Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 26 OCAK 2007 CUMA TürkiyeIrakABD Denklemi!.. rak’ta, ABD işgaliyle (20 Mart 2003) oluşan yeni durum sonrasında, Türkiye açısından olumsuz gelişmeler ortaya çıktı!.. Türkiye’ye yönelik tehdit ve tehlikeler giderek arttı!.. Varlığını ABD desteğine borçlu olan siyasal iktidar, bugün Türkiye’nin Irak odaklı ulusal hak ve çıkarlarını koruyamamaktadır!.. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu güvenlik kapsamlı önlemler, ABD baskısı nedeniyle alınamamaktadır!.. TürkiyeIrak ilişkileri uzun bir tarihsel süreçten ve bu süreç içerisindeki çok karmaşık gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Türkiye, tarihten gelen “ulusal hakları” ve güvenlik başta olmak üzere “ulusal çıkarları” nedeniyle Irak’la çok yakından ilgilidir. Bu ilginin temel nedeni, Irak’taki Türkler ve Türkiye’nin güvenliğidir!.. PENCERE 14 Yıl Önce.. 14 Yıl Sonra.. rant Dink’in cenazesi kaldırıldı.. Uğur Mumcu cinayetinin yıldönümü.. Telefonda Balbay’la konuşuyoruz; Mustafa’ya münasebetsiz bir soru yönelttim: Hangisinin cenazesi kalabalıktı?.. Abdi İpekçi’nin cenazesi nasıl kalkmıştı?.. Bahriye Üçok?.. Muammer Aksoy?.. Ahmet Taner Kışlalı?.. Çetin Emeç?.. Necip Hablemitoğlu?.. Tütengil?.. Onat Kutlar?.. Cenazeleri birbirine karıştırdım; ya Musa Anter?.. Nerede, nasıl kaldırılmıştı?.. Gözlerimin önünden cenazeler geçiyordu.. Tabutlar birbirini izliyordu.. Ölüm kervanı uzadıkça uzuyordu.. Peki, ya PKK terörüne kurban verdiklerimiz?.. Anadolu’nun orasına burasına gömülen şehitlerimiz?.. ? Hrant Dink basın şehidi.. Çiçeklerle, karanfillerle, güvercinlerle, gözyaşlarıyla, sevgilerle uğurlandı... Sevgili Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü... Uğur Mumcu’muz da basın şehidi.. Aralarındaki benzerlik ne?.. Evet, ikisi de savundukları fikirler yüzünden öldürüldüler... Uğur aramızdan ayrılalı kaç yıl oldu?.. On dört!.. Zaman ne çabuk geçiyor... Peki, on dört yıl sonra ne olacak?.. Yeni cenaze törenlerine, kırmızı karanfillere, güvercinlere, gözyaşlarına, acılara, bugünden hazırlıklı mı olmalıyız?.. ? Hrant Dink’in cenazesi, yaşadığımız serüvenin nedenlerini gerekçelerini, mantığını, felsefesini, politikasını, tarihini didik didik etmemiz için bir dönüm noktası olmalı... Yoksa sevdiklerimizin cenazelerinde gözyaşı dökmekten gayrı hiçbir işe yaramayan bir akılsız kalabalığa dönüşeceğiz... Cenaze ister camiden kalksın.. İster kiliseden.. On dört yıl önce.. On dört yıl sonra.. Katillere lanet okumak ve sevdiklerimize ağıt yakmaktan gayrı bir işe yaramayan kalabalık olmaktan kurtulmalıyız... ? Sevgili Uğur Mumcu’nun tüm yaşamındaki yazarlık çabası olayların ardındaki nedenleri ve niçinleri araştırmak, aydınlatmak, bulup ortaya çıkarmaktı... Sürekli ağıt.. Sürekli düşmanlık.. Sürekli lanet.. Sürekli gözyaşı.. Uğur böyle bir sürece on dört yıl katlanabilecek bir kişiliğe sahip değildi... OKTAY AKBAL Bu Halk Tepkisi Bir Uyanış mı? ir gazeteci öldürüldü! AGOS gazetesinin yazarı Hrant Dink’i sokak ortasında üç kurşunla vurdular... Bu kaçıncı gazeteci cinayeti? Türk basın tarihinde altmış ikincisi! Başka bir ülke var mı bunca gazetecisinin, yazarının cinayetlere kurban gittiği? Daha önemlisi, bu cinayetleri işleyen kişilerin ya da çetelerin bir türlü ele geçirilmediği... Polis mi yok, jandarma mı yok; araştıran, inceleyen sorumlu uzmanlar mı yok; bakanlar, başbakanlar mı yok, ne yok? Hepsi var! Zaman zaman kişiler gider, başkaları gelir, ama cinayetleri işleyenleri yakalamak, cezalandırmak, ülkede huzuru sağlamak bir türlü gerçekleşmez! Mumcu, İpekçi, Tütengil, Kışlalı vb. sayısız gazetecinin, düşünce adamının katilleri belki hâlâ aramızda gezip duruyorlar... Demek, toplum olarak bizler de bu konulara karşı gereken ilgiyi göstermiyoruz. Ölen ölmüş, öldüren öldürmüş, vah vah deyip geçiyoruz! Unutmak, unutulmak ağır basıyor. Derken bir daha, ardından bir daha!.. ??? Hrant Dink bir gazeteciydi. Bir Türk gazeteci!.. Ermeni olsun, Rum, Arnavut, Laz, Gürcü, Yahudi hangi kökenden gelmiş olsun fark etmez! Böyle bilmişiz, böyle alışmışız, böyle bir toplum yaratmışız... Çocukluğumdaki Ermeni, Rum, Yahudi okul arkadaşlarımı anımsıyorum. Kevork’ları, Mişel’leri, Panayot’ları... Aynı sıralarda oturduk, aynı oyunları oynadık! Aynı ülkenin bireyleri olduğumuzun bilincindeydik hep... O otuzlu, kırklı yıllarım bir masal mı?.. ??? İlk kez önemli bir olay yaşandı. Hrant’ın öldürülmesi Türk toplumunun bilinçlenmesinde bir dönüm yeri mi olacak? Saat üçte Osmanbey’de, bir gazeteci kapısının önünde öldürülüyor, akşam saat sekizde İstanbul’da, Ankara’da binlerce insan meydanlarda toplanıyor, sokaklarda yürüyor, ellerinde öldürülen gazetecinin resimleri... Birkaç saat içinde bir yurttaş kalabalığı cinayetlere tepkisini göstererek ülkenin yöneticilerine, “Artık uyanın, sürüp giden yazar katliamına son verilsin” uyarısı yapıyor... İstanbul’da, Ankara’da Hrant’ın öldürülmesini ulusal bir yas gibi gören binlerce insan Ermeni mi? Bu kadar Ermeni var mı ülkede? Hepsi Türk mü, Türk olarak doğsa da doğmasa da Türklüğün, haksızlıklara, kıyımlara, gelip geçen hükümetlere tepkisini göstermek istiyordu. ??? Gazeteci cinayetlerinin artık son bulmasını diler, Hrant’ın ailesine, dostlarına, sevenlerine.. dolayısıyla Türk halkına başsağlığı dilemek isterim. Bu haklı halk tepkisini mutlu bir uyanışın başlangıcı sayarak... I B TARİHSEL GERÇEKLER Irak’ta Türk varlığı, İslamiyetin kılıç zoruyla VII. yüzyılda doğuya doğru yayıldığı yıllarda, Türkistan’da Araplarca esir edilen Türklerin, Basra Limanı’nın korunması için köleasker olarak bugünkü Irak topraklarına getirilmesiyle başladı. Sonraları Karakoyunlu, Akkoyunlu, Selçuklu ve Osmanlı döneminde Türk nüfusu giderek arttı (Çoğunluğu Kuzey Irak’ta olmak üzere bugün bölgede yaşayan Türklerin sayısı 2 milyonu aştı)… Osmanlı yönetimi, ırksal ve dinsel yapıyı gözeterek XVI. yüzyılda Irak’ı, bugün ABD’nin yapmayı tasarladığı gibi, 3 bölgeye (vilayete) ayırmıştı: Musul (Kuzey Irak), Bağdat (Orta Irak) ve Basra (Güney Irak)… Musul vilayeti, Anadolu’yu güneyden koruyan, Ortadoğu ve Uzakdoğu’yla bağlantı sağlayan bir bölge olarak stratejik konumdaydı. Petrolün bulunmasıyla bölgenin önemi daha da arttı. İmparatorluk döneminde Kuzey Irak; Musul, Kerkük ve Süleymaniye olmak üzere üç yönetim bölgesine (sancağa) ayrılmıştı... Bölgede Türkler yoğunluktaydı... Birinci Dünya Savaşı başlangı cında sömürgeci İngiltere, Uzakdoğu ticaret yollarını elde bulundurmak ve petrol yataklarına el atmak amacıyla Osmanlı toprağı olan Güney Irak’ı işgal etti (Kasım 1914). Daha sonra işgali Orta Irak’a kadar genişletti. Zamanla Kuzey Irak’a yönelen İngiliz kuvvetleri Türkler tarafından engellendi. “Mondros Ateşkes Antlaşması” imzalandığı sırada (30 Ekim 1918) bölge tümüyle 6. Türk ordusunun kontrolü altındaydı. Antlaşma hükümlerine göre bölge Türklerin elinde kalmıştı. Ne var ki, Irak’taki İngiliz Kuvvetleri Komutanı’nın (General Marshall), “Kuzeye çekilmezseniz, savaş tutsağısınız” tehdidine boyun eğen Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, bugün de çok tartışılan bir uygulamayla Türk kuvvetlerini kuzeye, Nusaybin hattına kadar çekti… Sonuçta İngilizler Irak’ın tümüne egemen oldular (15 Kasım 1918)… Ulusal mücadele öncesinde “Ulusal Ant ” ile belirlenen sınırlar, “Mondros Ateşkes Antlaşması”nı esas almaktaydı. Buna göre “Musul Vilayeti” hukuken Türk sınırları içindeydi. Ankara hükümetinin bölgeye yönelik askeri harekât girişimleri yarar sağlamadı (Aralık 1921Nisan 1923). Çözüm, “Lozan görüşmeleri”ne bırakıldı (Ocak 1924). Lozan’da uzlaşma olmadı. İstanbul’da toplanan “Haliç Konferansı”nda da sonuç alınamadı (19 Mayıs 1924). İngiltere sorunu “Milletler Cemiyeti”ne götürdü. Kurulan “İnceleme Komisyonu” Brüksel’de geçici bir sınır belirledi (30 Eylül 1924). O günün koşullarına göre Türkiye’nin hareket alanı çok kısıtlıydı. Türkiye “Milletler Cemiyeti”ne üye olmadığı gibi, Cemiyet de İngiltere’nin yönlendirmesiyle hareket etmekteydi. Doğu Anadolu’da İngiliz destekli “Şeyh Sait İsyanı” başlamıştı (13 Şubat15 Mayıs 1925). İngiltere, Türkler lehine bir sonuç çıkacağını bildiğinden, Türkiye’nin “halkoylaması” önerisine yanaşmadı. Ve sonuçta Milletler Cemiyeti, Musul Vilayeti’ni tümüyle Irak’a bıraktı (16 Aralık 1925). Türkiye, O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU Irak’la geçici sınırı kalıcı hale getiren “Ankara Antlaşması”nı imzaladı (5 Haziran 1926). alanlarda kapsamlı uygulamaları içeren bir plan geliştirememiştir. Türkiye’de siyasal yönetim, Irak’ın ABD tarafından işgalinden sonra belli alanlarda eyleme geçmek yerine, yalnızca ardında duramayacağı söylemlere yönelmiştir. Hükümet, “strateji ve politika”nın iç içeliğini görmezden gelen bir tutumla, her alanda hareketsiz kalmayı yeğlemiştir. Askeri seçeneğin yalnızca “işgal harekâtı” şeklinde algılanması yanlışlığı yüzünden, “sınır ötesi takip” yapılamadığı gibi, kendi sınırlarımız içinde geniş kapsamlı caydırıcı nitelikli harekât da icra edilememiş; Kuzey Irak’a yönelik sosyal ve ekonomik önlemler yaşama geçirilememiştir… H ABD GERÇEĞİ Irak’ta bugün ortaya çıkan “Kuzey Irak’a egemen olma mücadelesi” zemini daha o yıllarda oluşturulmuş bir siyasal yapılanmanın sonucudur. ABD’nin “Büyük Ortadoğu” projesi kapsamında ardında durduğu “3 parçalı Irak”ın, fiili bölünme ya da üçlü federasyonla gerçekleşmesi halinde amaç, eski Musul Vilayeti’nin tümüyle bugün Kuzey Irak’ta şekillenmesini tamamlamış olan yeni devletin sınırları içinde kalmasını sağlamaktır. ABD’nin istediği sonucu almayı sağlayacak olan “Türkler aleyhine nüfus yapısı”, ABD desteğiyle oluşturulmuştur. ABD bölgenin geleceğini belirlemeye yönelik “halkoylaması”nı bu yıl içinde gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Türkiye’nin ve hatta “ABD Irak Çalışma Grubu”nun karşı çıkmasına rağmen yönetim bu oylamanın yapılmasında ısrarlıdır. Bölgenin tümüyle Kuzey Irak’ta kurulmakta olan yeni devletin sınırları içinde kalması halinde ABD, hem ekonomik ve hem de stratejik öneme sahip bölgede kendi güvenlik ve gönenci açısından İsrail’den sonra yeni bir stratejik ortak daha yaratmış olacaktır… GELİNEN NOKTA Ehil olmayan ellerin yönetimindeki Türkiye, ABD’nin ve Kuzey Irak’taki yerel güçlerin hamleleri karşısında, stratejinin “kuvvet, zaman ve mekân” faktörlerinden yararlanarak karşı hamleler oluşturamamış ve de oluşturulan hamleleri etkisiz kılamamıştır... Türkiye doğru bir strateji ve ona uygun bir eylem dizisi ortaya koyamamıştır... Kuzey Irak’ın şekillenmesinde bugün Türkiye’yi hareketsiz kılan güç ABD’dir. Türkiye aslında Kuzey Irak’ta ABD ile karşı karşıyadır. Türkiye bugün, Irak’taki gelişmeleri “beklegör” politikasıyla izleyen bir taraf görüntüsü sergilemektedir… “Beklegör politikası” izleyen taraf için en tehlikeli sonuç, gelişmelerin kendi gücünü aşan boyutlara ulaşması halinde, hareket serbestisinden yoksun kalmaktır… Ulusal politikalar yerine ABD menşeli politikalar izleyerek Türkiye’yi hareket serbestisinden yoksun bırakan siyasal iktidar, yalnızca kendisini değil, Türkiye’yi de bir çıkmaza doğru sürüklemektedir!.. Giderek artan tehlike mutlaka önlenmelidir!.. STRATEJİ NOKSANLIĞI “Kuzey Irak” bugün itibarıyla Türkiye açısından çok yönlü bir tehdit ve tehlike odağıdır. Güvenlik ihtiyaçları, siyasal coğrafya değişiklikleri, ekonomik gerekçeler ve Irak’taki Türk varlığı, ulusal hak ve çıkarları açısından Türkiye’nin bölgeyle çok yakından ilgilenmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye, yakın dönemde ortaya çıkan gelişmeler karşında Irak’la ilgili tutarlı bir strateji belirleyememiş; askeri, ekonomik, politik ve sosyal OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com Uğur’un Anısına ğur Mumcu’yu, hain bir tertiple yitirişimizin ondördüncü yılında sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz. O bilinçli ve inançlı bir Kemalist; ulusal güçlerin dinamik önderlerinden, yüksek karakterli, zeki, doğru, erdemli, yüce yürekli, kendini halkın aydınlanmasına, bilinçlendirilmesine adamış bir yurtsever; bilgiye koşan, araştıran, Türkiye halkı ve devletinin esenliği için bulunduğumuz önemli jeopolitik ve jeostratejik konumda karanlıklarda konuşlanan ülkenin dahili ve harici sapkınlarına cesurca savaş vermiş bir yazın adamı, bir gazeteci idi. Bu yolda da ne hazindir ki Cumhuriyetimizle özdeş, Atatürk’ün eseri, onun ilke ve devrimlerinin savunucusu, yayıcısı Cumhuriyet gazetemizin birçok yazarı gibi görevi başında, Cumhuriyetin düşmanlarınca şehit edildi. Uğur en verimli çağında insanı şaşırtan bir güç ve azimle Türk yurdunu, ulusunu sarmalayan, sarsan iç ve dış sorunlarını, aymazlıkları, ihanetleri, yolsuzlukları, yanlışları, terörü ve kaynaklarını, emperyalizmin tertiplerini hep araştırdı; bilgilerini, belgelerini, doğurabileceği sonuçları gazetede, kitaplarda yazarak geniş halk kesimlerine duyurdu, O adeta ülkesinin, halkının, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı idi. Devletinin ve ulusunun insanlık ailesi içinde çağdaş uygarlığın değerlerine ve gönence ulaşma ülküsünün gerçekleşmesi yolunda harcadı tüm çabalarını. Türkiye’nin 84 yıl önce askeri ve diplomatik utkuya ulaştığı, Kurtuluş Savaşı sonrası kurduğu pırıl pırıl üniter ulus devletin U 1946’lardan itibaren Batı emperyal güçlerinin güdümüne girmeye başladığını, giderek devrimci, aydınlanmacı, bağımsız niteliklerini yitirdiğini beyninde ve yüreğinde duyan genç bir insan olarak Hukuk Fakültesi asistanlığında başlayan aydınlatma yazıları ve aktif ve dinamik yaşamı nedeniyle 12 Mart 71 darbesiyle onu da susturmak istediler. Mahkum edilmek istenen Kemalist fikirlerdi. Soğuk savaşın yarattığı psikolojik harp ortamında yaşanan, egemenlerin otoriter rejimi türlü girişimlerine karşın onu susturamadı. Yüksek yargı kararlarıyla aklandı. Bereket Türkiye’de yargıçlar vardı. Ne var ki bugün parlak bir hukuk bilgini olarak yaşamını sürdürecek olan Uğur, sakıncalı piyade ve araştırmacı yazar gazeteci oldu ve de ölene değin mesleğine onur verdi. Onurlu yaşadı kendi de. 12 Eylül’e gelindiğinde Uğur’un aşırı solcu olduğu savıyla onu taciz için ülke egemenlerini etki altına almak isteyen kışkırtıcılar bu kez başarı kazanamadılar. Güneş balçıkla sıvanamıyordu. Özellikle 1983 sonrası üst düzeyde görev almış bir kısım silahlı kuvvetler mensuplarının, “Bize bu arkadaşı yanlış tanıtmışlar. Ülkenin bağımsızlığını savunan; irtica, terör, suç örgütleri ilişkileri başta olmak üzere tehdit teşkil eden tüm sorunları, yolsuzlukları belgeleriyle ortaya koyan yiğit, Atatürkçü bir yurtsevermiş Uğur’’ dediklerini işitmişimdir. Sabırlı bir değişimi adım adım yaşamışızdır. Uğur o çağlarda artık halkımızın da dert ortağı erdemli bir bilge idi. Uğur klasik bir gazeteci idi. Bir benzetme yapmak gerekirse Uğur Tanju ERDEM basın âlemi için müzik âlemindeki Beethoven, Mozart ya da Dede Efendi, Itri gibi eserleriyle, kişiliğiyle ismi ölmezler arasına girmiş bir gazeteci klasiği oldu. Bunun yanında büyük halk kitlelerinin kucakladığı evlatları gibi sahip çıktıkları bir ülke büyüğü idi. Uğur, insani nitelikleri ile de duygulu, sevecen, vefalı, espri dolu, aile ve dostlarına düşkün, tevazu sahibi bir kişiliğe sahipti. Sade ve güvenilir bir insandı. Büyük Atatürk ve arkadaşları, çökmüş bir İmparatorluğun enkazı üzerinde geleceğe umutla bakan bağımsız, özgür, saygın bir milli devlet, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Emperyalizmin, başta ekonomisi ve maliyesi, her şeyini göçerttiği, himayeye muhtaç hale gelen bir imparatorluk toprağında ulusal ant sınırları içinde, Türk’ün kurucu, yönetici, yapıcı, uygar yüksek vasıflarını tüm dünyaya gösterdiler. Uğurlar bu ideallere gönül vermiş, sapmalara karşı uyaran, yol gösteren gönül adamları, mücadele adamları idiler. Bu yoldan hiç dönmediler. Uğur’u kaybedeli 14 yıl oldu. Halkın gönlünde taht kuran gerçek yurtseverler kolay yetişmiyor. Onun varlığını hep arıyoruz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, Batı emperyalist güçlerince içten ve dıştan politik, ekonomik, askeri ve kültürel açılardan dayatmalarla, müdahalelerle kuşatılmış görünüyor. ABD’nin Ortadoğu ve Avrasya hâkimiyet stratejilerinde Türkiye şimdi merkez ülke ilan edilmiş, Anadolu toprakları emperyalist saldırının Amiral ( E ) üssü olarak kullanılmak isteniyor. Komşularına kışkırtılıyor. AB üyelik talepleri Lozan barışını bozmaya yönelik. İçerde karşıdevrim hesaplı adamlarla sürekli yeni mevziler kazanıyor. Büyük Atatürk’ün dediği gibi ulusun bütünlüğü ve bağımsızlığı, Cumhuriyetin temel değer ve nitelikleri tehlikededir. Emperyal güçlerle işbirliği yapan bir kısım Türk egemenleri ve kamuoyu oluşturan, yönlendiren büyük iletişim kuruluşları olayların gerçeğini gerekirse örtüyor ya da saptırıyor. Halk gereğince aydınlatılmıyor. Oysa içinde bulunulan durum ve koşullarda ulusu kurtarabilecek olan yine ulusun kendi azmi ve kararıdır. Bugünlerde yaşasa idi, Uğur’un kalemi ulusal güç odaklarıyla Türk halkı arasında güçlü bir ağ oluştururdu. İhtiyaç budur. Bugün bir değil, belki bin Uğur’a gereksinim var. Sevgili Uğur; fani vücudun ebedi istirahatgâhında uyurken, senin fikirlerini, Atatürkçü düşünceyi, Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsız, özgür, temel değer ve nitelikleriyle yaşatmak ve yüceltmek için ulusal güçlerin her geçen gün biraz daha kararlı ve örgütlü olarak güçlerini pekiştirmelerini ve dayanışmalarını diliyorum. Bu seni ve senin gibi düşünenlerin ruhlarını memnun edecektir. Özlemlerimizi sunuyorum. Geçen on dört yılda adını onurla yaşatan ve sonsuza değin yaşatacaklarına inandığım başta Güldal Mumcu olmak üzere onurlu, örnek ailene gazetemiz Cumhuriyet adına kucaklar dolusu sevgi ve saygılar. CUMHURİYET 02 CMYK