29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Cumhuriyet, yasanın İngiliz şirketi tarafından şekillendirildiğini gösteren belgelere ulaştı C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 16 ŞUBAT 2007 CUMA British Petrol Yasası Murat KIŞLALI ANKARA Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ile İngiliz British Petroleum (BP) şirketinin, Türkiye’deki petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine ilişkin 1993 yılına ait 3 değişik yazışması, hükümetin Meclis’ten çıkardığı yeni Türk Petrol Yasası’nın önemli bir kısmını BP’nin isteği doğrultusunda düzenlediğini ortaya koydu. BP’nin 14 yıl önce yapılmasını istediği değişiklikler, aradan geçen 10 hükümet tarafından yasalaştırılmazken Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığındaki AKP iktidarı tarafından Meclis’ten geçirildi. Cumhuriyet’in ele geçirdiği BP Türkiye Ofisi yöneticileri Melih Çalıkkocaoğlu ve P.E. Maxwell tarafından dönemin Petrol İşleri Genel Müdürü Ahmet Akçael’e gönderilen 17 Şubat 1993, 22 Ekim 1993 ve 2 Kasım 1993 tarihli belgeler, BP’nin Karadeniz’de petrol arama, keşfetme ve çıkarma faaliyetlerinde bulunabilmesi için ruhsat süreleri, ruhsat büyüklükleri, devlet hissesi oranları gibi konularda lehine yapılmasını istediği değişiklikleri içeriyor. Aradan 14 yıl geçtikten sonra AKP hükümeti döneminde yürürlüğe giren yeni Türk Petrol Yasası’nda ise söz konusu “istemlerin çok daha fazlasının karşılandığı” dikkati çekiyor. BP’nin 17 Şubat 1993 tarihli ve “Petrol Kanunu Değişikliği” başlıklı yazısında “26/11/1992 tarihli yazımızda belirttiğimiz konuları tekrar gözden geçirme isteğinizden duyduğumuz memnuniyeti ifade etmek isteriz. Derin sulardaki çalışmalarda devlet hissesi oranı indirimini yükseltmenizi de olumlu karşılıyoruz” denildikten sonra “2000 metreden daha derin sularda ilave indirim yapacak kademenin şu şekilde oluşması” isteniyor: “0350 metre arası indirimsiz, 3501000 metre arası yüzde 20 indirim, 10002000 metre arası yüzde 40 indirim, 2000 metreden derin sularda yüzde 80 indirim.” EVLET HİSSESİ DÜŞSÜN’ İSTEĞİ BP’nin Petrol İşleri’ne gönderdiği 22 Ekim 1993 tarihli yazışmada da devlet hissesi oranlarının daha da düşürülmesi şu ifadelerle isteniyor: “Önerdiğiniz 2000 metreden derin yerlerdeki yüzde 40’lık hisse indirimi, devlet hissesinin ABD Haberleri daha doğrusu ABD tarafından onaylanmış bir iktidarın istemlerinin reddedilişinde dikkatimi çeken üslup benzerliği var; Gül’ün son gezisi, Özal’ın sayısız gezisi, kendi hükümetinin daha önceki Erdoğan ya da Gül öncelikli gezilerinin havasında geçiyor. Bizimkiler desteklenen iktidar, siyasetçiler olarak varlıklarının devamı, rahat nefes alma, çıkış yolu bulma anlamında önceliklerini, istemlerini sıralıyor, ricacı oluyorlar. Nelerin olamayacağını kibar bir dille öğrenip geri dönüyorlar. Türk kamuoyuna yönelik olarak da siyaseten desteklenenlerin göreceli, görüntülü kurtarılmalarına yarayacak kimi bilgiler, gerekçeler aktarılıyor... ABD’de meclis çoğunluğunu kaybetmiş Bush yönetiminin Ermeni soykırım kararının çıkmasını durduramayabileceği, zaten de bu türden bir kararın çıkması halinde önemli bir yaptırım siyasal sonucunun olmayacağı mazeret haberleri üretiliyor. AB ülkelerinde kimi PKK’ye yönelik operasyonların ABD’nin çabasının ürünü olduğu haberleri ile Türk kamuoyu oyalanırken, Kuzey Irak’tan ABD’nin Türkiye aleyhine bir dizi önemli sonucu olan siyasi, idari kararlarının uygulanması haberlerinin tepkisi hafifletiliyor; çuvalcılara üst düzey görev, Kandil operasyonunun rafa kalkması, Kerkük’teki Kürdistan projesi amacına yönelik adım adım yol alınmasını sağlayan son gelişmeler yaşanıyor.. Adım gibi biliyorum.. Özal iktidarı gibi Erdoğan Hükümeti kadrosu da kendilerini destekleyen ABD siyasi iktidarlarının onlar için kurtarıcı, ABD için çok da özveri olmayan kimi icraatları, kararları vermemelerini, bekledikleri yardımları esirgemelerini anlamakta zorlanıyorlardır. Aslında Türk kamuoyu genelde bu çelişkili görüntüleri, durumları algılamakta hep zorlanmakta. Daha geneli ile hepimiz, “stratejik ortak” olarak sırtı sıvazlanan Türkiye’nin, bizim böylesine hafife alınmamızı, bu kadar çıkarlarımıza aykırı, kırmızı çizgilerimizi ayaklar altına alan ABD icraatlarının gündeme gelmesini anlamakta zorlanıyoruz. Buradan bakıldığında, kırılmaktan, kızmaktan öte, anlayamamayı, açıklayamamayı da içeren bir durum, çelişki var gibi geliyor. Türkiye’nin, sorumlu olarak da siyasi iktidar iradelerinin, koşulsuz teslimiyetçiliğinin, göbekten bağımlılığının, dış politika gibi çıkar ilişkileri, güç dengeleri üzerinden oynanan bir oyunda, kaybetmek anlamına geldiği gerçeği hep atlanıyor.. soner?cumhuriyet.com.tr BP’nin 14 yıl önce yapılmasını istediği ve Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı eden değişiklikler, aradan geçen 10 hükümet tarafından yasalaştırılmazken Erdoğan başbakanlığındaki AKP hükümeti tarafından TBMM’den geçirildi. yüzde 1012 arasında oluşmasını sağlar ki, bu mevcut yüzde 12.5’e göre dikkate alınamayacak bir indirimdir. Daha önceden de belirttiğimiz gibi bu tür üretimlerde asgari devlet hissesi (yüzde 5’ten az) ödenmesi gerekmektedir.” başladıktan sonra, daha yüksek indirim için özetle şu gerekçeler ve ifadeler kullanılıyor: “Karadeniz’in derin suları gibi, yüksek risk sınırındaki projeler için şirketler önemli bir nema kazanma potansiyeli arayacaklardır. Biz şirket ola lar için asgari devlet hissesi (yüzde 5’ten az) verilmesi zorunludur. Bir an önce ve olumlu cevabınızı bekleriz.” BP bu isteklerine 14 yıl sonra, AKP döneminde kavuştu. Hükümetin Türk Petrol Yasası’nda yaptığı değişiklikle, önceden yüzde 12.5 olan devlet hissesi “denizlerde günde 5 bin varillik petrol üretimi için yüzde 6” olarak belirlendi. Yine yapılan bir başka değişiklikle, su derinliği kademeli olarak “1500 metreden fazla olan yerlerde devlet hissesine yüzde 30 indirim” getirildi. Vergi avantajları sağlandı. Böylece BP yüzde 6 devlet hissesinden yüzde 30 indirim sağlayarak Karadeniz’deki üretimini istediği gibi yüzde 5’in altında, yüzde 4.2 oranındaki devlet hissesi ile yapma imkânına kavuştu. Ancak BP, Karadeniz’deki ortaklığından yasa çıkmadan çekilmeye karar verdi. KP İKTİDARI ‘SIFIRLADI’ 22 Ekim 1993 tarihli yazışmada, yasanın devlet hissesi dışındaki farklı iki maddesi ile ilgili istekler de getirilirken, ekinde de 19 değişik madde ve fıkrayla ilgili kapsamlı değerlendirme ve istemlerde bulunuluyor. Bunların arasında yeni yasa ile değiştirilen şu iki istek de bulunuyor: “Türkiye’den ihraç edilebilecek petrol miktarının üst sınırı olarak belirlenen yüzde 45 seviyesi çok katıdır. Bu oranın alt sınır olarak belirlenip Türkiye’nin iç tüketimine göre artırılması gerekir.” Böylece BP Türkiye’nin iç tüketimi için gerekli olan “memleket ihtiyacı”nın yüzde 55’ten daha aşağıya indirilmesini istedi. BP’nin bu önerisine karşın hükümet, Türkiye’nin “memleket ihtiyacı”nı sıfırlayarak yasadan tamamıyla çıkardı. ENİZLER ‘TEK BÖLGE’ OLDU A D ‘D BP’nin 2 Kasım 1993 tarihli yazısında ise “Geçen cuma günü yaptığımız görüşmede, halen teklif edilen devlet hissesi indirimi düzeyinin çok derin sulardaki arama ve üretim faaliyetlerini teşvik etmeye yetersiz olduğu hususundaki görüşümüze daha fazla destek sağlamamızı talep etmiştiniz. Aşağıdaki belirttiğimiz hususlar bu talebi karşılama amacını gütmektedir” şeklinde rak, varil başına yaklaşık 18 ABD Doları düzeyindeki günümüzün petrol fiyatlarında böyle bir girişim için yüzde 15 civarında asgari nema beklemekteyiz. Karadeniz’de 1 milyar varil (günde yaklaşık 5 bin varil ortalama akış hızıyla) muhtemel tahminimizi uygulayarak asgari nema düzeyimizi sağlamak için bile hem devlet hissesi, hem vergi indirimi gereklidir. Çok derin su “Denizlerin bir bölge Karadeniz, bir bölge Ege, bir bölge de Akdeniz olmak üzere üç bölgeye ayrılmasını öneriyoruz.” BP’nin bu önerisine karşın hükümet, önceki yasada 18 olan bölge sayısını yeni yasada biri karada, diğeri denizde olmak üzere 2’ye düşürdü. Böylece BP denizlerin 3 bölgeye ayrılmasını isterken hükümet daha da ileri bir adım atarak denizleri tek bölge olarak kabul etti. Güler Sabancı Hollanda basınında Ekonomi Servisi Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Hollanda’da yayın yapan Algemeen Dagblad gazetesi tarafından “Türk iş yaşamının first lady’si’’ olarak nitelendirildi. Sabancı Holding’den yapılan açıklamaya göre, gazete, Güler Sabancı ile yaptığı röportajı “Güler Sabancı: Çağdaş Türkiye’nin Bir Numarası’’ başlığı ile verdi. Marc Guillet imzasıyla yayımlanan yazıda Güler Sabancı için, “stratejik düşünebilen, azimli bir iş kadını olarak ün yapmayı başarmış’’ denildi. Yazıda Sabancı’nın, Türkiye’nin AB süreciyle ilgili “Yolculuk belki de varılacak yerden daha önemli. Ve insanlar dostlarını en iyi yolculuk sırasında tanırlar’’ şeklindeki görüşüne yer verildi. Öte yandan Akbank, İngiltere’deki Sabancı Bank PLC hisselerinin İran’da kurulu Parsian Investment Company’e satılması ile ilgili anlaşmanın koşulları gerçekleşmediği için sonuçlanmadığını duyurdu. ışişleri Bakanı Gül’ün ABD gündemini, haberleri dinlerken, Özal’ın bir ABD atağında, görüştüğümüz Türkiye masasının en yetkili kişisinin bizimle söyleşisini çağrıştırdı. Önce Özal’ın ABD ziyaretinden, beklentilerinden ne çıkabileceği sorusunu bize yöneltti. Sonra da sorumlu, masanın başında en yetkili, en bilgili kişilerden biri olarak Türk kamuoyuna yönelik vermek istediği mesajları sıraladı.. Dış politikada yeri olmayan “İstemlerinin hiçbiri karşılanmayacak” anlamına gelecek sözcükleri elbette kullanmadı. “Sayın Özal’ın ziyaretinin en verimli sonucu, nelerin olamayacağını anlamak olacak” türünden bir söylemle Türk kamuoyuna yönelik mesajlarını iletmeye koyuldu. O tarihlerde Özal’ın tekstil öncelikli ihracatta kotalar beklentisi yüksekti. Tartışmasız sıkışan ekonomiye, Özalizm modeline nefes aldıracaktı; oysa Türkiye masasının yetkili ve sorumlu kişisi bize kotaların tanınmasının söz konusu olmamasının gerekçelerini benimsetme derdindeydi... Ne rastlantıdır ki, sendikal hakları, demokrasiyi savunma noktasında, ABD işçi hareketinin konuğu konumunda gazetecilere, sendikal hak yasakları olan bir ülkeye kota tanınmasının, (korunmaya mazhar ülkeler listesine alınmasının) ABD işçi hareketinin izin veremeyeceği bir konum olduğunu anlatmak mantıklı görünüyordu.. O gün de bugün de, gerekçelerin bahane, argo deyimle kuyruklu yalan olduğu tanımının altını çizmek isterim; çünkü Türkiye’ye söz konusu sendikal hak yasakları ABD’nin desteklediği 12 Eylül darbesi ile gelmişti. Anyasal, yasal yasaklar, DİSK yönetimine cezaevi işkence uygulamaları yeni değildi. Konuğu olduğum sendikal hareketin ziyaretlerinde, belgebilgi arşivlerine de girmiş, o tarihe kadar Türkiye’deki sendikal hak gasplarına yönelik en küçük bir duyarlılıkları, laf ola beri gele protesto açıklamalarının bile olmadığını saptamıştım. Nedense duyarlılık yukarıda tırnak içinde adını verdiğim karar aşamasında gündeme gelmişti. Sonuçta gerçekten de Özal eli boş dönmüş, ABD sendikal hareketinin birden ilgi göstermesi paralelinde biz Türkiye’ye döndükten hemen sonra DİSK yöneticileri tahliye edilmiş, ABD sendika liderlerinin yıllar ara ile Türkiye ziyaretleri başlamıştı.. ??? Şimdi Gül’ün gündemindeki sorunlar, konular ile Özal’ınki arasında elbette bir benzerlik yok. Sadece siyaseten desteklenen, D AB bile ‘önce egemenlik’ diyor Atatürk’le Hitler’i; Chavez’le Bush’u Karıştıranlar... bakmak demektir... 2) Köylünün refahını arttıracak ulusal tarım politikası izlemek demektir. 3) Türk endüstrisine sahip çıkmak; yabancı tekellerin onu ele geçirmesine engel olmak demektir. 4) Makro ulusal politikalarla petrolüne, madenlerine, banklarına, limanlarına her türlü desteği vermek demektir. 5) İşçiye, memura, esnafa arka çıkmak; onların milli gelirden aldıkları payı yükseltmek demektir. 6) Devleti küçültmemek; sosyal devleti güçlendirmek demektir. 7) Ulusalcılık konut, eğitim ve sağlık olanaklarının sosyal devlet çatısı altında halka sunulması demektir. 8) Kimilerinin sandığı gibi, “ulusalcılık dışa kapanmak değildir”. Dışarıya, “karşılıklı çıkarlar doğrultusunda”, dengeli olarak açılmaktır. Hâlâ anlamadıysanız günah benim değil... 9) Ulusalcılık, ulusal dış politika izlemek demektir; aynen Batı demokrasilerinin yaptığı gibi. 10) Ulusalcılık, “sosyal sınıfların örgütlenerek Meclis’te temsil edilmeleri” ve gerçek demokrasinin kurulması demektir. 11) Ulusalcılık uluslararası alanda siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel olarak ezilmeden ve ezmeden yer almak demektir. 12) Ulusalcılık, antiemperyalist bir duruşa sahip olmak demektir. Sevgili okurlar bu sıraladığım ulusalcılık öğelerinin tetikçilerle, Samast’larla, Ağca’larla bir ilgisi olabilir mi? Ulusalcılığın öğelerini yukarıda sıraladım. Ulusalcılığın koşullarından korkanlar, “ulusalcılık Samast’tır, Ağca’dır diye karartma uyguluyorlar” Nedeni çok açık; ulusalcılık ABD ve AB’nin işine gelmiyor. İçimizdeki oligarşi ile birlikte gerçek ulusalcıların yolunu kesmeye çalışıyorlar. Tekrar ediyorum; kimi yazarlar ulusalcılığı hâlâ anlamamış; yukarıda tek tek saydım; hâlâ anlamadılarsa sorun kendilerinde, benim elimden bir şey gelmez... Emperyalizmin ve içimizdeki oligarşinin penceresinden bakanlar için ulusalcılık en büyük tehdittir. www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali lusalcılık üzerine yazdıklarımı ve söylediklerimi hâlâ anlamak istemeyenler var. Ulusalcılık konusunda karmaşa özellikle yaratılıyor. Ogün Samast, Ağca gibi kullanılan tetikçiler, “ulusalcılığın sembolleri” olarak sahneye çıkartılıyor. Kimi yazarlar, oligarşi adına karartma uyguluyorlar. Hitler şablonu içine giren sapık ırkçılar, “ulusalcılar gibi gösteriliyor”. Neden? Atatürk’ü, Gandi’yi, Nâsır’ı, Tito’yu, Chavez’i, Morales’i ve yeni gelmekte olan gerçek ulusalcıları gözden kaçırmak için yapıyorlar; çünkü korkuyorlar; halkın emperyalizmi “Teşhis etmeye başlaması” oligarşiyi ürkütüyor. Ulusalcılığın özü olan antiemperyalist kimliği örtmek için kimi zavallıları; bürokraside ve tarikatlarda post kavgası yapanların kullandıkları, tetikçi çocukları sahneye sürüyorlar; “İşte ulusalcılar bunlardır” diyorlar. Cumhuriyet döneminde Hitler’den, Mussolini’den fazlaca etkilenen ırkçı çevreler vardı. Bunların bir kısmı bürokrasinin içine sızdı, bunlar doğru. 12 Mart’tan sonra kimi aşırı sağcı (ve milliyetçi) radikal çevreler bürokrasi tarafından kullanıldı. 1990’lı ve 2000’li yıllarda siyasal İslam da bu ra U BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Hükümetin, AB’ye uyumu gerekçe göstererek çıkardığı Türk Petrol Yasası ile “memleket ihtiyacı, rekabet ve kamu kuruluşları”nı tasfiye ederken AB mevzuat ve uygulamalarında “90 günlük stok tutulması, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesinin ertelenmesi ve rekabetin tahsisi”nin öngörüldüğü ortaya çıktı. ANKARA Hükümetin AB’ye uyum gerekçesiyle çıkardığı Türk Petrol Yasası’nın, AB mevzuat ve uygulamalarıyla bağdaşmadığı ortaya çıktı. Türkiye’de “memleket ihtiyacı” kaldırılırkenAB, 90 günlük stok tutulmasını istiyor. Türkiye sınırsız ruhsatla tekel ortamı yaratırken AB rekabetin tahsisini öngörüyor. Yasa, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) özelleştirmesinin önünü açarken AB’de etkin kamu petrol şirketlerinin özelleştirilmesi erteleniyor. Jeofizik Mühendisleri Odası Başkanı Uğur Gönülalan “Kanunda AB mevzuatının gerekçe gösterilmesinin hiçbir mantığı yok. Bu tamamen bir hedef saptırma” dedi. Gönülalan şöyle devam etti: “Norveç’in Statoil’i, İtalya’nın ENI’si, Fransa’nın Total’i hep kamu şirketleri. Oysa bizdeki yeni yasada AB uyumu altında kamu tasfiye ediliyor” dedi. Gönülalan “Ayrıca AB’nin, bu direktife atıfta bulunulan enerji mevzuatında da bütün ülkelerde 90 günlük ulusal stok oturtulmaya çalışılırken bizde ‘memleket ihtiyacı’ şartının kaldırılması düşündürücü.” AB’nin petrol, doğalgaz ve hidrokarbonlara yönelik 94/22 sayılı direktifinde, “üye ülkelerin kendi topraklarındaki hidrokarbon kaynaklarının kendi egemenliklerinde olduğu” hüküm altına alınıyor. Buna karşın hükümet tarafından Meclis’ten geçirilen Türk Petrol Yasası’nda, ulusal çıkarlar kavramı metinden çıkarılarak AB’de atıfta bulunulan kamu yararının önü kapatılıyor. Yasada arama ruhsatlarının verildiği bölge sayısı 18’den 2’ye düşürülüp özel firmalara sınırsız sayıda ruhsat alma imkânı getirilerek tekelleşmenin önü açılıyor. Böylece rekabetin artırılmasına yönelik AB direktifi görmezden geliniyor. Yine AB direktifinin tersine, ruhsat alanları büyütülürken ruhsat süresi 30 yıl artı iki defa da 10’ar yıl olmak üzere 50 yıla çıkarılıyor. dikal odaklardan yararlanmaya başladı. Bütün bu radikal çevreler şu özelliklere sahip: 1) Demokrasiye karşılar. 2) Hukuk dışı, saldırganlığa dayalı eylemde bulundular. 3) Onların bu eylemleri Türkiye’ye değil, Türkiye üzerinde hesaplar yapan odaklara yaradı. Gerçekte, “ulusalcı karşıtı” olan bu çevreler, şimdi ulusalcılar olarak sunuluyor. Sahte ulusalcıları bugün sahneye çıkaranlar, “gerçek ulusalcılığın önünü kesmeye çalışıyorlar” ÜRKIYE’DE ULUSALCILIK NEDİR? NE OLMASI GEREKİR? Görmek istemeyenlerin, anlamak istemeyenlerin gözünün içine soka soka sıralıyorum: 1) Türkiye’de ulusalcı olmak sorunlara Türk ulusunun penceresinden T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle