Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 KASIM 2007 CUMA strateji PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU l e bölgese v l e s e r ü K gözü güçlerin … bölgede Hazar paylaşılamıyor devlet arasında çıkarların örtüştüğü nokta ABD’nin bölgeye yerleşmesini veya bölgesel devletleri kendilerine karşı üs olarak kullanmasını engellemektir. Ahmedinecad Hazar’a kıyısı olan ülkelerin bölgesel bir ekonomik işbirliği örgütü kurmasını teklif etti ve Putin’den destek aldı. Putin bu amaçla 2008 yılında Rusya’da bir konferans yapmayı teklif etti. Ahmedinecad ise Hazar ülkeleri arasında kurulacak Ekonomik İşbirliği Örgütü için ilk başkanlığın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e verilmesini istedi. Bu arada söz konusu örgütün kurulabilmesi değil kurulduktan sonra çalışabilmesi önemlidir. Çünkü şu ana kadar bu bölgede bölge devletlerinin desteği alınmadan konulamazdı. Bu maddelerin sadece Rusya ve İran destekli olduğunu vurgulamak tam olarak doğru bir yaklaşım olmayabilir. Fakat Hazar’dan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’a yönelik Rusya ve İran dışında her hangi bir üçüncü devletten direk saldırı tehdidi bulunmamaktadır. Bu devletler Rusya ve özellikle İran, ABD’nin diğer üç kıyı devleti ile kurduğu ilişkileri hem kendilerine yönelik hem de bölgesel etkinliklerine yönelik olduğunu düşünmektedir. İran ve ABD arasında Ortadoğu’da olduğu gibi Orta Asya ve Güney Kafkasya’da da diğer bölge ülkelerinin desteğini almaya yönelik bir mücadele söz konusudur. Özellikle Azerbaycan ve Türkmenistan’ın tutumu iki devlet arasındaki mücadelenin sonucu açısından önemlidir. Sonuç bildirgesinin ABD’yi memnun etmeyeceği son derece açıktır. Zira ABD bölge ülkelerine İran’a karşı destek almak için baskı yaparken Hazar ülkeleri arasında imzalanan sonuç bildirgesi devletlerin bölgede yeni bir kriz istemediklerini göstermektedir. Hazar’a kıyısı olmayan ülkelerin askeri gücünün bulunmasına kesinlikle karşı çıkan İran, Rusya tarafından Hazar ülkeleri ile oluşturulacak askeri bir birlik olan KASFOR’u desteklemektedir. İran’a göre KASFOR’un oluşturulması Hazar’da güvenliğin sağlanması için yeterli olacak ve aynı zamanda bu birlik Hazar’a kıyısı olmayan ülkelerin bölgeye askeri birlik yerleştirmesini de engelleyecektir. ABD ise Rusya’nın KASFOR teklifine karşı Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan arasında oluşturulacak Caspian Force’u kurmayı hedeflemektedir. Tarafların birbirine saldırmayacağı ve bir kıyı devletinin topraklarının diğer kıyı devletin toprağına karşı askeri müdahale amaçlı kullanılamayacağını öngören 14. madde Rusya Devlet Başkanı Putin’in teklifiyle bildiriye konuldu. 14. madde Hazar bölgesinden kendine karşı faaliyetler yürütüldüğünü iddia eden İran açısından da önem taşımaktadır. Genelde Kazakistan ve Azerbaycan’ın Hazar’ın güvenliği için ABD ile askeri işbirliği içinde olması İran ve Rusya’da endişeye neden olmaktadır. Özellikle ABD’nin İran’a karşı olası askeri operasyonda Azerbaycan topraklarını kullanma olasılığı uzun zamandır dünya gündeminde. İlham Aliyev bu bildiriye imza atarak İran ve Rusya’yı büyük ölçüde rahatlattı. Fakat İran Tahran bildirisinin 19. maddesinde yer alan, "devletler NPT üyesi olan bütün devletlerin nükleer enerjiyi üretim, kullanım hakkına sahip olduğunu desteklemektedir" şartı İran tarafından "kötüye kullanılırsa" 14. maddenin işlevi ortadan kalkabilir. Sonuç bildirisine, "Hazar’da balıkçılık ve gemicilik kıyı devletlerin bayrağı altında yürütülecektir" maddesinin konulması ile Hazar’daki çalışmalar kıyı ülkelerin inisiyatifiyle sınırlı tutulmaya çalışmıştır. Hazar’da ortaya çıkacak sorunları bölge devletlerinin çözüm arayışıyla sınırlı tutmak Rusya ve İran’a üstünlük sağlar. 2001’deki İranAzerbaycan krizinden sonra Türkiye uçaklarının Bakü’de gösteri yapması İran’ı rahatsız etti. İran, üçüncü tarafların bu soruna müdahale etmemesi gerektiğini ifade etti. Bunun dışında burada üçüncü taraf olarak NATO ve ABD’ye vurgu yapılmaktadır. Hazar’ın statüsünün belirlenmemesi TransHazar projesinin önünde bir engeldir. Bu ise Rusya destekli Hazar boru hattının şansını artırmaktadır. İran’ın ise Hazar’da yeterli enerji kaynağı bulunmamaktadır. Statü konusunda Kazakistan’ın da hiçbir ülkeyle bir sıkıntısı yoktur. Statü sorunundan en fazla zarar gören ülke Azerbaycan’dır. Azerbaycanİran ve AzerbaycanTürkmenistan arasında tartışmalı petrol ve doğalgaz kuyuları bulunmaktadır. Bu durum Türkmenistan ve İran’ın Hazar’ın beş eşit parçaya bölünmesini istemesinden kaynaklanmaktadır. Zirvede Hazar statüsünün belirlenmesiyle ilgili tek olumlu gelişme Türkmenistan Cumhurbaşkanı Berdimuhammedov’un konuşması oldu. Berdihumammedov’un konuşması Türkmenistan’ın yakın zamanda RusyaKazakistanAzerbaycan anlaşmasına katılabileceğinin işaretini veriyordu. Zira Türkmenistan’ın Hazar’ın statüsü ile ilgili tek sorunu Azerbaycan tarafıyladır ki, şu anda taraflar arasında sorunlu bölgelerle ilgili görüşmeler devam etmektedir. Sonuç bildirisinin Hazar’ın statüsünün belirlenmesi açısından en önemli sonucu ise, her altı ayda bir kıyı ülkelerin dışişleri bakanlarının görüşmesini ve her yıl devlet başkanları zirvelerinin yapılmasını öngörmesidir. 2008 zirve toplantısının ise Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılması kararlaştırıldı. C 13 ‘Stratejik Müttefikimiz’ 2002 Aşkabat Zirvesinden çıkan olumsuz sonuç Hazar’a kıyısı olan devletlerin beş yıl tekrar bir araya gelmesini engelledi. Tahran Zirvesinde ise kıyı devletlerden üçünün lideri değişti fakat Hazar bu zirvede de paylaşılamadı. 16 Ekim 2007’de Tahran’da yapılan Hazar Zirvesindeki görüşmeler dünya basınında, Rusyaİran, RusyaABD ve İran’ın nükleer çalışmaları bağlamında yer aldı. Zirve sonrası Putin’in gizemli İran ziyareti ve kıyı devletlerarasında imzalanan sonuç bildirgesi gündemdeydi. Tahran Zirvesi sonuç bildirgesi zirvenin tek olumlu sonucu ve son 20 yılda kıyı devletlerin hepsi tarafından imzalanan tek resmi belgeydi. Bu nedenle Hazar’ın paylaşılması anlaşmasının imzalanmaması İran’ın başkenti Tahran’da toplanan ve dünya kamuoyunda ilgiyle izlenen Hazar’a kıyıdaş ülkelerin devlet başkanları zirvesinde Rusya ile İran öne çıktı. Zirvede Hazar’ın statüsüne ilişkin bir gelişme yaşanmadı. Buna karşın zirve ABD’ye mesajlar içeren bildiri ile sona erdi. dikkatlerden uzak kaldı. Sonuç bildirgesi hazırlanır ve görüşmeler yapılırken İran ve Rusya aralarında "paslaşarak" zirvenin kontrolünü ellerinde tutmaya çalıştı. Sonuç bildirisine diğer üç kıyı devletin (Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan) gönlünü alacak bazı maddeler de eklendi. RUSYAİRAN ‘PASLAŞMASI’ Hazar Havzası, Rusya ve İran arasında stratejik işbirliğinin ABD’ye karşı tepkisel bir işbirliği olduğunu gösteren en önemli bölgedir. Bu bölgede aslında tarihsel bir rekabet içinde olan Rusya ve İran, ABD’nin bölgeye gelmesiyle birlikte bir anda stratejik müttefike dönüşmüştür. Bu bölgede iki devlet arasında rekabetin sürmesine rağmen ABD’ye karşı zorunlu bir işbirliği vardır. Bu bölgede iki kurulan BDT dahil bir çok teşkilat Rusya veya İran’ın samimi olmayan stratejilerinden dolayı "ölü" doğmuştur. Kurulması hedeflenen örgüt diğer kıyı devletleri kontrol etmek ve onların üçüncü devletlerle işbirliğini etkilemek amaçlı olursa, örgütün aktif olmayacağı şimdiden söylenebilir. Ekonomik İşbirliği Örgütü düşüncesinin Ahmedinecad tarafından ortaya atılması ve ilk başkanının Putin’in olması teklifi örgütün farklı amaç için "kullanılabileceği" düşüncesine neden olmaktadır. ‘BARIŞ’ DENİZİ HAZAR Tahran Zirvesinde imzalanan sonuç bildirgesi İran’ın zaferi olarak değerlendirildi. Bu Zafer diğer Hazar ülkelerine karşı değil ABD’ye karşıdır. Aslında sonuç bildirgesine konulan bazı maddeler diğer ayın Başbakan, son günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nden söz ederken onun ‘stratejik müttefikimiz’ olduğunu özellikle vurguluyor. Fransızca ‘stratégie’ sözcüğünden dilimize geçen ‘strateji’, ‘önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol’ anlamına, Arapça ‘müttefi’ sözcüğünden dilimize aldığımız ‘müttefik’ sözcüğü ise ‘aralarında anlaşma veya sözleşme sağlanmış olan kimse veya topluluk’ anlamına geliyor. Yıllardır dilimizde persenk olan bu stratejik müttefiklik haline göre Amerika Birleşik Devletleri ile ortak bir amaca yönelik olarak aramızda bir anlaşma veya sözleşme olması gerekiyor. Ve bu hal çok uzun zamandır sürüyor. Fakat ne biçim bir hal ise canımız her yandığında bu ‘stratejik müttefik’ yaramızı biraz daha derinleştiriyor. Örneğin, ırkçı Rumların Kıbrıs’ta Türklere karşı ‘etnik temizlik’ amaçlı kıyıma giriştikleri 1964 yılında bu kanlı olaylara müdahale etmek isteyen Türkiye’nin, ABD tarafından önünün nasıl kesildiği, zamanın ABD Başkanı L. B. Johnson’un Başbakan İsmet İnönü’ye yazdığı 5 Haziran 1964 tarihli o şantaj, tehdit ve hakaret mektubu hâlâ belleklerdedir. ABD bugün de aynı ABD’dir. En kritik sapaklarda Türkiye’nin düşmanlarının yanında saf tutan bir devlet stratejik müttefikimiz olabilir mi? ??? Yoksa stratejik müttefiklikten kastedilen NATO’daki üyeliğimiz midir? Yani 1950’li yılların soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelere karşı, onların gelişmelerini, dünya ölçeğinde etki kazanmalarını önlemek amacıyla kurulan ve reel sosyalizmin çöküşünden sonra amacını yeniden tanımlayan, Yugoslavya örneğinde olduğu gibi Avrupa içinde veya çevresindeki ülkelerde etnik çatışmaları kışkırtarak toplumları birbirine düşürmeyi, parçalanan halklarının her parçasına yeni bir devlet kurdurmayı hedefleyen NATO’daki üyeliğimiz mi ABD’yi stratejik müttefikimiz yapıyor? Gladio’suyla falan... Aklımızdan çıkarmayalım, ABD emperyalist bir devlettir; küreselleşen dünyada, dünyanın yeni düzeninde kapitalizmin en büyük gücüdür, dünya kapitalizminin amiral gemisidir. S Türkiye ise siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda bir türlü çözemediği sayısız sorunla boğuşmakta olan ve kapitalizmin boyunduruğunda geri kalmışlıktan kurtulamamış bir ülkedir. Bu durumda, böylesine eşitsiz iki güç nasıl olur da stratejik müttefik olabilir, diye sormak gerekmiyor mu? Emperyalizmin en güçlü devletiyle, emperyalizmin pençesinde kıvranan bir ülkenin çıkarları hiç bağdaşabilir mi? Bu iki ülke hangi amaçlar doğrultusunda müttefiktir? Dolayısıyla ikide bir stratejik müttefiklikten, stratejik ortaklıktan dem vurmak bir aldatmaca, bir gizleme değil midir? ??? ABD, dünyaya terör ihraç eden bir ülkedir. Daha sonra kendi başına da bela olan Usame bin Ladin de ABD tarafından yetiştirilmemiş midir? Sayın Başbakan esip kükrüyor, arkasındaki goygoycu medya da, “Vay be!” havası içinde ona alkış tutuyor. Oysa en küçük bir inandırıcılığı yok bu efelenmelerin. Hem emperyalizmin kucağına oturup işbirlikçi kapitalizmin bayraktarlığını yapacaksın, aynı zamanda da emperyalizmin ağa babasına kafa tutacaksın! Buna tavşanlar bile güler. Ama hakkını vermek gerek, ABD bu konularda çok deneyimlidir, çok ustaca oynuyor; o bizimkileri oyaladıkça toplumun tansiyonu da yükseliyor, istenilen de bu! Tansiyon öyle yükselsin ki istenmeyen olaylar patlak versin, Türkiye’ye saldırmak için fırsat kollayan odaklara yeni malzeme çıksın! Türkiye dostunu, düşmanını iyi tanımalıdır. ABD, nereye el attıysa oraya beladan başka bir şey getirmemiştir. Irak bunun en yakın örneğidir. Ya da aramızda koca Avrasya bölgesinde emperyalizmden bağımsız bir terör hareketi duyanımız var mı? Başbakan 5 Kasım 2007 günü Washington’da Başkan Bush ile görüşecek. Bu görüşmeye umut bağlayanlar var. Ne diyecek, ne soracak Başbakan? Ya da ne bekliyor ABD Başkanı’ndan? ‘Üçlü koordinasyon’ deyip tam 18 ay Türkiye’yi oyalayan aynı Bush değil miydi? Şimdi, “Yarından tezi yok terörü bitiriyoruz” veya “Vallahi haklıymışsınız Sayın Başbakan, artık istediğinizi yapmakta serbestsiniz” mi diyecek? Hadi canım sen de! dkavukcuoglu?superonline.com UYGARLIK ANADOLU’DA BAŞLADI gömdü... Ne gömmek ama? Metin yazboz tahtasına çevrilmiş, gümrük kapılarında oy kullanan vatandaşların oyları çöpe gitmiş, icra memurlarının kapıya dayanmasından çekinen seçmenler metazori sandığa yönlendirilmiş, “Yapılacak mı yapılmayacak mı?” iddialarıyla cümle âlem tepe sersemine çevrilmiş, bir kampanya yapılmamış ve oy pusulalarına referandum konusu sorular dahi yazılmamış... “Açık çek” gibi milletin eline üzeri boş bir kâğıt parçası tutuşturmuşlar... Püripak, ak(!) “evet”ler bir yanda... Kaka renkli “hayır”lar öte yanda... İlkokul sıralarında yaptığımız sınıf mümessili seçimleri daha demokratikti. “Ak” beyaz “evet”ler; kaka “hayır”ları sandığa SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Muz Cumhuriyeti Referandumu üzerinde referandum sorusu hiç görünmese.. ne düşünürsünüz? Tepkiniz ne olur?” BOŞ PUSULAYA “CEZA KAMPANYASI” “AKP usulü referandum”un ciddiyetsizliklerini ünlü bir İtalyan siyaset uzmanıyla konuştum. Muhatabım şaşkınlık içinde “Nasıl yani?” diye sordu: “Evet Hayır’ları boş pusulalara mı bastınız?” “Basmayan basmadı!” dedim: “Ama bu sürreal oylamanın parçası olmayı reddeden seçmenler şimdi 19 YTL’lik ceza tehdidiyle karşı karşıya. Sandığa gitmeyen vatandaşlar tek tek tespit edilecek, evlerine icra memuru gönderilecek... En azından sandık arifesinde savrulan tehdit buydu. Bir kampanya yapıldıysa, yapılan tek kampanya bu oldu: Ceza kampanyası!” Hattın öbür yanında uzun bir sessizlik oldu. “Alaturka demokrasimizin” inceliklerini kavramak için çaba gösteren muhatabım, ardından şu yorumu yaptı: “Yani bir anlamda ‘iyi kötü vatandaş’ kontenjanından fişleneceksiniz, öyle mi? Şeffaflıktan uzak, kuralsız bir oylamada böylesine ısrarlı bir caydırıcı tehdit savruluyorsa eğer, arkasında ancak böyle bir mantık aranabilir! İki farklı renkten oluşan boş pusula görülmemiş şey... Seçmen oy kabinine girdiğinde hangi sorulara oy verdiğini, tercihini ne adına yaptığını görmek zorundadır...” “Referandum, İtalya’da dönem dönem başvurulan bir araç. Böyle makbul ‘evet’ler başka, tu kaka ‘hayır’lar başka renklerde önünüze gelse ve mühür bastığınız kâğıdın BU BİR PLEBİSİT YÖNTEMİ Aldığım yanıt harbiden “İtalya’ da böyle bir şey olmaz!” şeklinde oldu: “Anlattığınız türden bir oylamaya çünkü referandum denmez. Denemez. Bunun adı olsa olsa plebisit olur. Yekten tek bir soru sorulmuştur örneğin: Monarşi mi, cumhuriyet mi.. gibilerinden. Böyle bir durumda oy kâğıtları üzerine ayrıca soruyu uzun uzun yazmanız gerekmez. Seçmenin önüne kestirmeden evet/hayır pusulasını dayayabilirsiniz. Referandum ise çok daha farklı bir şey. Referandumda kullanılan oy pusulası standart, yani tek renk olmalı; sorulan soru açık seçik yazılmalı, seçmenler tarafından da mutlaka okunabilir olmalıdır. Muhalefet liderleriniz, hukukçularınız buna hiçbir tepki vermedi mi? Böyle bir oylamaya nasıl geçit verdiler?” Bilsem! Böyle bir oylamaya nasıl geçit verildiğini doğrusunu isterseniz ben de anlayabilmiş değilim. Topu Yüksek Seçim Kurulu’na atmakla yetinmek, sonuç itibarıyla bürokratik bir seçenek. Muhalefet liderlerini hadi bir yana koyduk diyelim. Demokrasi kültürünü özümseyen hukukçularımız bu referandum için niye daha örgütlü, daha tok, daha elle tutulur bir tepkiyi bir araya getiremedi? Pazar gününden beri kendi kendime bu sorunun yanıtını arıyorum. “Sivil anayasa” tartışmalarında çeşitli kesimler tarafından ortaya konan tepkiler; bu açık yol, yordam ihlalleri karşısında referandumda neden gündeme gelmedi? İçeriği, birden çok soru sorulmuş olmasını falan.. bunları da bir yana koyalım... Oy pusulalarının “biçimsel sunumu” üzerinde yapılan tek kapsamlı tartışma hatırlamıyorum örneğin. “Sivil anayasa” tartışmalarında oysa anayasa hukukçusu Erdoğan Teziç ne demişti? “Usul, esası belirler!” Aynı ilke referandum için de geçerli değil mi? Parlamenter sistemi kökünden değiştiren, yerine ne getirdiği belli olmayan bariz usulsüzlüklerle malul bir referandumu nasıl böyle kabul edebiliyor ve sineye çekebiliyoruz? Dünyanın en eski tapınağı Tolga SUNA Dünyanın bilinen en eski insan heykeli ve tapınağı, Şanlıurfa yakınlarındaki Göbekli Tepe’de yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarıldı. Uzmanlar, ilkellikten uygarlığa gelişim sürecinin Anadolu’da yapılan kazı ve araştırmaların sonucunda belirlenebildiğini belirtti. İlk tapınak örnekleri, ilk taş mimari, ilk taş yontu sanatı örnekleri de bu kazılar sonucunda ortaya çıkarıldı. Bu verilere dayanarak, yerleşik yaşama geçişte ekonomik ya da çevresel değil, kalabalık ve dinsel törenlerin rol oynamış olabileceği düşüncesi artık daha ağır basmaya başladı. Bu da uygarlığın sanıldığı gibi, Mezopotamya’da (Filistin, İsrail, Ürdün) değil, Anadolu’da başladığını gösteriyor. Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu’nda ekim ayı içinde “Arkeoloji Söyleşileri” kapsamında konuşmacı olarak söyleşiye katılan Prof. Dr. Klaus Schmidt, 1995 yılından beri kazı çalışmalarını yürüttüğü Göbekli Tepe hakkında bilgi verdi. Şanlıurfa’ya 25 dakikalık uzaklıktaki Göbekli Tepe’nin yerleşme yeri olmadığının üzerinde duran Schmidt, “Göbekli Tepe normal bir yer değil. Stratejik önemi var, bölgeyi havadan gören bir yerde. Ama burada su yok, çok yüksekte. Günlük yaşamın geçebileceği bir yer değil. Büyük ihtimalle cenaze işlemlerinin gerçekleştirildiği dini bir merkez; bu özelliği de onu, dünyada bulunan merkezler arasında benzersiz kılmaya yeter” dedi. Bilinen en eski insan heykelinin de Göbekli Tepe’de bulunduğuna değinen Schmidt, yüzü olmayan, cinsiyetsiz, dev heykellerin insanüstü şeylerin sembolleri olabileceğini söyledi. nilgun?cumhuriyet.com.tr