06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 OCAK 2007 CUMA dizi Hesap makinesine rakamların yazılmasıyla dil sorunu çözülüyor ve kararlılığınız fiyatta belirleyici rol oynuyor C 11 Eğitici bir pazarlık kültürü in’de her yerde pazarlık yapılmıyor. Genellikle pazarlık yapılıp yapılmayacağı, malların üzerinde etiket olup olmaması ile yakından bağlantılı. Etiket varsa pazarlık yok, etiket yoksa pazarlık var. Etiketli malların satıldığı dükkân veya büyük mağazalardaki deneyimlerimi biraz sonraya bırakıp şimdi sokak veya küçük dükkân pazarlığını anlatmak istiyorum, çünkü bu pazarlık gerçek bir tiyatro biçiminde gelişiyor. Sokak satıcıları size önce bir mal gösteriyor veya siz bir dükkânda bir mal beğeniyorsunuz. Arkadan bilinen soru: İngilizce “Kaça” anlamına gelen “How much?” Aslında pek çok satıcı İngilizce bilmediğinden, “How much” diyeceğinize “Kaç para” veya “Kaça” da deseniz malın fiyatını sorduğunuzu anlayacak ve yanıt verecek ama, nedense herkes İngilizce soruyor. Her neyse, sorunuzdan sonra tiyatro şöyle gelişiyor: Satıcı çok nadiren size İngilizce doğru yanıt veriyor, genellikle yaptığı, elindeki hesap makinesine fiyatı yazıp size gösteriyor. Siz bu fiyata, başınızı iki yana sallayıp “No, no” diye yanıt veriyorsunuz. İsterseniz buna Türkçe veya İngilizce “Çok pahalı” diye bir cümle de ekleyebilirsiniz; satıcı belki sözcükleri bilmiyor ama ne demek istediğinizi gayet iyi anlıyor. Sizin bu yanıtınız üzerine, elinizden hesap makinesini alıyor ve sıfırlayıp tekrar size uzatıyor. Bana bu ilk kez yapıldığında satıcının ne demek istediğini tam anlayamadan garip garip adamın yüzüne baktım. Elleriyle işaret edip, benim de bir fiyat yazmamı istediğini belirtti. Geri zekâlılığımdan utanıp ben de önerdiği fiyatın onda birini yazıp makineyi geri verdim. Makineye baktı ve o da abartılı bir biçimde “No, no” diyerek yeni bir fiyat yazıp bana uzattı. Yazdığı fiyat eski fiyata çok yakın bir sayı. Sizin bu durumda iki hatta üç seçeneğiniz var. Eski fiyatınızı aynıyla yazabilirsiniz, siz de biraz yüksek bir sayı önerebilirsiniz veya “No, no” deyip yürüyebilirsiniz. Her üç seçenekte de satıcının pazarlığı devam ettireceğinden emin olabilirsiniz. İster eski fiyatınızda ısrar edin, isterseniz yeni bir fiyat yazıp makineyi iade edin, satıcı yine küçük bir indirim yapıp size yeni bir öneride bulunuyor ve bu süreç böyle devam ediyor. Pazarlığı sonlandırmak, eğer fiyatı kabul etmiyorsanız çok zor, çünkü siz makineyi bırakıp yürüseniz bile satıcı peşinizi bırakmıyor. Yeterince kararlı iseniz, sonunda malı istediğiniz fiyata alabiliyorsunuz. Ama gösterilen fiyatın onda birini önermeye utandığınız veya verdiğiniz fiyatın düşüklüğünde utanarak onu yükselttiğiniz zaman mutlaka aldanıyorsunuz. Tabii ilk önerdiğiniz fiyat, size gösterile Ç ÇİN MARKALARI OLDUKÇA UCUZ Taklit etmekten ‘yerli’ malına Satıcı çok nadiren size İngilizce doğru yanıt veriyor, genellikle yaptığı, elindeki hesap makinesine fiyatı yazıp size gösteriyor. Siz bu fiyata, başınızı iki yana sallayıp “No, no” diye yanıt veriyorsunuz. İsterseniz buna Türkçe veya İngilizce “Çok pahalı” diye bir cümle de ekleyebilirsiniz; satıcı belki sözcükleri bilmiyor ama ne demek istediğinizi gayet iyi anlıyor. Dikkatimizi çeken bir başka noktayı belirtmek gerek: Dilenciler. Pekin’de de Sian’da da, Şanghay’da da sokaklar dilenci kaynıyor. En çok Şanghay’da var ve en yapışkanları da bunlar. B Amerikan kültürü Çin’in çarşı pazarlarında da egemen. nin dörtte biri ise kazığı daha başta yediniz demektir. Ben bu pazarlık olayını Sian’da çok iyi İngilizce bilen bir genç kızın yönettiği dükkânda sözlü olarak da yaşadım. Dört kişi birden girdiğimiz dükkânda pek çok hediyelik eşya, saat, inci, heykel ve benzeri mallar vardı. Hepimiz bir şeyler almak için pazarlık ettiğimizden ve dükkânda da başka kimse olmadığından kız bizimle çok ilgilendi. Sian’a Pekin’den sonra gittiğimizden ve Pekin’de yediğimiz kazıklardan dolayı biraz akıllanmış olduğumuzdan, pazarlıklar kıran kırana ve çok heyecanlı geçiyordu. İngilizce bilmeyenlerle yapılan makineli pazarlık burada sözlü düelloya dönmüştü. Kızla bir kol saati pazarlığının dördüncü veya beşinci raundunda ben yine ilk verdiğim fiyatta ısrar edince kız bıkmış ve sıkılmış bir biçimde durdu ve bana “Biliyor musunuz siz nesiniz?” dedi. Ben içimden, “Tamam” dedim, “Şimdi pazarlığın baskı yapma ve utandırma aşaması başladı, bana ‘Siz çok cimrisiniz’ veya ‘Çok anlayışsızsınız’ diyecek”. Ama hiç de öyle olmadı. Kız durdu, yutkundu, umutsuzluğunu ifade eden bir biçimde derin bir nefes aldı ve bana “Siz çok çok akıllı, çok bilge ve çok yakışıklı bir insansınız” dedi. Bu iltifat üzerine, benim de fiyat önerimi biraz yükselttiğimi ama sonuç olarak saati onun önerdiği değil, benim önerdiğim fiyata yakın bir bedele aldığımı söylemeye bilmem lüzum var mı? Çinliler ilginç insanlar, kızdıklarını pek belli etmiyorlar. Belki de kızmıyorlar. Ama zaten kavga eder gibi, tek heceli keskin veya gırtlaktan gelen boğuk sesler çıkararak konuştukları için ya da bizim kulağımıza öyle geldiğinden, duygularını pek anlayamıyorsunuz. Saat pazarlığı öyküsünü bitirirken hemen hemen bütün ünlü markaların taklitlerinin satıldığını, piyasada en çok Omega ve Rolex olduğunu belirtmeliyim. en taklit saat almaktansa, Çin markalı, gerçek ve çok ucuz (tanesi üç dolara) bir iki çok orijinal saati tercih ettim. Kadranlarında her türlü gösterge var ama göstergelerin hiç biri çalışmıyor, hepsi süs, saatlerin kendileri ise tıkır tıkır, hiç şaşmadan işliyor. Tabii bunları bulmanız kolay değil, sokak satıcıları sadece taklit saat satıyor çünkü. Çin saatlerini Şanghay’da, nehir gezisi yapacağımız gemiyi beklerken, oradaki iskelede yiyecek, içecek ve hediyelik eşya satan küçücük kiosk tipi bir tezgâhdükkândan aldım. Tabii yine büyük pazarlıklarla; etiketsiz mallarda, pazarlık seremonisinden kaçınmanızın olanağı yok. Ama inanın, insan bir süre sonra alışıyor ve hatta zevk almaya başlıyor. (Galiba ortamın bireyi yozlaştırması bu demek olsa gerek.) Hemen belirtmek gerek, Çinliler üstün taklit teknolojilerini kendi orijinal saatlerini üretmek için de kullanıyorlar. Örneğin Şanghay’ın simgesi olan, Doğu’nun İncisi denilen ünlü televizyon kulesinin tepesindeki hediyelik eşya dükkânından, bir kutu içinde, bir kadın ve bir erkek saatini, yanlarında bir dolma kalem ve bir tükenmezle birlikte dörtlü takım olarak otuz dolara alıyoruz (Mallar etiketli ve pazarlık yok): Saatler özel olarak bu kule için üretilmiş ve kadranlarında marka ile birlikte televizyon kulesini simgeleyen bir çizim var. Pazarlık bahsini kapatırken, sonuç olarak bu sürecin yani pazarlık tiyatrosunun alıcılarda mutlaka bir “aldanmışlık” duygusu yarattığını belirtmeliyim. Sokak satıcılarından söz ederken, her üç kentte de dikkatimizi çeken bir başka noktayı belirtmek gerek: Dilenciler. Pekin’de de Sian’da da, Şanghay’da da sokaklar dilenci kaynıyor. En çok Şanghay’da var ve en yapışkanları da bunlar. Satan olanı, olmayanı, tekerlekli sandalye veya bastonla dolaşanı, eli ayağı tutanı, kadını, erkeği, bir yapıştı mı kurtulmanız çok zor oluyor. Peşimizde dolaşan dilencilerden sıkılan Güven, hayatı boyu verdiği sadakaların toplamından daha fazla parayı Çinli dilencilere kaptırdı. Çinlilerin damak tadı konusunda yapılan ‘Hazırlıklı olun yoksa aç kalırsınız’ uyarıları boşunaymış DUMPLİNG ZİYAFETİ Bir çeşit Çin mantısı P rogramımızı yapanlar, Xian’da bir öğlen yemeğini dumpling dedikleri “Çin mantısı ziyafeti” olarak planlamışlar. Çok da iyi etmişler. Bizim klasik mantının ne biçimler aldığını ve nelerle Dumpling. pişirildiğini görünce, Çinlilerin yemek konusunda yaratıcılıklarının sınırı olmadığını anlıyoruz. İçinde tavuk eti, sığır eti, koyun eti, kıyma olan mantılar, ördek etli, mantarlı mantılar, her türlü farklı sebzelerden yapılmış mantılar, kuru yemişli mantılar, balıklı, karidesli mantılar ve en sonunda da mantı çorbası. Yirmiden fazla mantı çeşidi tadıyoruz. Mantılar mutfakta, taze taze o sırada hazırlanıyor, örgü saz sepetler içinde sıcak sıcak, suları akarak getiriliyor ve servise konuyor. İlginç olan nokta mantıların biçimleri: Ördekli mantı ördek biçiminde, cevizli mantı ceviz renginde ve ceviz biçiminde… Hepsi tek tek elle yapılmış… İnsan olayın sanatsal tarafına mı baksın, ağız tadının keyfini mi sürsün şaşırıyor. Çin kültürünün derinliğine bir kez daha hayran oluyoruz. Mutfağında her zevke uygun yemek var ürkiye’den yola çıkarken dostlar sıkı sıkı uyarmışlardı: “Aman yanınıza buradan bol bol kuru yiyecek alın, sonra orada aç kalırsınız” diye. Bilgi de, galetalar, kekler, bisküvilerle dolu kocaman bir yiyecek torbası hazırlamıştı. Sonucu hemen söyleyeyim: Torba hiç açılmadı. Oralarda bize tahsis edilen araçlardan birinin şoförüne, olduğu gibi armağan edildi. Rehberimiz Rachel, öteki kentlerde kendisine katılan yerel rehberlerle birlikte bizi her yerde en ünlü, en güzel lokantalara götürdü. Büyük bir dikkatle ilk gece Pekin’de nehir boyunda gittiğimiz lokantada yemek tercihlerimizi öğrendi ve bütün seyahat boyunca bu tercihlere uygun yemekler ısmarlayarak hepimizi tatmin etti. Hepimizi aynı anda tatmin etmenin çok kolay bir iş olduğunu sanmayın. Dört kişilik küçük grubumuz birbirinin zıddı tercihlere sahipti. Ben mide ve kolon sıkıntılarımdan dolayı ağzıma acı koyamam ve içki içemem. Güven acısız yemek yemez, hatta çok acılı yemeklerin üzerine bile daha acı sos ister, üstelik birasız yemeğe yemek demez. Bilgi ile Zübeyde ise geleneksel Türk yemeklerinin dışındaki tercihlere kapalıdırlar. Bilgi de içki içemez. Rachel uzun uzun tercihlerimizi, neleri isteyip neleri istemediğimizi sorup öğreniyor. Sonuç olarak domuz eti ile birlikte, yılan, kurbağa, kaplumbağa ve diğer hayvanların etlerini istemediğimizi öğreniyor ve biraz üzülüyor, çünkü gittiğimiz lokantanın mönüsünün üzerindeki fotoğraftan, özellikle kaplumbağa eti konusunda çok iddialı bir mutfakları olduğu belli oluyor. Balıktan bile biraz korkuyoruz. Ama karidesleri enfes; tabii çok acılı, ben hiç yiyemiyorum. Koyun, sığır ve tavuk eti, pilav ve T erişte (noodle) dedikleri makarna imdadımıza yetişiyor. Bu arada envai çeşit ot, çorba, özellikle mantar, bir çeşit mantı olan dumpling, sofralarımızdan hiç eksik olmuyor. Bildiğimiz düpedüz ekmeği bile öyle bir sosla o kadar güzel hazırlayıp pişiriyorlar ki, bulunca, Türkiye’de hiç ekmek yemeyen ben karnımı sırf ekmekle bile doyuruyorum. Yemeklerde soya ve başka çeşitli soslar kullanıyorlar. Gerçekten çok lezzetli oluyor. Çinliler bu büyük nüfusun beslenme sorununu çözmek için börtü böcek, bitki, hayvan, hemen hemen her şeyden yemek yapmayı öğrenmişler. Şanghay sokaklarında açık tezgâhlarda tavada kızartılan çekirgeler halkın sıcak sıcak yedi ği en önemli çerez. Tabii kimi sokaklardaki koku insanı gerçekten bunaltıyor. Bir Çinli arkadaşımız, Çin’in bir özel bölgesinde insanların canlı canlı beyaz fare bile yediklerini anlatıyor; kendisi de iğrenerek. Bunun o bölge halkı için bir gelenek olduğunu, ama kendisinin bu geleneği asla onaylamadığını ekliyor. Her türlü bitkinin, özellikle mantarın her çeşidini her biçimde pişiriyorlar. Çorba sofralarının vazgeçilmez bir öğesi. Mantar, erişte ve sebze çorbaları gerçekten enfes. Sürekli mide ve kolon ağrısı çeken ben bile yemeklerden hiç rahatsız olmuyorum, tam tersine ağrım sızım kalmıyor. Her türlü yerel ve ithal içki var. Güven bir keresinde biranın rengini kastederek, açık anlamına gelen “light” diyor, karşılığında alkolsüz bira geliyor ve çok gülüyoruz. Ama herkes hayatından çok memnun, karınlarımız her seferinde iyice doyuyor, hem de ne yediğimizi bize iyice uzun uzun anlatan Rachel’in sayesinde gönlümüz rahat. Yemekler her yerde, döner bir cam tablanın üzerine tabaklar veya tencereler içinde konuyor. Herkesin önünde bir tabak, bir kâse, bir çift çubuk ve özel tür küçük bir porselen kaşık. Lokantalarda isteyene çatal getiriyorlar. Bilgi ve ben çubuklarla yemek yemeği biliyor ve bundan zevk alıyoruz. Güven’le Zübeyde çatal kullanıyor. Çorbalar kâsede, porselen küçük kaşıkla içiliyor. Dönen cam masa üzerindeki yemeklerden herkes istediği kadar alıyor. Her öğünde hiç abartmadan söylüyorum, en az onon iki çeşit yemek oluyor. Tatlı ile başları hoş değil. Hem tatlı çeşitleri az, hem de tatlıların kaliteleri düşük. Şanghay’daki rehberimiz Heidi, bunu, “Çin erkekleri pek tatlı yemez, tatlı yemeği kadınsı bir davranış sayarlar” diyerek açıklıyor. Her türlü meyve suyu var, taze taze sıkıp getiriyorlar. Ben armut suyunu keşfediyorum; inanılmaz bir nefasette. Tabii çay, özellikle yasemin kokulu yeşil çay, her yemeğin vazgeçilmez içkisi. Her lokantada hemen benim yeşil çay tutkumu fark eden garsonlar çay fincanımı hiç boş bırakmıyor, zaten boş kaldığında da Rachel hemen onları uyarıyor. Belki de mide ve kolon ağrılarımın azalmasının nedeni bu; sürekli içilen yeşil çay. B i t t i
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle