29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 CHP lideri Deniz Baykal, Dink cinayetini, emniyeti ve hükümetin tutumunu değerlendirdi: C haberler SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 16 ŞUBAT 2007 CUMA Emniyet olaya bulaşmıştır Mustafa BALBAY MÜNİH CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, gazeteci Hrant Dink cinayetinden ve sonrasındaki gelişmelerden hükümetin ve emniyet birimlerinin sorumlu olduğunu belirterek “Dink cinayeti emniyetin MR’ını çekmiştir. Bıçağı alıp ameliyat etmek şart hale gelmiştir” diye konuştu. Baykal, soruşturmayı bırakıp derin devlet tartışmalarına girmenin “gevezelik” olduğunu da söyledi. Emniyetin “olaya bulaştığını” kaydeden Baykal, basına sızan kasetlerle ilgili olarak da “Çocuk sanki bir kahraman... Demek ki emniyete hâkim olan ruh, yapılan işi çok meşru, yapanı kahraman olarak gören bir anlayış içinde. Ortadaki bir cinayeti kahramanlık diye anlayan bir kültür, güvenlik güçlerine egemense bu kültürün sorumlusu kim?” açıklamasını yaptı. 43. Uluslararası Güvenlik Konferansı’na katılmak üzere Münih’e gelen Baykal, önceki gece Türkiye’nin Münih Başkonsolosu Abdurrahman Bilgiç’in verdiği resmi yemek sonrasında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Baykal, Dink cinayeti soruşturmasının pek çok düzmece boyutu olduğunu belirterek şunları söyledi: “Eski Trabzon Emniyet Müdürü orada bir dizi iş yapıyor. Muhbir alıyor. Sonra merkeze gidiyor. Geride kalan muhbir emniyetin bilgisi dahilinde işler yapıyor. Bunlar nedir? Böyle bir ortamda bir derin devlet tartışması başlıyor. Ne derin devleti yahu? Emniyet müdürü kardeşim, görmüyor musunuz? Kadroya bakın... AKP adamlarını getiriyor, sonra alıp başka yere götürüyor... Şimdi Reşat Altay merkeze alındı. Hakkında soruşturma yapıldı mı? Hayır. Peki, İstanbul Emniyet Müdürü niye görevine devam ediyor? Ben adam gibi emniyet müdürü istiyorum.” Dink cinayetiyle Emniyet Teşkilatı’nın bir anlamda MR’ının çekildiğini, bunu çok önemsediğini kaydeden Baykal, “Türkiye’nin karnına bıçağı sorup Avrupa’da Türkçeyi Savunmak ra olarak yüreğimizin bir köşesinde duruyor, ama biz Türkçenin güzel kullanıldığını varsayarak Alman tezlerini ele alalım. Doğru mu söyledikleri? ??? Doğru değil. Çünkü “uyum” derken iki kültürün bir arada yaşayabileceğine, bir insanın iki kültürün sentezini kendi kafasında yapabileceğine inanamıyorlar. İnandıkları ve istedikleri, Türklerin, bin yılın serüveni içinde pek çok kültürün iç içe geçerek, yoğunlaşarak oluşan Alman kültürüne kayıtsız şartsız teslim olması, kendini yadsımasıdır. “Uyum” derken “eritmeyi”, “entegrasyon” derken “asimilasyonu” anlamaları bundandır. Olmayacak bir şey istiyorlar. Kültürü değişmez ve dokunulmaz sayıyorlar. Oysa dokunulmuştur. Türk kültürü de öyledir. Dokunulmuş ve zenginleşmiş bir kültürdür Türk kültürü. Türk kültürü, geldiği ve uzandığı yerlerden, Anadolu uygarlıklarından kendine kalanları arkeolojik buluntu olarak yalnızca müzede saklamıyor. Tüm diğerleri gibi Türk kültürü de her katmandan kendine süzülenleri içeriyor ve gittikçe yoğunlaşan bir miras olarak özümsüyor. En büyük özelliklerinden birisi, tarihsel olarak geçmişten beslenmesi, çağdaş olarak yatay zenginleşmeye en açık kültürlerden birisi olmasıdır. Bağnaz değildir kısacası. ??? Avrupa’da yaşayan Türk gazetecilerinin örgütü ATGB, en inatçı kavgayı bu konuda veriyor. Bir iletişim dili olarak Türkçeyi yaşatmaya ve Alman politikacılara yanlışlarını göstermeye çalışıyor. Gürsel’in bu konuda yazdığı yazılar, Alman meslektaşları arasında ilgi görüyor. Bir de yerel basın ve federal düzeyde dağıtılan gazeteler Türkçe konusunda daha titiz olmayı başarsalar, ATGB yalnız kalmadığını, dayandığı temelin sağlam olduğunu daha fazla duyumsayacak. Radyo, TV kanalları ise... Çok üzgünüm... Kalbimde derin yaradırlar... [email protected] EMNİYETTEKİ TARİKATLAŞMA aykal, medyaya yansıyan kasetlerdeki görüntülere dikB kat çekerken de “Yakalanan çocuğun nasıl muameleye tabi tutulduğu görüntüleri çıkıyor. Çocuk bir kahraman... Demek ki emniyete hâkim olan ruh, yapılan işi çok meşru, yapanı kahraman olarak gören bir anlayış içinde. Ortadaki bir cinayeti kahramanlık diye anlayan bir kültür, güvenlik güçlerine egemense bu çok yanlış. Bu kültürün sorumlusu kim? Biz kadrolaşma için Başbakanlık Müsteşarlığı’nı işaret ediyoruz. Onun zihniyetini yıllardır anlatmaya çalışıyoruz” dedi. Baykal, “olayın Ankara ayağının dikkatten kaçırılmamasını” isterken “Falan, filan kişiyle uğraşmanın ötesinde olayın siyasi sorumlusunu görmek gerekiyor. Sorumlu İçişleri Bakanı ve Başbakan’dır” diye konuştu. Baykal, emniyetteki gruplaşmalara dikkat çekerken de “Bir inanç cemaatleşmesi, profesyonel bir kurum olarak emniyete de yan sıyor. Emniyeti, TSK’yi, eğitimi ve yargıyı bu anlayışın dışında tutmak lazım. Bu bir çürüme manzarasıdır. Emniyette falan tarikatta daha üst dereceye sahip bir kişi bir noktada, onun sadakati kimedir? Böyle bir görüntüye fırsat vermeyecek bir tablo yaratılmalı” açıklamasını yaptı. emniyet ile ilgili ameliyatı yapması lazım” dedi. “Siz hiç jandarmanın emniyeti suçladığını duydunuz mu” diye soran Baykal, “Ben hiç duymadım” yanıtını verip şöyle devam etti: “Şemdinli, Atabeyler ve Dink cinayeti... Üçünde de zorlamayla bir suçlama yapıldığını görüyoruz. Danıştay cinayeti sonrasında siyasi cinayetler döneminin başlayabileceğini söylemiştim. Ne yazık ki böyle çıktı. Türkiye’de emniyetçi portresi şu; sokakta gösteri yapanı coplayacaksın, cinayet işleyeni posterler önünde öveceksin.” su Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’dir. İş orada başlıyor. Ben bu olayla bağlantıları da orada görüyorum. Cumhurbaşkanı Sezer hükümetin kadrolaşmasını veto ediyor diyorlar. Ama asıl veto Başbakanlık Müsteşarlığı’nda. Ama ters yönde. AKP’li bakanlar, örneğin bir genel müdür atamak istiyor, müsteşar ‘Bu tam bizden değil, böyle biri atanır mı?’ diyor. O kişi zaten nasıl bir devlet istediğini yazmıştı. Milliyetçiliği, devleti, laikliği, dini yorumlayacaksın. Al sana emniyetin dini yorumu.” RTADA BÜYÜK BİR SENARYO VAR’ Hrant Dink cinayetinin ardından Trabzon’da olayın kaynağı olan çevreye nasıl yaklaşıldığının önemli olduğunu vurgulayan Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Muhbir olan kişinin arkasında emniyeti hissederek bu işi yönlendirerek, planlayarak, cesaret vererek bu işin ‘SORUMLU ÖMER DINÇER’ Baykal, bir soru üzerine derin devlet tartışmalarını “gevezelik” olarak nitelendirip şunları söyledi: “Gerçekten olup bitenleri tartışalım. İçişleri Bakanı seçime üç ay kala gidecek. Şimdi aldıramazsak yazıklar olsun. Aslında bütün bunların sorumlu ‘O gerçekleşmesine de katkı yaptığı görülüyor. Emniyetle bu kadar doğrudan resmi bağlantı kurmuş birinin bu cinayette bu kadar aktif rol alması, bizi emniyet makamlarının bu üniversite gencini kullandığı ihtimaliyle daha başka birilerinin onu kullandığı ihtimali arasında tercih yapmaya zorluyor. Erhan’ı da kullanan daha büyük bir senaryo mu var? Bu gencin bütün Emniyet Teşkilatı’nı uyutup, kandırıp, size bilgi veriyorum deyip, hakkında bilgi verdiği cinayeti birilerine işlettirip sıyrılabileceğini düşünmesi söz konusu olabilir mi? Onlardan bir güç alıyorsa, aferin oğlum, haddini bildirin söylemi geliştiriliyorsa, bu çocuk ondan güç alarak böyle davranıyorsa bu çok önemli. Emniyetin bilgisi dışında bu cinayetin işlendiğini fiilen söylemeye imkân yok. Ortada büyük bir senaryo var. Emniyet ihmal içinde. Emniyet olaya bulaşmıştır. Olay artık falan daire başkan yardımcısı, filan müdür olmaktan çıktı, olay siyasidir. Görmezlikten gelinemez.” ‘301 gündemden kalkmalı’ İstanbul Haber Servisi Sivil toplum örgütleri, TCK’nin 301. maddesine ilişkin değişiklik önerilerini açıkladı. Öneride “Türklüğü alenen aşağılamak” kavramı yerine “Türklüğü tahkir ve tezyif” ifadesine yer verilirken üst sınırı 3 yıl olan hapis cezası da 2 yıla düşürüldü. Toplantıya İKV Başkanı Davut Ökütçü, MÜSİAD Başkanı Ömer Bolat, Hakİş Başkanı Salim Uslu, MemurSen Başkanı Ahmet Aksu, Türkİş Başkanı Salih Kılıç, TİSK Başkanı Tuğrul Kutadgobilik, TZOB Başkanlık Danışmanı Nurullah Özcan, TVYD Başkan Yardımcısı Zeynep Gönenç, TOBB Başkan Yardımcısı Halim Mete ve TÜSİAD Başkan Yardımcısı Pekin Baran katıldı. Konuya ilişkin dün TOBB Plaza’da düzenlenen basın toplantısında, TCK’nin 301. maddesine ilişkin değişiklik önerisini açıklayan İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Başkanı Ökütçü, 10 sivil toplum örgütünün katılımıyla hazırlanan “Hükümete ve tüm topluma çağrı” başlıklı metni de okudu. TCK’nin 301. maddesinin mevcut haliyle “muğlak” olduğuna ve yasa uygulayıcıların maddeden farklı anlamlar çıkardığına dikkat çekilen metinde, “Bir kanun maddesinin bu kadar yoruma açık olmaması gerekiyor” denildi. 301. maddenin artık Türkiye’nin gündeminden düşmesi gerektiğini belirten Ökütçü, hükümetin sivil toplum ile diyaloğunu artırması gerektiğine dikkat çekerek “Ben yaptım, sen uygula” yaklaşımı ile ilerleme kaydetmenin mümkün olmadığını dile getirdi. Ökütçü, değişiklik metninde korunan “Türklük” kavramının, yasanın mevcut halinde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aşan bir anlamı bulunma(aşağılama, onur kırma, onuruna dokunma) ve tezyif (bir şeyi değersiz, adi, bayağı, aşağılık göstermeye çalışma, küçültmek isteme)” olarak değiştirildiğine dikkat çeken Ökütçü, böylelikle bu kastı taşımadan açıklanacak ifadelerin suçun kapsamı dışında tutulmasının sağlanacağını vurguladı. Hazırlanan ortak metindeki bir diğer değişikliğin de suça verilecek cezalarla ilgili olduğuna işaret eden Ökütçü, duğunun altını çizdi. Türk Tabipleri Birliği, “301. maddenin tümüyle kaldırılması”nı istediği için, DİSK ise uzlaşılan metne katılmadığı için ortak metne imza atmayarak görüşmelerden çekilmişti. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, “301. madde önerisi yeni tartışmaları doğuracak, makyaj niteliğinde bir öneridir” dedi. 301. maddedeki “Türklük” kavramının çıkarılması gerektiğini belirten Çelebi, maddenin “Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne ve mahkemelerine, bunların saygınlığını tehlikeye düşürecek şekilde kasten ve alenen hakaret edenler 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” şeklini alması önerisini getirdi. KUZU: BAŞKA ÖNERİLER DE VAR dığının altını çizerek, önerilerindeki “Türklük” kavramının anayasanın 66. maddesindeki “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” ifadesi bağlamında kullanıldığını söyledi. Yasanın mevcut halinde bulunan “aşağılama” kavramının da “tahkir mevcut maddenin aksine, suçu işleyenlere tek ve aynı cezanın verilmesinin uygun görüldüğünü söyledi. Ökütçü, hazırladıkları metnin getirdiği önemli değişikliklerden birinin de karar verilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihatlarına atıfta bulunulması gerekliliğinin vurgulanması olÖte yandan, AKP İstanbul Milletvekili, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “301 ile ilgili başka öneri metinleri de var. Bunlar birleştirilecek” dedi. Kuzu, 301. madde için kimsenin “kalksın” diyemediğini veya çok az kişinin diyebildiğini belirtti. STUTTGART Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin (ATGB) düzenlediği toplantılara katılmak için geldiğim Almanya’da, yıllarca yaşadığım kentleri yeniden görmek heyecanlandırmadı beni. Sanki geçen zaman içinde Almanya’nın kılı bile kıpırdamamış; sokaklar aynı, gökyüzü aynı, TV kanallarında konuşup duran politikacılar hep aynı durgun hayatın içindeler. ATGB’nin başkanı Gürsel Köksal, Osman Çutsay, Ömer ve Birliğin genç üyesi Eylem’le yollardayız. Yağmur yağıyor. Kahve molası verdiğimiz otoyol kahvesinde konuştuğumuz dile kulak kabartan Almanlar, bir süre sonra ilgilerini yitiriyorlar. Sık sık duydukları Türkçe, artık onların kulakları için alışıldık bir sestir. Bildikleri bir renktir. Ama ülkelerinin geleceği konusunda fazla “kıskanç bir tutuculukla” yaralı politikacılar için öyle değil. Onlara sorarsanız, Türkçe konuşmakta ısrar eden bu yabancılar, bir türlü uyum gösteremeyenlerdir ve bu gidişle de gösteremeyeceklerdir. ??? Politikacılara yanıldıklarını kolay kolay itiraf ettiremezsiniz. Türkçeyi iyi konuşanların Almancayı da iyi konuşacağını anlamak istemezler. Dillerin sözcüklerle, kavramlarla zenginleştiğini kabul edemezler. Türkçesi yoksul bir Türk gencinin Almancada kavramların, sözcüklerin içini doldurmakta zorlanacağını bir türlü göremezler. Bu inatlarının arkasında yatan, “kıskanç bir tutuculuk” dedim ama durumu açıklamak için yetersiz kalıyor, şoven, çağımıza yakışmayan bir ulusçuluk daha iyi anlatıyor durumu. Korkularının yersiz olduğunu ileri sürdükleri savlara bakınca hemen anlarsanız. Türkler Türkçe gazete okur, Türk TV kanallarını izlerlerse hem Almanca öğrenemez, hem de Alman kültürüne ısınamaz, uyum gösteremezlermiş. Türk gazetelerinin, Türk TV kanallarının Türkçeyi ne kadar iyi kullandığı, programların kendi kültürlerini ne kadar yansıttığı konusunu bir yana bırakalım. Çünkü bu bir yazının çerçevesini aşıyor, derin bir dert, acıtan bir ya STK’lerin uzlaştığı öneri 1. Türklüğü, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen tahkir ve tezyif eden altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. 2. Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç teşkil etmez. Dünya Trabzon’u konuşuyor nun ekonomik gerileme ve sosyal LONDRA/NEW YORK (ANdurgunluk olduğunu söylüyor” diye KA) Dünya basını, Hrant Dink ciyazdı. İngiliz gazetesi, Ankara, Kaynayeti ile gündeme gelen Trabzon’u seri ve Konya gibi diğer Anadolu konuşuyor. Batı’nın iki büyük gazetekentlerinin çok canlı olduğunu, ansi Financial Times ve New York Ticak Türkiye’nin 2002 yılından bu yames aynı günde Trabzon’u irdeleyen na yaşadığı ekonomik canlanmanın uzun haberler yayımladı. sanki Trabzon’u ıskaladığını savunFinancial Times, “Türk futboludu. nun sönen devi” gibi nitelemeleri kullandığı “Trabzon, modern Türkiyeye ayak uyduramıyor” yorumunu İLLİYETÇİLİĞİN da yaptı. “Aşırı milliyetçilik yuvası” YUVASI’ diyen New York Times “Birçok Türk kentini etkileyen yoksulluk, işsizTrabzon kaynaklı bir haber de yalik ve fırsat eksikliği özelyımlayan New York Times ise likle burada eziyor” göDink cinayeti zanlılarının rüşünü dile getirdi. “Türk milliyetçiliği yuvaBatı’nın iki Financial Times sı” olan Trabzon’dan büyük gazetesi gazetesi, Trabgeldiklerine dikkat çekzon’daki futbol ti. Financial Times ve aşkını kastedeGazete, TrabNew York Times, rek “Güzel zon’un modern aynı günde Dink oyun takıntısı Türkiye’nin şekilcinayeti ile gündeme olan Karadelenmesinden önce niz kentinin de kozmopolit bir gelen Trabzon’u çirkin tarafı” kent olduğunu kayirdeleyen uzun haberler başlığı ile yadederken “Moda yayımladı. Yorumlarda yımladığı hagiysileri ve şık kakentteki yoksulluk, berinde, özelfeteryalar ile dolu likle Trabişsizlik ve fırsat renkli alışveriş merzon’da futbokezlerinin görüntüeksikliğinin gençleri lun yaşamdaki leri altında birçok şiddete yönelttiği büyük ağırlığına Türk kentini olumsuz değerlendirmesi dikkat çekti. etkileyen yoksulluk, işyapıldı. Dink cinayetinsizlik ve fırsat eksikliği, den bu yana Türkiburada, özellikle gençleri ye’deki gözlerin Trabeziyor” görüşünü dile getirdi. zon’a çevrildiğini kaydeden ABD’li gazete, Trabzonluların gazete, Trabzon konusunda dile getisilahlara olan düşkünlüğüne değinirrilen, “milliyetçilik yuvası, aşırı İsken de AKP’nin Trabzon Milletvekilamcı, örgütlü suç ve silah kültürü” li Asım Aykan’ın “Silahlar olmadan gibi savlarda doğruluk payı olmakla yapamayız. Bizim toplumumuzun birlikte Trabzon’un başka Türk kentkültürünün özel bir parçasıdır. Silah lerinden daha milliyetçi veya muhafaateşlemeden sevincimizi dile getirezakâr olmadığını belirtti. Gazete, “Ve miyoruz. Kültür budur, güzeldir.. anbunlar, nedenler değil, belirtiler.. bucak kötüye de dönüşebilir” açıklarada birçok kişi, Trabzon’un sorunumasına da yer verdi. ‘M skilerin, bir konuyu iyi bildiklerini vurgulamak istediklerinde “Ben onun cemaziyülevvelini bilirim” dediklerine tanık olanlardanım.Bu sözün nereden geldiğini de özetleyeceğim. Osmanlı döneminde defterdarlıktaki gelirgider kayıtları, aylık torbalara konarak saklanırmış. Üzerlerinde de ait olduğu yıl ile hicri takvim aylarının adları yazılırmış. Bir memur hastalanıp yatağa düşünce kalemden bir arkadaşı “geçmiş olsun” demeye gitmiş. Evin hanımı, pişirip tepsiye koyduğu kahveyi kaçgöç nedeniyle kendisi veremediği için kapıyı tıklatmış. Hasta memur, zorunlu olarak yataktan kalkınca ziyaretçisi, arkadaşının pantolonun altında kaldığı için normal zamanlarda göremediği uzun paçalı donunda “cemaziyülevvel” damgası olduğunu görüvermiş. Meğer hasta arkadaşı defterdarlığın torbalarından kendisine gizli gizli şimdiki deyimle içgiyim yaptırırmış. ??? Nerden aklıma geldiğini sorarsanız onu da özetleyeyim. Genç meslektaşım Murat Kışlalı’nın haberi 10 Şubat Cumartesi günü Cumhuriyet’te manşet oldu. Yazıişlerindeki arkadaşlarım üst başlığını “Cumhuriyet, yasanın İngiliz şirketi tarafından şekillendirildiğini gösteren belgelere ulaştı”, manşeti de “British Petrol Yasası” olarak belirlediler. E GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Özetini de spotlarına şöyle yerleştirdiler: “BP’nin 14 yıl önce yapılmasını istediği ve Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı eden değişiklikler, aradan geçen 10 hükümet tarafından yasalaştırılmazken Erdoğan başbakanlığındaki AKP hükümeti tarafından TBMM’den geçirildi.” “Yasada şirketin istediğinden çok daha fazlasının karşılandığı dikkat çekiyor. BP, Karadeniz’deki petrol faaliyetleri için devlet hissesinin yüzde 5’in altına indirilmesini istedi. Bu talep, şirketin belirlediği şablona göre gerçekleşti.” ??? Çokuluslu özel ya da çokulusluluğa bulaşmış yabancı ulusal şirketlerle kurumların Türkiye’yi yönlendirerek pay kapma çabaları yeni bir şey değil. Petrol Yasası’nın tartışılıp kotarıldığı 1950’lerin başlarında benzer girişimler yaşanmıştı.Hukukumuza, kendi isteklerine uygun yasaların katılmasını isteyenler Petrol’ün Takkesi... bizimkilerin engin hoşgörüleri(?) sayesinde amaçlarına ulaşabiliyorlar. Anımsarsınız. Bu köşede de vurgulanan somut bir örnek daha yaşamıştık. Bankalar Yasası değişikliğine ilişkin taslağın iki maddesinde medya için, öldürücü tutarda para cezaları ile sansür öngörülüyordu.Medya dünyasının bir bölümünün ayağa kalkması üzerine bir yetkili, Hürriyet gazetesinde okuduğum bir açıklama yapmıştı. Açıklamada “Böyle bir niyetleri olmadığı” belirtiliyor ve “durumun tercüme yanlışlığından kaynaklandığı” itiraf ediliyordu. “Özrü kabahatinden büyük” bu yaklaşıma nedense karşı çıkan pek olmadı. ??? Kışlalı’nın haberinde belgeleriyle hangi isteklere göre hazırlandığı ortaya konan “Türk Petrol Yasası” beklendiği gibi Sayın Cumhurbaşkanı’ndan geriye döndü. Bilgisayardaki çıktısı 12 sayfa tutan ge rekçede Sayın Cumhurbaşkanı önce ulusal çıkar açısından sakıncalarını belirtiyor, ardından da sayılarla Türkiye’nin uğrayacağı parasal kaybı örneklerle gösteriyordu. Doğal olarak “Türkiye’nin hükümranlık haklarına” vurulan darbe de vurgulanmıştı. ??? AKP’lilerin yasanın geri çevrilmesinden memnun olmadıkları görülüyor. Bu sıkıntılarını da yasayı savunarak gidermeye çalışıyorlar. Bir televizyon programında kulak misafiri oldum. CHP’li konuşmacı yasayla üretilen petrol ve doğalgazdan Türkiye’de belli bir oranın kalmayacak olmasını, 90 günlük stok bulundurma zorunluluğunun ortadan kalkacağını anlatmıştı.AKP’li konuşmacının yanıtı aklımda kaldığına göre şöyle oldu: “Bunların petrol yasasında olmasına gerek yok. Başka yasalarda zaten var.” Sorulunca da söz konusu yasaları (unuttuklarım mutlaka vardır) şöyle sıralayıverdi: “Olağanüstü Hal Yasası, Seferberlik Yasası”. Takke düştü ama gülmek mi, ağlamak mı gerekiyor doğrusu bilemiyorum. En iyisi “Güleriz ağlanacak halimize” demek galiba. oerinc?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle