19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

19 OCAK 2007 CUMA müzik Şişli Senfoni erâ Tokay’ın yerel yönetimler bünyesinde senfoni orkestrası kurma düşüncesini açtığı, dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün böyle bir projeyi destekleyeceğini söyler. Sarıgül’ün öneriyi “Benim orkestramda bir kadın şefin olması laikliğin garantisidir” sözleriyle karşılaması üzerine Tokay, keman sanatçısı Pelin Bolgül’ün organizasyonunu üstlendiği yoğun bir çalışma dönemi sonunda Şişli Senfoni Orkestrası’nı kurar.İlk konserini 2004 yılında veren orkestra, çalınan esere göre değişse de 60 kişiden oluşuyor. Felsefe çalışmaları okay, Fransa’da müzik çalışmalarının yanı sıra Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde fenomenoloji alanındaki çalışmaları sırasında şef ile orkestra arasındaki empatiyi araştırmaya yöneldi. Nörofizyoloji (beyin bilimi), müzisyenlik ve felsefenin iç içe olduğu bir doktora tezi hazırlayan Tokay, İtalyan nörofizyolojist L. Fadiga ile Şişli Senfoni Orkestası ve İtalya’nın Citta Di Ferrera Orkestrası müzisyenleriyle teknolojinin olanaklarından da yararlanarak iki bilimsel deney gerçekleştirdi: “Şu anda müziği çok iyi anlayan bir felsefeciyim. Eskiden kendimi felsefeden de anlayan bir müzisyen gibi görüyordum.” T S YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C Ermeni Acımız masa, yani kullanılmasa “deliğe süpürüleceğini”, danışmanı Cüneyt Zapsu’dan işitmedik mi? Dört: Bunlar var. Ama “sözde soykırım” gibi bir kavramlaştırma, Türkiye’yi pazarlamaktan başka bir dünya görüşü olmayanların, yani Türk sağının insanlarımızın kafasına kaktığı bir çirkin etikettir. Bundan en kısa sürede kurtulmak gerekiyor. Ermeni acısı, Türk acısıdır ve bu acıya sahip çıkmayanın Anadolu’yu, tarihinde yaşamadığı yeni acılara iteceğini söylemek, “müneccimlik” sayılmamalıdır. Türkiye’nin bütünlüğünü ancak solsosyalist bir yenilenmeyle koruyabileceğini düşünen Türk solunun hiçbir kesiminin, Anadolu’nun yerleşik bir halkına reva görülen acıyı inkar eden bu gerici anlayışla bağlantısı yoktur. Türkiye’nin ipini çeken sağ, liberalinden milliyetçisine, faşistinden sosyal demokratına kadar geniş bir ölçekte bu damgayla bağımsızlıkçı solumuza saldırmak zorundadır. Türk soluna düşen, 100 yıl kadar önce yaşanan o felaketin, emperyalizmin doğrudan bir senaryosu olduğunun altını çizmektir. Tabii Batı’ya kendini beğendirmeyi iş ve siyaset sayanlar, belki bugün “sözde soykırım” diyebilir, ama yarın da (Yugoslavya ve Irak örnektir) bu tür suçlamaların en “galiz” savunucusu olacakları kesindir. Satmak bunların karakteridir. Beş: Türkiye’nin kapitalist formasyon içinde bütünlüğünü kesinlikle koruyamayacağı, buna dünya sisteminin izin veremeyeceği açığa çıktı. Sadece kapitalizmin geriletilmesi Türkiye’nin tasfiyesine engel olabilir. Bu da sosyalist denemelerin sahneye ağırlık koyması demektir. Bir başka ifadeyle, sol ve sosyalizm düşmanlarının Türkiye düşmanları olduğunun altını çizmek, sadece dünya sisteminin mantığına dikkat çekmek anlamına geliyor. ??? Peki bu vurgulardan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz? Birçok sonuç çıkarabiliriz. En önemlisi, her zaman uşak Türk sağının, başka halklara düşmanlık kisvesi altında Batı’nın, yani emperyalizmin ekmeğine yağ sürmeyi ihmal etmeyeceğidir. Bütün acılarımızın sorumlusuydular, şimdi yakın bir gelecekte bizi çevremizdeki ülkelere benzetmek için harekete geçmiş bulunuyorlar. Böyle bir durumda, “Batıcı” soldan bir destek bekleyenlere, ancak acınır. Türk sağı ve onun sözcüsü boyalı medya, bu büyük parçalama operasyonunun temel aktörleridir. Yani... Yani, Türkiye’nin solu dışında hiçbir şey, o acılı topraklara sahip çıkmıyor. Türkiye’nin zindanlarında gencecik solcuları inanılmaz işkencelere tabi tutanlar, sokak aralarında kiralık katillere vurduranlar, yaşını büyütüp asanlar, yurttaşlıktan atanlar, sürgünlere mecbur bırakanlar, Türkiye’yi hançerliyordu. Ne yaptıklarını iyi biliyorlardı... İşte Türkiye tel tel çözülüyor ve hızla Yugoslavya ile Irak arası bir kadere kapaklanıyor. Bu kadere, ancak bağımsızlıkçı Türk sosyalistleri engel olabilir. Onların dışındakilerin hepsi bu pazarlama harekatının uyanık tüccarlarıdır. Ermeni acısı, şu sıralarda bir de bu nedenle gerekiyor. [email protected] 7 Serâ Tokay, kadın şeflerin kendilerini zor eserlerle kanıtlamaya çabaladıklarını söylüyor Şefle orkestranın gizemi Hatice TUNCER Müzikten iyi anlayan bir felsefeci ya da felsefeden de anlayan bir müzisyen... Şişli Senfoni Orkestrası Şefi Serâ Tokay’ın kendini bu tanımlama biçimleri zaman zaman yer değiştirebiliyor. Felsefe ve müzik çalışmalarını bir arada sürdürerek yoğun bir çalışma temposunda yaşıyor. Serâ Tokay’la gazetemizi ziyareti sırasında yaptığımız söyleşi de müzik ve felsefeyle örülü geçti. Çocukluk günlerine gidersek, küçük Serâ, gelecekteki tutkusunu bandoların vurmalı, nefesli çalgılarla yarattığı sese büyük ilgisiyle ortaya koymaktadır. ama mimar olan ailesi, kızlarının müzikle uğraşmasına sıcak bakmaz. Fakat küçük Serâ ısrarları sonucunda solfej, armoni dersleri almayı başarır: “Evde bir piyano vardı, fakat ailem beni bir enstrümantist olarak görmek istemiyordu. Pozitif bilimlerin içinde aile mesleği mimarlık gibi bir eğitimi almamı istiyorlardı. Fransız hükümetinin açtığı bir yarışmaya girerek piyano eğitimi için burs kazandım. Bu müthiş bir şanstı, ama ailenin bu tutumu, benim müzikle olan ilişkimi geciktirdi ne yazık ki. Kas gelişimi açısından bir enstrümana ne kadar erken başlarsanız o kadar gelişebilirsiniz. Fransa’da kaslara bağlı büyük bir hastalık geçirdim ve bu yüzden enstrümanla ilişkim tamamen kesildi.” “Heyecandan müthiş bir tempo aldım. Çok hızlı bir Balo’ydu. Çok iyi bir derece aldım, Limoge’u mansiyonla tamamladım. Orkestra yönetirken birçok şeyi aynı anda düşünmek zorundasınız. Ölçüyü doğru ve yerinde bulmanız gerekir. Bir şefin bazı ölçüleri vurmaması, bazılarını atlaması, bunlardan yararlanıp başka zamanları uzatması gibi belki yüzlerce detay gerekiyor. Mü Nadir Nadi anısına Mozart umhuriyet Vakfı’nın NaC dir Nadi anısına 21 Ocak Pazar günü saat 20.30’da İstanbul Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon’da gerçekleştireceği konser için Tokay’ın yönetimindeki Şişli Senfoni Orkestrası, provalarını her gün yoğun bir çalışma temposunda yapıyor: “Bu konser benim için çok önemli. Nadir Nadi, tanıma fırsatı bulduğum, çok sevgi ve saygı duyduğum bir kişi. Profesyonel değildi ama dünya ile ilişkinin müzikten geçtiğine inanırdı. Nadir Nadi, Mozart’ı dostu gibi gördüğü için Mozart’ın 40. Senfoni’sini çalıyoruz. Sonra çok yetenekli bir viyolonselci olan Çağ Erçağ’ın solistliğinde Saint Saens’in Konçerto’sunu çalacağız. İkinci yarıda benim de çok sevdiğim Brams’ın 4. Senfoni’si var.” Serâ Tokay yönetimindeki Şişli Senfoni Orkestrası, Cumhuriyet Vakfı’nın başyazarımız Nadir Nadi anısına 21 Ocak’ta İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlediği konserde Mozart ve Brahms’ın eserlerini seslendirecek, solist viyolonselci Çağ Erçağ’a Saint Saens’in konçertosunda eşlik edecek. MÜZİK TUTKUSU Müzik kadar felsefeye de ilgi duyan Serâ Tokay, Paris’te Sorbonne IV Üniversitesi’nde felsefe eğitiminin ardından fenomenoloji konusunda doktora yapmasına karşın müzik tutkusunu da dışarı vurmak istiyordu. Enstrümandan kopmuştu ve bestecilik yeteneği de hissetmiyordu: “Senfonik repertuvar her zaman çok ilgimi çekmişti ve bu repertuvarda da çalmadan ne yapılabilir? Şef olunabilir. Karar verdim ve bir süre tek başına çalıştım. Daha sonra dostlarım aracılığıyla tanıştığım, dünyanın en ünlü şeflerinden biri olan Macar Janoş Fürst’ün öğrencisi oldum. Önceki günkü ölüm haberiyle sarsıldığım hocam Fürst, şefliğin bütün temel prensiplerini bana öğretmeye çalışmıştı.” zikte bambaşka olaylar oluyor ve şef hepsini kontrol etmek zorunda. Dümdüz giderseniz, enstrümanistler durur. İşte, benim başlangıçta hatam, öğretildiği gibi dümdüz yönetmeye çalışmamdı. Bu gizemi usta bir maestro size öğretecek, deneyiminiz eklenecek, ayrıca içinizde de yaratıcılık, yetenek olacak.” Her eser maestroya göre yorumlanır okay, şefin taşıması gereken T özelliklere “şef karakteri”ni ekliyor. Tokay’a göre şef, orkestra yönetmeyi “kapris” olarak değil “bir duyguyu iletmek” için istemeli: “Örneğin Mahler’in Senfoniler’ini çocukluğumdan beri o kadar çok dinlemiş, üzerine düşünmüştüm ki birilerine iletmek istiyordum. Bunun için orkestrayı yönetmek gerekiyor. Yani anlatma yöntemi. ‘Ben bunu böyle çaldıracağım’ dediğinizde tekniği çok iyi bileceksiniz. Yönetim, şefin yaratıcılığını da ortaya koyar. Brahms’ın eserlerini dünyanın en ünlü şeflerinin yönettiği orkestralardan dinlediğinizde birbirinden değişiktir. Şefe, orkestraya, şeforkestra ilişkisine göre eserin yorumu değişir. Yaratıcılık, bu farkı nasıl ve hangi yönde kullandığınıza bağlıdır. Şefler dışarıdan otoriter gibi görünür, ama zorla istediğinizi yaptıramazsınız. Orkestraşef ilişkisi despot değil, gizemli bir ilişkidir.” KADIN MAESTRO?.. Serâ Tokay, Fransa’da çalışmalarını genç Rus şeflerinden Vsevolod Polonsky ile sürdürüyor. Polonsky, Tokay ile çalışmaya başladığında tüm klasik müzik çevrelerinde olduğu gibi “kadın şef” tereddüdü yaşamış. Tokay, “Kadın şef yönetemez” önyargısında kadının fiziksel, fizyolojik özelliklerinin yanı sıra psikolojilerinin de etkili olduğunu düşünüyor: “Kadın şefler genelde orkestra önünde, ‘nasıl çalıyorlar’ değil ‘nasıl yönetiyorum’ diye düşünürler. Başlarda kendimde de bunu fark ettim. Kadın enstrümanistler de kadın şeflere daha kuşkuyla bakarlar. Paris Ulusal Konservatuvarı’na girdiğimde orkestra sınıfında 40 yıl içinde tek kadın öğrenci olmadığını öğrendim. Lozan’da 11 kişi arasında benden başka bir Japon kadın vardı. Amerika’da, Rusya’da tanınmış kadın şefler var.” ENDİNİ KANITLAMA ÇABASI... Tokay’ın, yorumu zor eserleri seçmesi kadın şeflere takınılan önyargılı tutumlara karşı bir yanıt olarak düşünülebilir: “Kadın için ‘Size kendimi kanıtlamak istiyorum’ iyi bir rol değil. Ben de sevmiyorum, ama toplum o rolü almaya zorluyor. Ben örneğin sürekli zor eserler yönetiyorum. Zorluğun estetik bir boyut getirdiğine de inanıyorum ama Stravinski’nin en zor eserlerini yöneterek ‘Görüyorsunuz işte, bir kadın şef de erkek şeflerin çoğunun yapamadığı zor şeyleri yapabiliyor’ gibi bir şeyi kanıtlamak istiyorum. Çünkü kadın şefin otoritesini özellikle Türkiye’de kolay kabullenmiyorlar, bu da bir direnç gücü gerektiriyor. Şaşırtıcı ve çarpıcı olan, bu reaksiyonun halk ya da dinleyicilerden değil klasik müzik çevrelerinden geliyor olması. Zaten ‘maestro’ da İtalyancada erkek şefler için kullanılan bir terim. Kadınlara ‘maestra’ denmesi gerek, ama bu terim kullanılmıyor bile. Polonsky de başlarda ‘Henüz kadın gibi yönetiyorsun’ diyordu. En son Çaykovski’nin Romeo Jülyet’ini yönettiğimde kadın olduğumu unuttuğunu söyledi.” İLK ŞEFLİK DENEYİMİ Daha sonra Lozan Yüksek Konservatuvarı’na yine ünlü şeflerden Hervé Klopfenstein tarafından kabul edilen Serâ Tokay, 2 yıl şeflik eğitimi gördü. Asistanlığı sırasında Cenevre ve Lozan orkestralarını yönetti: “Her hafta yeni bir eserle çalışıyorduk. Orkestra yönetmeye ilk olarak Şostakoviç’in 5. Senfonisi’yle başladım. Benim gibi yeni başlayan biri için şanssızlık, çünkü dünyanın en zor eserlerinden biridir. Çok büyük bir heyecanla başladım, gidiyorum, fakat bir ara pek aynı olmadıklarını, herkesin birbirine girdiğini hissettim, durdular. Herkes herhalde cesaretim kırılacak, bırakıp gideceğim diye bekliyordu. ‘En baştan alıyoruz’ dedim. En azından kazasız tamamladık. Bu deneyimden sonra zamanla teknik arttıkça orkestra o kadar korkunç gözükmemeye başladı. Orkestranın önüne çıkmak kolay bir duygu değil. O kadar insanı domine edebilmek, kontrol edebilmek, duymak, bir yerden bir yere götürebilmek çok zor bir şey.” İsviçre’deki eğitiminden sonra Fransa’da Limoges Ulusal Konservatuvarı’nın doktora sınıfına kabul edilen Tokay, şef Alain Voirpy ile birlikte iki yıl çalışır. Doktora sınavında Berlioz’un Fantastik Senfonisi’nin Balo Bölümü’nü ünlü şeflerden kurulu jüri önünde, üstelik provasız yönetmesi gerekir: K zunca bir süredir gündemde bu imha operasyonu: Görece büyük ulusal devletlerin parçalanıp etnik kabile ve mafya devletçiklerine dönüştürüldüğü bir yeni ortaçağa girdik. Fazla büyük siyasal birimlerin, emperyalist merkezlere kafa tutabilecek kadar palazlanmasına engel olunması gerekiyor. Bu süreci görmek istemeyen çok; biliyoruz. Ama korkunun da ecele faydası yok. O nedenle ortaçağ feodallerini aratmayan küçük etnik devletçikler sürecine geçişte en ağır darbelerden birini Türkiye’nin almaması düşünülemezdi. 1989 restorasyonu sayesinde bu doğrultuda çok önemli adımlar atıldı. Ciddiye alınmadı. Şimdi meyveleri toplanacaktır. Ermeni acısı, büyük felaketimiz, yeni ortaçağın sahipleri için bir nimettir. Kullanıyorlar. Almanya’daki Sol Parti milletvekillerinden Prof. Dr. Hakkı Keskin’e yönelik Türk ve Alman sağından gelen saldırılar, anlamlıdır. Maalesef aralarında Keskin’in de bulunduğu “AB’ciler”, aralarında pek anlaşamıyorlar. Bu konudaki tartışmaların yeni boyutlar kazanarak yayılacağı kesinleşti. Neden? ??? Çünkü... Bir: Her zaman Türkiye’nin bağımsızlığını savunan Türk solu, Türk sosyalistleri, bu konuda hiç susmuş değildir. Anadolu’daki tarihsel bir felaketin, kanlı tehcirin, emperyalist senaryoların doğrudan ürünü olduğunu hep söyledi. Unutulmaz Nâzım’ımızın şiirlerinde bu kardeş acısına tanık olduk. Solumuzun bu içtenliği nedeniyle, acılı Ermeni kavminin sayısı hiç de az olmayan çocukları, Türkiye’deki ilerici mücadeleye katıldılar. İki: “Türkiye 1923” projesi, 1917’nin altüst ettiği uluslararası tablo sayesinde gerçekleşti. Ekim Devrimi sonrasında, SSCB ve Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti kaynaklarının ısrarla “Büyük Felaket”ten söz etmesi ve bir soykırım iddiasında bulunmaması, halkların birbirine kırdırıldığını öne çıkarması, çok anlamlıdır. Anlamlıdır, çünkü tersi bir durumda Rus Devrimi’ni tarihe karıştırmak isteyen emperyalistlere hak vermek kaçınılmaz olacaktı. Kaderlerimizin birleştiğini gördük. Ancak 1945 sonrasında gemi azıya alan Türkiye’deki kanlı antikomünizm, bilerek ve isteyerek Türkiye’yi tasfiye ediyordu. Solculardan adeta intikam alınması biraz da bununla bağlantılıdır. Üç: 1917 Ekim Devrimi’nin Türkiye için önemini reddetmek, somut bir Türkiye ve Türk düşmanlığına karşılık geliyordu; öyle dedik. Hâlâ da öyledir. Peki, SSCB’nin Ermeni acısıyla ilgili değerlendirmelerine gözler kapanabilir mi? Sovyet arşiv ve kaynaklarını geçerli kabul etmemek, “Zaten onlar her zaman ideolojikti ve hiçbir zaman doğru bilgi içermezdi” demek, sadece bilimden haberdar olmamakla suçlanamaz. Bu “saptama”, bir saptırmadır ve yeni zaman döneklerinin maskesini de düşürmektedir. Çünkü uşaklığını üstlendikleri Batı, Türkiye’yi hiç istemedi. Hiç de kabullenmedi. Nitekim dışarıdaki Türkiye düşmanı sürünün, Türkiye içindeki liberal, faşist ve şeriatçı odaklarla elbirliği içinde nihai hedefe yürüdüğünü görüyoruz. Türkiye feshediliyor ve Tayyip Erdoğan bir fesih sözcüsüdür. Öyle ol U BRAHMS’IN EVİ rahms, Şişli Senfoni Orkestrası’nın 21 Ocak’taki repertuvarında bulunan 4. Senfoni’sini, Alman roB mantizminin doğduğu “Kara Ormanlar”daki evinde kaldığı yıllarda yazmış. Şef Serâ Tokay kış tatillerini geçirdiği Almanya’nın Fransa sınırındaki Kara Ormanlar’da repertuvarını hazırlıyor. Dünyanın müzikal kaynaşması alan Müzik tarafından yayımlanan “İstanbul Connection” albümü, sınırları aşarak müzikleri buluşturma çabasının iyi bir örneğini oluşturuyor. Hollandalı caz müzisyenleri, saksofoncu Dick de Graaf ve perküsyoncu Ruben van Rompaey, müzikal sınırları olmayan özgün bir dünya müziği yaratma gayretiyle İstanbul Connection’ın temellerini attılar. Türkiye’nin uluslararası üne sahip caz müzisyenlerinden; perdesiz gitar virtüözü olarak Erkan Oğur, piyanist Baki Duyarlar ve kontrbasçı Erdal Akyol’un da projeye davet edilmesinin ardından, müzikte beklenmedik yollara açılan bir yolculuk başladı. Hollandalı caz davulcusu Joost Kroon da bu coğrafi sınırları zorlayan projeye ka ‘Müzik satmıyoruz, duygu veriyoruz’ Türkiye’de klasik müzik ortamı Serâ Tokay’da düş kırıklığı yaratmış. Ancak gelişen teknolojik olanaklarla, internet yoluyla dünyanın her yanındaki orkestraların yorumlarına ulaşan Türk izleyicisinin müzikal bir yargı oluşturabilmesinde umut verici rol oynadığını düşünüyor: “Biz müzik satmıyoruz. Bir enstrüman çalmak, şef olmak, müzik satmak değildir. Biz insan ruhunun belki de kendini tek yüceltebilme şansı olan bir sanatı göstermeye çalışıyoruz. Müzik, duygusal ve ruhsal bir anlam taşımasına karşın fiziksel bir temele dayanıyor: Sesin insan bedenindeki titreşimi, enstrümanları elle ve kaslarla çalmak, ses tellerinin fizyolojik yapısı, müziğin bizi sarmal gibi içine almasını sağlıyor. Bu nedenle söze gerek kalmadan müziği duyumsuyorsunuz. Bu şekilde bir incelik, estetik bakış, etik anlayış ya da başkalarına daha duyarlı davranabilmek duygularını müzik veriyor.” K tılıyor. Türkiye Kültür ve Sanat Vakfı’nın (KULSAN Vakfı) desteğiyle ilk kez Aralık 2004’te bir araya gelen müzisyenler, Hollanda’da beğeniyle karşılanan bir dizi konser verdiler. Konserlerin ardından hemen stüdyoya girerek kayda geçen müzisyenler caz ve Türk müziği öğelerinin bir harmanını, farklı sesler arayan dinleyecinin beğenisine sunuyorlar. Yedi kompozisyondan oluşan albümde saksofon sesiyle perdesiz gitar iç içe geçerken perküsyonlar ritimleriyle yol açıyor. İstanbul Connection, New Orleans cazından Türk ezgilerine, Acemaşiran Yörük Semai’ye, baladlardan Arap ezgilerine kadar Hollanda’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Hollanda’ya müzikal bir esinti gönderiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle