07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 C Dr. C. Akça ATAÇ oksul ülkelerin, küresel ticaret ile adil koşullar altında bütünleşmesi amacına hizmet etmesi için Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından 2001 yılında başlatılan Doha Turu, AB ve ABD arasındaki anlaşmazlık nedeniyle geçen Temmuz ayında çıkmaza girmişti. DTÖ’nün uluslararası toplumdaki itibarının daha fazla zarar görmemesi ve gelişmekte olan ülkelerin mutlaka desteklenmesi yönünde giderek artan baskılar karşısında bu iki aktör, 8 Ocak günü bir kere daha bir araya gelerek görüşmelerin yeniden başlaması için üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerine dair dünya kamuoyunun önünde el sıkışarak güvence verdiler. ABD Başkanı George Bush ve AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, serbest ticaretin yoksul ülkelerin de lehine olacak şekilde genişletilmesi ve dolayısıyla Doha Turu’nun başarıyla sonlandırılması için anlaşmazlığa konu olan tarım sübvansiyonlarının ve gümrük tarifelerinin yeniden değerlendirilmesinde "işbirliği" içinde olacaklarını söylediler. Ancak açlık ve yoksulluğa karşı neredeyse ümitsiz bir savaş veren "üçüncü dünya ülkeleri", 5 yılı aşkın bir süre boyunca bu tür sahnelerin sayısız kere yinelenmiş ve hemen ardından görüşmelerin, bütün yardım çağrılarına rağmen tıkanmış olmasından dolayı, AB ve ABD’ye duydukları güvensizliği ve kızgınlığı gizlemiyorlar. BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın altını çizdiği şekliyle "1 milyardan fazla insanın açlık sınırında yaşadığı ve her gün 20 binden fazla kişinin açlıktan öldüğü" bir dünyada, Doha Turu’nun başarıyla sonlanması, büyük önem taşıyor. strateji DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ 26 OCAK 2007 CUMA Beklediğim O Rüzgâr!.. Kirchner’in başkanlığında emin adımlarla yürüyor.. Şili’de kadın devlet başkanı Michelle Bachalet, Uruguay’da devlet başkanı Tabare Vasquez aynı yolda atılımlar yapıyor. Panama ve Kostarika heyecanla yeni oluşumu izliyor.. Yani, Latin Amerika’da dünyanın tüm ezilen, sömürülen, birbirine kırdırılan ülkeleri ve insanları için büyük umutlara kapı açan, heyecan verici ve de tatlı bir rüzgâr esiyor!.. Ve ben, acımasızca parçalanmaya, yok edilmeye çalışılan bir ülkenin yurttaşı olarak, bu rüzgârı içime çekmek için sabırsızlanıyorum... Yani, Fidel Castro, gözü arkada gitmiyor... Yani, Havana’daki Atatürk heykeli gülümsüyor... Afrika, küreselleşmeden olumsuuz etkilenen bölgelerin başında geliyor... Küresel yoksulluğun azaltılması tartışmaları sonuç vermiyor… Üçüncü dünya Batı’ya kızgın Y bulunduğu tek yer" orası. Bu bağlamda, özellikle daha adil ve etkili olma potansiyeli hesaba katıldığında, 149 üyeli DTÖ gözden çıkarılamayacak kadar değerli bir oluşum. Bu nedenle de AB ve ABD’nin elinde uğradığı itibar erozyonunun mutlaka sona ermesi ve tarım sübvansiyonları ile gümrük tarifeleri konusunda bir uzlaşmaya varılması gerekiyor. DTÖ’nün Fransız Genel Sekreteri Pascal Lamy de küresel ticareti içine düştüğü bu çıkmazdan kurtarmak ve DTÖ’nün sadece zenginlerin çıkarını korumadığını ispatlamak için AB ve ABD’nin insafa gelmesini bekliyor. AB Komisyonu’nun Peter Mandelson’dan önceki Ticaret Komiseri olan ve Komisyon’daki görev süresi sona erince DTÖ genel sekreterliğine adaylığını koyan Lamy, seçim kampanyasını "gelişmekte olan ülkeler" üzerine kurmuştu. Şimdi kendisine oy veren Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin beklentilerini karşılamak zorunda olan Lamy’ye en büyük güçlüğü çıkaran ülke ise kendi vatanı Fransa… ikna etmek hiç kolay değil. Ödün verilmemesi gerektiğini savunan cephenin en kuvvetli savı, tarımın aynı zamanda bir çevre koruma ve iyileştirme mekanizması olduğu ve bu nedenle de desteklenmeye devam edilmesi yönünde. Buna ek olarak, bir de Fransa’nın inatçı muhalefeti var. Paris, Doha’da tarım ürünleri ile ilgili olarak uzlaşmaya gidilmesine, "kendi çiftçilerini yoksullaştıracağı" gerekçesi ile karşı çıkıyor. Fransa Tarım Bakanı Dominique Bussereau, geçen hafta içerisinde AB’nin Tarım Komiseri Fischer Boel’e gönderdiği mektupta, sübvansiyonlarda Doha’ya uygun yapılacak herhangi yeni bir ayarlamanın "Avrupa vatandaşlarının gerçek anlamda ve yasal olarak bağlı oldukları sosyal modeli aşağılayan bir girişim" olacağını belirtti. Verdiği yanıtta, "Sübvansiyonların bugünkü seviyesinde kalmayacağını söylemek hiçbir şekilde aşağılamak değildir. Asıl bu durum için hazırlık yapmamak sorumsuzluktur" diyen Boel ise Fransa’ya sert çıktı. Bütçe parametrelerinin yenileneceği 2013 yılında, AB’nin tarım sübvansiyonlarında kesinlikle kesintiye gidileceğini, çiftçilerin gelecekte ek gelire ihtiyaç duyacağını ve bunun için üye ülkelerin hazırlık yapması gerektiğini, Boel sıklıkla tekrar ediyordu. Bu tartışma da gösteriyor ki, tarım sübvansiyonları, AB içerisinde çözümü çok sancılı gerçekleşecek sorunlar listesinin üst sıralarında yer alıyor. Bu bağlamda, Fransız çiftçilerin sesinin ileriki günlerde daha kuvvetli çıkması beklenmelidir. Anayasa referandumunda "hayır" diyen grubun önemli ölçüde çiftçilerden oluştuğu bir gerçekken, şimdi bir de Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük grup olan Hıristiyan Demokratlar’ın yeni başkanı olarak eski bir çiftçi olan Fransız Joseph Daul seçildi. Batının tarım sübvansiyonları ve yüksek gümrük duvarları Latin Amerika ve Afrika ülkelerinden yoğun tepki görüyor. ‘Dünya ticaretini adil koşullara çekmek için kurulduğu’ iddia edilen DTÖ’nün bu işlevden uzaklaştığı savunuluyor. DOHA TURU NEDEN TIKANDI AB ve ABD’nin çiftçilere yüksek miktarda sübvansiyon veriyor olması, bu çiftçilere küresel pazarda ürünlerini gelişmekte olan ülkelerin üreticilerininkinden daha düşük fiyata satabilme olanağı sunmakta. Zaten çok büyük bir kısmı yoksul olan Latin Amerika ve Afrika çiftçilerinin bu fiyat savaşını kazanmasına olanak yok. Yoksulluk o derecede ki, bazı Afrika ülkelerinde tarım işçilerinde kahve çekirdeği karşılığında fıstık ile ödeme yapıldığı bilinen bir durum. Tarımda aşırı sübvansiyon devam ettiği sürece de bu vaziyet değişmeyecek gibi gözüküyor. Sübvansiyonların yanı sıra Latin Amerika ve Afrika’yı zorlayan diğer bir konu da, özellikle AB’nin tarım ürünlerine yönelik uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri… Bu koşullar altında Afrika ülkeleri, avantajlı olduğu pamuk, şekerkamışı, kahve, çay ve pirinç gibi ürünlerde hedeflediği, istediği yüksek kârı hiçbir zaman elde edemeyecek. Veya tarım ürünlerini istedikleri gibi işleyemeyecek. Örneğin, ticaret engelleri nedeniyle kakao ülkesi olan Gana’nın, teknolojisini elde etse bile, AB’ye çikolata ihraç etmesi imkânsız olacaktır. Aynı durum, Latin Amerika’dan gelen işlenmiş et ürünlerinin ABD’ye girişi için de geçerli. Doha Turu’nun sonuçlanması ve DTÖ’nün geleceği, dünya ticaretinin içindeki payı sadece yüzde 10 olmasına rağmen, tarım ürünlerine bağlı. Bush, "Yoksul milletlere yardım etmenin en iyi yolunun Doha Turu’nu tamamlamaktan geçtiğini bildiğini" söylüyor. Ancak küresel yoksullukla gerçek anlamda mücadele edilebilmesi için Amerikalı çiftçilere verilen sübvansiyon miktarı toplamından 20 milyar dolarlık kısıntıya gidilmesi gerektiği konusunda hiç yorum yapmıyor. Amerikan Kongresi’nin verdiği yetki çerçevesinde Bush, Doha Turu’nun girdiği çıkmazdan kurtulması için gereken adımları tek başına atabilecek konumda. Söz konusu yetkinin 30 Haziran 2007 itibariyle bitmesinin ardından ise Doha ile ilgili kararları almak ve değiştirmek üzere devreye Kongre girecek. Bu tarihten önce varılacak herhangi bir uzlaşmayı, Kongre sadece bütün olarak "evet" veya "hayır" diye oylayabilecek. Bush’a verilen yetkinin dolması ile birlikte Kongre’ye sunulacak her türlü teklife üyeler kısmî müdahalelerde bulunabilecek, maddelerin değiştirilmesini isteyebilecekler. Bu nedenle de, DTÖ çatısı altında bir anlaşmaya varılacaksa bunun 2007’nin ilk yarısında gerçekleştirilmesi büyük önem taşıyor. AB’de ise çok seslilik mevcut olduğundan, kendisinden beklenen ödünü vermesinin çok daha güç olduğunu görüyoruz. Her ne kadar AB’nin şimdiki Ticaret Komiseri Mandelson, sübvansiyonların azaltılması ve gümrük tarifelerinin indirilmesi gerektiğini savunuyor; Lamy, AB’nin balıkçılara verdiği cömert desteğin denizlerin yağmalanmasına neden olduğunu söylüyorsa da, üye ülkeleri bu konuda aslında hep yalnızdı... Arkasında halkının desteği olmasına karşın hep yalnız yaşadı. Hemen yanı başındaki emperyalist devin bitmek tükenmek bilmez saldırılarına karşı koyarken de, bilinen 11 suikastı birer birer atlatırken de koyu bir yalnızlığın içindeydi... En yakın devrimci arkadaşının, Che Guevara’nın Bolivya dağlarında yeni bir devrim için savaş verirken öldüğünü öğrendiğinde büyük bir keder duyduğu, hıçkırarak ağladığı anlatılır.. Dile kolay, tam 48 yıl... Yarım asır... Fidel Castro... Sosyalist dünyanın yıkılmayan, emperyalizme her koşulda kafa tutan efsane devrimcisi, şimdi ölüm döşeğinde... Ama artık yalnız değil!.. Çünkü Latin Amerika artık ABD’nin arka bahçesi değil!.. Fidel Castro’nun Küba’da iktidarı ele geçirdiği 1959’dan bu yana en büyük düşü Latin ülkelerinin ABD pençesinden kurtulup özgürleşmesi, sosyalizmin tüm Latin Amerika’da inşa edilmesiydi. Fidel, neredeyse yarım asır sonra, hasta yatağında büyük bir mutlulukla düşlerinin gerçeğe dönüşmesini izliyor... Bugün Latin Amerika haritasında Küba’ya tam 11 ülke eşlik ediyor... Venezüella’da Hugo Chavez ezici çoğunlukla ikinci kez başkan seçildi ve 2021 yılına kadar ülkeyi sosyalizme taşıyacağını ilan etti... Nikaragua’da Sandinist devriminin lideri Daniel Ortega, 16 yıl önce ABD’nin bastırmasıyla uzaklaştırıldığı cumhurbaşkanlığı koltuğuna yeniden oturdu, başını Venezüella’nın çektiği Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif projesine (ALBA) katılacağını ilan etti. Brezilya’nın solcu başkanı Lula da Silva bir kez daha seçildi. Yoksul halkın büyük desteğiyle iktidara gelen Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales geçen hafta yoksullara toprak dağıtımını başlattı. Morales yabancılar ve işbirlikçilerinin elinde bulunan doğalgaz ve hidrokarbonların kamulaştırmasını ise hızla sürdürüyor. Madenleri de bu yıl kamulaştıracağını açıkladı. Ekvador’un yeni devlet başkanı Rafael Correa ise tıpkı Venezüella ve Bolivya’da olduğu gibi bir dizi reformu hayata geçirmeye çalışıyor... Arjantin, büyük bunalımın ardından rest çekip dış borçlarını halletti, Nestor O KEMAL ABİ VE BİZ ‘AHMAKLAR!..’ O ikisi, 1 Mart 2005 sabaha karşı Ankara’ya özel uçakla geldiler. Camları kapkara bir arabayla doğruca Maliye Bakanlığı’na götürüldüler.. Kemal Unakıtan’la sabaha kadar görüştüler. Sonra?.. Kemal Abi telefonu açtı, talimatı verdi ve iş bağlandı!.. O ikisinden biri İsrailli işadamı Sami Ofer’in oğlu Eyal, diğeri ise yerli ortağı Mehmet Kutman’dı. Peki, bağlanan iş neydi?. TÜPRAŞ’ın yüzde 14.76’lık bölümü!. Bu “Oferleme” sonucu Sami Ofer 6 ay içinde tam 800 milyon doları cebe indirdi.. Başka kimler bu “Oferlemeden” nasiplendi bilemiyoruz tabii!.. Durum ortaya çıkınca Kemal Abi ne demişti, hatırlatalım: Burada aktif pazarlama yapıyoruz... Potansiyel alıcılara malı pazarlıyoruz... Kimse fabrikaları sırtlanmış götürmüyor... Ahmaklık yapmayın... Doğruydu tabii, kimse fabrikaları sırtlanmış götürmüyordu, dolarları götürüyordu!.. Bize de Kemal Abi tarafından ahmaklık payesi veriliyordu!.. Ve geçen hafta Danıştay bu satış işlemini iptal etti!.. Ne olacak şimdi?.. Sevgili Necati Doğru’nun Vatan gazetesindeki önerisine katılıyorum; Ofer ödemezse “Babalar gibi sattım” diyen Kemal Abi ve ona destek çıkan Tayyip Bey villalarını satıp bankadaki hesaplarını kullanıp ödemeli.. Biz “ahmakların” önerisi budur!.. umitzileli?gmail.com DTÖ’NÜN İTİBARI 1995 yılındaki kuruluşundan bu yana DTÖ, siyasî, ekonomik, hukukî ve etik pek çok tartışmaya konu oldu. İlk bakışta, küresel güçlerin zayıf ülkelere, neyi, ne kadar ve kaça üreteceklerini söyleyerek baskı uyguladıkları yeni bir platform olarak algılandı. Ardından gelen uygulamalar da, DTÖ’nün zengin ülkeler için çalışan "zengin seven" bir oluşum olduğu düşüncesini perçinledi. Ayrıca basına açık olmayan DTÖ görüşmelerinin en sert geçen uluslararası toplantılar olduğu da biliniyor. Az gelişmiş ülkeler, şakayla karışık olarak, görüşmelerin "masaya yumruk vurma" veya "kol bükme" yöntemi ile gerçekleştirildiğini dile getiriyorlar. Güçlü tarafların temsilcilerinin Latin Amerika ve Afrika temsilcilerinin direncini kırmak için toplantıları bilinçli olarak sabahın ilk ışıklarına kadar uzatması ise alışagelmiş bir uygulama… Brezilya’nın DTÖ eski temsilcisi Pedro Camargo de Neto, sıra imzaların atılmasına geldiğinde, kendisine kaç kere "Hazır imzalarken burayı da imzala" denerek emrivaki yapılmaya kalkıldığını; neyi imzalayacağını sorduğunda ise "Boşver, anlatsak da anlamazsın zaten" diye yanıt aldığını hüzünlü bir şekilde anlatıyor. Doğu Karayip ülkelerini temsil eden Eliot Page de görüşmelerin bazen "korkutucu" boyutlara ulaştığını söylüyor. Her şeye rağmen büyük ekonomilerin temsilcilerinin baskılarına karşı direnebilen küçük ekonomilerin temsilcileri ise, bu sefer karşılarında, ironik bir şekilde, temsil ettikleri ülkenin devlet veya hükümet başkanını buluyorlar. Doğrudan gıda, baraj veya okul yardımı almanın, sübvansiyonlar konusunda ısrar etmekten daha kârlı olduğunu düşünen politikacılar, çoğu zaman kendi temsilcileri ile ters düşüyorlar. DTÖ’nün zaman zaman "demokratik" olmayan ve baskıcı uygulamalara sahne olduğu ortada. Ancak uluslararası ticareti, önemli ölçüde disiplin ve kontrol altına aldığı da bir gerçek… Ticaret yapma haklarının gasp edildiğini düşünen ülkelerin hakemliğine başvuracağı bir kuruluş DTÖ. Uzmanlara göre, "Dünya üzerinde Kosta Rika’nın ABD’den hesap sorabilme, hakkını alabilme olasılığının MADAYONUN ÖTEKİ YÜZÜ AB ve ABD, bu şekilde kendilerinden beklenen ödünlerin ne kadarını vereceklerini tartışırken aynı zamanda Latin Amerika ve Afrika ülkelerine yönelik isteklerini de sıralıyorlar. Buna göre, özellikle Brezilya’nın, Amerika ve Avrupa kökenli sanayi mallarına ve hizmetlere yüksek gümrük tarifeleri ve vergiler uygulamasının önüne geçilmeden Doha Turu’nun kesinlikle başarı ile tamamlanmayacağı vurgulanıyor. Ayrıca Afrika ülkeleri de kendilerine yapılan doğrudan yardımları adil ve etkin bir şekilde kullanmamaktan dolayı eleştiriliyorlar. Bu ülkelerin, "yardım arsızı" olduklarını ifade eden ve dünya kamuoyunun desteğini de alarak sınırsız isteklerde bulunduklarını düşünen çevreler de mevcut. Bu da "mağdur" tarafın güvenilirliğini kimi zaman zedeliyor. Bu güven bunalımının mutlaka karşılıklı olarak aşılması gerekiyor. Uzmanlara göre Bush, "Zenginlik ve fırsatın açık, makul ve adil ticaret yolu ile dağıtılmasının cesaretlendirileceğini" söylediğinde ne zaman inandırıcı olursa, Brezilya veya Hindistan’ın da o zaman küresel ticaret oyununun kurallarına daha fazla uyduğu gözlemlenecek. Sola ‘birleşin’ uyarısı... Abidin YAĞMUR MERSİN AleviBektaşi örgütlerinin Mersin toplantısında sol partilere “uyarı” kararı çıktı. Önümüzdeki seçimlere etkin olarak katılmayı hedefleyen AleviBektaşi örgütleri, sol partilere “kendinize çekidüzen verin” uyarısında bulunacak. AleviBektaşi federasyonlarına bağlı 495 şube, nisan ayında Mersin’de yapılacak “stadyum” toplantısıyla Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde laik Cumhuriyeti koruma kararlılığını dile getirecek. Alevi Bektaşi Federasyonu ile Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun hafta sonunda Mersin’de düzenlediği toplantıda, “Alevi örgütlerinin, 2007 seçimlerine etkin olarak katılması” kararı alındı. Bu nedenle nisan ayında 495 AleviBektaşi örgütü şubesi başkanlarının Mersin’de bir araya geleceğini belirten Hacı Bektaş Veli Derneği Şube Başkanı Hüseyin Ali Baysal, Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nda yapılacak bu toplantının halka açık olacağını söyledi. Toplantının AleviBektaşi toplumunun, laik, demokratik Türkiye’ye sahip çıkışının da bir göstergesi olacağını belirten Baysal, “Toplantıya tüm siyasi partilerin genel başkanlarını davet ettik. Eğer katılırlarsa zorunlu din derslerinin kaldırılması, cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi taleplerimizi siyasilere de ileteceğiz. Siyasiler bize bakışlarını netleştirsinler” diye konuştu. Baysal kişisel ilişkileri sayesinde değil, Alevilik kimliği ile sorunları çözmeyi amaçlayan kişileri sahipleneceklerini vurgulayarak “Aleviler bugüne kadar hep sola oy verdiler. Geçmişte bize karşı katliamlar düzenlemiş sağ partilere oy vermemiz söz konusu değil. Ama sol partiler de kendilerine çekidüzen versinler. Solda birleşme yolunda adım atsınlar. Alevi örgütleri olarak solu izleyeceğiz ve Alevilerin sandığa gitmesi için çaba sarf edeceğiz” dedi. Alevi Bektaşi Federasyonu ile Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun hafta sonunda Mersin’de düzenlediği toplantı sonunda yayımlanan sonuç bildirgesinde de “Alevilerin doğrudan temsil hakkı” isteği öne çıktı. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Selatin Özel ve Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker imzasıyla yayımlanan bildiride, bazı sağ partilerin, Alevilere yönelik geçmişteki kötü sicilleri ile yüzleşmeden Alevilerin özgün sözlerini kullanmaya başladıklarına dikkat çekildi. Bildiride şu ifadeler yer aldı “Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan Aleviler, Cumhuriyet tarihi boyunca oy vermedikleri siyasi partilerin de kendi sorunlarına sahip çıkmadığını bilmektedirler. Siyasi alanda, vekâleten temsil edilmenin dayanılmaz siyasi acısını çeken Aleviler, artık siyasi tercihlerini doğrudan temsil edilmek için kullanmak istiyorlar. Bugüne kadar Aleviler, verdikleri her oyun kendilerine inkâr, asimilasyon, saldırı, yoksulluk, işsizlik ve eğitimsizlik olarak geri döndüğünün bilincine varmışlardır. Bu nedenle ABF ve AABF, Alevilerin siyasette doğrudan temsilini talep etmektedir.” ‘BIÇAK SIRTI’ GÖRÜŞMELER Bu karmaşa ve anlaşmazlık ortamına bakıldığında, Bush ve Barroso’nun veya ABD Ticaret Temsilcisi Susan Schwab ve Mandelson’un, el sıkışarak verdikleri sözleri tutacaklarını düşünmek çok gerçekçi değil gibi gözüküyor. Üstelik iki taraf da ilk adımı karşıdan beklediğini ifade ediyor. Barroso, "Uzlaşmanın anahtarının ABD’nin elinde" olduğunu söylerken, masaya önce karşı tarafın "gerçekçi" bir teklif ile gelmesini beklediğini ifade ediyor. Yine de küresel yoksullukla mücadele edilmesi yönünde uluslararası toplumun yaptığı çağrılara kimsenin kulak tıkaması artık kolay değil. Bu nedenle de, Ocak ayının sonunda AB ve ABD, Mandelson’un deyimiyle "bıçak sırtı" görüşmelere yeniden başlayacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle