25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 OCAK 2007 CUMA haberler SÖZ ÇİZGİNİN TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA C 3 Hrant Dink’e Sıkılan Kurşun Hepimizedir aris’teki öğrencilik yıllarından arkadaşım, Galatasaraylı can dostum Mehmet Yarguz’un, mahalli memur olarak çalıştığı Cenevre’deki diplomatik misyonumuzun önünde vurulması haberini yıllar önce, evimde televizyondan haber aldığımda, kelimenin tam anlamıyla, dizlerimin üzerine çöküp kalmış, ses bile çıkaramamıştım. Haberleri de kapatıp, yazıya oturup, sonuna geldiğimde HaberTürk kanalından gelen telefonla Hrant Dink’in öldürüldüğünü öğrendiğimde, çökmesem bile, donup kaldım. Şimdi, o anda TV’de ne konuştuğumu bile tam olarak anımsamıyorum. Dostum Mehmet Yarguz, doğduğu topraklara (Fethiye) bağlı, onun kuşunu böceğini, çiçeğini meyvesini, havasını kokusunu içine sindirip, gittiği diyarlara taşımış, her türlü art niyetin, önyargının üstüne çıkmış, ırklar, inanışlar, uluslar üstü nitelik taşıyan, eskilerin deyimiyle “kâmil” bir insandı. Uzaktan tanıdığım Hrant Dink de, dostlarının da belirttiği gibi, bu topraklara candan bağlı, duyarlı, nazik, insancıl bir kişiydi. Canım dostum Mehmet’in ölümü üstüne “Bir Türk’ü öldürmek istediler, bir insanı öldürdüler” diye yazmıştım. Hrant Dink için de aynı şeyi söyleyebilirim. Hrant Dink’i hedef alanlar, müstesna, mücadeleci bir insanı öldürdüler. Hrant Dink’e sıkılan kurşunlar, hepimize sıkılmıştır... ??? Hrant Dink eline kalem almış bir insandı ve eline kalem alan insanın görevinin hiçbir baskıya aldırmadan, yılmadan, düşüncesini açık açık yazmak olduğunun bilincindeydi. Bilincinin bedelini canıyla ödedi... Hrant Dink yalnız bir insandı. Zaman zaman kendi cemaatine bile aykırı gelen düşüncelerini, inandığı demokrasi uğruna savunmaktan çekinmezdi. Bu davranışı yüzünden gittikçe daha da yalnızlaşıyor, kendi son yazısında da belirttiği gibi, düşüncelerine tahammül edemeyenler tarafından gittikçe daha koyu, tehditlerle dolu bir yalnızlığın içine itiliyordu. Hrant Dink cinayetinin ardında kimler olursa olsun, onun içinde bulunduğu bu yalnızlıktan hepimiz sorumluyuz. Toplumsal bir sorumluluktur bu. Gerçi çoğunluk ona yönelik tepkileri onaylamıyordu. Ama herhalde, onun içinde bulunduğu yalnızlığı hafifletmek, ifade özgürlüğünü savunmak için yaptığımızdan daha fazlasını yapabilir, yazdığımızdan daha fazlasını yazabilirdik. Artık “Affet bizi Hrant!” demek için de çok geç. Son zamanlarda, Türkiye’ye karşı girişimde bulunmak isteyen herhangi bir güç, doğrusu ya bundan daha mükemmel hiçbir şey yapamazdı. Bu cinayetin ardında, her türlü gücün bulunabileceğini, tetiği çekenlerin değil, çektirenlerin yakalanması için her şeyin yapılması gerektiğini bilmemiz gerek. Geçmişteki benzer cinayetler, bu konuda çok umutlu olmamıza da imkân vermiyor. ??? Hrant Dink, sürekli tehdit almaktaydı. Can güvenliği, bütün vatandaşlarınki gibi, ama özel konumu dolayısıyla hepsinden daha çok, devletin güvencesi altında olmak durumundaydı. Türkiye’deki iktidar, aldığı tehditleri savcılığa da bildirmiş olan Hrant Dink’in can güvenliğini korumayı beceremezse, hiçbir politikasını yürütemeyeceğini de bilmek zorundaydı. Bilmedi, bilemedi. Olayın ertesinde, güvenlik yetkilileri, “Hrant Dink’in koruma talebinde bulunmadığını” belirttiler. Bunun bir mazeret olmadığı açıktır. Devlet birincil görevini yerine getirmek için talep beklemek durumunda değildir. Bu konuda yetkililerin sorumluluğu büyüktür. Burada dostum Özer Berktay’dan aldığım bir mesajı aktarmak istiyorum: “...Bir Faik Şevket hocamız vardı, tam 60 yıl önce, 6. sınıfta Yurt Bilgisi dersimize gelirdi. Özelliği teneffüs ziline az kala, beşer onar kişilik gruplar halinde bütün sınıfı sözlü sınava kaldırır, sual sorar, tek cümle yanıt isterdi.Yine bir gün, Söyleyiniz, dedi, devletin en önemli birinci görevi hangisidir? Kimi ‘vatanı korumak’, kimi ‘okul, hastane, yol, fabrika yapmaktır’, kimi ‘Atatürk ilkelerini korumaktır’ diyor, sonuçta herkes ‘sıfır’ alıp, yerine geçiyordu. Kuyruğun ardına doğru Özdemir arkadaşımız, pek de başarılı bir öğrenci olmamasına rağmen, Efendim, devletin birinci ve en önemli görevi vatandaşın canını ve malını korumaktır, deyince, Faik Şevket hoca takdir ifade eden bir bakışla, Aferin evladım, otur ‘on’ dedi.” Eğer bugün devletin erkini kullananlar, onun işlevini altmış yıl önceki Yurt Bilgisi hocamız Faik Şevket Bey kadar kavramış olsalardı, bu ölüm olayını yaşamazdık. P Katilin Arkasındaki Güç... atil zanlısı 17 yaşında bir çocuk... Birkaç kez Trabzon’dan İstanbul’a gidip gelmiş... Kimilerine göre ortaokul mezunu... İşi gücü yok!.. 17 yaşındaki Ogün Samast, Hrant Dink’i öldürmeye tek başına mı karar verdi? İlk ifadesinde “Karar verdim öldürdüm, çünkü kanıma dokundu” demiş... Bakıyorum şöyle bir hava esiyor: “Katili bulduk, polisimiz, istihbarat birimlerimiz gece gündüz çok iyi çalıştı...” Güzel!.. Hiç kimse “örgütlü bir çete”den söz etmiyor, Trabzon’da daha önce yaşanan Rahip Santoro cinayetinin nasıl geçiştirildiğine değinmiyor... Televizyon ekranlarına çıkan meslektaşlarımızın büyük bölümü, 12 Mart’ın azgın provokatör kışkırtıcı artıkları ahkâm kesiyor: “Bu eylem Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı çıkan güçlerin işidir...” Türkiye’de “Kurtlar Vadisi çocukları” yetişiyor, “Avrupa Yakası”nın eli bıçaklı Gaffur’unun pijamaları kapış kapış satılıyor... Kapkaç almış başını giderken dincifaşist yapılanma AKP iktidarında ivme kazanıyor... Her şey iç içe!.. Katil bulundu, cinayet aydınlatıldı!.. İnanıyor musunuz buna?.. 16 yaşında bir çocuk, düşünüp taşındı, eline 10 milyar değerinde silahı alıp Rahip Andrea Santoro’nun yaşadığı kilisenin kapısına dayanıp onu öldürdü... Aradan bir yıl daha geçmeden, bu kez 17 yaşındaki Ogün Samast, 7.65 çapındaki tabancasını beline sokup, Trabzon’dan İstanbul’a geldi, Şişli’de güpegündüz Hrant Dink’i bir metre uzaklıktan vurup öldürdü... Gerçekten inanıyor musunuz buna?.. ??? Ortada örgütlü bir güç olmadan böyle cinayetler işlenmez. Bu örgüt yapılanması bildiğimiz “sağsol” örgütlere hiç benzemiyor... Mustafa Balbay, olayın bu boyutunu çok açık bir dille yazdı: “Cinayet planlanıyor... Hedefin 12’den vurulması için her şey yapılıyor... Cinayet işlendikten sonra katillerin kim ve kimler olduğu sorusuna düğümleniliyor... Bir kişi yakalanıyor, kamuoyu sakinleştiriliyor... Böylece hem cinayetle verilmek istenen gizliaçık mesaj yerine ulaşmış oluyor, hem de ülkeyi yönetenler hedef alınmamış oluyor...” Trabzon’da TAYAD’lı gençlerin başına gelenleri unutup gittik... TAYAD’lı gençleri linç etmek isteyenleri Trabzon’u yönetenler savunmamış mıydı? Bakın ne diyordu Vali Hüseyin Yavuzdemir: “TAYAD’lıların ne yapmak istedikleri belli. Halkın huzurunu bozuyorlar. Halk da doğal olarak tepki gösterdi..” Gelelim Rahip Andrea Santoro cinayetine... 16 yaşında bir çocuk, Rahip Santoro’yu öldürdü... Katil kısa sürede bulundu... Peki 510 milyar değerindeki silahı nereden bulmuştu o çocuk? Katil çocuğun avukatı Mahya Usta, şöyle demişti: “Müvekkilim aşırı dinci bir grubun etkisi altında kalmıştır...” Kimdi bu aşırı dinciırkçı grup? Bulundu mu? Türkiye’yi yönetenler yıllarca “Hizbullah adlı bir terör örgütü yok, Müslümanlar var” diyerek kamuoyunu kandırmadılar mı? Yirmi yıl önce PKK için “bir avuç eşkıya” diyenler, 90’lı yıllarda Hizbullah’ı “Müslüman güç” olarak gördüler Türkiye’de... Çeteler, devlet içindeki örgütlü silahlı güçler, dizi filmlerde “kahraman” olarak tanıtıldı... ??? Trabzon’a geçen yıl gittim... Zaten Trabzon “üs” olarak seçilmişti. Dinciırkçı bir yapılanma olduğu söyleniyordu. Nedense yöneticiler, polis ve istihbarat birimleri Trabzon’da bu yapılanmalara göz yumuyor, TAYAD’lılara girişilen linç eylemine “halkın tepkisi” diyebiliyordu... Rahip Santoro’nun cenazesi Trabzon Havaalanı’ndan İtalya’ya götürülürken ne belediye başkanı, ne vali ne de emniyet müdürü vardı!.. Sonra ne oldu biliyor musunuz? 16 yaşındaki O.A’nın yakalanmasının ardından Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, AKP tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na getirildi... Anımsayalım bakalım, Akyürek TAYAD’lı gençlere linç girişimiyle ilgili ne demişti: “Ben de Trabzon halkı gibi düşünüyorum...” Az daha unutuyordum... Gazi Mahallesi Davası, Trabzon’da yapılmıştı... Neden Trabzon seçilmişti? Dava sırasında ailelerin, tanıkların başına gelenleri anımsadınız mı? K DÜNYA HALİ.. Soykırım iddiaları karşısında Türkiye’nin diplomatik manevra alanı kısıtlandı Türkiye zor sürece girdi Bahadır Selim DİLEK ANKARA Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’e yönelik suikast, dış politikadaki kırılgan zeminde Türkiye için çok daha zor bir sürecin yolunu açtı. Cumhuriyet’in ulaştığı değerlendirmelere göre suikastın ardından gerek ABD’de gerekse Avrupa’da bütün gözler Türkiye’nin bu konuda atacağı adımlara çevrildi. Özellikle, sözde Ermeni soykırımı konusunun ABD Kongresi’nde gündeme getirilmesi çalışmalarının yoğunlaştığı, başta Fransa olmak üzere AB ülkelerinde bu konunun yeniden ısıtılmaya başlandığı bir dönemde Dink’in öldürülmesi, Türkiye’nin diplomatik manevra alanını büyük ölçüde kısıtladı. Suikastın hemen sonrasında özellikle AB’den gelen açıklamalar, Türkiye’nin hedef tahtasına oturtulmak istendiğini gösterdi. İYASPORA KULLANACAK’ Özellikle AB bağlamında Türkiye’ye yönelecek baskıların Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi konusunda olacağı beklentisi öne çıkarken, bu konuda ortaya çıkabilecek sıkıntının aşılabilmesi için, “Türkiye’nin bir an önce suikast failini yakalayıp, olayın perde arkasını açıklığa kavuşturmasının” önemine dikkat çekildi. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, Ermeni diasporasının takınacağı olası tutuma ilişkin değerlendirme yaparken, “Şimdi diyecekler ki: ‘Türkiye budur. Türkiye en küçük bir lafa bile tahammül edemez. Türkiye öyle bir ülkedir ki, Ermenileri de katletmiştir, Rumları da atmıştır. İçerisinde kimseyi bırak ‘D mamıştır. Bunların hoşgörü söylemi hikâyedir.’ Bunları diyecekler. Onların ağzını susturmak mümkün mü? O yüzden bunun önüne geçebilmek için Türkiye’nin bir an önce faili yakalayıp, bu suikastı lanetlemeye devam etmesi lazım” dedi. ONGRE’YE TAŞIMA ÇABASI Dink’in öldürülmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı’ndan hükümete ve hükümetin bütün bakanlarına kadar devletin her kademesinden gelen tepki açıklamalarının ve halkın tutumunun “demokratik tepki anlamında” önemine işaret eden aynı yetkili, bunların son dönemde sözde Ermeni soykırımı konusunu Kongre’ye taşıma çabasında olan ABD tarafından da görülüp değerlendirileceğini söyledi. K Dink suikastının, Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımına ilişkin yasa önerisinin geçmemesi için yapmayı planladığı lobi faaliyetlerine nasıl yansıyacağı ise bilinmiyor. Fransa’daki Ermeni Davasını Savunma Komitesi’nin (CDCA) AB ve Fransa’nın bu cinayetin sorumlularının bulunması için uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulmasına destek vermelerini istemesi de dikkat çekti. Bu talep, özellikle diasporadaki Ermenilerin konuyu uluslararası boyuta taşımak istediklerini ortaya koydu. Collectif Van isimli kuruluşun Fransız Meclisi’nde kabul edilen ve Ermeni soykırımının reddedilmesini suç sayan yasa önerisinin Senato’dan da geçmesi için hükümetin üstüne düşen sorumluluğu almasını istemesi, Türkiye açısından sıkıntılı bir sürecin de ilk sinyallerini verdi. AB yine sözle yetindi BRÜKSEL / ANKARA (Cumhuriyet) KKTC’ye yönelik doğrudan ticaret tüzüğünü, Rumların engellemesi nedeniyle 2004 yılından bu yana yaşama geçiremeyen AB, Kuzey Kıbrıs’a yine ticaret sözü verdi. Genel İşler ve Dışilişkiler Konseyi toplantısı için Brüksel’de bir araya gelen AB dışişleri bakanları, KKTC ile doğrudan ticaret tüzüğünün kabul edilmesine yönelik çalışmaların “gecikmeksizin başlaması” yönünde karara vardılar. KKTC’ye mali yardım tüzüğünün uygulanması konusunda ilerleme kaydedilmesinin memnuniyetle karşılandığı Konsey bildirgesinde “doğrudan ticaret” ifadelerinin kullanılmaması dikkat çekti. Bunun yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkin olarak kontrolünün olmadığı alanlarla ticaret için özel koşullar getiren bir konsey tüzüğüne yönelik komisyon önerisinin kabul edilmesi için çalışmalar gecikmeksizin başlamalıdır” ifadeleri yer aldı. AB Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihli kararında yer alan “Konsey, Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun kaldırılması konusunda kararlıdır” ifadeleri ise dışişleri bakanları kararında yer almadı. İCARET TÜZÜĞÜ PAZARLIĞI Avrupa Konseyi’nin Doğrudan Ticaret Tüzüğü üzerindeki çalışmaların başlamasına ilişkin kararı onaylamasının ardından sıkıntılı bir süreç başladı. Rum kesimi, bu tüzüğü bile kabul etmek için, “ticaretin kendi limanlarından yapılması, Maraş’ın iade edilmesi ve gümrüklendirmeyi kendisinin yapması” konularını şart koşuyor. Ankara ve KKTC ise Ercan Havalimanı konusunda diretiyor. Dışişleri Bakanlığı kaynakları, Cumhuriyet’e yaptıkları değerlendirmede, Ankara’nın beklentisinin “kısa sürede adım atılması” olduğunu dile getiriyorlar. Kaynaklar kararın, sadece doğrudan ticarete ilişkin tüzüğün gündeme alınmasını içerdiğini, bundan sonraki süreçte ise taraflar arasında sıkı bir pazarlığın başlamasının öngörüldüğünü söylüyorlar. Maraş’ın iadesinden vazgeçmeyen Rumlar bunun yanı sıra Almanya Dönem Başkanlığı’ndan, ticaretin Magosa değil, güney üzerindeki bir limandan yapılmasını, adaya giren ya da çıkan tüm ürünlere de kendi gümrüklerini uygulamak istiyor. T renkli ilan asirmen?cumhuriyet.com.tr hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle