Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Yabancı bankaların yerli bankaları satın alma sevdası, ne borsaya yaradı ne de yatırımcılara C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 26 OCAK 2007 CUMA Önce ortak sonra hâkim BORSA SIĞLIKTAN KURTULAMIYOR ankacılıkta çağrı muafiyetinin ardından söz konusu şirketin halka açıklık oranının düştüğüne dikkat çeken Borsa Yatırımcıları Derneği Başkanı Ali Bahçuvan, “Çağrı yoluyla borsadaki hisseleri toplayan bankalar ve diğer şirketler, İMKB’nin daha sağlıklı işleyebilmesi için ikincil halka arza gitmeli. Ama bu gerçekleşmiyor. Genelde borsadan çıkmayı tercih ediyorlar” diye konuştu. Kiralık Tetikçi lerin karanlık ilişki ağında, kiralık tetikçilik tuzağına düşürülmüş görünümde. Biri olmazsa, öteki... Bulması o kadar kolay ki. Mantar gibi yetiştiren ortamlar ülkemizde sürüyle.. ??? Suçluyu görünen ilk adreslerde arama hastalığımız var ya... Bir sürü posta tartışmasında Trabzon, bir kent yargılanıyor. Suçlu yaratan koşullarını yadsıyacak halimiz de yok. TAYAD’lıların birkaç kez linç edilmesi girişimi ile sabıkalı. Güvenlik için Trabzon’a taşınmış sol radikal kökenlilerden sıradan sol davalara kadar her toplu gösterinin yine linç tipi tepkilerle karşılaştığı bir ortam. Papazın öldürülmesinde ortada yine tipik bir genç. Ailesinin fanatik siyasal İslam eğilimlerini ortaya koyan çıkışlarına, Irak’tan gelmiş silaha, yine internet kafe ortamına rağmen polis, daha doğrusu siyasal iktidar iradesi örgüt, azmettiren ilişkisini havada bırakmış, iyi niyetle baksak çıkaramamış... Biri radikal İslami, diğeri ırkçı ilkel refleks olarak görünen, örgüt bağları yok sayılan olayların odağında, evet neden Trabzon var? Biraz özel, biraz da iş bağlantısında rastlantı, ülkemizin en çok Karadeniz sahil şeridini nerede ise kasaba kasaba, köy köy tanıma, yıllar içindeki değişimini, toplumsal yaşamını izleme şansını yakalamış biriyim. Trabzon Karadeniz’in çokkültürlülüğe, uygarlığa en açık tartışmasız merkeziydi. Tabii ki 196070’li yıllarda. Herhalde stratejik, derin devlet politikasının bir çözümü olarak Kıbrıs’a, Güneydoğu’ya asker olarak gönderilenler arasında Karadenizlilerin seçilmesi gibi bir olgu yıllarla yaşandı. PKK ile çatışan komando eğitimi görmüş gruplarda istatistik döküm yapılsa bu seçim çok çıplak gözükebilir. Doğal olarak da en çok şehit cenazesinin geri dönmesi anlamına geliyor. İstanbul’dan gitmiş ırkçılıkla uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir sınıf arkadaşımın, yüreği ağzında, askerde komando oğlunun ölüm haberini bekleme kaygısının ardından, örgütsel olmasa da refleksleri ile nasıl milliyetçi kesildiğini çok iyi biliyorum. Üstüne çokkültürlülük mozaiği olan bir kentin ekonomik olarak çok hızlı yoksullaşmasını, patlayan genç nufusunun işsiz, eğitimsiz, lümpenleşmesini, radikal örgütler ağı için münbit bir toprak haline gelmesini ekleyin... Elbette bu ülke bu büyük emperyal oyunların, iç siyasetin başarısızlıklarının tehdit oluşturan sonuçlarını aşmak zorunda. Sözü mektupların arasında gördüğüm çok sevdiğim dostum Sungur Savran’ın Hrant Dink’e yazdığı mektuptaki seslenişle bitirmek istiyorum; “Ahbarik”, Ermenice “dünya ahret kardeşimsin” demekmiş... Bugün toprağa veriyoruz.. Işıklar içinde yatsın... soner?cumhuriyet.com.tr B Borsada hacmin ‘sığ’ olmasında halka açıklık oranlarının düşük kalmasının büyük rol oynadığının altını çizen Bahçuvan, “Özellikle bankaların hâkim ortaklarının ilan ettiği çağrı fiyatı, bankanın İMKB’de işlem gören hisselerinin fiyatıyla çok farklılık gösterebiliyor. Örneğin Şekerbank’ta küçük yatırımcının mağduriyeti oldu” dedi. Necdet ÇALIŞKAN Son iki yılda yapılan satın almalara yabancı bankalar 15 milyar dolar harcarken, “çağrı muafiyeti” uygulaması da yabancılara yaradı. Yabancılar Finansbank’taki payını yüzde 46’dan yüzde 80’lere çıkardı. Türk bankacılık sistemine artan yabancı ilgisi, beklenilenin aksine sermaye piyasalarını güçlendiremedi. 5 yıl önce yabancıların yüzde 3 olan bankacılık sektöründeki payı, son yıllarda gerçekleşen satın almalarla yüzde 30’lara dayanırken, borsada işlem gören bankaların halka açıklık oranları geriledi. İç ve dış gelişmelere zaten hassas olan İMKB’yi, bankaların halka açıklık oranlarının gerilemesiyle spekülasyonlara daha açık hale geldi. Yabancılar, bankadaki paylarını şu yöntemle yükseltiyorlar: Yabancı bankalar Türk bankalarının önce belli bir payını satın alıyor. Daha sonra ise bankanın borsada işlem gören hisselerini çağrı muafiyeti yoluyla topluyor. Yapılan işlem Sermaye Piyasası Kurulu’ndan izin alınarak yapılmasına karşın, bankanın halka açıklık oranı düşüyor. Küçük yatırımcı da elindeki hisseleri belirlenen fiyattan satmak durumunda kalıyor. İNANSBANK’IN YÜZDE 82’Sİ GİTTİ Bu süreçte en çok payını artıran yabancı ise geçen yıl nisan ayında Finansbank’ın yüzde 46’sını satın alan Yunan National Bank of Greece (NBG) oldu. Bu yılın başında (10 Ocak) çağrı işlemine başlayan Finansbank’ta yabancı payı sadece 7 günde yüzde 46’dan yüzde 82’ye kadar çıktı. Böylece NBG, Finansbank’ın çoğunluk hissesini ele geçirdi. Finansbank’ın çağrı öncesinde yüzde 44.3 olan halka açıklık oranı yüzde 8.5’e geriledi.Halen bankanın yüzde 9.7’si Fiba Grubu’na ait bulunuyor. Bankanın, 29 Ocak’a kadar sürecek çağrı işleminde 1 YTL nominal bedelli pay karşılığı çağrı fiyatı 5.9356 YTL olarak belirlenmişti. F Dexia Participation Belgique da bankanın İMKB’de işlem gören yüzde 25’lik hissesi için çağrı yaptı ve Denizbank AŞ’nin toplam sermayesindeki payını yüzde 74.9’dan yüzde 98.9’a çıkardı. Deniz Yatırım aracılığıyla yapılan çağrı işleminin 22 Aralık 2006 Cuma günü sona erdiği, çağrı süresi boyunca Denizbank AŞ paylarının yüzde 23.8873’sini (75.507.532,73 YTL nominal değerli) temsil eden 374 pay sahibinin çağrıya iştirak ettiği, Dexia Participation Belgique SA’nın Denizbank AŞ’nin toplam sermayesindeki payının yüzde 74.9982’den yüzde 98.8855’e yükseldiği açıklandı. Yine aynı yöntemle, Nisan 2005’te Doğan Grubu’na ait Dışbank’ı satın alan HollandaBelçika sermayeli finansal grubu Fortis, bankadaki payı yüzde 89 olan yabancı payını yüzde 94’e ulaştırdı. Yine son iki yılda satılan Akbank, Alternatifbank, TEB, Tekfenbank, MNG Bank gibi diğer bankalardaki yabancılar da paylarını aynı yöntemle artırma arayışında. ÇAĞRI MUAFİYETİ NEDİR? Sermaye piyasası mevzuatına göre, bir şirketin çoğunluk hisseleri ya da yönetim hakkı üçüncü kişilere geçtiğinde diğer küçük ortakların bu durumdan faydalanabilmesi için alıcı şirketin küçük yatırımcılara da “Hissesini satmak isteyen varsa, alabilirim” çağrısı yapması gerekiyor. Şirketin veya ortağın bu uygulamadan yararlanabilmesi için söz konusu şirketin sermayesinin en az yüzde 25’ine sahip olması şart. Ancak bazı durumlarda alıcı şirket bu çağrıyı yapmak istemeyip, çağrıdan muaf olma talebinde bulunabiliyor. Bu başvuruda son kararı SPK veriyor. DİĞERLERİ SIRADA Mayıs 2006’da Denizbank’ın yüzde 75’ini satın alan FransızBelçika sermayeli Cep telefonuyla yaptığı görüşmeye iki katı vergi ödeyen Türkiye, bu alanda da birinciliği bırakmadı! En pahalı konuşan ülke Türkiye ANKARA (ANKA) Türkiye, yüzde 57’ye varan iletişim vergisiyle en pahalı GSM hizmeti veren ülkeler arasında başı çekiyor. Gelişmiş ülkelerde faturalara sadece KDV yansıtılırken Türkiye’de ise yüzde 25 ÖTV, yüzde 14 maktu vergi yüzde 18 de KDV alınıyor. Ulaştırma Bakanlığı, iletişim vergisinin yüzde 20’ye düşürülmesine ilişkin çalışmasını Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a sunacak. GSM’de vergi indirimi konusunda nihai kararı Maliye Bakanlığı verecek. Ulaştırma Bakanlığı, 1999’da yaşanan Marmara depreminden sonra getirilen yüzde 25 oranındaki özel iletişim vergisinin kaldırılması için kolları sıvadı. ANKA’nın konu Türkiye’de GSM faturalarının yüzde 57’si vergilerden oluşuyor. Mobil iletişimden yüzde 18 KDV, yüzde 25 ÖTV ve yüzde 14 oranında maktu vergi alınıyor. Bu oran Avrupa ülkelerinde ise yüzde 1525 arasında değişirken Uganda’da ve Zambiya gibi ülkelerde bile yüzde 30’u aşmıyor. ya ilişkin sorularını yanıtlayan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, “GSM üzerindeki vergilerin ayıklanmasına yönelik çalışmayı tamamladık. 2007 yılı içinde Maliye Bakanlığı ile uzlaşma yoluyla son şekli verilecek” diye konuştu. GSM üzerindeki vergi yükünün yüzde 20 civarında olması gerektiğini kaydeden Bakan Yıldırım, KDV dışında vergi kalmaması gerektiğini de kaydetti. VRUPA’DA SADECE KDV VAR Türk Telekomünikasyon Kurumu’ndan edinilen verilere göre, Türkiye’de iletişimden alınan vergi toplamı yüzde 57’ye ulaşırken sabit hatlarda da bu oran yüzde 44 düzeyinde bulunuyor. İletişim vergilerinde Türkiye’yi yüzde 30’la Uganda, yüzde 28’le Zambiya ve Brezilya izliyor. Bunların ardından da Ukrayna, Ekvador, Kenya, Tanzanya, Arjantin, Pakistan, Tunus, Polonya ve Fas geliyor. Birçok ülkede iletişimde tek kalemde vergi alınırken Türkiye’de ise bu oran 6 kaleme ulaşıyor. Cep telefonu ve sabit hatlarda fiyat indirimleri yapılırken A vergi oranlarının yüksek olması nedeniyle daha fazla indirime gidilemiyor. Avrupa ülkelerinde telekomünikasyon hizmetlerinden sadece KDV alınıyor. Ülkelere göre uygulanan KDV oranları da yüzde 15 ile yüzde 25 arasında farklılık gösteriyor. aili yakalanmış olsa da, faili meçhul niteliği değişmemiş, ülkemizde ne yazık ki binlerle sayılan siyasal cinayetlerde, en azından tetikçilerin de radikal siyasal örgütler üyesi, olmadı sempatizanı olma olasılığı çok yüksektir. Son zamanlarda galiba kiralık katil olabilecek kimlik yeterli oluyor. Gerçi papaz ve Yargıtay üyeleri cinayetlerinde tetikçilerin de, radikal İslami örgüt ortamında yetiştikleri izlenimi ailelerinin kimlikleri ile sabit. Ancak en azından polisin örgüt ilişkisini ortaya çıkaramaması, çıkarmaması olgusu ile karşı karşıyayız. Bu işlerde profesyonelleşme, adres saptırma, medyatik görüntü kaydırma, kitleleri yanlış yönlendirme gücü ön planda.. Hrant Dink cinayetinde, medyatik ilk sunum kiralık tetikçi kimliği olunca, ister istemez arkasındaki siyasal güç, güçler, oyunlar daha bir önem kazanıyor. Bilgisayarlar üzerinden yapılan gruplar, görüşler tartışmalarını, bir günde gelen yüzlerce mektuptan okumanın olanağı yok. Ancak şöyle bir fikir edinmek üzere taradığınızda bile, kendilerini aynı siyasal grupta, aidiyet içinde sayanların bile kafalarının ne kadar karışık, çelişkili sonuçlara açık olduğunu gözlemleyebiliyorsunuz. Gerçek katillerin, azmettirenlerin ABD öncülüğünde, emperyal çıkar odakları olduğu görüşünü savunanlarla, Türkiye’de yükselen milliyetçiliğe tepki duyanlar çatışıyor, ona göre de tetikçiyi azmettiren ana örgütler, katiller için gösterilen adresler değişiyor... Sanki ikisi arasında doğrudan bir nedensonuç, bir diğerini tetikleme, yumurtatavuk ilişkisi yokmuş gibi... ??? Türkiye’de sonuçlarından hepimizin kaygı duyması gereken, ters işleyen bir yükselen milliyetçilik, özellikle de linç kültürünün geliştiği tartışılmaz. Bir ayağında büyük gelir dağılımı uçurumu, yoksullaşma, yoksunlaşma ile gelen kimlik erozyonu, güvenlik duygusunun yok oluşu... Diğer ayağında ABDAB eksenli, “stratejik ortak, üyelik” düşlerini yıkan, Türkiye aleyhine arkası gelmeyen, hak duygusunu yaralayan, onur kırıcı kararlar var... Yok edilmeye çalışılan ırkçılıkla uzaktan yakından ilişkisi olmayan ulusal bilinci canlandırma işlevi kadar, çok tehlikeli olduğu tartışılmaz sağlıksız güdüleri, tepkileri, öfkeyi beslediği ortada. Futbol sahalarından, trafik kazalarına, bireysel her suça, silahlanmaya, töre cinayetlerine, yaşamın her alanına uzanan ilkel öfke, linç kültürü, egoya sığınma, aslını ararsak itilip kakılmanın yarası, travmanın sonuçları... Dinsel, mezhepsel, ırksal, siyasal kutuplaşmalarda, radikal örgütler için bulunmaz nimet... Hrant Dink’in tetikçisi ne kadar da tipik bir örnek? Yoksul aileden gençlik düşlerine, öfkesine yol bulamamış, internet kafe F YONESKO’nun (İONESCO) gergedanları gibi AB’nin gergedanları ortalığı toz duman ediyorlar. AB’ye girince şöyle olacak, böyle olacak diye çığırtkanlık yapıyorlar. Oysa olanlar AB’ye girmeden oluyor... İmzalanan belgelere bakıyoruz; ne üyelik kararı, ne tarih ve ne de üyeliğe götüren bir süreç var... Ya ne var? Üyelik yerine “özel statüye” götüren bir yol var. Nedir bu özel statü? Galiba içimizde kimileri bunu VIP gibi özelliği olan bir ayrıcalık sanıyor. Mesut Yılmaz ilk açıkladığında yıl galiba 1993 idi; “ancak böyle gireriz” diye, “pek de itiraz etmeden” söylemiştir. Oysa 1995’teki Abdullah Gül daha gerçekçiydi; “Bunun, bahçedeki köpek kulübesine, bir köpek gibi konmaktan farkı olmadığını” söylemeye utanıyorum diyerek TBMM kürsüsünden cesurca açıklamıştı. Türkiye’nin AB ile ilişkileri bugün oligarşi için, “AB’yi kullanarak kendi yolunu açtığı” bir kaldıraç haline geldi. Cumhuriyet’ten laiklik ve Atatürk Türkiyesi’nden rahatsız olup İslamcı bir düzen kurmak isteyenler ne yapıyorlar? TSK’nin karşısına AB’yi oturtuyorlar. “AB askerden rahatsız” diyorlar. Askerden en fazla kendileri rahatsız. Hele 28 Şubat Süreci’nde “Amerikan zokasını” yuttuktan sonra! İ BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI AB’nin Gergedanları... özel” yasaları neden ve kimler çıkarıyor? Bunlar “sistemle, yönetimle, demokrasiyle” ilgili olarak, “bilinçli yaptırılan uygulamalar”... Oligarşi egemense toplum (ve ülke) kaybetmek zorundadır. Türkiye’de sorun nelerin yapılacağını bilip bilmemek değildir. Türkiye’nin olanakları mı yok? O kadar fazla ki yabancılar bile gelip burada para kazanıyorlar. 34 milyar dolarlık cari açık “Türk ekonomisinin yabancı tekellere yıllık olarak verdiği haraçtır”. O halde sorun ne? Oligarşi Türkiye’yi, Washington’un ve Brüksel’in gözlüğü ile yönetmek zorunda. Yani, sanayide onların tekelleri egemen olacak; yerliler onlarınkine bağlı “yan işler yapacaklar”. Tarım onların tekellerine bağlı olacak. Sosyal devlet yerine, “şirketdevlet ve cemaatdevlet” gelecek. Köylüler tekellerin ırgatı haline sokulacak. “İnsan topraktan koparılmalı. İnsanları varoşlara yığdığın zaman konserve kutusu gibi paketleyebilirsin.” Cemaatlerin, tarikatların “sosyal sisteme egemen olmasını isteyen” mürteciler, “AB serbest piyasa istiyor” diyerek kendi yollarını “gâvur” sayesinde açıyorlar. Devletin yerine belediyeleri yerleştirip devletin içini boşaltanlar, “görüşmeler süreci” yoluyla Cumhuriyet’i yok ediyorlar. Halkın demokrasisi yerine “patronların oligarşisini” yerleştirmek isteyenler serbest piyasa diye diye “ipliğimizi pazara çıkarıyorlar”... Ne mi yapıyorlar? Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını kimi patronlara, cemaatlere ve yabancı tekellere peşkeş çekiyorlar. Tarıma bakalım, köylü neden eziliyor? Tohumda, tütünde, pamukta, fındıkta, şekerde “dışa bağımlı hale gelmişiz”. Neden? Ulusal tarım politikası yok; neden yok? Oligarşi ulusal tarım politikası istemez; cemaatleri, patronları, yabancı tekelleri esas alanlar köylüyü karşılarına almak zorundadırlar. Tohum yasasını, “yabancı şirkete Sosyal devlet olmayacak. Benim özel şirketimi bile Yunan, Fransız, Belçika kamu şirketleri gelip satın alabilecek. Türkiye’de kamunun (devletin) içi boşaltılacak. Halk Bankası’nı sattığın zaman halkı ve esnafı yabancının insafına bırakacaksın. Oligarşi bunu istiyor. Çünkü Türkiye’yi, “dışarının’’ istediği biçimde yönetmek zorunda. Sosyal devletin yerine şirketler, belediyeler, cemaatler gelecek. Ve bunlar yeni oligarşiyi oluşturacak. Tabii yabancı tekeller ve devletlerle birlikte. Sevgili okurlar, bu tablo demokrasi tablosu değildir. Bu görüntüde halkçılık yoktur; toplumsal refah yoktur; Cumhuriyet yoktur; içi boşaltılmış bir Türkiye vardır. Batı kapitalizmine tek yanlı bağlanmış bir ülke vardır. Sorunun temelinde, oligarşinin egemenliğinin kırılması yatmaktadır. Ve Türkiye bunu başarmak zorunda... Başka yol yok... ??? Hrant Dink’in öldürüldüğü gün bu köşede çıkan yazım, “Sistemde Yazar Olmak” başlığını taşıyordu. Yakalanan sanık eğer bir “meczup” değilse, suçlu ona tetiği çektiren sistem ve onun arkasındaki emperyalizmdir... www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Yabancıların Türkiye çıkarması Ekonomi Servisi Ernst & Young Birleşme ve Satın Alma İşlemleri 2006 Raporu’na göre, geçen yıl Türkiye’de toplam 18.3 milyar dolara ulaşan 154 adet birleşme ve satın alma işlemi gerçekleşti. Ernst & Young Türkiye Kurumsal Finansman Bölüm Başkanı Can Deldağ’ın açıkladığı rapora göre Türkiye’de birleşme ve satın alma işlemlerinin rekor yılı olan 2005’in ardından, 2006 yine çok hareketli bir yıl olarak gerçekleşti. Birleşme ve satın alma işlemlerinin toplam değeri 18.3 milyar dolara ulaşırken, değeri açıklanmamış işlemlerle birlikte 2006’da Türkiye’deki şirket evliliklerinin 19.2 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği tahmin ediliyor. Raporda, 2005 yılından farklı dikkat çekici bir gelişme olarak, toplam işlem hacminin yüzde 90’ının yabancı alıcılar tarafından gerçekleştirildiğine yer verildi. 2005 yılında yabancı alıcıların payı yüzde 57 oranında bulunuyordu. Can Deldağ, 2007’de özelleştirme ve şirket satışlarının toplam değerinin 1012 milyar dolar arasında olacağını, bunun yüzde 80’inin yabancılar tarafından gerçekleştirileceğini tahmin ettiklerini bildirdi. Deldağ, 2006 yılında gerçekleştirilmesi beklenen birçok özelleştirme ihalesinin 2007’ye ertelendiğini hatırlatarak “Ancak elektrik dağıtımı, Milli Piyango, Halk Bankası, Tekel ve Petkim gibi özelleştirmelerin 2007’de de siyasi ortamda yaşanabilecek bazı belirsizlikler dolayısıyla kesintiye veya gecikmeye uğraması muhtemeldir’’ dedi. Raporda şu tespitlere yer verildi: Yabancı firmaların satın almaları geçen yıl 17.3 milyar dolar oldu. Finansal hizmetler sektörü, toplam 11.4 milyar dolar işlem hacmi ile şirket birleşme ve satın alma açısından 2006 yılının lideri oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yabancı şirketlerin gerçekleştirdikleri işlemlerin sayısı sırasıyla 18 ve 60 iken, 2006’da bu rakam 83’e çıktı. ABD’li şirketler geçen 19 adet işlem ile 4.8 milyar dolarlık işlem hacmine ulaşırken, Avrupalı yatırımcılar ise toplam 83 satın almanın 44’ünü gerçekleştirdi. Rapora göre özel sermaye fonları ve körfez sermayesinin Türkiye’deki yatırımları 2007’de artacak.