25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Yemek ve demokrasi üzerine Hamburg’un en köklü Türk tiyatro grubu İstasyon Tiyatro İletişim, Memet Baydur’un, “Düdüklüde Kıymalı Bamya” adlı oyununu sergiliyor. Celil DENKTAŞ HAMBURG – 12 Eylül rejiminin özellikle kentsoylu aileler üzerinde yarattığı kültürel dejenerasyonu ustalıkla ele alarak bundan başarılı bir güldürü çıkaran Memet C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 26 OCAK 2007 CUMA Clarke, Belözoğlu, Shetty, Lloyd... Anında mahkum edilmesi gereken insanlık suçlarından biri olarak ırkçılık, sadece siyah beyaz ırkçılığı olmaktan çıkıp, ekonomik ırkçılığa dönüştü, biliyoruz. Siyahın siyahı, beyazın beyazı sömürdüğü de bir gerçek. Günümüzün “modern ırkçılık”ı artık milliyetler üzerinden değil, çoğunlukla dinler üzerinden yapılıyor. Bazı dinleri, o dinlere dayanan medeniyetleri kendi medeniyetlerine uygun bulmayan Bush’lar, bu anlamda “modern” ırkçıdırlar elbette. Ancak etnik düzeyde ayrımı işaretleyen, farklılığa tahammül etmeme esasına dayanan “ilkel ırkçılık”ın örnekleri de var hala. Kendisinin de bir yabancı olduğunu unutarak, siyahi bir futbolcuya ırkçı küfürler eden Emre Belözoğlu gibi şaşkınları anımsayın. Simone Clarke adlı balerin “ilkel ırkçı”lık yaparak, sadece politik görüşlerini ifade etmiş olmuyor. Yüksek sınıfların beğenisine sunulmuş bir sanat da olsa, cazibesine herkesin kapılabileceği bale gibi bir sanatı yabancılar için sergilenecek bir sanat olarak da görmüyor. Estetiğin ortak bir insancıl duygu olduğunu bilen antifaşistler, bu ırkçılığa elbette hoşgörü göstermiyorlar. İngiliz televizyonu Channel 4’da yayınlanan Big Brother programında Hindistanlı aktris Shilpa Shetty için ırkçı yorumlar yapılması da “ilkel ırkçılık” örneklerinden biridir elbette. Bu tür ırkçılığı sergileyenler, toplumsal işbölümünde temsiliyet özelliği olan insanlar, yani sıradan kişiler değiller. Clarke bir balerin, Shetty’ye hakaret edenlerden biri de eski İngiltere güzellik kraliçesi. Danielle Lloyd adlı bu “eski güzel”, Shetty için “s...tir olup memleketine gitsin” demekle, güzellik yarışmasını kazananlara akıllı organizatörler tarafından söyletilen o klasik “insancıl” mesajların, “güzellerin” gerçek yaşamlarında karşılığı bulunmayan “öylesine” edilmiş laflar olduğunu da kanıtladı. Lloyd adlı eski “güzel”, seçildiğinde kameraların önünde dünya barışından, insanların kardeşliğinden, elbette çevreye olan duyarlılığından söz etmişti. Sokun Bush’u güzellik yarışmasına, varsayın ki “güzel” seçilir, onun da edeceği laflar bunlar olacaktı. Yani şimdi de söylediği laflar. Cinsi, tipi ne olursa olsun tüm ırkçılar böyle iki yüzlüdürler. İyi ki antifaşistler var dünyamızda. Onların sayesinde “Kuğu Gölü” balesini her renkten insan yan yana, birlikte izleyecekler. Cato gibi ısrarlı olunsun yeter ki. “KULLUK” KALIBI Devletin örgütlü bir baskı aracına dönüştürülmek istendiği, insanların muhalefet etmeyi akıllarından bile geçiremedikleri yeni bir “kulluk” kalıbına sokulduğu, moda güzellerinden sanatçı, arabeskten sanat üretilen, mafyanın, maçonun yükselen değerlerin en tepesine oturtulduğu, bayağılığın, çok bilmişliğin prim yaptığı, yolsuzlukların ve hırsızlıkların ise olağan sayıldığı bir anlayış dayatılmakta, herkesin bunu olduğu gibi kabul ederek ekonomik ve sosyal sorumluluktan uzak, başkalarının sorunlarını kendilerine dert etmeden kendi kabuğunda yaşayıp gitmesi normal sayılmaktadır. Ancak azınlıkta da kalsa, toplum kendi içerisindeki bir karşı duruşu yaratmaktadır. Fahrettin Dede, unutturulmaya çalışılan değerlere sahip çıkışın ve bunu torununa, ondan da genç kuşaklara aktarılmasının bir simgesi olarak çıkar karşımıza. Fahrettin Dede’nin, yalnızca gününü kurtarmaya çalışıp gerisine aldırmayan, “nazlı” ve hazırlanması bilgi, emek gerektiren bamyayı bile alelacele pişirip kaygısız ve bomboş günlük yaşamlarından hiçbir şekilde vazgeçmemeyi marifet sanan çoğunluğa mesajı ise onların anlayabileceği bir dildendir: “İyi bir yemek, iyi bir demokrasiye benzer!” Memet Baydur’un 1991’de yazdığı “Düdüklüde Kıymalı Bamya”yı, Serap Sadak yönetiyor. Yönetmen yardımcıları ise, Funda Bozok ve Cem Bozok. Oyunda rol alan oyuncular, Teoman Aykut (Fahrettin Dede), Hanife Klein (Fazilet), Aysun Siuda (Aynur), Neriman Bulut (İnci), Gülin Sertbaş (Hamiyet), Funda Bozok (Nilgün), Cem Bozok (Uğur), Özlem Özçep (Cemile) ve Emre Tosun (Hamdullah). ZVERİYE DAYALI ORTAK BİR ÇALIŞMA Oyunun teknik yönetimini, Olgay Sadak ve Murat Tosun üstlenmişler. Sahne amiri, Meliha Alpaslan, oyunla ilgili grafik çalışmalarını Gülin Sertbaş, sahne düzenlemelerini ise, Olgay Sadak ve Mehmet Saltık hazırlamış. İstasyon Tiyatro İletişim grubu tüm etkinliklerinde olduğu gibi bu oyunun hazırlanmasında da tamamen gönüllü ve özveriye dayalı ortak bir çalışma gerçekleştirmişler. Repertuvarında yalnızca Türkçeye ve Türkçe yazan yazarlara yer veren Hamburg’un en eski Türk tiyatrosu İstasyon Tiyatro İletişim, “Düdüklüde Kıymalı Bamya”yı, 27 Ocak Cumartesi saat 20.00’de ve 28 Ocak Pazar günü saat 18.00’de, “Haus 7, Hospitalstr. 111, HamburgAltona” adresinde sunacak. Ayrıntılı bilgi, 01705252225 numaralı telefondan edinilebilir. Ö Baydur, “Düdüklüde Kıymalı Bamya” oyununda, büyük fedakarlıklarla ülkeye kazandırılmış olan cumhuriyet değerlerinin yerle bir edilmeye çalışılmasını işliyor. Yeşilçam emekçileri yeniden örgütleniyor Hüseyin KIVANÇ Yeşilçam’da ilk kooperatifleşme sözcüğünü, gerçek bir sinema emekçisi olan arkadaşım Halit Aysan’dan duymuştum. Yeşilçam’da ışıkçılık ve görüntü yönetmenliği yapan Halit Aysan’ın, Türk sinemasının içinde bulunduğu çıkmazlardan, sermaye sıkıntısından, sinemanın bir sektör olamamasından yakınıldığı 1970’li yıllarda özgün görüşleri vardı: Kooperatifçilik, küçük değerlerin bir araya getirilmesi ve güzel ürünler yaratılması. Hatta Halit, bu konuyu İzmit Cezaevi’nde yattığı günlerde Yılmaz Güney ile de tartışmış ve kooperatifleşme onun da aklına yatmıştı. Sinema Kooperatifi işlevini yerine getiremedi. Bir zaman sonra 12 Eylül askeri darbesinin olması, yıllarca kooperatifin duraksamasına neden oldu. Kaldı ki 12 Eylül’ün öncesindeki dönemde o zamanki Kültür Bakanı, sinema kooperatifinin üç projesine kesin destek vermişti. 12 Eylül sonrası dönemde, bu destek de ortadan kalktı. Daha sonra Sinema Kooperatifi nasıl canlandı? İmeceli sanat emeği üretiminin gereksiniminin sinema ve diğer sanat dallarındaki önemi, gün geçtikçe arttı. Kolları sıvadık. Alternatif sinema, alternatif tiyatro ve alternatif atölyeler kurarak emekçi halkın talepleri doğrultusunda sanat emeği üretimine geçtik. Altı film projemiz, şu anda çeşitli aşamalarda görüşülülüyor. Bir tiyatro oyunumuz olan “İnsan İnsana Armağandır” adlı çalışmamızın provaları başlamıştır. New York Film Akademisi 2006 yılı okul eğitim programı da dahil, birçok ülkenin sinema ve tiyatro eğitim programını inceleyerek bir atölye çalışması oluşturuyoruz şu sıralar. Herkes, sanat festivallerini ovada, kıyıda, sahillerde yapıyor. Buna karşın bizim, dağlarda sanat festivali yapmak projelerimiz var. Bu projenin başında da oyuncu Fatih Yıldız var. 70’LERDE DENENMİŞTİ Sinemacılar Kooperatifi’nin (SineKoop) yeniden faaliyete geçtiğini duyunca, Halit’i anımsadım. Bugün, bir Yeşilçam emeklisi olarak zamanını Balıkesir’in küçük bir kıyı beldesinde sürdüren Halit’e bin selam. Sinema Kooperatifi, Yeşilçam’da yeniden gündeme gelmişti ve bir kısım Yeşilçam emekçisi, böyle bir etkinliğe destek vermişti. Sinemada kooperatifin ne anlama geldiğini SineKoop Başkanı Dr. Ahmet Yüzüak ile konuştuk: SineKoop, hangi gereksinimden doğdu? 1970’li yıllarda emeğin yüceldiği dönemlerde, sanat emeğinin de birlikte üretimi gündeme geldi. Rahmetli Bilge Olgaç, Tarık Akan, Zeki Ökten ve sinemanın değişik dallarından emekçi arkadaşlarla birlikte Sinema Kooperatifi’nin kuruluş dilekçesi, Ankara’da bakanlığa verildi. O yıllarda kooperatif ne gibi etkinlikler yaptı? Birkaç büyük sinema prodüktörü, kooperatifin kurulmasıyla birlikte kooperatife karşı tavır aldı ve kooperatifin etkinleşmemesi doğrultusunda çaba gösterdi. Sonucunu da aldılar. O yıllarda anlış anımsıyorsam lütfen uyarın, aklımda Cato gibi kalmış. Romalı ünlü bir hatiptir diye hatırlıyorum. Roma Parlamentosu’nda, hangi konuda konuşursa konuşsun, ilgili ya da ilgisiz, sözlerini mutlaka, “Kartaca yok edilmelidir” diyerek bitirmesiyle ünlüdür bu zat. Örneğin, Roma kentinin kanalizasyon sorununa ilişkin konuşma mı yapıyor, bitiş cümlesi değişmezdi: “Kartaca yıkılmalıdır.” Fikri takip denince akla Cato’nun gelmesi bundandır. Önemli olduğuna inandığı bir olguya karşı dikkat çekmek için, insan hafızasını sürekli uyarı bombardımanına tutmak, sadece bir Romalı tavrı değil elbette. Günümüzde de bu “fikri takip”i yapan, düşüncelerini sürekli empoze eden kişiler, kurumlar var. Çoğu, Cato’nunki gibi “vatansever” duygularla yapıyor da değil. Bu “fikri takip”i ideoloji yayma işini tekeline almış egemen ya da emperyal güçler, hem de bir hayli başarılı biçimde, sürdürüyorlar şimdilerde. Bush’un konuşmalarını izleyin, lafı dönüp dolaştırıp, ihtiyacı olan ülkelere demokrasi ihraç etmeye getirir. Sürekli vurguyu buraya yaptığı için, benzetmekten hicap duyarak söylüyorum, Cato’nun berbat bir karikatürüdür bay Başkan. Ama bu “fikri takip” benzeri tavrı sürdüren, en ufak bir fırsatı kaçırmayan başka çevreler de yok değil tabii ki. Irkçılık karşıtı antifaşist çevrelerden söz ediyorum. Onlar da, aynen Cato gibi, ne zaman ırkçı bir söz, tavır görseler hemen harekete geçerler, tıpkı Cato gibi cümlelerini de ısrarla “faşisti orada barındırmayacağız” diye bitirirler. United Against Fascism (UAF) adlı antifaşist bir örgüt, İngiliz Ulusal Partisi (BNP) üyesi bir balerini, ettiği laflara pişman etmek üzere neredeyse. Ne zarar gördüyse yabancıların artık İngiltere’ye gelmemeleri gerektiğine inandığını söyleyen, bu konuda politika geliştiren tek partinin de BNP olduğunu savunan Simone Clarke’ı hem de İngiliz Ulusal Balesi binasının önünde protesto ediyor UAF üyeleri. ??? Asla hoş görülmemesi, bağışlayıcı olunmaması gereken bir insanlık suçudur ırkçılık. Kim nerede yapıyorsa ağzının payı mutlaka verilmeli. Cato ısrarı işte bu durumlarda gereklidir. Clarke, tüm insanlığı kapsadığı bilinen sanatını, savunduğu ırkçı düşüncelerle yapamaz. Tüm nefret duygularından arınmış yüksek düzeyde bir sanatta Clarke gibi bir ırkçının yeri olamaz. Y SANATIN TÜM DALLARI.. SineKoop’un üye profili nedir? Oyuncular, yönetmenler, görüntü yönetmenleri, set teknisyenleri, ışıkçılar, şairler, yazarlar... SineKoop, salt sinemayla mı uğraşacak? Sanatın tüm dallarıyla uğraşıyoruz. Sinemanın dışında; tiyatro, edebiyatın her dalı, sanat albümümüz hazırlanıyor. Casting konusunda, sinemada çok büyük istismarlar var. Biz, casting üyelerini ücretsiz kayıt yapıyoruz. Ve iş olanaklarını, komisyonculuk dışında sağlıyoruz. En iyi film ‘Beş Vakit’ SİYAD Türk Sineması Ödülleri sahiplerini buldu. Reha Erdem’in yönettiği iki film, 7 dalda ödüle değer görüldü. İstanbul Haber Servisi Sinema Yazarları Derneğinin (SİYAD) verdiği, 39. Türk Sineması Ödülleri sahiplerini buldu. Başarılı yönetmen Reha Erdem’in ‘Beş Vakit’ ve ‘Korkuyorum Anne’ adlı filmleri, 7 dalda ödül kazandı. Atatürk Kültür Merkezi’nde önceki gece düzenlenen ödül törenini bine yakın davetli izledi. Reha Erdem, ‘Beş Vakit’ adlı filmiyle en iyi film ve en iyi yönetmen dallarında ödül aldı. Cahide Sonku en iyi kadın oyuncu ödülünü, ‘Korkuyorum Anne’ adlı filmdeki rolüyle Işıl Yücesoy alırken Erkan Can, ‘Takva’ adlı filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı. ‘Korkuyorum Anne’deki rolü, Şenay Gürler’e en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü getirdi. En iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü de ‘Küçük Kıyamet’ filmindeki rolüyle İlker Aksum’a gitti. Reha Erdem ve Nilüfer Güngörmüş, Mahmut Tali Öngören en iyi senaryo ödülünü ‘Korkuyorum Anne’ filmiyle kazandı. Gecede dağıtılan diğer ödüllerin sahipleri ise şöyle: En iyi görüntü yönetmeni: Florent Herry (Beş Vakit). En iyi müzik: Rahman Altın (Cenneti Beklerken). En iyi sanat yönetmeni: Naz EraydaHakan Yarkın (Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?). En iyi kurgu: Nathalie Le GuayReha Erdem (Korkuyorum Anne). Türk sinemasının usta isimleri Tarık Akan, Ayşen Gruda, Zeki Ökten ve Çetin Tunca’ya Onur Ödülü, Burçak Evren’e ise Emek Ödülü verildi. Geçen yıl sinemalarda vizyona giren tek yerli belgesel yapım olan ‘Oyun’un yaratıcısı Pelin Esmer’e de özel ödül verildi. rant Dink öldürüldü. Cep telefonuma gelen bu haber nedense beni hiç şaşırtmadı, sanki böyle bir şeylerin tam da bu zamanda olabileceğine dair bir önsezim vardı: Bugünlerde birileri öldürülecek! Haberin ardından hemen haber programlarını izlemeye başladım. Ve birden kendimin ve milyonlarca insanın bu güzelim dünyada bir figüran olarak kullanıldığı duygusu gelip beni buldu. Figüranlık değerli bir meslektir, ama sözünü ettiğim, başka türlü bir figüranlık, adeta yok sayılmak... Malumunuz dünyayı Bush filan yönetmiyor; o bir taşeron.. pek çok hükümet gibi, dünyayı yöneten 400 büyük şirket ve onların her şeyi yapabilen yönetim kurulları ve doymak bilmeyen hırsları!.. Bu güç artık öylesine canavarlaştı ki, daha fazla kâr, daha fazla iktidar için her ülkede her türlü oyunu sahneye koyabilir ve bu güç için yurdunu seven, insanları seven, doğruları seven, adalet isteyen herkes öldürülmesi gereken bir nesnedir. Bunları yazarken kendimi adeta bir korku filmi senaryosu yazar gibi hissettim. Bir güç düşünün; insanları tek tip, düşünmeyen, acı çekmeyen, baş H AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Dünyanın Bütün Figüranları Birleşin! nin kimseyi dininden, etnik kökeninden ötürü sorgulamadığı, mahallenin çocuklarının hep birlikte aynı oyunları oynadıkları, her bayramda herkesin elinin öpüldüğü, ortak efsanelerin, ortak hikâyelerin yaşandığı bir iklimden geliyordu. Bu nedenle Avrupa Birliği toplantılarında “Ülkem Türkiye’’ diye söze giriyor ve toplantılardakilerin iştahla bekledikleri sözleri söylemiyordu; gene aynı nedenle Ermeni lobisinin pek sevdiği adamlarından biri değildi. O, ülkesini seven, adalet duygusu yüksek bir yurttaştı. Hrant’ı kim öldürdü, bundan kim, nasıl bir çıkar sağlıyor.. bunun yanıtı çok basit. Bu, küçük bir grubun yaptığı bir eylem de olabilir, daha örgütlü bir eylem de... Kim yaptıysa yaptı, o taşerondur, böylesi ölümlerden çıkar sağlayanlar, ülkeleri ve o ülkenin yurt kalarının acılarından etkilenmeyen, neredeyse bir robot haline getirmek isteyen bir güç ve bu güç dünyanın her yerinde robot haline, bir tüketim hayvanı haline getiremediği her bir kişiyi öldürüyor.Yurtsever her insanı bir biçimde yok ediyor. Ve bunun için geliştirdiği bin bir yöntem var. Hrant Dink’i ve gazetesi Agos’u ilk kez sevgili Gökhan Gürses aracılığıyla tanımıştım. Gökhan, “Bugün benim imece günüm” der ve gazeteyi çizmek için Agos’a doğru yola koyulurdu ve onun o gece sabaha kadar çok güzel bir vakit geçireceğini, bu topraklara yakışır bir imece yumağında, çok dost bir gazetenin oluşturulmasına katkıda bulunacağını yüzündeki gülümsemeden sezerdik. Hiç kuşkusuz bu gazetenin motoru Hrant Dink’ti. Hrant Dink bu ülkenin muhteşem bir geleneğinden geliyordu, o kimse taşlarını bir piyon gibi kullananlar, dünyayı istedikleri biçimde yönetmek için her ülkede, her alanda binlerce oyunu tezgâhlayan şirketlerdir. Ve onların yönetimindeki gizli örgütlerdir. O zaman yapılacak bir şey var: Küresel anti emperyalist dayanışmanın etkili bir bireyi olmak. Nasıl mı?.. Hemen her protesto eylemine katılmak, bilgisayarınıza düşen her emaili sorgulamak ve bir tüketim hayvanı olmamak için direnmek! Tüketmeyin, onların anladıkları tek dil budur! Bugünlerde sık sık annemi düşünüyorum.. bayatlamış ekmekleri değerlendiren, onlarla bize güzelim tatlılar yapan, inatla Sümerbank’tan giysiler alan, Anamur muzundan başkasını eve sokmayan ve tabağımızda yemek bıraktığımızda bizi azarlayan annemi... Habertürk, Hrant Dink’in tabanı delik ayakkabısını sürekli gösterirken gene annemi anımsadım ve hiçbir insanın böyle bir sonu hak etmediğini düşündüm ve öfke duydum; en çok da tek vatansever kendileri olduğunu iddia eden o avukatlar grubuna, belki de istenilen bu öfkeyi kabartmaktır ve vazgeçtim. isilozgenturk@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle