazarlarından Ataol Behramoğlu, Türkiye’nin emperyalizme ve paranın gücüne peşkeş çekildiği görüşünü savundu. DİSK’in 40 yıllık mücadele tarihini içeren sinevizyon gösteriminin sunulduğu gecede, Mehmet Ali Alabora şiir okurken, Timur Selçuk, Ferhat Tunç, Mazlum Çimen, Cahit Berkay, Onur Akın, Edip Akbayram, Sadık Gürbüz, Ruhi Su Dostlar Korosu, Suavi ve Yavuz Top da söyledikleri türkülerle izleyicilere unutulmaz bir gece yaşattılar. ‘ÇALIŞANLAR ÖRGÜTLENMELİ’ Çalışanların haklarını aramak için örgütlendiği takdirde, emekçi kimliğinin de güçleneceğini vurgulayan Çelebi, “Emekçi kimliğinin güçlendiği bir toplumda etnik ve dinsel kimlikler kültürel zenginlik olarak kalır. Emekçi kimliğinin yok edildi ankcum?cumhuriyet.com.tr Başbakanın İşlevi? Baştarafı 1.Sayfada Bu gerçek, komşu olduğumuz bütün ülkelerde elle tutulur, gözle görülür bir somutluğa kavuşmuştur. Irak’taki oluşum hazindir. İşgal altında bulunan bir devlette işgalciye karşı birleşemeyen Müslümanın Müslümanı kırması, milli bilinç köreldiği zaman ortaya çıkacak hazin manzarayı yadsınamayacak biçimde sergilemektedir. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizde dinciliğe karşı milliyetçiliğin yükselmesini doğal saymak gerekir. ? En başta Sayın Erdoğan olmak üzere, takıyyeci şaibesi altında bulunan AKP iktidarının İslamcılık kuşkusunu üzerlerinden silecek bir açıklığa yönelmelerinde, saymakla tükenmez yararlar bulunmaktadır. 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim sınavlarından geçecek Türkiye’de saydamlığa her şeyden çok ihtiyaç vardır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan kapalı, sinirli, gerilimli, saldırgan olduğu sürece, ülkeyi bilinmedik beklentilerin tereddütlerine itelemektedir, ki bir başbakanın işlevi ve görevi bu olmasa gerektir. Asker konuşunca tavır değişti Dış Haberler Servisi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Washington’dan yaptığı uyarının ardından hükümetin, Iraklı Kürt liderlerle temas kurmaktan vazgeçtiği öne sürüldü. Financial Times gazetesi, ABD gezisini hükümete mesaj vermek için kullanan Büyükanıt’ın seçimler öncesinde hükümetle karşı karşıya geleceğini öne sürdü. AB ÜYELİĞİNE OLUMSUZ ETKİ Financial Times gazetesi, Ankara kaynaklı Vincent Boland imzalı haberinde Büyükanıt’ın son dönemde yaptığı çıkışları değerlendirdi. Gazeteye göre, Büyükanıt’ın ABD gezisindeki açıklamalarından kısa bir süre sonra Türk hükümeti, tartışmalı bir girişim olmakla birlikte birçok ülkenin olmasını istediği, Iraklı Kürt liderliğiyle temas kurma planından vazgeçti. Financial Times yazısına şöyle devam etti: “Hükümetin, önemli bir dış politika konusunda boyun eğmesi, askerlerin siyasi düşünce üzerindeki kati bir zaferi anlamına geliyor. Bu aynı zamanda, generallerin, bir tek kurşun atmadan, ‘post modern darbe’ olarak tanınan bir olayda İslamcı bir hükümeti görevinden uzaklaştırmasından on yıl sonra askerlerin devam eden etkinliğine işaret ediyor.” Gazete, sivillerin ulusal güvenlik konularında daha büyük bir söz sahibi ol masını ve Silahlı Kuvvetler’in parlamentoya daha çok hesap vermesini sağlamak amacıyla son dört yılda yapılan yasal ve anayasal değişikliklere rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, diğer Avrupa ülkelerinde mümkün olmayacak bir biçimde hükümet politikasını etkileyebildiğini ve değiştirebildiğini belirtti. Askerlerin siyasi işlere karışmasının Türkiye’nin AB üyeliği çabasını olumsuz etkileyen unsurlardan biri olduğunu kaydeden gazete, askeri müdahalelerin bazen, orduyu ülkenin en güvenilir kurumu olarak gören Türkler tarafından olumlu karşılandığını belirtti. Gazete, 2002’den bu yana yapılan ve askerlerin konumunu etkileyen reformların, Genelkurmay tarafından AB ile müzakerelerin açılması için gerekli olması nedeniyle kabul edildiğini öne sürdü. İngiliz gazetesi, “Şimdi bazı gözlemciler, Büyükanıt’ın, bu anayasal düzenlemeleri, Türkiye’de siyasetçilerle askerler arasındaki yeni sınırın nerede olduğunu görmek için sınadığını söylüyorlar” diye yazdı. Gazete habere şöyle devam etti: “Bazı gözlemciler, generallerin, özellikle anayasa değişikliklerinin, bir zamanlar askerlerin hâkim olduğu ve şimdi bir sivil tarafından yönetilen Milli Güvenlik Kurulu’nu siyasi veya sivil alternatifleri güçlendirmeden zayıflatmış olmasından kaygı duyduklarını söylüyorlar. Bunun da Türkiye’nin, Irak, İran, Suriye, Gürcistan ve Ermenistan ile paylaştığı bölgenin derin karışıklıklardan geçtiği bir dönemde meydana geldiğine inanıyorlar.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle