19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 GÜNCEL C haberlerin devamı Olayı ‘esrarkeşlerin eylemi’ne indirgemeye çalışan dinci basına Genelkurmay’dan tokat gibi yanıt: 19 OCAK 2007 CUMA CÜNEYT ARCAYÜREK ‘Bekle GörUyu ve Uyut!’ uhaf bir manzara: Yaklaşan bunalımlar karşısında kaygıya düşen, önlem alınmasını zorunlu gören hükümet değil... Ana muhalefet! Başkan Bush’un açıkladığı planın hemen arkasından ABD Dışişleri Bakanı ile Savunma Bakanı’nın Temsilciler Meclisi’nin iki komisyonunda birbirini tamamlayan, doğrulayan demeçleri... tehlike çanları çalıyor. RTE ile Dışişleri Bakanı Gül susuyor. Oysa ne diyor ABD bakanları? Irak üçe bölünürse Kuzey Irak’taki zaten hükümetiyle parlamentosuyla var olan Kürt devleti resmiyet kazanır. Türk müdahalesi de kaçınılmaz olur. Başkan Bush’un son Irak planında, HamiltonBaker raporunun ertelenmesini istediği Kerkük referandumu ile ilgili tek satır yok! RTE’nin Kerkük’te (referandum yapılarak) bir oldubittiyi Türkiye’nin asla kabul edemeyeceğini söylemesi üzerine, ABD Bağdat Büyükelçisi Halilzad, “Irak’ın iç işlerine karışmak” diye değerlendirdi ve “Iraklı Kürtler dostumuzdur. ABD’nin başarısına yardımcı oluyorlar” dedi. Bu demecin ertesi günü iki Kürt tugayının Bağdat’ta işgalci güçler yanında görevlendirildiği açıklandı. Barzani’nin Başkan Bush’tan iki Kürt tugayına karşı “Kerkük referandumunun önünü kesmeyeceği” vaadini kopardığını gösteren haberler yayımlandı. Bu bile Başkan Bush’un Türkiye’nin Kerkük konusundaki duyarlılığını önemsemediğini, “ABD’nin dostu” Kuzey Irak Kürtleri Barzaniile gizli pazarlıklar yaptığını açık seçik ortaya koymuyor mu? Türkiye’nin geleceğiyle ilgili gelişmeleri gazetelerde okuyan herkes kaygılanıyor, Başbakan ile Dışişleri Bakanı susuyor. ??? Irak’ın bölünmesinin ardından Kürt devleti uluslararası resmiyet kazanırsa Türkiye’nin Kerkük’ü de içine alacak biçimde Kuzey Irak’a müdahale olasılığını ABD de artık kabulleniyor. Ne ki hükümet,”sabrımız tükeniyor” demekten öteye herhangi bir açıklamada bulunmuyor, davranış göstermiyor. Hükümet yerine ana muhalefet lideri Deniz Baykal konuşuyor. Hükümetin elinde “Irak’a askeri bir müdahale için Meclis’ten alınan yetki olmadığını” belirttikten sonra: “Meclis’ten olası bir askeri harekât için yetki alınırsa... bunun hükümetin olası tavrını göstereceğini... Irak’ta olupbitenler karşısında bugüne kadar izlenen hükümet politikasının ‘temenni’ aşamasından çıktığının böylece kanıtlanacağını” söylüyor. RTE, CHP liderinin bu önerisine sıcak bakar mı? Kuşkulu, hatta olanaksız! Zira, yetki kararı alırsa Irak’ın parçalanacağını ve müdahalenin zorunlu duruma geleceğini kabul etmiş olacak. Oysa hükümet iki açıdan beklemeyi yeğliyor. CHP önerisine karşı çıkmak için, gerekli olduğu zaman Meclis’ten bir günde yetki alacağını söyleyecek. Bu, bir. İkinci neden; daha iki yıl görevde kalacak olan Başkan Bush’un Irak’ı terk etmeyeceğine, Irak’ın bölünmesine asla izin vermeyeceğine güveniyor... Bu iki olasılığa dayanan “beklegöruyu ve uyut” politikasında son aşama! Menemen planlı bir cinayet ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanlığı, Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın Menemen’de gerici yobazlar tarafından katledilmesinin “sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiğini” açıkladı. Genelkurmay’ın arşiv belgelerinde yer alan, olaylara karışanların birbirlerine yazdığı mektuplar, görgü tanıklarının ifadeleri de kalkışmanın Nakşi tarikatı üyelerince gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor. Genelkurmay’ın internet sitesinden açıkladığı arşiv belgeleri, Menemen olayını “esrarkeşlerin eylemi”ne indirgemeye çalışan dinci basını yalanlıyor. Belgeler arasında olaydan sonra alınan ifadeler, resmi yazışmalar, olay yeri keşif belgesi ve olayı yönlendirenlerin hazırlık aşa GÜNDEM MUSTAFA BALBAY T Genelkurmay, Menemen olayının şifrelerini ortaya çıkaran arşiv belgeleri yayımladı. Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın Menemen’de gericiler tarafından katledilmesinin “sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiğini” açıklayan Genelkurmay Başkanlığı, belgelerle de eylemin Nakşi tarikatı üyelerince gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor. daşı bunları o vaziyette görünce, Kubilay Bey’i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü. On beş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp doğruca cami tarafına koştu. Bir kısım halk bunu görünce dağıldı. Telgrafhaneye de bir kısmı girdi. Onları dışarı çıkarttım. Bu sırada adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Biraz sonra saaraştırmalarla ortaya çıkarıldığı belirtilerek şunlar kaydedildi: “Eylemciler bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirmişlerdir. Eylemin elebaşı ve Yedek Subay Mustafa Kubilay’ın başını keserek öldüren Giritli Hasan oğlu Mehmet, Osman oğlu Şamdan Mehmet, Hasan oğlu Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet, Nalıncı Hasan ve Ça başsağlığı mesajı: Atatürk’ün ri ve bazen hafta aralarında ve bazen de kendisi ne zaman isterse o vakit köy camisinde vaaz verirdi. Köyde bulunduğu bir gün ikindi namazı sırasında camide vaaz etmeye başladı.’ Hoca, ‘Şapka giyen gâvurdur. Biz gâvur olamayız. Rakı içen ve yalan söyleyenler de gâvurdur’ diye söyleniyordu.’’ Belgelere dayandırılan değerlendirmede, olayın gelişimi, cumhuriyet karşıtlığı şöyle anlatılıyor: “İbrahim Hoca, Manisa’ya geldiği zaman birçok kişi onu ziyaret eder. İbrahim Hoca’nın çok yakını olan Osman Çavuş ‘İnşaallah reisi cumhuru gebertirler de rahat yüzü görürüz, fes giyeriz’ demekten çekinmez. İbrahim Hoca, Osman Çavuş’un kendisiyle olan bağlantısını ifadesinde teyit eder. ‘Tekaüt (emekli) edildikten sonra İstanbul’a gittim. Orada ikamet etmeye başladım ve İstanbul’da iken bir defa Cemal ve bir defa Osman ve bir defa da tabur imamı İlyas Efendi’den mektup aldım’.’’ Terörle Mücadelenin Sonuçları! yılı aşkın süredir inişliçıkışlı 20 dönemlerle Türkiye’nin gündeminde yer alan etnik terör, etrafımızdaki gelişmelerle birlikte yeni özelliklere bürünüyor. Terör tehdidi anlamında Türkiye’nin en kritik dönemi 1990’lı yılların başıydı. 80’li yıllarda, “Terörün belini kırdık”, “Bunlar 35 çapulcu”, “Bu ilkbaharda tümüyle bitmiş olur” gibi söylemlerle küçümsenen PKK terörünün giderek dış desteği çok güçlü bir tehdit olduğu anlaşıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu gerçeklerden hareket ederek yeni mücadele yöntemleri geliştirdi. Evrensel anlamda bu tür mücadelelerde 1 teröristin etkisiz hale getirilmesine karşılık 3 güvenlik görevlisinin kaybını göze almak gerekir. TSK bunu tersine çevirdi. 8 teröriste karşılık 1 güvenlik görevlisi şehit düştü. Bu zorlu sürecin sonunda PKK, TSK ile silahlı mücadelede başarılı olamayacağını gördü. 1999’da Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesinin nedeni de buydu. ABD, terör örgütünün silahlı bir güç olarak son kullanma tarihinin dolduğunu, yeni bir aşamanın şart olduğunu düşündü. ??? Türkiye 1999’da çok büyük bir fırsat yakaladı. Olay sadece terör örgütünün başının yakalanması değildi. Bir bütün olarak Türkiye ile silahlı mücadele yapılamayacağı herkese gösterilmişti. Kabul etmek gerekir ki bu başarıda en büyük pay annebabaların. Dünyanın kaç ülkesinde, terör can almaya devam ederken annebabalar çocuklarını davulzurna ile askere gönderir? “Bu vatanın her karış toprağı bizim için kutsaldır” diyenler başarının gerçek mimarları. 1999’da yakalanan fırsat kullanılabildi mi? Hayır... Bu zaman diliminde en uzun iktidar AKP’nin... AKP, terörün neredeyse sıfıra indiği bir süreçte, gümüş tepsi içinde iktidarı aldı. AKP, terörün bir daha hortlamaması, ulusal bütünlükteki çatlakların bir an önce giderilmesi için çaba harcayabilirdi, yapmadı. Bunun yerine, mevcut durumun rantını yedi. Hâlâ da yemeye devam ediyor. Gelinen noktada AKP neredeyse kendisini, terör örgütünün sözcüleriyle, dolaylıdolaysız temsilcileriyle TSK arasında tarafsız bir konumda, izleyici olarak hissediyor! ??? AKP, ABD’yle Türkiye arasında özel koordinatörlük mekanizması kurarak, her şeyden önce mücadeleyi bu ülkeyle ortak hale getirdi. Kabul etsek de etmesek de Türkiye’nin PKK sorunu, terör sorunu toplandığında karşımıza şu çıkıyor: Irak sorunu! ABD de işte Türkiye’yi bu noktadan yakalayıp usul usul Irak’a sokmak istiyor. Aynı şey değil ama, 1991’de yaşanmış olayı kısaca anımsatalım: Saddam, İran’la savaşın yaralarını bir ölçüde sarmış. Hafif palazlanmış... Arkasındaki haritada Kuveyt ayrı bir devlet olarak değil, Irak’ın bir vilayeti olarak duruyor. Küçücük bir devlet... Basra’dan freni boşaltsa Kuveyt’te. Bu sırada ABD’nin Irak Büyükelçisi ziyaretine geliyor, diyor ki: “Kuveyt’e girmek isterseniz, biz karışmayız. Bu sizin kendi ulusal davanızdır, saygı duyarız...” Sonrasını hepimiz biliyoruz; Irak’la ABD arasında Birinci Körfez Savaşı. Saddam için sonun başlangıcı! Yeniden altını çizelim, kesinlikle aynı şey değil ama, ABD Büyükelçisi Wilson’ın Türkiye’nin Irak’a girebileceğini ima etmesi hayra yorulacak bir şey değil. Kürtleri Irak’taki, hatta bölgemizdeki en sadık müttefiki ilan etmiş ABD, böyle bir düşünce üretiyorsa, on defa düşünmek gerekir... Irak’a terörist avına giderken, yıpranmış da olsa evdeki barıştan olmayalım! ankcum?cumhuriyet.com.tr ŞERİAT İSTİYORLARDI Eylemcilerin, olay öncesindeki çalışmalarına belgeleriyle ayrıntılı yer verilen değerlendirmede, 23 Aralık 1930 günkü olaylar ve Mehdi Mehmet’in konuşmaları şöyle anlatıldı: “Camide bulunan sancağı alıp Mehdi, halkı kendilerine katılmaya davet eder ve şunları söyler. ‘Tarafı ilahiden geliyoruz. Şeriat istiyoruz. Askerin kılıç ve kurşunu bize işlemez. Herkes bu bayrağın altından geçecektir. Geçmeyenleri kılıçtan geçireceğiz. Bugün zeval (öğle) vakti yetmiş bin kişi bize yardıma gelecektir’.” Kubilay’ın katledilmesinin ardından alaydan gönderilen birliklerin eylemcilerle çatıştığı, bekçiler Hasan ve Şevki’nin şehit olduğu, Mehdi Mehmet, Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet’in ölü, Emrullah oğlu Mehmet Emin’in yaralı ele geçirildiği anımsatılan değerlendirmede, kargaşa nedeniyle kaçan Nalıncı Hasan ile Ali oğlu Hasan’ın ertesi gün yakalandıkları vurgulandı. NAYASAYI ZORLA KALDIRMAYA TEŞEBBÜS’ Değerlendirmede şöyle dendi: “Eylemle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı zorla kaldırmaya teşebbüs ve yardım edenlerden, yargılamalar sonucu 32 kişi idam, 73 kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırılır.” Menemen’de gerçekleştirilen eylemin sıradan bir olay olarak geçiştirilemeyeceğinin en önemli kanıtının da Atatürk’ün 28 Aralık 1930 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) gönderdiği başsağlığı mesajı olduğu vurgulandı. Değerlendirmede yer verilen Atatürk’ün başsağlığı mesajı ise şöyle: “Menemen’de yakınlarda meydana gelen gericilik girişimi sırasında Yedek Subay Kubilay Bey’in görevini yaparken öldürülmüş olmasından dolayı Cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Kubilay Bey’in şehit edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkışla onaylamaları, bütün Cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır. Vatanı savunmak için yetiştirilen, içteki her politika ve ayrılığın dışında ve üstünde saygın bir konumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin yurttaşlar tarafından yalnız saygıyla karşılandığına kuşku yoktur. Menemen’de halktan bazılarının hataları bütün millette acıya sebep olmuştur. Saldırının acılığını tatmış bir kesime genç ve kahraman yedek subayın uğradığı saldırıyı, milletin bizzat Cumhuriyete karşı bir öldürme girişimi olarak kabul ettiği ve cüretkârlarla destekçileri, ona göre takip edeceği kesindir. Hepimizin dikkati bu sorundaki görevlerimizin gereklerini duyarlılıkla ve gerektiği biçimde yerine getirmeye yöneliktir. Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin idealist öğretmenler topluluğunun değerli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, hayatını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.’’ K ubilay’ın gericiler tarafından katledilmesinden sonra Atatürk’ün başsağlığı mesajında yer alan ifadelerden bazıları şöyle: Kubilay Bey’in şehit edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkışla onaylamaları, bütün Cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır. Saldırının acılığını tatmış bir kesime genç ve kahraman yedek subayın uğradığı saldırıyı, milletin bizzat Cumhuriyete karşı bir öldürme girişimi olarak kabul ettiği ve cüretkârlarla destekçileri, ona göre takip edeceği kesindir. ‘A masında birbirlerine yazdıkları mektupların tıpkıbasımı yer alıyor. NAKŞİ BAĞLANTISI Genelkurmay arşiv belgelerine göre, İstanbul’da yaşayan ve yaklaşık 20 bin müridi bulunan Nakşi Şeyhi Esat’a bağlı olan Manisa Asker Hastanesi’nden ayrılma İbrahim Hoca olayı yönlendirdi. İbrahim Hoca’nın Şeyh Esat ile ilişkileri, tarikattaki diğer müritlerin ifadeleriyle de doğrulanıyor. Belgelere göre, olayın ardından yetkililerce hazırlanan raporda olay yeri şöyle anlatılıyor: “Gazez Camisi girişinin sol tarafındaki bahçede arkası üstü yatık, sağ tarafında kasaturası kınından çekik bir halde, elbiseleri kanlı, başı boynundan ayrılmış ve etrafındaki toprakta çok fazla kan lekeleri bulunan, tahminen 25 yaşlarında, üzerinde haki renkte askeri elbise olan; orta boylu, kumral benizli, saçları az ağarmış cesedin, Menemen’de 43’üncü Alay 1’inci Tabur 3’üncü Bölük Takım Komutanı Yedek Subay İzmirli Hüseyin oğlu Kubilay olduğu anlaşılmıştır.’’ çından tutulu olduğu halde, zavallı Kubilay Bey’in kesik kafasını getirdiklerini gördük. Ellerinde sanca SEZER’E ‘TÜRKÇE’ TEŞEKKÜRÜ ANKARA (Cumhuriyet)Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Sevgi Özel ve beraberindeki heyeti kabul etti. Özel, Çankaya Köşkü’nden ayrılırken gazetecilerin sorusu üzerine, Sezer’e, 7 yıllık görev süresi boyunca Türkçeye ve ülkeye özen gösterdiği ve hem hukukçu hem de Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’da Dil Devrimi’nin sözcükleriyle “pırıl pırıl’’ konuştuğu için teşekkür etmeye geldiklerini söyledi. Özel, Sezer’in de her yurttaş gibi ülkede Türkçenin kötü konuşulmasına ve tabelaların Türkçe olmamasına üzüldüğünü ifade etti. AKP iktidarından bu yana laik Cumhuriyetin baltalanmasının yanı sıra Türkiye’nin ulusal çıkarları da harcanmaktadır. Göz göre göre sürükleniş devam etmektedir. ‘ARKADAN VURDULAR’ Tanıklardan telgraf memuru Nail Bey, Kubilay’ın nasıl öldürüldüğünü şöyle anlatıyor: “Kubilay Bey’in kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askeri durdurup ‘Süngü tak’ emrini vererek kendisi Şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyorlardı. Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler. Diğer arka ğın ucuna kafayı geçirirlerken bir şeyler söyleyerek eğildiler. Kesik başın, elektrik direğine bir kırmızı kuşakla bağlandığını gördüm. Kubilay Bey’in başı asılı olduğu halde meydanda dönüyorlardı.’’ kır oğlu Ramazan, eylemci grubunu oluşturmaktadır. Eylemcilerin hepsi Manisa’da ikamet etmektedirler ve Nakşi tarikatıyla bağlantıları vardır. Onları bu tarikata sokan ve eğiten, Manisa Askeri Hastahanesi imamlığından emekli İbrahim Hoca’dır. İbrahim Hoca da İstanbul Erenköy’de Şevki Paşa Köşkü’nde oturan Şeyh Esat’a bağlıdır. İbrahim Hoca, halifeler halifesi olarak, tarikatın etki alanının genişletilmesinden ve yaygınlaştırılmasından sorumludur.’’ Belgeler arasında yer alan ve olaya karışanlardan İbrahim Hoca’nın ifadesi ise şöyle: “İlk tarikata intisabım on iki sene evveldir. Nakşibendidir. Şeyhim İsmail Necati’ydi. Babıâli’de oturuyordu. Tekkesi vardı. Ölmüştür. Ondan bir sene sonra, tahminen o zaman Çapa’da tekkesi bulunan Şeyh Esat Efendi’nin zikrine gittim ve ona bağlandım. Yani benim hocam oldu. Yirmi bir senedir tarikatın imamıdır.’’ Belgelerde Şeyh Esat’ın müritlerinden Hüsnü Efendi’nin, “daima sözünden ve nasihatından ilham alarak kendisini şeyhe bende (kul) eden kişileri” sayarken ilk isim olarak İbrahim Hoca’yı belirttiğine dikkat çekiliyor. Hüsnü Efendi’nin anlatımı şöyle: UMHURİYET KARŞITLIĞI “İbrahim Hoca’nın Manisa’da görevli iken merkeze bağlı Horosköy’de yoğun faaliyetleri vardır. Burada ikamet eder, cami yaptırır, tarikata adam kazandırma çalışmalarını sürdürür, vaaz verir. ‘Hoca köyümüzde oturduğu sırada cuma günle C BİLİNÇLİ BİR HAREKET Genelkurmay’ın değerlendirmesinde, eylemin, “sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiğinin’’ yapılan İstanbul’un sekiz aylık suyu kaldı İstanbul Haber Servisi Küresel ısınma nedeniyle beklenen yağışların olmaması nedeniyle Türkiye’nin birçok bölgesinde sorunlar yaşanıyor. Barajlarının yüzde 50’sinin dolu olduğu İstanbul’un, hiç yağmur yağmazsa 68 aylık suyu kaldı. “Kentin şu anda su sorunu yok” diyen yetkililer, yine de İstanbullulardan suyu bilinçli kullanmalarını istiyor. İSKİ Genel Müdürü Dursun Ali Çodur, İstanbul’un su kaynaklarının 16 Ocak 2007 tarihi itibarıyla doluluk oranının yüzde 55.85 olduğunu, geçen yıl aynı tarihte barajlardaki doluluk oranının %84.59 olduğunu söyledi.Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, hiç yağmur yağmazsa ağustosa dek yetecek su rezervi olduğunu bildirdi. İstanbul’da günde 2 milyon metreküp su tüketildiğini anımsatan Topbaş, “Şu anda bir sorun yok. Kocaeli’ne de her gün 50 bin metreküp su veriyoruz. Gelecek için de Yeşilçay Barajı’nı devreye sokma adına adımlar atıyoruz” dedi. BİLİNÇLİ KULLANMANIN YOLLARI Ellerinizi yıkarken, tıraş olurken vb. durumlarda gereksizse musluğu kapatın. Arabanızı kova ve süngerle temizleyin. Banyo yapmak yerine duşu tercih edin. Musluklarınızı bakımlı tutun. Makinelerinizi doğru kullanın. Bahçenizi sabah ya da akşamüstü sulayın. Az su tüketen klozetleri tercih edin.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle